Finalin iki yüzü: Haaland-Lukaku

2023 Şampiyonlar Ligi finali dünyanın en iyi merkez forvetlerinden ikisini karşı karşıya getirecek. Bugün Erling Haaland ve Romelu Lukaku geldikleri seviye itibariyle gıptayla izlenen futbolcular olsa da bu noktaya geliş şekilleri birbirlerinden oldukça farklı. Biri kusursuz planlamanın, diğeriyse sarsılmaz bir kararlılığın eseri. Futbolun en üst seviyesine gelme hikayeleri birbirlerinden oldukça farklı olsa da Haaland ve Lukaku’nun çok benzer özellikleri de var. Hem saha içinde hem de saha dışında. İki oyuncu da saha içinde fiziksel varlıklarını hemen hissettiriyor. 1.90’ın üstünde boylarıyla çoğu savunmacıya tepeden bakmaları bir tarafa, müthiş atletik yetenekleri onları durdurulması çok zor, hatta çoğu zaman imkânsız hale getiriyor. Henüz 18 yaşında Molde’de forma giyerken dört gol attığı bir Brann maçından sonra, teknik direktörü Ole Gunnar Solskjaer’in Haaland’ın oyun tarzını Lukaku’ya benzetmesi boşuna değil. Saha dışındaki en önemli ortak özellikleriyse her ikisinin de babasının eski futbolcu olması. Özellikle Norveçli futbolcunun kariyerinde babası Alf-Inge “Alfie” Haaland’ın katkısı yadsınamaz. Alf-Inge “Alfie” Haaland/ Getty Images Alfie Haaland kesinlikle oğlu Erling gibi bir süperstar değildi. Ama 10 yıl boyunca İngiltere Premier Ligi’nde forma giymiş; Nottingham Forest, Leeds United ve Manchester City gibi üst düzey kulüplerde oynamış birinin tecrübesi ve “sektör” dinamiklerine hâkim olması oğluna verecek çok değerli tavsiyeleri olduğu anlamına geliyordu. Ama baba Haaland’ın oğlunun kariyerini yönetmesi gibi bir durum söz konusu değil, o sadece bir danışman ve son kararı her zaman Erling’in verdiğini söylüyor. Norveçli süper yıldızın verdiği kararlarda ise öne çıkan faktörler hep aynı: En fazla dakika alacağı ve en fazla kendini geliştirme imkânı bulacağı kulübe gitmek. Çünkü tek hedefi dünyanın en iyisi olmak. Planı olan bir adam The Times Alt yaş gruplarında kendini gösteren bütün sporcuların hayali ve hedefi dünyanın en iyileri arasında yer almaktır. Erling Haaland’ın hayali de profesyonel olmadan önce bundan farklı değildi. Onu diğer yetenekli oyunculardan ayıran en önemli özelliğiyse hedeflerini gerçeğe dönüştürecek azme sahip olması ve bunun için nelerden fedakârlık etmesi gerektiğinin farkında olmasıydı. Gerek eski antrenörleri gerek takım arkadaşları, onun hakkında konuşan herkesin buluştuğu iki ortak nokta var: Birincisi, kendini geliştirmek için gösterdiği efor, ikincisiyse futbola olan tutkusu. Bugünlerde Leeds United forması giyen, Salzburg’dan eski takım arkadaşı Maximilian Wöber Erling Haaland’ın düşünce tarzını şöyle anlatıyor: “O kesinlikle müthiş bir profesyonel. Biz deplasman yolculuklarında kâğıt falan oynarken, onun uyku ve beslenme düzenini nasıl geliştireceğine dair bilimsel birtakım makaleler okuduğunu görürdük. Erling her zaman kendini geliştirip bir adım daha ileri atmak için en ufak detayları bile düşünür.” Haaland’ın daha 18 yaşında Salzburg’a transfer olduğu düşünülürse, gösterdiği zihinsel olgunluk Wöber’in anlattıklarını daha da etkileyici hale getiriyor. Alfie’nin futbolu bırakmasından sonra memleketleri Bryne’ye dönen Haaland’lar aslında bir anlamda Erling’in de kaderine yön verdi. Küçük yaşta pek çok sporda başarılı olabileceğinin sinyallerini veren Erling, futbolun yanında hentbolda da geleceği parlak bir genç olarak görülüyordu. Ancak o tercihini futboldan yana kullandı. Bunda Bryne’nin bir futbol kenti olarak öne çıkmasının payı elbette önemli. The Sun Bryne’nin bir diğer önemi de Haaland ailesinin şehre taşındığı 2004 yılında şehrin kulübü Bryne FK’nın inşa ettiği yeni çim zeminli kapalı saha. Alfie Haaland, bu saha olmasa oğlunun bugün bulunduğu yere gelip gelemeyeceğinden emin olmadığını belirtiyor. Antrenörleri küçük yaşta Erling hakkındaki tek endişelerinin sıska vücut yapısı olduğunu söylüyor, bunun büyük bir futbolcu olma yolunda kendisine engel teşkil edebileceğinden endişe ediyorlar. Bugün ulaştığı fiziksel seviye düşünülünce, bu endişeye inanmak gerçekten zor. Zaten genç futbolcu kısa sürede boy atarak bu kaygının yersiz olduğunu kanıtlayacak, Bryne’den sonra 16 yaşındaki Erling’in yeni durağı ülkesinin en başarılı takımlarından Molde olacaktı. Haaland’ın Molde’ye gidişi, sonrasında yapacağı üç transferde de göreceğimiz nedenlere sahipti. O dönemde Molde’den daha yüksek profilli iki takım; Bundesliga ekibi Hoffenheim ve Avrupa kupalarında başarılı sonuçlar alan Danimarka takımı FC Kopenhag da kendisine talip olmuştu. Ancak Norveçli futbolcunun transferlerinde her zaman öne çıkan faktörler; maksimum süreyi alacağı ve kendini en fazla geliştirebileceği takıma gitmek oldu. Sonrasındaki Red Bull Salzburg ve Borussia Dortmund transferlerinde de bu öncelikler değişmedi. Üstelik her iki transferde de kendisine çok daha yüksek ücretler öneren takımlar olmasına rağmen. VG Haaland’ın kariyeri başından beri en ince ayrıntısına kadar planlandı. Bu planlamada kendi tercihleri her zaman birinci öncelik olsa da babası Alfie ve menajerleri Mino Raiola ve Rafaela Pimenta’nın katkısı da yadsınamaz. Raiola’nın geçtiğimiz seneki ölümünün ardından portföyünü devralan Pimenta, Alf-Inge Haaland ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “Alfie ofisimize ilk geldiğinde, ki o zaman Mino da bizimleydi, zaten planı olan bir adamdı. Planı, bir plana ihtiyacı olduğu ve bu planı yapabilecek menajerler aradığıydı. Bu yüzden başından beri süreç çok dikkatli şekilde hazırlandı ve her gün planlandı. Oyunculara her zaman derim, yola çıktığınızda gideceğiniz yeri bilmiyorsanız oraya asla ulaşamazsınız. Belki bilseniz de ulaşamayacaksınız ama yolu bilmiyorsanız bunu kesinlikle başaramazsınız.” Alfie Haaland, oğlunun Manchester City’ye transferinden çok kısa bir süre sonra yeni planlarını açık etti bile. “ Bence Erling bütün liglerde kendisini kanıtlamak istiyor. O yüzden burada belki en fazla üç-dört sene kalacak. Sonrasındaysa kim bilir; İtalya, İspanya veya Fransa, değil mi?” Norveçli futbolcunun parayı ikinci plana atarak kendisini en üst seviyeye çıkaracak kariyer hamlelerini yapması tabii ki büyük övgüyü hak ediyor. Ancak ailesinin refah düzeyi göz önünde bulundurularak, bunu yapacak lüksü olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Maalesef çoğu futbolcu, Haaland’ın izlediği yolu izlemek istese bile, bunu yapacak şansa sahip olmuyor. Milliyet İşte Romelu Lukaku da bu lükse sahip olmayan bir genç futbolcuydu. Erling Haaland gibi profesyonel bir futbolcunun oğlu olarak dünyaya gelmiş olsa bile. Romelu Lukaku’nun babası Roger, kariyerine ülkesi Zaire’de (şu anki adıyla Demokratik Kongo Cumhuriyeti) başladı. Sonrasında Fildişi Sahili takımı Africa Sports’ta geçirdiği üç sezonda Belçika takımlarının dikkatini çekti ve 1990 yılında FC Boom takımına transfer olarak eşi Adolphine ile birlikte bu ülkenin yolunu tuttu. Ülkenin sömürge geçmişi sebebiyle Kongolu futbolcuların Belçika takımlarına transferini sıkça görüyoruz. Sömürgeci Belçika Kralı II. Leopold’ün 19. Yüzyılın sonunda kauçuk uğruna Kongo’da yaptığı katliamların yanında bölge insanı için son derece önemsiz bir fayda. Her ne kadar futbolcuların hep ışıltılı bir hayatı olduğu düşünülse de gerçek tabii ki böyle değil. Profesyonel futbolcular arasında çok küçük bir bölümü üst düzeyde forma giyebilirken büyük bir çoğunluğu iş bulma mücadelesiyle yaşamlarını sürdürüyor. Uzun süren bir futbol kariyeri olmasına rağmen Roger Lukaku da hiçbir zaman büyük takımlarda forma giymedi ve birçok kez kendisine şans verecek yeni bir kulüp aradı. Kariyerinin tamamını, bir sezon hariç, Belçika’nın vasat veya vasat altı takımlarında geçirdi. Belçika dışında geçen bir sezonsa, ilginçtir, Gençlerbirliği’ndeydi. Henüz 32 gibi genç sayılabilecek bir yaşta futbola veda etti. Bundan sonrası altı yaşındaki Romelu ve ailesi için on yıllık bir yokluk dönemiydi. “Babam profesyonel bir futbolcuydu ama kariyerinin sonundaydı ve paramız tamamen tükenmişti. İlk giden şey kablolu televizyon oldu. Artık futbol yoktu. Match of the Day yoktu. Sinyal yoktu. Sonra eve geldiğimde ışıkların kapalı olduğunu görmeye başladım. Bazen iki-üç hafta boyunca elektrik olmazdı.” “Banyo yapmak isterdim ama sıcak suyumuz olmazdı. Annem ocağın üstünde çaydanlıkla su ısıtırdı, ben de duşun içinde bir fincanla kafama su dökerek yıkanmaya çalışırdım. Öyle zamanlarımız oldu ki annem sokağın sonundaki fırından ekmek “ödünç almak” zorunda kaldı. Fırıncı beni ve kardeşim Jordan’ı tanıdığı için pazartesi günü bir somun ekmek almasına izin verir, parasını cuma günü alırdı.” Misyonu olan bir adam Inter Milan İşte tüm bu zorluklar içinde Romelu altı yaşındayken kendisine bir söz verdi: Profesyonel bir futbolcu olup annesini yokluktan kurtarmak. Babasına sorduğunda, bir futbolcunun en erken 16 yaşında profesyonel olabileceğini öğrendi. Genç Lukaku’nun mücadele ettiği tek sorun fakirlik değildi. Daha küçük bir çocukken ayrımcılığın ne demek olduğunu ilk elden öğrendi. 11 yaşında maçlara çıkarken, diğer çocuklardan fiziksel olarak daha gelişmiş olduğu için antrenörlerin ve futbolcuların ailelerinin suçlamalarına maruz kaldı. “Kaç yaşında bu çocuk? Kimliğini göstersin. Bu çocuk nereli?” Beyaz bir Belçikalı olsa bu tacizlerle karşı karşıya kalacak mıydı? Muhtemelen hayır. Ama o herkesten daha fazla kendini Belçikalı hissediyordu. “Nereli miyim? Antwerp’te doğdum, Belçikalıyım. Bir cümleye Fransızca başlayıp Felemenkçe bitirebilirim. İsterseniz araya bulunduğumuz mahalleye göre İspanyolca, Portekizce veya Lingala (Kongo’da konuşulan bir dil) da ekleyeyim. Bu ülkeyi havalı yapan bu değil mi zaten?” Genç bir profesyonelken bile ayrımcılık bitmedi. İşler iyi giderken Belçikalı golcüydü, kötü giderken bu kez Kongo kökenli Belçikalı golcü olarak anılıyordu. Tüm yaşadıkları sonucu futbolu büyük bir hırsla oynamaya başladı. Evlerinde dolaşan farelerden, Şampiyonlar Ligi’ni izleyememesinden, diğer ebeveynlerin kendisine bakışlarından hıncını futbol sahasında çıkardı. Inter Milan Erling Haaland’ın aksine Romelu Lukaku kariyer basamaklarını çok hızlı ve belki de plansız çıktı. Ama onun amacı da zaten tam olarak buydu, yavaş yavaş değil hemen zirveye çıkmak istiyordu. Çünkü bir söz vermişti. 2008-2009 sezonunu Anderlecht ve Standard Liege aynı puanla tamamlamıştı ve statü gereği şampiyonu belirlemek için iki ayaklı bir playoff maçı oynanacaktı. O zaman hala Anderlecht’in altyapısında oynayan Lukaku ikinci maç için A takıma çağırıldı ve 63. dakikada oyuna girdi. Brüksel’deki ilk maç 1-1 bittikten sonra Liege’de ev sahibi 1-0 kazanarak şampiyonluğa ulaştı. Anderlecht kazanamadı ama 16 yaşında profesyonel olup yoksulluktan bir an önce kendisini ve ailesini kurtarmak isteyen Romelu’nun bu hedefi 11 gün gecikmeyle gerçeğe dönüştü. “Adolphine Teyze, Rom top oynamaya gelebilir mi?” “Zaten şu anda dışarıda top oynuyor” “Nasıl yani? Nerede?” “Finalde” Romelu Lukaku’nun annesi ve arkadaşı arasında 2009’da yaşanan bu diyalog tabii ki bu sefer yaşanmayacak. Ama 16 yaşında profesyonel kariyerinin ilk maçına bir final mücadelesiyle çıkan Belçikalı yıldız, bir kez daha finalde. Hem de bu sefer çok sevdiği Şampiyonlar Ligi’nde. Erling Haaland 16 yaşındayken Molde’ye, 18 yaşındayken Salzburg’a transfer oldu. Romelu Lukaku ise 18 yaşında Chelsea’nin yolunu tutmuştu bile. İnişli çıkışlı geçen kariyerinde hep çok büyük takımlarda oynadı ama maalesef kariyer planlaması konusunda Norveçli yıldız kadar şanslı değildi. Lukaku tabii ki harika bir futbolcu ve dünyanın pozisyonunda en iyilerinden. Ancak aynı Haaland gibi en hazır şekilde İngiltere Premier Ligi’ne transfer olsa belki bugün adı tarihin en iyileriyle beraber anılıyor olabilirdi. Kim bilir, belki Haaland bu sezon onun Premier Lig gol rekorlarını kırmak için uğraşıyor olurdu.

Punto Dosya

Finalin iki yüzü: Haaland ve Lukaku

2023 Şampiyonlar Ligi finali dünyanın en iyi merkez forvetlerinden ikisini karşı karşıya getirecek. Bugün Erling Haaland ve Romelu Lukaku geldikleri seviye itibariyle gıptayla izlenen futbolcular olsa da bu noktaya geliş şekilleri birbirlerinden oldukça farklı. Biri kusursuz planlamanın, diğeriyse sarsılmaz bir kararlılığın eseri. Futbolun en üst seviyesine gelme hikayeleri birbirlerinden oldukça farklı olsa da Haaland ve Lukaku’nun çok benzer özellikleri de var. Hem saha içinde hem de saha dışında. İki oyuncu da saha içinde fiziksel varlıklarını hemen hissettiriyor. 1.90’ın üstünde boylarıyla çoğu savunmacıya tepeden bakmaları bir tarafa, müthiş atletik yetenekleri onları durdurulması çok zor, hatta çoğu zaman imkânsız hale getiriyor. Henüz 18 yaşında Molde’de forma giyerken dört gol attığı bir Brann maçından sonra, teknik direktörü Ole Gunnar Solskjaer’in Haaland’ın oyun tarzını Lukaku’ya benzetmesi boşuna değil. Saha dışındaki en önemli ortak özellikleriyse her ikisinin de babasının eski futbolcu olması. Özellikle Norveçli futbolcunun kariyerinde babası Alf-Inge “Alfie” Haaland’ın katkısı yadsınamaz. Alf-Inge “Alfie” Haaland/ Getty Images Alfie Haaland kesinlikle oğlu Erling gibi bir süperstar değildi. Ama 10 yıl boyunca İngiltere Premier Ligi’nde forma giymiş; Nottingham Forest, Leeds United ve Manchester City gibi üst düzey kulüplerde oynamış birinin tecrübesi ve “sektör” dinamiklerine hâkim olması oğluna verecek çok değerli tavsiyeleri olduğu anlamına geliyordu. Ama baba Haaland’ın oğlunun kariyerini yönetmesi gibi bir durum söz konusu değil, o sadece bir danışman ve son kararı her zaman Erling’in verdiğini söylüyor. Norveçli süper yıldızın verdiği kararlarda ise öne çıkan faktörler hep aynı: En fazla dakika alacağı ve en fazla kendini geliştirme imkânı bulacağı kulübe gitmek. Çünkü tek hedefi dünyanın en iyisi olmak. Planı olan bir adam The Times Alt yaş gruplarında kendini gösteren bütün sporcuların hayali ve hedefi dünyanın en iyileri arasında yer almaktır. Erling Haaland’ın hayali de profesyonel olmadan önce bundan farklı değildi. Onu diğer yetenekli oyunculardan ayıran en önemli özelliğiyse hedeflerini gerçeğe dönüştürecek azme sahip olması ve bunun için nelerden fedakârlık etmesi gerektiğinin farkında olmasıydı. Gerek eski antrenörleri gerek takım arkadaşları, onun hakkında konuşan herkesin buluştuğu iki ortak nokta var: Birincisi, kendini geliştirmek için gösterdiği efor, ikincisiyse futbola olan tutkusu. Bugünlerde Leeds United forması giyen, Salzburg’dan eski takım arkadaşı Maximilian Wöber Erling Haaland’ın düşünce tarzını şöyle anlatıyor: “O kesinlikle müthiş bir profesyonel. Biz deplasman yolculuklarında kâğıt falan oynarken, onun uyku ve beslenme düzenini nasıl geliştireceğine dair bilimsel birtakım makaleler okuduğunu görürdük. Erling her zaman kendini geliştirip bir adım daha ileri atmak için en ufak detayları bile düşünür.” Haaland’ın daha 18 yaşında Salzburg’a transfer olduğu düşünülürse, gösterdiği zihinsel olgunluk Wöber’in anlattıklarını daha da etkileyici hale getiriyor. Alfie’nin futbolu bırakmasından sonra memleketleri Bryne’ye dönen Haaland’lar aslında bir anlamda Erling’in de kaderine yön verdi. Küçük yaşta pek çok sporda başarılı olabileceğinin sinyallerini veren Erling, futbolun yanında hentbolda da geleceği parlak bir genç olarak görülüyordu. Ancak o tercihini futboldan yana kullandı. Bunda Bryne’nin bir futbol kenti olarak öne çıkmasının payı elbette önemli. The Sun Bryne’nin bir diğer önemi de Haaland ailesinin şehre taşındığı 2004 yılında şehrin kulübü Bryne FK’nın inşa ettiği yeni çim zeminli kapalı saha. Alfie Haaland, bu saha olmasa oğlunun bugün bulunduğu yere gelip gelemeyeceğinden emin olmadığını belirtiyor. Antrenörleri küçük yaşta Erling hakkındaki tek endişelerinin sıska vücut yapısı olduğunu söylüyor, bunun büyük bir futbolcu olma yolunda kendisine engel teşkil edebileceğinden endişe ediyorlar. Bugün ulaştığı fiziksel seviye düşünülünce, bu endişeye inanmak gerçekten zor. Zaten genç futbolcu kısa sürede boy atarak bu kaygının yersiz olduğunu kanıtlayacak, Bryne’den sonra 16 yaşındaki Erling’in yeni durağı ülkesinin en başarılı takımlarından Molde olacaktı. Haaland’ın Molde’ye gidişi, sonrasında yapacağı üç transferde de göreceğimiz nedenlere sahipti. O dönemde Molde’den daha yüksek profilli iki takım; Bundesliga ekibi Hoffenheim ve Avrupa kupalarında başarılı sonuçlar alan Danimarka takımı FC Kopenhag da kendisine talip olmuştu. Ancak Norveçli futbolcunun transferlerinde her zaman öne çıkan faktörler; maksimum süreyi alacağı ve kendini en fazla geliştirebileceği takıma gitmek oldu. Sonrasındaki Red Bull Salzburg ve Borussia Dortmund transferlerinde de bu öncelikler değişmedi. Üstelik her iki transferde de kendisine çok daha yüksek ücretler öneren takımlar olmasına rağmen. VG Haaland’ın kariyeri başından beri en ince ayrıntısına kadar planlandı. Bu planlamada kendi tercihleri her zaman birinci öncelik olsa da babası Alfie ve menajerleri Mino Raiola ve Rafaela Pimenta’nın katkısı da yadsınamaz. Raiola’nın geçtiğimiz seneki ölümünün ardından portföyünü devralan Pimenta, Alf-Inge Haaland ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “Alfie ofisimize ilk geldiğinde, ki o zaman Mino da bizimleydi, zaten planı olan bir adamdı. Planı, bir plana ihtiyacı olduğu ve bu planı yapabilecek menajerler aradığıydı. Bu yüzden başından beri süreç çok dikkatli şekilde hazırlandı ve her gün planlandı. Oyunculara her zaman derim, yola çıktığınızda gideceğiniz yeri bilmiyorsanız oraya asla ulaşamazsınız. Belki bilseniz de ulaşamayacaksınız ama yolu bilmiyorsanız bunu kesinlikle başaramazsınız.” Alfie Haaland, oğlunun Manchester City’ye transferinden çok kısa bir süre sonra yeni planlarını açık etti bile. “ Bence Erling bütün liglerde kendisini kanıtlamak istiyor. O yüzden burada belki en fazla üç-dört sene kalacak. Sonrasındaysa kim bilir; İtalya, İspanya veya Fransa, değil mi?” Norveçli futbolcunun parayı ikinci plana atarak kendisini en üst seviyeye çıkaracak kariyer hamlelerini yapması tabii ki büyük övgüyü hak ediyor. Ancak ailesinin refah düzeyi göz önünde bulundurularak, bunu yapacak lüksü olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Maalesef çoğu futbolcu, Haaland’ın izlediği yolu izlemek istese bile, bunu yapacak şansa sahip olmuyor. Milliyet İşte Romelu Lukaku da bu lükse sahip olmayan bir genç futbolcuydu. Erling Haaland gibi profesyonel bir futbolcunun oğlu olarak dünyaya gelmiş olsa bile. Romelu Lukaku’nun babası Roger, kariyerine ülkesi Zaire’de (şu anki adıyla Demokratik Kongo Cumhuriyeti) başladı. Sonrasında Fildişi Sahili takımı Africa Sports’ta geçirdiği üç sezonda Belçika takımlarının dikkatini çekti ve 1990 yılında FC Boom takımına transfer olarak eşi Adolphine ile birlikte bu ülkenin yolunu tuttu. Ülkenin sömürge geçmişi sebebiyle Kongolu futbolcuların Belçika takımlarına transferini sıkça görüyoruz. Sömürgeci Belçika Kralı II. Leopold’ün 19. Yüzyılın sonunda kauçuk uğruna Kongo’da yaptığı katliamların yanında bölge insanı için son derece önemsiz bir fayda. Her ne kadar futbolcuların hep ışıltılı bir hayatı olduğu düşünülse de gerçek tabii ki böyle değil. Profesyonel futbolcular arasında çok küçük bir bölümü üst düzeyde forma giyebilirken büyük bir çoğunluğu iş bulma mücadelesiyle yaşamlarını sürdürüyor. Uzun süren bir futbol kariyeri olmasına rağmen Roger Lukaku da hiçbir zaman büyük takımlarda forma giymedi ve birçok kez kendisine şans verecek yeni bir kulüp aradı. Kariyerinin tamamını, bir sezon hariç, Belçika’nın vasat veya vasat altı takımlarında geçirdi. Belçika dışında geçen bir sezonsa, ilginçtir, Gençlerbirliği’ndeydi. Henüz 32 gibi genç sayılabilecek bir yaşta futbola veda etti. Bundan sonrası altı yaşındaki Romelu ve ailesi için on yıllık bir yokluk dönemiydi. Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.

Punto

Barcelona GP’si değerlendirmesi

Formula 1’de son 3 yılın en sıkıcı sezonunun en sıkıcı yarışını seyrettik. Fakat her zaman açıklamaya çalıştığım gibi Formula 1’de temel konu görünen değil, görünmeyenlerdir. Bu sporda her zaman bir dominasyon, büyük bir kural değişimiyle sora erer. Yerini yeni bir dominasyon alır. Bu kural hiçbir zaman değişmez. Dominasyonlarda bu sporu izlemeyi bırakmak benim alışkanlığım değil. Her zaman arka planda yatan konuları anlamaya çalışarak başka keyifler ararım. Nitekim bu yarışta kendi dünyasında yarışan lider pilotu ayırdığımızda ve geride kalan pilotlara odaklandığımızda, çok çekişmeli bir mücadelenin yaşandığını görebiliriz. Tüm bu veriler ışığında soru cevaplarla yarışı anlamaya çalışalım. Red Bull nasıl kazandı? Red Bull Racing 2023 sezonunda Red Bull’un kaybedebileceği tek yarış Monako GP’siydi (kaza, istisnai olayların yaşandığı hafta sonları haricinde). Monako’nun Red Bull açısından zorlu geçeceğini düşünme nedenim dar virajları, motor gücünün diğer pistler kadar önemli olmaması gibi faktörlerdi. Ayrıca RB19’un belki de tek zayıf yanı olan şanzımanın zorlanacak olması nedeniyle Monako’yu kaybedebileceklerini düşünüyordum. Ama onu da kazandılar. Barcelona ise tam olarak Red Bull pisti. Yüksek yere basma kuvveti gerektiren virajlar, yüksek hızlı yön değişimleri, lastikleri yıpratan asfaltı tam Red Bull’un kalitesini göstereceği özelliklerdi. Çok uzatmadan söylemek gerekirse İspanya’yı Red Bull’un kazanması kesin gibiydi. Öyle de oldu. Verstappen o kadar rahattı ki pite girdiği turlarda bile liderliği kimseye kaptırmadı. Pürüzsüz bir hafta sonunda takım arkadaşı Perez’in şampiyonluk umutlarını neredeyse bitirdi. Son iki yarıştır, belki baskının etkisiyle Perez, beklentilerin çok altında performans göstererek takım arkadaşının şampiyonluk kapısını ardına kadar açtı. Bir takımın böylesine aşırı baskın olduğu sezonlarda, seyircilerin çekişme konusundaki tek umudu takım içi mücadeledir. Ama Perez’in baskı karşısında ezilmesi ve Verstappen’ın pürüzsüz performansı seyircilerin çekişme konusundaki umudunu da bitirdi diyebiliriz. Kısacası en iyi aracın içinde iyi bir performans gösteren pilotun öncülüğünde geçen bir sezon izleyeceğiz. Son söz olarak geçtiğimiz hafta sonu Horner’ın, “Perez’in lastik kullanımı Verstappen’dan iyi.” açıklamasına değinelim. Kendisiyle aynı düşüncede değilim. Bu sezon Verstappen’ın lastik kullanımı üst seviyede. Belki Perez, aynı hamurlarla Verstappen’dan birkaç tur daha fazla atabiliyor. Fakat Verstappen’ın temposu takım arkadaşının çok üstünde. Bu nedenle lastik kullanımındaki Perez’in lehine olan birkaç turluk farkı doğal karşılamak lazım. Mercedes’in güncellemeleri işe yaradı mı? Mercedes Evet, işe yaradı. Fakat Mercedes’in yarış kazanabilmesi için gitmesi gereken yolun çok uzun olduğunu belirtmem lazım. Yanıldığımı düşünebilirsiniz. İlk bakışta Mercedes çok iyi bir performans göstermiş gibi görünebilir ve yarış sonunda Verstappen ile Hamilton arasındaki 24,09 saniyelik fark çok olumlu bir tablo çizebilir. Çünkü 24 saniyelik fark 66 tura bölündüğünde, iki pilot arasında tur başına 0,363 saniyelik bir fark var gibi görünebilir. Red Bull’un dominant olması gereken bir yarışta tur başına 0,363 saniyelik fark mucize gibi gerçekten. Ama aslında değil. Yarıştaki bazı etkenler Mercedes’in olduğundan daha iyi görünmesini sağladı. Öncelikle Red Bull, Mercedes’e göre daha sert lastikle yarışa başladı. Mercedes yarışa yumuşak lastikle başlarken, Red Bull orta hamuru tercih etti. Normalde Mercedes’in tur başına 0,500 saniye civarında daha hızlı olması gerekirdi. Ama Mercedes ortalama 0,300 saniye daha yavaştı. Yani ilk bölümde Mercedes aslında Red Bull’dan 0,800 saniye yavaştı. İkinci stintte Red Bull sert, Mercedes orta hamuru tercih etti. Orta hamurun, sert hamurdan tur başına yine yaklaşık 0,500 saniye daha hızlı olması gerekirdi. Ama Mercedes bu bölümde de Red Bull’dan tur başına 0,250 saniye yavaştı. Bu bölümde de lastik farkını kaldırdığımızda Mercedes, Red Bull’dan 0,750 saniye yavaştı. Mercedes Lastik tercihleri son bölüme kadar performans farklarının nedenlerini çok göstermese de yarışın son stinti tüm gerçekleri ortaya serdi. Son bölümde her iki pilot aynı lastiğe ve benzer yakıt yüklerine sahipti. Her iki pilot da en hızlı turu atarak ekstra puanı almak için mücadele ediyordu. Yani arabalarının suyunu çıkaracaklardı. Ve çıkardılar da. Verstappen 61. turda pisti 1:16.330 ile döndü. Hamilton ise 62. turunu (yani Verstappen’dan yalnızca bir tur sonra) 1:16.676 ile tamamladı. Verstappen, Hamilton’dan sadece 0,346 saniye daha hızlı gibi göründü. Ama iki araç arasındaki bu fark aldatıcıydı. Hamilton en hızlı turunun başında Albon’a tur bindirirken hem DRS’si açıktı hem de Albon’un hava koridorundan faydalandı. Bu ilahi destek sayesinde Hamilton start düzlüğünde 0,350 – 0,400 saniye kazandı. Yani aynı yakıt yüküne ve lastiğe sahip iki araba arasındaki fark 0,700 saniye olarak değerlendirilmeli. Kısacası hem yarış temposunda hem de tek turda iki araç arasında tur başına 0,700 saniye civarında fark var. Bu fark, Formula 1 için en az 1 sezonluk farktır. Şunu kabul edelim: Güncelleme, Mercedes’in Red Bull’a 0,3 saniye kadar yaklaşmasını sağladı. Ama fark hala 0,700 saniye, yani yol daha çok uzun. Ferrari neden beklentilerin altındaydı? Ferrari Her yarışın başında pilotlar araçlarından maksimumu almaya çalışır. Yarış ilerledikçe kendi beklentilerini karşılayamayan pilotların morali bozulur, performansları düşer. Bu nedenle yarışların ilk bölümünü (Monaco gibi düşük tempolu yarışlar haricinde) dikkatle izlemek lazım. İspanya GP’sinin ilk bölümüne dikkatle baktığımızda Ferrari’nin yarış performansının kötü olmadığını söyleyebiliriz. Ferrari ilk bölümde uçuyor, kaçıyor diye övgülerle bahsedilen Mercedes’ten tur başına sadece 0,150 saniye daha yavaştı. Yarışın sonunda da benzer bir durum söz konusuydu. Son stintte Sainz, öndeki rakiplerinin aksine sert lastikle mücadele etti. Verstappen ve Hamilton ise yumuşak hamurla pistteydi. Kısacası Sainz tur başına 1 saniye daha yavaş olması beklenen lastiğe sahipti. Oysaki Sainz, son 14 turda, özellikle Hamilton’dan tur başına sadece 0,7 saniye daha yavaştı. Kısacası lastik farkını çıkardığımızda Sainz, Hamilton’dan daha hızlıydı. Şunu da hemen ekleyeyim: Hamilton yarışın sonlarında en hızlı turu alabilmek için aracını zorladı. Sainz ise Perez’e geçildikten sonra kendisini zorlamadı. Sonuç olarak yarışın başında Ferrari’nin temposu Mercedes’e çok yakın, sonlardaysa zaman zaman Mercedes’ten iyiydi. Red Bull ayrı ligde, onu karşılaştırmamak lazım. Fakat yarış sonunda zaman çizelgesine baktığımızda Hamilton ile Sainz arasındaki fark gerçekten devasaydı. İki pilotun bu kadar yakın hıza sahip olduğu bir yarışta aralarında dünya kadar zaman farkı olmasını biraz inceledim. Farkın nedeni Ferrari’nin performansının yarış içinde devamlı dalgalanması. Bu yarışta da Ferrari orta bölümde medium lastikler takılıyken çok yavaştı. Dikkat edin lütfen, aracın farklı pistlerde, kendisine uygun olmayan pistlerde performans dalgalanması göstermesinden bahsetmiyorum. SF-23 aynı yarışın içinde bile geceyle gündüz kadar farklı. Aracın performansı viraj tipinden bağımsız olarak dalgalanıyor. Bunun nedeni tahminimce SF-23’ün yarış içindeki yakıt yükü değişimlerinde istikrarsızlaşması olabilir. Bu yarışta Sainz ilk bölümde yumuşak hamurla biraz ve son bölümde sert hamurla çok etkiliydi. İkinci bölümde orta hamurla sıradan bir orta sınıf takım performansındaydı. Bu nasıl çözülür bilemiyorum. Belki de pilotların her stintin başında lastiklerine davranış biçimi, o bölümü olumlu veya olumsuz etkiliyor. Ferrari Hafta sonu Leclerc taraftarları için ayrıca acı vericiydi. Bir insan hem Fenerbahçeli hem Ferrari taraftarı, son olarak bir de Leclerc severse hayatı ekstra karanlık geçiyor denilebilir. Leclerc sıralamalarda aracının azizliğine uğradı ve yarışa pit yolundan başladı. Yarıştaysa mekanik arızalardan sonra Leclerc’in başının diğer belası olan yarış mühendisi Xavier Padros yarışına adeta tüy dikti. Puan barajının dışında kalan Leclerc, yarışın son bölümünde pit aralığına gelindiğinde, aracına yumuşak lastik takılmasını istedi. Yarış mühendisiyse ilginç yanıtlarla konuyu geçiştirdi. Yarış mühendisiyle Leclerc arasındaki diyalog şu şekilde gelişti: Xavi: Bu tur sert lastik takmak üzere pit yapacağız. Leclerc: Hayır, hayır beyler. Yumuşak hamur takalım. Xavi: Anlaşıldı. (Uzun bir sessizlikten sonra) Leclerc: Pite gelecek miyim? Xavi: Evet evet pite gel, sert lastik takacağız. Bu nasıl bir diyalogdu, nasıl bir iletişimdi anlayamadım. “Eşek o.urur, yel götürür” misali kimse Leclerc’in isteğini dikkate bile almadı. Leclerc’in sözleri rüzgârda uçtu gitti. Oysa ki Leclerc haklıydı. Yarışın bitimine 23 tur vardı, lastiklerin bu mesafede nasıl davranacağı, yarışın sonuna kadar dayanıp dayanmayacakları bilinmiyordu. Ama en azından ölçülü bir risk alınabilirdi. Yarışın son bölümünde, Leclerc’in önündeki 3 rakip sert lastik kullanırken, Leclerc’in onlara yaklaşması ve geçmesi içten bile değildi. Yarışın sonunda 8. Ocon ve 11. Leclerc arasında sadece 5 saniye fark vardı. Sanırım birkaç yarıştır Xavi’ye tepki gösteren Leclerc taraftarları haklı; Leclerc’in acilen Xavi’den kurtulması lazım. Beklentinin altı: Aston Martin Aston Martin Aston Martin bu hafta sonu beklentilerin çok altında kaldı. Her iki pilot da bu sezon alışkın oldukları podyumdan çok uzaktı. Alonso’nun sıralamalardaki performansını hasarlanan tabanla açıklayabilsek de yarıştaki performansını anlamlandırmakta zorlanıyorum. Aston Martin yüksek yere basma kuvveti üreten bir araba olarak burada başarılı olmalıydı. Üstüne üstlük lastik kullanımındaki avantajıyla rakiplerini (Red Bull hariç) geride bırakmalıydı. Ama olmadı. Takımın patronu Mike Krack kötü performansı, “Yumuşak lastikleri çalıştıramadık.” diye açıkladı. Bu açıklama mantıklı olabilir. Çünkü antrenmanlarda çok da kötü görünmeyen Aston Martin sıralamalarda yumuşak lastikle çok zorlanmıştı. Yarışın son bölümünde sert lastikleri takan Aston Martin’in temposu Mercedes ile benzerdi. Yani Mike Krack haklı. Fakat anlamakta zorlandığım bir konu var. Eğer takım yumuşak lastikleri kullanamıyorsa, yarışın neredeyse tamamında neden yumuşak lastikle yarışmakta ısrar ettiler? Bu soruyu yanıtlayabilirlerse Aston Martin taraftarları da mutlu olacaktır. Son haftaların en gözde takımlarından biri Alpine desem sanırım abartmış olmam. Geçmiş yarışlarda yazdığım gibi Alpine gibi bir takımın hedefi her zaman şampiyonluk olmalıdır. Şampiyonluk çok uzak gibi. Ama en azından podyumun devamlı müşterisi olabilecek bir araca sahip olabilirler. Son cümlelerimi de piste ayırmak istiyorum. Pistin yeni yapısı son derece kaliteli olmuş. Geçmişte geçiş yapmanın zor olduğu pistte takımlar startta avantaj sağlamak için yumuşak hamuru tercih ettiler. Fakat yarış içinde geçiş yapmak tüm takımların beklediğinden daha kolaydı. Böylece takımlar yanılmış oldular, biz de geçişlerle dolu keyifli bir yarış izlemiş olduk.

Punto Formula 1

Efes seriye 1-1'lik eşitlik getirdi

Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi play-off ikinci maçında Fenerbahçe Beko, sahasında Anadolu Efes'i ağırladı. Anadolu Efes rakibi Fenerbahçe Beko’yu 92-90 mağlup etti. Bu sonuçla beraber Efes seriye 1-1'lik eşitlik getirdi. Bir adım geriden: Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi Play-off Yarı Final ilk maçında Fenerbahçe Beko’ya konuk olan Anadolu Efes 66-108 mağlup olmuştu. Fenerbahçe Beko, maçın bitimine 6 saniye ala 90-89 öne geçti. Will Clyburn, maçın bitimine 2 saniye kala attığı üçlükle maçı Anadolu Efes'e getirdi. Fenerbahçe Beko skor dağılımı: Johnathan Motley 22, Tarık Biberovic 17, Marko Guduric 15, Nigel Hayes-Davis 14, Scottie Wilbekin 12, Nick Calathes 8, Dyshawn Pierre 2. Fenerbahçe Beko’da Johnathan Motley 22 sayıyla takımının en skoreri oldu. Anadolu Efes skor dağılımı: Vasilije Micic 2, Shane Larkin 17, Will Clyburn 35, Amath M'Baye 5, Tibor Pleiss 11, Elijah Bryant 18, Furkan Haltalı 4, Buğrahan Tuncer, Egehan Arna Açıklamalar Anadolu Efes Ergin Ataman: Oyuncularımı kutluyorum. Çok ağır bir mağlubiyetten sonra, bu maçın ilk bölümünde de 13 sayı geriye düştükten sonra, karakterlerini ortaya koydular ve maçı bırakmadılar. Başta Larkin ve Clyburn olmak üzere, Elijah ve Furkan’dan iyi katkı aldık. Seriyi 1-1’e getirdik. Maçla ilgili söyleyebileceklerim bunlar. Aslında bunun dışında da konuşmam gereken çok şey var, ama şunu söyleyeyim biz tek topun yön verdiği bir meslek yapıyoruz. Dünyanın en nankör işini yapıyoruz. Şu günlerde çok üzgünüm ama konuşmayacağım. Dimitris Itoudis: Maça çok akıllıca ve kararlı başladık. Hatta çift haneli farklara da ulaştık ama sonrasında topu iyi kullanamadık, düzgün paslar yapamadık. Üçüncü ve özellikle dördüncü çeyrekte bizi oldukça yavaşlattılar. Faulleri akıllıca kullandılar. Bizim atışlarımız girmedi ama onların atışları girdi. Geri dönmeyi başardık hatta 6 saniye kala öne bile geçtik ama bu şekilde bitti. Uzun bir seri olacağını biliyoruz. Pes etmedik. Şimdi bir günümüz var sonraki maçı kazanabilmemiz için. Sinan Erdem’de iki maçımız daha var. Şu an ona odaklıyız. Bir adım sonrası: 3 maç kazanan takımın finale yükseleceği eşleşmede 3. maç, 7 Haziran akşamı saat 20:00'de Anadolu Efes'in ev sahipliğinde oynanacak. Pınar Karşıyaka 92-81 Türk Telekom Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi Play-off'larının yarı final ikinci müsabakasında Türk Telekom, Ankara Spor Salonu’nda Pınar Karşıyaka’yı ağırladı. Pınar Karşıyaka, rakibini 92-81 yenerek seride durumu 1-1'a getirdi ve saha avantajını eline aldı. Bir adım geriden: Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi Play-Off yarı final serisinde Pınar Karşıyaka, rakibi Türk Telekom'a ilk maçta 98-94 mağlup olmuştu.

Punto

Yarı final mi? Hadi yapalım: Alcaraz, Djokovic'e karşı

Başkent Paris'te düzenlenen Fransa Açık Tenis Turnuvası'nda 10. gününün akşam seansında, tek erkeklerde çeyrek final müsabakaları yapıldı. Dünya 1 numarası Carlos Alcaraz ile 22 Grand Slam şampiyonu Novak Djokovic yarı finalde karşılaşacak. Carlos Alcaraz - Stefanos Tsitsipas Alcaraz'ın maç sonrası mesajı Carlos Alcaraz, Stefanos Tsitsipas'ı 6-2, 6-1, 7-6 yenerek yarı finalde Novak Djokovic'in rakibi oldu. Novak Djokovic, Karen Khachanov'u 4-6, 7-6, 6-2, 6-4 yenerek yarı finale yükseldi. Bu sonuçla beraber Djokovic 45. slam yarı finaline çıkacak. Neden önemli: Novak Djokovic, kadınlar ve erkekler dahil, Chris Evert ve Roger Federer'den sonra Açık Dönem'de 45+ Grand Slam yarı finaline ulaşan üçüncü oyuncu oldu. Carlos Alcaraz'ın yarı final mesajı: Herkes bu maçı izlemek istiyor... Bu maçı gerçekten oynamak istiyorum. En iyi olmak istiyorsan, en iyiyi yenmek zorundasın. Novak, dünyanın en iyi oyuncularından biri. Zor bir meydan okuma olacak ama sabırsızlıkla bekliyorum. Svitolina - Sabalenka Aryna Sabalenka, Elina Svitolina'yı 6-4, 6-4 yenerek yarı finalde Karolina Muchova'nın rakibi oldu. Avustralya Açık şampiyonu daha önce Fransa Açık’ta çıktığı beş maçta üçüncü turu geçemeyen Sabalenka, bu yıl henüz beş maçta set kaybetmedi. Aryna Sabalenka, J. Capriati (2001 ve 2002), S. Williams (2002, 2003 ve 2015), J. Henin (2007) ve V'den sonra bu Yüzyılda yılın ilk 12 Grand Slam maçını kazanan 5. oyuncu oldu. Öte yandan: Elina Svitolina, Açık Dönem'de Fransa Açık'ta Conchita Martinez ve Manuela Maleeva Fragniere'den sonra ilk dört çeyrek finalini kaybeden üçüncü oyuncu oldu. Neyse ki: Svitolina'nın çeyrek finalde turnuvaya veda ederken ilk 100'e tekrar giriş yaptı. The Guardian Aryna Sabalenka maçından sonra yuhalanan Elina Svitolina: Ona pek dikkat etmiyorum. Herkesi memnun etmeyeceğim. Benim pozisyonum var ve ona bağlıyım. İnsanların sempatisi için ülkemi satmayacağım. Aryna Sabalenka: Birçok kez söyledim: Savaşı desteklemiyorum. Ülkemin bir savaşa bulaşmasını istemiyorum. Muchova - Pavlyuchenkova 2021 finalisti Anastasia Paylyuchenkova’yı 7-5 6-2’lik 2 sette geçen Karolina Muchova, Roland Garros'ta ilk, slam'lerde ikinci kez yarı finale yükseldi. Kariyer rekorları arasında 19. sırada yer alan Muchova, geçtiğimiz Ağustos ayında 235. sıraya gerilemişti.2023 Dubai ve Indian Wells'te iki WTA 1000 çeyrek finaline ve Roma'da son 16'ya ulaşarak şu anki 43. sırasına yükseldi.

Punto

Bambaşka bir deneyim: Roland Garros’u yerinde izlemek

Her konuda liste yapmayı çok seven biri olarak, tabii ki bir “ölmeden önce yapılacaklar” listem var. Bu listede pek çok maddenin çeşitli sporlar ve spor figürleriyle ilgili olduğunu sanırım tahmin edebilirsiniz. İşte geçen hafta, bu listenin belki de çocukluğumdan beri en tepesinde duran maddesini gerçekleştirdim: Roland Garros’u yerinde izle! Yıl 2020, aylardan Şubat. “Tamam, artık bu hayalimi gerçekleştirmem lazım” diyerek Paris’e uçak bileti bakıyorum. Biletler ne zaman çıkacak, o güne mi alsam bu güne mi diye düşünürken pandemi patlıyor ve tenis duruyor. Sonrasını biliyorsunuz zaten... Spor geri dönse de uzun bir süre seyirciden yoksun kalıyor. Yıl 2022, Rafael Nadal 14. kez Roland Garros kupasını kaldırıyor. Benim aklıma bir düşünce düşüyor, “benim 15’te -belki de sonuncuda- orada olmam lazım”! O günden itibaren ben, 2023’te Roland Garros’a gidiyormuşum gibi konuşmaya başlıyorum. Bir tarih söyleniyor, “aa ben o tarihte Paris’teyim” diyorum. Roland Garros’un eski posterlerinden birini telefonumun duvar kağıdı yapıyorum. Buna sanırım güncel dilde “manifestlemek” deniyor. Bilet süreci nasıl işliyor? Elif Alper Şimdi size biraz süreçten bahsetmek istiyorum. Öncelikle hem bilet süreci hem de ulaşım açısından Türkiye’den en rahat gidilebilecek Slam Roland Garros. Biletlerin Roland Garros’un resmi internet sitesinde 15 mart’ta satışa çıkacağı duyurulmuştu. Belirtilen tarih ve saatte siteye girdiğinizde sizi önünüzde kaç kişinin olduğunu söyleyen üzücü bir ekran karşılıyor. Bu ekranda 60 bin gibi sayılar görebilirsiniz ama umudunuzu kaybetmiyorsunuz. Çünkü eğer ilk satış döneminde bilet bulamazsanız, 10 mayısta bir ek satış dönemi daha açılacağı da belirtiliyor sitede. Bu tarihten sonra da sürekli takip ile bilet bulma imkanınız var, çünkü biletini tekrar satışa çıkaranlar olabiliyor. Biletleri alırken farklı opsiyonlarınız var. Merkez korttaki maçları izlemek isterseniz Philippe Chatrier kortunda gündüz ya da gece seansını (tek maç) seçebiliyorsunuz. İkinci büyük kort olan Suzanne Lenglen için de ayrıca bilet almanız gerekiyor. Bir diğer bilet ise dış kortlar bileti. Sanıyorum bu yıl ilk defa, dış kortlar biletine üçüncü büyük kort olan Simone Mathieu da eklenmiş. Eğer ilk hafta gidecekseniz ve sıra beklemek, kortlar arası geçiş yapmak gibi şeyler sizin için sorun olmayacaksa en verimli bilet dış kortlar bileti. Tenisin mabedi Elif Alper Andrey Rublev bir röportajında toprak kort tenisini şu sözlerle çok güzel özetlemişti: “Gerçek tenis toprakta oynanıyor çünkü toprak sürekli düşünmenizi, uzun ve yoğun mücadelelere hazırlıklı olmanızı, fiziksel ve mental dayanıklılığa sahip olmanızı ve daha akıllı olmanızı gerektiren bir zemin”. Saydığı tüm bu kriterler, toprak kort turnuvalarını benim de gözümde zevkli kılan kriterler aslında. Ve Roland Garros tüm bunların en üst seviyede olmasını gerektiren turnuva. Özellikle erkeklerde maçların 5 set üzerinden oynanması, tüm bu faktörleri daha da artırıyor ve bu özel turnuva her sene bize çok özel mücadeleler izletiyor. Roland Garros tesislerinin kapısından girip, karşınızda tüm görkemiyle Philippe Chatrier kortunu gördüğünüzde, gözünüzün önünden film şeridi gibi bu maçlar geçiyor. Sonra kafanızı çeviriyorsunuz ve Rafael Nadal’ın heykeli sizi karşılıyor. Önünde durduğu kortta kazandığı tüm şampiyonluk maçları yazıyor heykelin önünde. Biraz duygulanıyorsunuz. Kortun içine giriyorsunuz. Gerçekten “güzel” bir kort Chatrier. Tribünlerde hem Fransızca hem de İngilizce olarak yazan “Zafer en çok sebat edenlerindir.” sözü, bu söze bakarken gördüğünüz Roland Garros logosu, gece seansında gün batımında gökyüzünün aldığı kızıllık... Televizyondan izlediğimizde gördüğümüz her şey, gözle görünce birkaç kat daha güzelleşiyor. Ve gerçekten korta her bakışınızda, o kortta oynanan çılgınca mücadeleleri hatırlıyorsunuz. Hiç görmeden çok anımızın olduğu bir yer. Elif Alper Suzanne Lenglen kortu Chatrier’e göre çok daha kompakt ancak kendine ait bir karakteri olan ve yapısı itibariyle seyircinin müthiş baskı kurabileceği bir kort. Kapısından girdiğim anca bana Abdi İpekçi Spor Salonu’nun verdiği hissi vermişti, bilenler için böyle anlatabilirim. Ki bu bahsettiğim seyirci baskısını Rinderknech – Fritz maçında fazlasıyla gördük. Chatrier’deki gece seansından bile sonraya kalan maçta, Fransız seyricisinin adeta bir futbol maçındaymış gibi yoğun tezahüratları Chatrier’den duyuluyordu. Simone Mathieu kortu diğer tüm kortlardan daha uzak bir yerde bulunuyor. Bir anda bir kapıdan geçip çılgın kalabalıktan uzaklaştığınız, yeşillikler içinde harika yapıların içinde buluyorsunuz kendinizi. Buradan keyif içinde yürüyereki müthiş keyifli maçlar sunan bir korta ulaşıyorsunuz. Sürekli bir seyirci girişi-çıkışı olsa da boş kalmayan bu kortta, Wawrinka-Kokkinakis, Karatsev-Tiafoe gibi çekişmeli maçları ve Svitolina, Rublev, Andreeva, Keys, Cerundolo gibi isimleri izlemek mümkün oldu bu sene. Havasını solumak Rafael Nadal gibi turnuvanın tarihine adını hiç silinmeyecek şekilde yazdırmış bir ismin eksikliğine rağmen, bir Grand Slam turnuvasını yerinde izlemenin, o havayı solumanın müthiş bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Eğer tek bir isme tabi olmayan, pek çok oyuncuyu görmek isteyen bir izleyiciyseniz bu deneyimin asla bitmesini istemeyebilir, aynı anda 3 yerde bulunmak isteyebilir, ara sıra “rüyada mıyım” diye kendinizi çimdikleyebilirsiniz. Fransa Açık seyircisi Fransa Açık seyircisinden pek haz ettiğim söylenemez, özellikle bu sene yuhalamaların iyice anlamsızlaşması sinir bozucu. Ancak bir konuda haklarını vermem lazım, o da Fransız oyuncuların maçları. Bu maçları oynamayı bırakın, Fransız değilseniz izlemek bile çok zor! Örneğin Corentin Moutet – Andrey Rublev maçında Rublev nasıl dayandı bilmiyorum ama ben bir yerden sonra maçtan çıkma ihtiyacı hissettim. Diane Parry – Mirra Andreeva maçında da Andreeva’nın belirgin üstünlüğü olmasına rağmen inanılmaz bir baskı vardı. Arthur Rinderknech – Taylor Fritz maçındaki seyirci baskısı diğer kortta maç izliyor olmama rağmen duyabileceğim korkutucu bir seviyedeydi. Oyuncuların oldukça genç yaşlarda bu baskıların altından kalkmalarını canlı olarak izlemek gerçekten çok etkileyici. Özel hissettiren oyuncular Roland Garros Fransız oyuncular dışında, bir de Fransa Açık seyircisinin çok sevdiği oyuncular var. Örneğin burada 2015 yılında kupaya uzanan Stan Wawrinka. Sonuna kadar çekişme içinde geçen, klasik bir Wawrinka maçı izlemek sanırım hayal edemeyeceğim bir şeydi ve gerçek oldu. Wawrinka’nın tribünlerle kesintisiz iletişimini ve tenis oynamaktan, özellikle de böyle maçları oynamaktan nasıl büyük bir keyif aldığını görmek inanılmaz bir duygu. O gün o kortta o maçın herhangi bir kısmını izlemiş olan herkesin bu maçı çok özel bir deneyim olarak hatırlayacağına eminim. Ve Stan Wawrinka backhand’ine gerçekten ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Müthiş güzellikte bir vuruş olmasının yanı sıra, tek el backhand’in ne kadar efektif olabileceğini de canlı olarak görmek ve her backhand vuruşunda tribündeki uğultuya şahit olmak gerçekten özel bir şey izlediğinizin iyice farkında varmanızı sağlıyor. Ve Novak Djokovic... Onun hakkında bu sayfalarda kaç yazı yazdığımızı artık sayamıyorum ve bu yazılarda tekrarladığımız her şeye canlı tanık olmak ona duyduğunuz saygıyı artırıyor. Tenisi hiç bilmeyen biri bile olsanız Djokovic’in oyunundaki farkı görebilir, “bu oyunun böyle oynanması gerekiyor demek ki” diyebilirsiniz, öyle rahat ve kolay gösteriyor her şeyi. Novak Djokovic’in nasıl bir terminatör olduğunu, karşısında oldukça iyi oynayan rakibini nasıl ağına alıp yavaş yavaş bütün silahlarını elinden aldığını görünce öyle bir teslim oluyorsunuz ki. Sonra maç bitiyor ve Novak Djokovic Fransızca konuşmaya başlıyor... Korttaki hakimiyetini o an orada da sürdürmesi hakikaten inanılmaz. Bir Grand Slam’i yerinde izlemek Elif Alper Yaşım çok küçüktü ancak Ali Sami Yen Stadı’na ilk girdiğim, o tribünleri ve sahayı ilk gördüğüm gün bana hissettirdiklerini hiç unutmadım. Abdi İpekçi Spor Salonu’nda binlerce kişiyle, sanki biz de sahadaki bir oyuncuymuşuz gibi kurduğumuz “maç kazandıran” baskıların verdiği hissi de. Sanırım Roland Garros’u canlı izlemiş olmanın da bana verdiği his aynı. Tutkunu olduğun bir sporu canlı canlı izlemek, hayranı olduğun oyuncularla aynı havayı solumak, bazen gözlerinin içine bakacak kadar yakın durmak... Biraz heyecandan, biraz da sürekli koşturma içinde olduğunuzdan, televizyondan izlemek kadar hakim olamıyorsunuz belki maçlara ancak o anları yerinde yaşamanın verdiği his hakikaten bambaşka. Ve bu hisleri yaşadıktan sonra sanırım hep yaşamak ister insan. O yüzden “seneye görüşürüz” diye ayrıldım tesislerden, çünkü “ben o tarihlerde Paris’te olacağım” totemine devam!

Punto Tenis

Miami Heat saha avantajını ele geçirdi

Batı Konferansı’nı lider tamamlayan Denver Nuggets NBA Finalleri’nin 2. maçında Miami Heat’i konuk etti. Miami Heat rakibi Denver Nuggets'ı 111-108 mağlup etti. Bu sonuçla beraber Heat seriyi 1-1'e getirdi. Final serisinde 4 galibiyete ilk olarak ulaşan taraf, 2022-23 sezonunu NBA şampiyonluğunu ilan edecek. Denver Nuggets skor dağılımı: Nikola Jokic 41 sayı, 11 ribaund, 4 asist; Jamal Murray 18 sayı, 4 ribaund, 10 asist; Aaron Gordon 12 sayı, 7 ribaund, 2 asist; Bruce Brown 11 sayı, 5 ribaund; Jeff Green 9 sayı, 1 ribaundla oynadı. Jamal Murray 18 sayı, 10 asistle "double double" yaptı. Miami Heat skor dağılımı: Gabe Vincent 23 sayı, 3 asist; Bam Adebayo 21 sayı, 9 ribaund, 4 asist; Jimmy Butler 21 sayı, 4 ribaund, 9 asist; Max Strus 14 sayı, 2 ribaund, 6 asist; Duncan Robinson 10 sayı, 1 asistle maçı noktaladı. NBA Jimmy Butler, Miami Heat tarihinde Play-off'larda 500+ sayı, 100+ ribaund, 100+ asist ile oynayan 3. oyuncu oldu. Butler: Neyi iyi yaptığımıza ve takım olarak kim olduğumuza o kadar odaklandık ki, günün sonunda geri döndüğümüz şey bu. Şut at ya da ıskala, biz olduğumuz kişi olacağız çünkü başka kimse için endişelenmiyoruz. Tüm yıl boyunca böyle oldu ve bu değişmeyecek. Bir adım sonrası: Serinin 3. karşılaşması, 8 Haziran Perşembe Miami Heat’in ev sahipliğinde oynanacak.

Punto

FIVB Milletler Ligi: ABD 3-2 Türkiye

A Millî Kadın Voleybol Takımı, FIVB Milletler Ligi'nde, birinci haftanın dördüncü maçında ABD ile karşılaştı. Takım 3-2 yenilerek Milletler Ligi'ndeki ilk mağlubiyetini aldı. Dördüncü sette Ebrar Karakurt ve Melissa Vargas'ın üst üste sayılarıyla öne geçen Türkiye, seti 25-11 kazanarak skoru 2-2 yaptı. Son sette ABD’nin etkili oyununa karşılık veremeyen Türkiye, seti 15-9, maçı da 3-2 kaybetti. Bir adım geriden: A Millî Kadın Voleybol Takımı FIVB Milletler Ligi üçüncü maçında son şampiyon İtalya’yı 3-0, ikinci maçında Sırbistan'ı 3-1, ilk maçında Güney Kore İlk haftanın ardından Milletler Ligi’nin en skorer ikinci ismi Melissa Vargas oldu. Li Yingying 87 sayı ile ilk sırada yer aldı. Eda Erdem: ABD zorlu bir rakip oyuncular değişse de sistem aynı, oyun aynı. Bence sonuna kadar iyi mücadele ettik. Daha yolun çok başındayız, bu maç gösteriyor ki bizim takımın büyük bir potansiyeli var. Sadece bunu ortaya çıkarmak için birbirimize alışmamız gerekiyor.Bu maçı kaybettik ama birçok şeyi de kazandık. Yolumuz uzun heyecanımız da var. Aslı Kalaç: Çok güzel bir maçtı açıkçası. 2-0 gerideydik ordan hiçbir şeyimizi kaybetmeyip 2-2’ye çevirdik maçı çok mutluyum. Gönül isterdi tabi tie-break’te kazanmak ama ben yine de bugünkü mücadelemiz için herkesi tebrik ediyorum. Antalya seyircisine ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Onların destekleri bizim için çok önemliydi. ABD: Skinner, Hancock, Rettke, Butler, Drews, Lanier (Justine, Brooke, O'Neal) Türkiye: Cansu Özbay, Derya Cebecioğlu, Ebrar Karakurt, Hande Baladin, Eda Erdem Dündar, Zehra Güneş, (Gizem Orge, Melissa Vargas, İlkin Aydın, Kübra Akman) Setler: 25-22, 25-22, 22-25, 11-25, 15-9 FIVB Milletler Ligi Antalya etabı tamamlandı.

Punto

Verstappen'den 3. kez Grand Slam

Formula 1 İspanya Grand Prix'sini Red Bull pilotu Max Verstappen kazandı. Mercedes'ten Lewis Hamilton ikinci, George Russell üçüncü sırada yer aldı. Max Verstappen, önde götürdüğü yarışı ilk sırada tamamlayarak sezonun beşinci yarış galibiyetini elde etti. İspanya'daki Barselona-Katalonya pistinde gerçekleştirilen sezonun 8. etabında Max Verstappen, önde götürdüğü yarışı ilk sırada tamamlayarak sezonun beşinci yarış galibiyetini elde etti. Tüm yarışı önde götüren Verstappen, en hızlı turu da atarak Grand Slam yaptı. Red Bull pilotu bununla beraber kariyerinde 3. kez Grand Slam yapmış oldu. Mercedes İspanya GP’sine 4. sırada başlayan Mercedes pilotu Lewis Hamilton yarışı 2. sırada tamamlayarak günün sürücüsü seçildi. Lewis Hamilton: Podyuma geri döndüğüm için çok mutluyum. Takımım çok çalışıyor. Bu pistte hızlı olursanız diğer pistlerde de hızlı olursunuz.. Ama daha fazlasını yapabiliriz. Daha büyük adımlar atabiliriz. Ferrari pilotu Charles Leclerc ise, 2021 Rusya GP’den sonra ilk kez tamamladığı bir yarışı puan barajının dışında bitirdi. Yuki Tsunoda, Guanyu Zhou'yu pist dışına doğru ittiği için 5 saniye zaman cezası aldı ve 9. sıradan 12. sıraya geriledi.

Punto

Ragbi sahasında bir diva: Tina Turner

84 yaşındaki Tina Turner, uzun bir hastalıktan sonra 24 Mayıs Çarşamba günü İsviçre'deki evinde hayatını kaybetti. What’s Love Got to Do with It , Private Dancer ve The Best gibi sayısız hite imza atan Turner, aynı zamanda spor dünyasında da bir kültürel ikondu. Sporun en ikonik reklam kampanyasındaki rolü nedeniyle ragbi ligine Avustralya'da benzeri görülmemiş bir popülerlik kazandırmasıyla da tanındı. Rock 'n' Roll'un Kraliçesi olarak da bilinen 12 kez Grammy ödül alan sanatçı spor çevresi üzerindeki etkisi What You Get Is What You See ve The Best şarkısıyla beraber başladı. Tina Turner’ın ragbi ligi ile ilişkisi, 1988 yılına dayanıyor; NSW Rugby Lig'i Winfield Kupası'na olan ilgiyi yeniden canlandırmak için Turner ile bir anlaşma sağladı. Nasıl bir müzik, r agbi ligiyle ne ilgisi var? Tina Turner Foreign Affair , Tina Turner'ın 13 Eylül 1989'da Capitol Records etiketiyle yayımladığı yedinci solo stüdyo albümü. Aslında bir Bonnie Tyler cover 'ı olan The Best, Tina Turner ile daha da ünlendi. Şarkı, Bonnie Tyler’ın da yedinci stüdyo albümü Hide Your Heart 'ın baş single'ı olarak Ocak 1988'de yayınlandı. Foreign Affair altı milyondan fazla kopya satarak dünya çapında bir hit oldu. Albüm yalnızca Birleşik Krallık'ta 1,5 milyondan fazla kopya sattı ve Birleşik Krallık Albüm Listesi'ne bir numaradan girdi (Tina Turner'ın bir numara olan ilk albümü) bir buçuk yıl boyunca da ilk 100'de kaldı. Avustralya Ragbi Ligi artık çok popülerdi ancak 1980'lerin sonunda işçi sınıfı ve maço olarak alay edildiğinde ligin farklı bir hikâyesi vardı. Sporun üst düzey yetkilileri, özellikle kadınlar ve aileler olmak üzere yeni bir izleyici kitlesini çekmek için bir yenilenmeye ihtiyaç duyduğuna karar verdi ve işte burada Amerikan Queen of Rock 'n' Roll devreye girdi. What You Get Is What You See ile bir başlangıç Ragbi, Avustralya’da her zaman insanların yaşamının bir parçasıydı. Ancak sporun reklamını yapmak, ilgi çekici ve eğlenceli hale getirmek giderek daha önemli olmaya başlamıştı. Yöneticiler diğer spor alanlarından farklı olmak için özel bir şeye ihtiyaçları olduğunu biliyorlardı. Reklam yöneticisi Jim Walpole, Turner'ın hit şarkısı What You Get Is What You See ’ yi kullanarak bir reklam filmi çekme fikriyle NSWRL'ye başvurdu. Turner'ın 1981-2010 yılları arasında menajeri olan Roger Davies, Avustralyalıydı ve Avustralya Ragbi Ligi, Turner'ın Mad Max: Beyond Thunderdome'u çektikten hemen sonra reklam filmi çekmekle ilgilenip ilgilenmeyeceğini öğrenmek için Turner’ın menajeri Roger Davies’e başvurdu. Tina Turner bu klibi çekmek için Avustralya’ya bile gitmedi. Ligin genel müdürü John Quayle, "Reklamı çekmek için Londra'da yalnızca bir günümüz vardı. Eski Fulham soyunma odasında, dondurucu soğukta çekim yaptık. Tina'yı Gavin ve Cliffy ile tanıştırdığım o sahneyi asla unutmayacağım." diye anlatıyor. 1980'lerin sonlarında en büyük oyunculardan biri olarak kabul edilen ve bir dünya yıldızı olan ragbi oyuncusu Ken Arthurson ile Quayle, Turner'ın ragbinin sesi ve yüzü olmak için anlaştılar. Burada niyet biraz da sporun acımasız imajını değiştirmeye çalışmak, kadın taraftarları etkilemek, oyunun yıldızlarının imajını güzelleştirmek ve oyunu biraz daha seksi hale getirmekti. John Quayle (en solda) ve Ken Arthurson (soldan ikinci), 1993 büyük finalinde Tina Turner ile sahnede. Sydney Morning Quayle, NSWRL'nin arka planında olduğu gibi, oyunun ilgi görmesi, büyümesi ve çoğunlukla kadın taraftarların ilgisini çekmesi gerektiğini biliyordu. Bir yıl sonra, 1990 yılına geldiğimizde kampanya değişti. What You Get Is What You See lig için hayal edilemeyecek boyutlarda bir başarıydı ve Turner ragbi şarkısıyla zirveye ulaştı. O zamnaki genel müdür John Quayle'ın asistanı, Turner’ın menajeri Roger Davies ile tanıştı. Turner'ın başlangıçta spor hakkında hiçbir şey bilmemesine rağmen zamanla ısındığını anlattı. "Oyuncuları severdi. Ne kadar formda olduklarını, ne kadar iyi olduklarını kısa bir süre sonra anladı” İnsanlar reklamı gördüklerinde, bunun ülke genelinde şimdiye kadarki en büyük spor reklamlarından biri olduğunu düşündüler. Ragbi ligi artık Avustralya'da popüler hale gelmişti. Simply The Best'in yer aldığı başka bir reklamla bu kampanyaya devam edildi. Ragbi ligi bir oyundan bir işletmeye dönüştü ve Turner'ın bunun üzerindeki etkisi hafife alınamazdı. National Rugby League CEO'su Andrew Abdo: Tarihimizin muhtemelen en ikonik spor pazarlama kampanyasında benzersiz bir rol oynadı. İlham vericiydi ve insanların ragbi ligi hakkında farklı düşünmelerini sağladı. O kampanyayı bu kadar başarılı kılan şey Tina'ydı, çok harika bir insandı. Tina Turner'ın ragbi ligini popülerleştirmesi ile onu Avustralya’nın yerel bir spor merakından uluslararası bir lige dönüştürmesi durumundan söz ediyoruz ve bunu müzikle yaptı. Jimmy Barnes ve Tina Turner/ Jimmy Barnes Tina Turner’ı hatırlamanın binbir şekli var; dansı, imajı, saçları... ama The Best 'i duyunca ben babamın arabasındaki yolculukları hatırlıyorum. O yaşlarda ragbi izlemiyordum, hala izlemiyorum gerçi ama Tina Turner’ın müziği ile birçok şeyi etkileyebileceğini hissediyordum. Yazının konusu; Tina Turner’ın süper starlığının dışında spor ve müzik arasındaki bağın gelişmesini bir kampanyayla da olsa nasıl etki edildiği aslında. Bu anlar olmasaydı bunu düşünemezdim ve bu bağlantıyı kuramazdım. Başka hiçbir şarkı Bon Jovi’nin It's My Life 'ı, Queen'in We Are The Champions 'ı bu kadar tutulmadı. Bir stadyumda her bir kişiye ulaşma, sahaya uzakta kalan son sıradaki taraftarları bile ayağa kalkıp eşlik ettiren potansiyele sahip bir şarkı. Ama daha da önemlisi, sanatçının kendisinin ötesine geçen bir şarkı. Kendine ait hayatı olan bir şarkı. Size zafer, neşe ve gurur duygusu veren bir şarkı. Genel bir özgürlük ve zafer duygusu. The Best , 1990'da Avustralya Ragbi liginin tema şarkısı oldu. Daha sonra Turner, Sidney'deki 1993 büyük finalinde canlı performans sergilemek üzere Avustralya'ya getirildi ve kutlamalara katıldı. Guardian 2019 yılında NRL, şarkıcıyı ve The Best 'i geri getirmek için lig yönetimiyle görüşüyordu ancak bu görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmadı. Şarkı, 2020 NRL sezonu öncesinde yeniden kullanıldı. Turner, NRL'nin The Best için hala heyecanlı olmasından mutlu olduğunu söyledi. Otuz yıl sonra, şarkının kullanıldığını ve kampanyanın yeniden başladığını görmek çok onur vericiydi. 1993'teki büyük final benim ilk ragbi ligi maçımdı ve bunu asla unutmadım. Öte yandan; İskoçya'da Glasgow Rangers futbol takımının taraftar marşı haline geldi. The Best 'in 2010 yılında İskoç tekli listelerine bir numara olarak yeniden girmesine yol açtı. Turner'a saygıyla NRL , Tina Turner'ı onurlandırmak için hayatını kaybettiği hafta oynanan maçlardan önce The Best çaldı. Quayle, "The Best’in 25 yıl sonra bile bu turnuvanın şarkısı olmasından gurur duyuyoruz ve Turner'ı onurlandırdığımızı düşünüyorum" dedi. NRL açıklaması: Tina Turner, ragbi liginin altın çağının müziklerini yaptı. Bugün onun oyuna yaptığı muazzam katkıya minnettarız. Eski oyuncu Brad Fittler, Turner'ı daha çok kadın izleyiciyi spora yönlendirdiği için övdü. Fittler, NRL.com'da; "1989, kariyerimin mutlak başlangıcıydı. Seyirciler üzerindeki farkı ve ragbi ligine bakış açısındaki değişimi hissedebiliyordum. Harikaydı ve oradan olanlara bakarsanız, birdenbire daha fazla kadın maçlara gitmeye başladı ve ardından daha fazla kadın oyunu oynamaya başladı. Kadınların şu anda oyun üzerindeki etkisine bakın. İlk adım ve kampanya kesinlikle daha fazla kız çocuğunu oyuna çekmekti, ancak 30 yıl önce kimsenin kızların oyunu oynamak isteyecekleri kadar çok seveceklerini öne sürdüğünü sanmıyorum," açıklamasıyla andı. Rugby Football League: Bir spor yönetim kurulunun müzikal ve kültürel bir ikona saygı duruşunda bulunması garip gelebilir. Ancak Rugby Ligi taraftarları, Tina Turner'ın özellikle Avustralya'da neden sporumuz üzerinde özel bir iz bıraktığını bileceklerdir. Kısaca en iyisi.

Punto Dosya

2023 Fransa Açık: 3. tura yükselenler

Fransa’nın başkenti Paris'te düzenlenen Fransa Açık’ın dördüncü gününde oynanan 2. tur maçları devam ediyor. Carlos Alcaraz, Japon Taro Daniel ile karşılaştı. Alcaraz, 2 saat 25 dakika süren maçı 6-1, 3-6, 6-1 ve 6-2'lik setlerle 3-1 kazanarak tur atladı. Carlos Alcaraz, Grand Slam kariyerinde çıktığı 9 ilk tur maçında korttan galibiyetle ayrıldı. Carlos Alcaraz: Bazı insanlar vuruşlarımın Nadal'ın, Federer'in veya Djokovic'in vuruşlarına benzediğini söylüyor. Bu gayet normal çünkü 20 yıl boyunca bu adamları izledim. Ama birilerinin kopyası olmak yerine, yüzde yüz Alcaraz olmayı isterim. Turnuvada 2016 ve 2021 şampiyonu Novak Djokovic, d ünya 83 numarası Marton Fucsovics ile karşılaştı. İki saat 44 dakika süren maçta 7-6, 6-0 ve 6-3'lük setlerle 3-0 galip gelen Djokovic, 3. turda Alejandro Davidovich Fokina'nın (29 numaralı seribaşı) ile karşılaşacak. Aryna Sabalenka/Roland Garros Andrey Rublev ise Corentin Moutet'yi 3-1 (6-4, 6-2, 3-6, 6-3) yendi ve 3. turda Lorenzo Sonego ile eşleşti. Hubert Hurkacz, Tallon Griekspoor'u 3-2 (6-3, 5-7, 6-7, 7-6, 6-4) veLorenzo Musetti (17), Alexander Shevchenko'yu 3-0 (6-1, 6-1, 6-2) ile geçerek 3. tura yükseldi. 2021 finalisti Stefanos Tsitsipas (5), Roberto Carballes'i 3-0'lık (6-3, 7-6, 6-2) skorla geçerek 3. tur vizesi aldı. Roland Garros kadınların 5 numaralı seribaşı Caroline Garcia, rakibi Anna Blinkova'ya 2-1 yenilerek 2. turda elendi. Aryna Sabalenka ise tek kadınlar mücadelesinde Iryna Shymanovich ile karşı karşıya geldi. Dünya sıralamasında 214. basamakta bulunan rakibini bir saat 27 dakika sonunda 7-5 ve 6-2'lik setlerle 2-0 yenen Sabalenka, 3. tura yükseldi. Peyton Stearns ise 2017 şampiyonu Jelena Ostapenko'yu (17 numaralı seribaşı) 2-1 mağlup ederek 3. tura çıktı. 16 yaşındaki Mirra Andreeva, Diane Parry'i 6-1, 6-2 yenerek elemelerden geldiği ilk slam ana tablosunda 3. tura yükseldi. Bu sonuçla beraber Andreeva, 1993'ten bu yana Roland-Garros'ta tek kadınlarda üçüncü tura ulaşan 17 yaş altı yedinci oyuncu oldu. Djokovic’in mesajı için disiplin cezası istendi Djokovoc'in mesajı/BBC Kosova Olimpiyat Komitesi (KOK), Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nden, tenisçi Novak Djokovic'e disiplin cezası vermesini istedi. Kosova Olimpiyat Komitesi Başkanı İsmet Krasniqi, Djokovic'i siyasi gerilimleri kışkırtmakla suçlarken, "KOK Başkanı olarak endişelerimi dile getirmek ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi adına tepki vermenizi istemekle yükümlüyüm, çünkü bu mesajlar ve eylemler cezalandırılmazsa sporun geleceği için tehlikelidir" dedi. Bir adım geriden: Novak Djokovic, Fransa Açık'taki ilk tur galibiyetinin ardından kameraya yazdığı bir mesajla yeniden ilgi odağı haline geldi. Sahadan çıkarken TV kamerasına "Kosova, Sırbistan'ın kalbidir. Şiddeti durdurun" yazdı. Djokovic'in açıklaması: Ben bir siyasetçi değilim ve siyasi tartışmaya girmeye niyetim yok. Bir halk figürü olarak – hangi alanda olursa olsun – destek verme sorumluluğunu hissediyorum. Ne olacağını bilmiyorum, ceza alır mıyım… Kendimi tutmuyorum, yine yaparım. Benim duruşum nettir: Her zaman kamuoyu önünde ifade ettiğim gibi savaşlara, şiddete ve her türlü çatışmaya karşıyım.

Punto

Jokic: Oyun bana ne verirse onu alıyorum

2022-23 NBA Final serisi heyecanı, bu gece itibariyle resmen başladı. NBA Finalleri'nin ilk maçında Denver Nuggets, Miami Heat’i sahasında konuk etti. Denver Nuggets, sahasında Miami Heat'i 104-93 mağlup ederek seride 1-0 öne geçti. Bu sonuçla beraber Denver Nuggets, final serisinde 1-0 öne geçerek avantajı ele aldı. Bir adım sonrası: Eşleşmenin 2. karşılaşması, 5 Haziran Pazartesi gecesi Denver Nuggets’ın ev sahipliğinde oynanacak. Nikola Jokic: Oyun bana ne verirse onu alıyorum. Sahada sürekli top kullanmaya ihtiyaç duymuyorum, oyuna sayı atmadan da etki edebileceğimi biliyorum." Michael Malone: Uzun zaman önce öğrendim, savunma size ne yapmanız gerektiğini söyler ve Nikola bunu asla zorlamaz. Şimdi devreye girip şut atmak diğer oyunculara kalmış." NBA Denver Nuggets skor dağılımı: Nikola Jokic 27 sayı, 10 ribaund, 14 asist; Jamal Murray 26 sayı, 6 ribaund, 10 asist; Aaron Gordon 16 sayı, 6 ribaund; Michael Porter Jr 14 sayı, 13 ribaund, 2 blok; Bruce Brown 10 sayı, 5 ribaund, 2 asistle maça katkı verdi. Miami Heat skor dağılımı: Bam Adebayo 26 sayı, 13 ribaund, 5 asist; Jimmy Butler 13 sayı, 7 ribaund, 7 asist; Gabe Vincent 19 sayı, 2 ribaund, 5 asist; Haywood Highsmith 18 sayı, 5 ribaund, 2 top çalmayla oynadı. Bilgi notu: Nikola Jokic'in 14 asisti, NBA Finaller tarihinde bir pivot tarafından yapılan en yüksek asist. Bir önceki rekor Bill Russell'ın 1969 NBA Finallerinde yaptığı 13 asistti. Dahası: Jason Kidd NBA Finalleri'nde ilk kez triple-double yapan ve 27 sayı, 14 asist ve 10 ribaund ile başlayan tek oyuncu oldu. Geniş açı: Murray-Jokic ikilisi ESPN İstatistikleri'ne göre, Chicago Bulls'tan Michael Jordan ve Scottie Pippen ile Los Angeles Lakers'tan Magic Johnson ve James Worthy'den sonra bir final maçında her biri 20 sayı ve 10 asistle oynayan üçüncü takım arkadaşı oldular.

Punto

Dünya Tekvando Şampiyonası’nda millî sporcular 3 altın kazandı

Dünya Tekvando Şampiyonası'nda Merve Dinçel, Hakan Reçber ve Nafia Kuş üçlüsü Türkiye’ye üç altın madalya kazandırdı. Dünya Büyükler Tekvando Şampiyonası'nda, millî sporcu Merve Dinçel, kadınlar 49kg finalinde Tayland'tan son olimpiyat şampiyonu Panipak Wongpattanakit'i yenerek altın madalya kazandı. Türkiye Tekvando Federasyonunun açıklamasına göre, başkent Bakü'deki şampiyonanın üçüncü gününde millî sporculardan kadınlar 49 kiloda Merve Dinçel, erkekler 80 kiloda Hüseyin Kartal ve 87 kiloda Enbiya Taha Biçer tatamiye çıktı. Merve Dinçel: Bu madalya hayallerinin peşinden giden ve asla pes etmeyen ülkemizin kadınlarına ve kız çocuklarına armağan olsun." Kadınlar 73 kiloda Nafia Kuş, son dünya şampiyonu Svetlana Osipova'yı yenerek altın madalyanın sahibi oldu. TKDFED Nafia Kuş: Yıllardır bu anın hayalini kuruyordum. Koleksiyonumun eksik parçalarını birer birer tamamlamaya çalışıyorum. 2018'de Avrupa şampiyonu olmuştum büyüklerde. Şimdi dünya şampiyonu oldum. Gelecek yıl da olimpiyatlarda altın madalya kazanarak muhteşem üçlüyü tamamlamak istiyorum. Erkekler 63 kiloda Hakan Reçber, Banlung Tumtimdang'ı yenerek altın madalyanın sahibi oldu. Hakan Reçber: Hedefim olimpiyat şampiyonluğu. Spor yaptığım sürece en iyisi olmak istiyorum. Şampiyonda Türkiye'yi temsil eden kadınlarda 57 kiloda Hatice Kübra İlgün madalya için mücadele etti. Hatice Kübra İlgün yarı finale Chia-ling Lo ile karşılaştı. Rakibine 1-2’lik skorla yenilen İlgün, bronz madalyanın sahibi oldu. Hatice Kübra İlgün: Geçen sene de 6 ay önce de dünya üçüncüsü oldum. Yani hedefim atamalara kazanmaktı. Çünkü önemli rakiplerim vardı, onlar da yenildi. Dünya Şampiyonası'nda zaten ne olacağını bilemiyoruz. Altın madalya kazanmak çok istediğim için şu an üzgünüm. Bilmiyorum, inşallah olimpiyatlarda altın madalya kazanabilirim. Türkiye, Azerbaycan'da düzenlenen Dünya Büyükler Tekvando Şampiyonası'nda 4 gün sonunda 3 altın, 1 bronz madalya kazandı.

Punto

Aston Martin ve Honda Anlaşması

Geçtiğimiz günlerde Aston Martin ve Honda arasında bomba etkisi yapan bir anlaşma açıklandı. 2026 sezonundan itibaren Aston Martin, Honda motoruyla yarışacak. Bir anlamda Aston Martin, Honda’nın fabrika takımı olacak. Biz de bu önemli gelişme üzerine bu haftaki yerimizi bu birlikteliğe ayrımaya karar verdik. Honda ile Red Bull neden ayrıldı? Honda – Aston Martin anlaşması Red Bull – Honda ortaklığını nasıl etkiler? RBR News Honda’nın Aston Martin ile anlaşma imzalama kararı, Honda’nın Red Bull ile gerçekleştirdiği uzun pazarlıkların olumlu bitmemesinin bir sonucuydu. Yeni motor kuralları açıklandığında, Honda 2026 sezonu ve sonrası için Red Bull’un kapısını çaldı. Red Bull içten yanmalı motoru kendi bünyesinde üretme kararı aldığı için sadece elektrik kapsamını Honda’dan satın almayı önerdi. Honda, motoru tamamen kendi tasarlamak ve üretmek istediği için bu teklifi kabul etmedi. Honda’nın kararı kendi açısından doğruydu. Çünkü Honda gibi efsane bir üretici, söz sahibi olmadığı bir motor projesinin içinde olmaz. Porsche ile Red Bull arasındaki pazarlıklar da bu noktada tıkanmıştı zaten. Porsche, Red Bull’un motor fabrikasında önce söz sahibi olmak sonra da tamamen satın almak istiyordu. Kısacası Red Bull, motor konusunda söz sahibi olmak istediği için Honda anlaşması yattı. Sonra Honda ile Red Bull arasında Alpha Tauri’nin devralınmasına yönelik pazarlıklar yapıldı. Daha doğrusu Red Bull, kendi bünyesindeki Alpha Tauri’yi Honda’ya pazarlamaya çalıştı. Anlaşma gerçekleşseydi, Honda muhtemelen Alpha Tauri’yi satın alacaktı. Yani sadece motor kapsamında değil, aerodinamik kapsamdaki geliştirmelerden de Honda sorumlu olacaktı. Bu çok daha büyük bir sorumluluk ve bambaşka bir bilgi birikimi gerektirdiği için takımı tamamen devralma konusundaysa Honda isteksizdi. Uzun süre Honda’nın spora nerede ve ne şekilde devam edeceği konuşulurken gündeme bomba gibi Aston Martin anlaşması düştü. Red Bull, Ford ile anlaşmasından sonra Honda’yı gözden çıkardığı için anlaşmayı büyük bir rahatlıkla karşıladı. Akıllara gelen ilk soru olan “Red Bull ile Honda’nın şimdiki birlikteliği yeni anlaşamadan nasıl etkilenir?” sorusunu yanıtlarken Helmut Marko çok rahattı. Helmut, “Honda’dan projenin devamlılığıyla ilgili yazılı güvence aldık. Daha birlikte kazanılacak şampiyonluklarımız var.” dedi. Ancak o kadar iyimser olmalı mıyız bilemiyorum. Belli bir noktadan sonra Honda’nın odağı tamamen yeni projeye kayacaktır. Bu nedenle Red Bull istediği teknik desteği alabilecek mi zaman içinde göreceğiz. Aston Martin - Honda anlaşması neden sürprizdi? Aston Martin Aston Martin ve Daimler (Mercedes Benz) arasında motor sporları alanında çok güçlü bağlar var. Hali hazırda Aston Martin Racing’in tüm güç üretme ve aktarma ünitelerini Mercedes Benz sağlıyor. Ayrıca Aston Martin’i kısa bir süreliğine de olsa DTM’ye (Deutsche Touringwagen Masters) girmeye ikna eden bu bağlardı. Fakat Mercedes ve Aston Martin’in arasındaki bağı sadece motor sporlarıyla sınırlamak mümkün değil. Daimler firması Aston Martin’in hissedarı. Ayrıca Aston Martin’in ürettiği yol arabalarında motor ve şanzıman başta olmak üzere pek çok mekanik kapsamın tek tedarikçisi Daimler firması. Hatta Mercedes AMG Formula 1 takımının patronu ve hissedarı Toto Wolff, aynı zamanda Aston Martin markasının küçük hissedarı. Yani iki firma arasında kuvvetli finansal bağlar ve ortak çıkarlar da mevcut. Tüm bağlar ve ortak çıkarlar düşünüldüğünde Aston Martin’in Formula 1 özelinde Mercedes’ten kopması sürprizdi. Fakat tamamen mantıksız da değildi. Lawrance Stroll sürpriz bir şekilde Mercedes ile mevcut ilişkilerinin istenen seviyede olmadığını, “Uyumsuz bir evlilik.” cümlesiyle açıkladı. Çok fazla fikir veren bir açıklama değil. Fakat bomba etkisi yapan anlaşmanın asıl mimarı olan Aston Martin CEO’su Martin Whitmarsh'ın açıklamaları perdeyi biraz daha araladı. Formula 1’de uzun yıllardır egzoz gazının ve yağın içinde yer alan eski McLaren patronu Whitmarsh, Mercedes’ten Honda’ya geçişi tecrübesinin verdiği bir doğrulukla açıkladı. Whitmarsh, “Mercedes de şampiyon olmak istiyor, biz de. Onların motoruyla onlara karşı şampiyonluk mücadelesi veremeyiz. Motorun kullanılmasında, haritalanmasında ve tasarlanmasında bizim önceliklerimizi dikkate alacak bir üreticiye ihtiyacımız vardı.” diye açıkladı. Bu daha mantıklı ve duygulardan uzak bir açıklama. Aston Martin Ben bu anlaşmaya uzaktan bakınca; Honda ile yapılan anlaşmayı, Lawrance Stroll’ün Force India’yı devralmasından sonraki son tamamlayıcı yapıtaşı olarak görüyorum. Lawrance, Force India’yı önce Racing Point’e, sonra da Aston Martin’e dönüştürdü. Takımın Aston Martin adını alacağı ilk açıklandığında, yani 2020 yılında, yaptığım bir podcast’te takımın adının Aston Martin’e evrilmesinin önemine vurgu yaparak, “Bu sıradan bir isim değişikliği veya bir takımın sıradan bir şekilde devralınması operasyonu değildir. Artık Aston Martin’i bir fabrika takımı gibi görmek lazım.” demiştim. Takım yol arabalarında da Mercedes motoru kullandığı için ve Mercedes firması Aston Martin’in hissedarı olduğu için daha o zamanlarda onları fabrika takımı gibi görmüştüm. Fakat Lawrance çok cesur ve büyük bir adım daha attı. Artık “sadece kendi takımına” motor tedarik eden bir motor üreticisini takımına destek olmak üzere ikna etti. Bu farklı bir seviye, bu artık tam anlamıyla bir fabrika takımı olma konusu. Cesur ve sürpriz ikili bence gelecek vadediyor. Lawrance Stroll’ün hırsı ve parası, Honda’nın ise tecrübesi ve büyük bir bilgi birikimi var. Honda’nın özellikle şu anda en iyi elektriksel verimliliğe sahip olduğu ve 2026’dan itibaren elektriksel gücün 3 kat artacağı düşünüldüğünde, Aston Martin yanına çok önemli bir destekçi aldı. Bu gücün yeterli olup olmayacağını zaman içinde göreceğiz. Dikensiz gül bahçesi (mi?) Aston Martin Honda ve Aston Martin birlikteliğinde kimse dikensiz gül bahçesi beklememeli. Hayatta bazen mucizeler olsa da bu ekip bir araya gelir gelmez başarılı olacaklarının garantisi yok. Öncelikle uyum konusunu çözmeleri gerekecek. Mühendisler birbiriyle aynı dili konuşana kadar ve şirket kültürleri uzlaşana kadar bir süre geçecektir. Whitmarsh da zorluğun farkında. Whitmarsh, “Birbirimizi dinlemeliyiz ve bir denge bulmalıyız. Bir şasinin ve motorun üretilmesinde farklı öncelikler/tavizler var. Honda’nın çok kibar, doğru ve tamamlayıcı bir ortak olduğunu düşünüyorum.” diyerek zorluklar hakkında bizi aydınlatmış oldu. Bence bu zorluğun aşılmasında Whitmarsh çok yapıcı bir rol üstlenebilir. Whitmarsh Honda’yı 1989 yılından beri, Senna-Prost-McLaren-Honda ortaklığından beri tanıyor. O zamanlar gencecik bir delikanlı olan Whitmarsh, Formula 1 kariyerinde 3. defa Honda ile ortak amaç için, zaferler ve şampiyonluklar için mücadele edecek. Honda ile çalışma tecrübesi, bu anlaşmanın ilk zorluğu olan şirket kültürü sorunlarının aşılmasında yardımcı olacaktır. Taze çiftin önündeki ikinci zorluk yeni motor jenerasyonu. 2026 yılında itibaren yeni bir motor jenerasyonuyla yarışılacak. 2026 yılındaki değişimin 2014 yılındaki dönüşüm gibi köklü olmasını beklemiyorum. Çünkü 2014’te tarihte ilk defa hibrit motorlarla yarışılacaktı. Takımların önünde boş bir tuval vardı. Oysa 2016 sezonundan itibaren pek çok değişiklik olmakla beraber, mevcut motorların bir evrimini göreceğiz. Kabaca belirtmek gerekirse; içten yanmalı V6 motorlar kalacak. Şu anda krank miline 120 kW güç aktaran MGU-K ünitesi, 2026 yılından itibaren 350 kW güç aktaracak. Yani daha büyük bir elektriksel gücün depolanması ve aktarılması gerekecek. Daha büyük piller şarj edilmek zorunda. Pilleri şarj etmeye yarayan MGU-H ünitesi ise yeni jenerasyon motorlarda olmayacak. Daha büyük pillerin, MGU-H olmadan şarj edilmesiyse ancak daha büyük bir frenleme gücüyle mümkün olacak. Kısaca özetlemek gerekirse, motor teknolojisi 2014 yılı kadar yeni değil. Ama yeni olmaması jenerasyon geçişinin kolay olacağı anlamını taşımıyor. Taze çiftin önündeki ikinci engel bu zorlukları aşmak olacak. La Repubblica Üçüncü ve son zorluksa Honda’nın kırılgan yapısı. Söz konusu motor üreticisi Honda olunca farklı tehlikeleri de göze almak lazım. Honda global etkiler nedeniyle spordan ani çekilmeleriyle meşhur bir takım. Sadece Red Bull döneminde, 2021 sezonunda aniden çekilmesine bakarak söylemiyorum bunu. Fabrika takımı olarak yer aldığı 1960’lardaki, McLaren’ın motor ortağı olduğu 1990’lardaki ve yine fabrika takımı olarak sporda bulunduğu 2000’lerdeki ani çekilmeleri de insanda soru işaretleri bırakıyor. Elektrifikasyon nedeniyle otomotiv firmalarının büyük yatırımlarının söz konusu olduğu bir dönemdeyiz. Global konjonktürdeki bir değişim, ekonomik resesyon veya kriz gibi konular gündeme geldiği anda spordan çekilmeyi ilk konuşacak takım Honda olur. En azından geçmişte öyle oldu. Honda’nın geçmişte Formula 1 ile ortaya koyduğu bu kırılgan ilişki Aston Martin açısından bir risk. Bu ilişkiye başlarken Aston Martin tarafında belki de şunun rahatlığı olabilir: Bir kriz durumunda Aston Martin’in yol arabalarına motor tedarik eden ve Aston Martin firmasının hissedarı olan Mercedes’in devreye gireceğini düşünüyor olabilirler. Bu düşünce kısmen doğru olabilir, yani bir kriz durumunda Mercedes yedek güç olarak devreye girebilir. Fakat aracın aeodinamik konseptinin motorun etrafında şekillendiğini düşündüğümüzde, ani bir motor değişiminin Aston Martin’in Formula 1 projesini olumsuz etkileyeceğini söylemek yanlış olmaz. Sonuç olarak büyük başarı, parlak bir gelecek vadeden bu birliktelik tamamen risksiz değil. Ama yine de karamsar olmamak lazım. Ben kendi adıma karamsar değilim.

Punto Formula 1

Jimmy Butler: Şansımızı seviyorum

NBA’de, Doğu Konferansı final serisi 7. maçı oynandı. NBA Doğu Konferansı final serisi 7. maçında Miami Heat, rakibi Boston Celtics‘i 84-103 mağlup ederek seriyi 4-3 kazandı. Boston Celtics'in 3-0 geriden gelerek 3-3 beraberliği yakaladığı serinin son maçında Miami Heat, deplasmanda rakibini 19 sayı farkla mağlup etti. Bu sonuçla beraber seriyi 4-3 kazanan Miami Heat, finalde Denver Nuggets ile karşılaşacak. Miami Heat Bununla birlikte: Miami Heat, sezonu 7. sırada tamamlayan ve play-in maçları sonucu play-offa 8. sıradan girerek, ilk kez tam normal sezonun oynandığı bir sezonda finallere çıkan 8. sıra takımı oldu. Miami Heat skor dağılımı: Jimmy Butler 28 sayı, 7 ribaund, 6 asist, 3 top çalma; Caleb Martin 26 sayı, 10 ribaund, 3 asist; Bam Adebayo 12 sayı, 10 ribaund, 7 asist; Gabe Vincent 10 sayı, 4 asist; Duncan Robinson 10 sayı ile maçı noktaladı. Boston Celtics skor dağılımı: Jaylen Brown 19 sayı, 8 ribaund, 5 asist, 8 top kaybı; Derrick White 18 sayı, Jayson Tatum 14 sayı, 11 ribaund, 4 asist; Marcus Smart 9 sayı, 4 asist ile mücadele etti. Caleb Martin: Olumluyduk. Bence bu, en azından kişisel olarak benim için iyi bir işaretti. Buraya gelip bir galibiyet alacağımıza gerçekten inandığımızı düşünüyorum." Jimmy Butler: Arka arkaya üç kaybetmenin hakkında konuşmayı sevdiğimiz Heat kültürünün bir parçası olduğunu söylemeyeceğim, çünkü kaybetmek için oynamıyoruz ve kaybetmek istemiyoruz. Savunma yapabilen, pas verebilen ve bizim için maçlar kazanabilen bazı gerçek basketbolcularımız var. Bir adım sonrası: NBA’de Denver Nuggets ile Miami Heat arasında oynanacak final serisinin takvimine aşağıdan ulaşabilirsiniz. 1. maç 2 Haziran Cuma 03.30 (Denver Nuggets – Miami Heat) 2. maç 5 Haziran Pazartesi 03.00 (Denver Nuggets – Miami Heat) 3. maç 8 Haziran Perşembe 03.30: (Miami Heat – Denver Nuggets) 4. maç 10Haziran Cumartesi 03.30 (Miami Heat – Denver Nuggets) 5. maç* 13 Haziran Salı 03.30 (Denver Nuggets – Miami Heat) 6. maç* 16 Haziran Cuma 03.30 (Miami Heat – Denver Nuggets) 7. maç* 19 Haziran Pazartesi 03.00 (Denver Nuggets – Miami Heat)

Punto

Roland Garros 2023: 1 numara yarışı, geri dönüşler ve son danslar

Rafael Nadal’dan yoksun olan 2023 Roland Garros’un akılda kalacak bir turnuva olduğu kesin. Erkeklerde belki de yeni bir şampiyon çıkaracak olan turnuva ayrıca hem erkekler hem de kadınlarda 1 numara mücadelesine sahne olacak. Ve tabii ki toprağın tek Slam’i mutlaka kendi hikayelerini yaratacak. Eksikliği hissediliyor Başlığı okur okumaz kimden bahsettiğimi anlamış olmalısınız... Geçen haftaki yazımızda, Rafael Nadal’sız bir toprak sezonunu daha önce hiç deneyimlemediğimiz söylemiştik. Her ne kadar toprak sezonu hiçbir zaman sıkıcı geçmese de, Nadal’sız toprağın aynı olmadığı bir gerçek. Canlı sıralamada geçen yılki şampiyonluk puanları da düşen Nadal’ı artık sıralamada ilk 100’ün dışında göreceğiz ve çok geçmeden daha da gerilere gidecek... Toprağın Kralı’nın eksikliğini yalnızca izleyiciler hissetmiyor. Novak Djokovic’in ilk basın toplantısında söyledikleri, Büyük Üçlü’nün birbirleri için ne ifade ettiğinin adeta bir özeti gibiydi. “Rafa gelecek yılın son sezonu olabileceğini söyledi. Bunu duyduğumda, bir parçamın onunla birlikte ayrıldığını hissettim”. Bu sözlerin çok benzerini Roger Federer’in vedasında Rafa’nın ağzından duyan bizler, Djokovic’in bu sözleri üzerine -henüz o zamaki kadar olmasa da- bir miktar gözyaşı dökmüş olabiliriz. Ve tabii en az bizim kadar Rafael Nadal’a hayranlık duyan Iga Swiatek ve Casper Ruud. Iga Switek her ne kadar üzgün olsa da Nadal’ın sağlığı için bu tip kararlar almasından memnun olduğunu belirtirken, geçen sene Güney Amerika turuna çıktıktan sonra idolüyle daha da yakınlaşan Casper Ruud iddialı konuştu: “Onu asla pes etmediğini bilecek kadar iyi tanıyorum. Bence kariyerini daha iyi bitirmek istiyor. Sonun yakın olması kaçınılmaz. Ancak Rafa'yı en az 1 kez daha Roland-Garros'ta şampiyonluğu kazanmaya hazır ve formda göreceğimize inanıyorum. Asla vazgeçmez” 1 numara yarışı Roland Garros 2023 Roland Garros, Rafael Nadal’ın yokluğunda erkeklerde yeni bir şampiyon çıkaracak olmasının yanında, hem kadınlarda hem de erkeklerde oldukça heyecanlı bir 1 numara yarışına da sahne olacak. Erkeklerde Alcaraz, Medvedev, Djokovic ve Tsitsipas 1 numara yarışının içinde. Kadınlardaysa Iga Swiatek, uzun zaman sonra ilk kez unvanını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Carlos Alcaraz Madrid Masters’ta şampiyon olduktan sonra Roma’da maça çıktığında, erkeklerde 1 numaranın el değiştirmesi kesinleşmişti. 1 numarada 387. haftasını dolduran Novak Djokovic, yerini Carlos Alcaraz’a bıraktı. Daniil Medvedev ise bu sene şeytanın bacağını kırarak toprakta bir turnuva, üstelikte Masters turnuvası kazandı! Roma şampiyonluğu Medvedev’i 2. sıraya taşırken, Novak Djokovic de 3. sıraya geriledi ve Roland Garros’taki seri başı sıralamaları da buna göre belirlendi. Roland Garros sonunda erkeklerde 4 ismin 1 numarada yer alma ihtimali bulunuyor. Bu yarışta en belirleyici isim Carlos Alcaraz olacak. Alcaraz 4. turu görürse Tsitsipas’ı yarış dışı bırakıyor. Çeyrek finalde elenmesi halinde Medvedev’in Djokovic dışında biriyle final oynaması, Djokovic’in ise şampiyon olması gerekiyor. Yarı finalde elenirse, Medvedev’in yeniden 1 numara olmak için bir de Roland Garros kupası kazanması gerekecek. Kadınlarda Iga Swiatek, dünya 1 numarası iken tenisi bırakan Ash Barty’den sonra, 4 Nisan 2022’den bu yana 1 numara koltuğunun sahibi konumunda. Oldukça iyi bir 2022 sezonu geçiren Iga, zaman zaman 2. sıradaki oyuncuyu neredeyse ikiye katlayacak kadar fazla puan toplamış ve farkı açmıştı. Ancak kadınlar tenisinde Aryna Sabalenka ve Elena Rybakina’nın istikrarlı şekilde yükselişi, tabloyu değiştirmiş durumda. Geçen senenin Roland Garros puanları silinince canlı sıralamada Sabalenka’nın gerisine düşen Iga burada yarı finalden önce elenirse, Sabalenka yeni dünya 1 numarası olacak. Netflix Laneti Paula Badosa/Roland Garros Bu lanetin gerçek olduğuna inanmak üzereyiz! Hatırlarsanız Netflix’in Break Point belgeseli sene başında Avustralya Açık öncesi yayınlanmış, belgeselde yer alan 10 oyuncunun bir kısmı Avustralya Açık’a katılamazken, katılanların hepsi de çeyrek finalden önce elenmişti. İlk sezonun 2. bölümü yolda olan Break Point belgeseli için 2 hafta önce bir Reunion videosu çekildi. Bu videoda yer alan isimlerden Paula Badosa omurgasında meydana gelen stres kırığı, Matteo Berrettini henüz iyileşmeyen sakatlığı nedeniyle turnuvaya katılamazken, üst sıralardan seri başı olarak turnuvada yer alan Maria Sakkari ve Felix Auger-Aliassime ise ilk turda elendi. Şimdi gözler, Casper Ruud ve Taylor Fritz’in üzerinde! Kendine gelemeyenler Dominic Thiem/ESPN Tennis Bazı isimler var ki, bir noktada çıkış yapmaları gerekirken tıkanıp kalıyorlar. Kötü giden sezonlarında Roland Garros’ta da şansın gülmediği isimlerden bahsedelim biraz. 2021 yılında hem Roland Garros hem de Amerika Açık’ta yarı final gören Maria Sakkari, 2022 Roland Garros’ta ise 2. turda Karolina Muchova’ya elenmişti. Bu sene ilk turda aynı rakiple karşılaşan Sakkari için bir dejavu yaşandı. 2017’de yarı final gördükten sonra burada hiç 2. haftaya kalamayan Karolina Pliskova, oldukça ters bir kura çekerek ilk turda 2018 finalisti Sloane Stephens ile karşılaştı. H2H’de 4-1 geride olduğu rakibine karşı ilk sette sahada bile olmayan Pliskova, bir bagel (6-0) yemeden korttan ayrılmadı. Umudumuzu tam kırmışken ufacık bir iyi performansıyla yeniden dirilten, geri döneceğine inanmak istediğimiz Dominic Thiem, 2 set geriden geldiği 5 setlik güzel mücadelesine rağmen, 2 kez final gördüğü bu topraklarda 2. turu göremediği 3. senesine girdi. İlk turda Fognini’yle eşleştiğini gördüğümde, Felix Auger-Aliassime’in işinin hiç kolay olmayacağını düşünmüştüm. Çünkü bence Fognini Roland Garros’ta son kez oynuyor ve bu son dansın hakkını vermek isteyecektir. Rakibinin bu motivasyonunun üstüne bir de hem hasta olup hem de sakatlığa sahip olan 10 numaralı seri başı Felix, geçen sene biraz alışır gibi olduğu toprağa bu sene de ilk turda veda etmiş oldu. Son danslar Stanislas Wawrinka Şu an 35 yaşın üstünde olan ve tenisin fiziksel yönünün üstüne taktiksel yönünü önemseyen, yürek ve zeka kombinasyonuyla oynayan bazı beyler için sonun yaklaştığını hisseder gibiyim... Bahsettiğim isimler Stanislas Wawrinka ve Fabio Fognini. Kendi ağızlarından net bir açıklama duymuş olmasak da, son Roland Garros’larını oynuyor olmaları çok muhtemel. Ve eğer biz bu tenisçileri tanıyorsak, bu son dansı nefeslerinin yettiği yere kadar sürdürmek isteyeceklerdir. Wawrinka’nın ilk tur maçını 5 sette kazanması, Fognini’nin Roland Garros’ta ilk kez bir ilk-10 oyuncusunu yenmesi de bunu gösteriyor. “Hala buradayım. 36 yaşındayım. Daha ne kadar Roland Garros oynayacağımı bilmiyorum. Belki yaşlıyım ama şanslı olduğumu da söylemeliyim, çünkü inanılmaz oynayan bu genç nesille oynuyorum. Sonuna kadar tadını çıkarmak isterim” diyor Fognini. Oyuna olan sevgileriyle devam eden bu ikilinin sonuna kadar tadını çıkaracağından ve bizi tenisin estetiğine boğacaklarından hiç şüphem yok. Geri dönüşler Elina Svitolina/We are tennis 2023 Roland Garros’un öne çıkan hikayelerinden biri, henüz elemelerde yazılmaya başlandı. Depresyonla mücadelesinin ardından alkol ve kumar gibi bağımlılıklarla zor günler geçiren eski dünya 10 numarası Lucas Pouille, wild card ile katıldığı elemelerde 3 maçını da kazanarak ana tabloya çıktı. Elemelerde yendiği ve şanslı kaybeden olarak yeniden karşısına gelen Rodionov’u yenen Pouille, 2 yıldan uzun bir süre sonra ilk Slam ana tablo galibiyetine imza attı. Bir diğer geri dönüş ise Elina Svitolina’ya ait. Doğum yapması sebebiyle yaklaşık 1 yıldır kortlardan uzak kalan Svitolina, eski performansından uzak göründüğü birkaç turnuvanın ardından Strazburg’da oldukça iyi görünmüştü ve sonunda kariyerinin 17. WTA kupasına uzanmış oldu. Bu şampiyonlukla 316 sıra yükselerek yeniden ilk 200’e girdi. Roland Garros ilk turunda geçen senenin yarı finalisti Martina Trevisan ile oynayan Svitolina, kağıt üstünde zorlu görünen bu eşleşmeyi 6-2 6-2’lik rahat bir skorla geçmeyi başardı. Savaşın yankıları New York Times Strazburg’da kazandığı ödül parasını Ukraynalı çocuklara bağışlayacağını açıklayan Elina Svitolina, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali sebebiyle ülkesinde yaşananlara dikkat çekmeye devam ediyor. İlk turda savaşın yankılarını görebildiğimiz bir eşleşme de yaşandı. Ukraynalı Marta Kostyuk ile Belaruslu Aryna Sabalenka’nın ilk tur eşleşmesi henüz oynanmadan, medyanın “el sıkışmama” gibi senaryolar üzerinde soruları vardı. Zira Ukraynalı oyuncular Rus/Belaruslu sporcularla çıktıkları eşleşmelerde el sıkışmamayı tercih ediyorlar. Bu maçta da bu tutum değişmedi ve Kostyuk maç sonunda Sabalenka’nın elini sıkmadı. Bu durum tribünler tarafından saygısızlık olarak adlandırıldı ve tribünler hem file önünde hem de korttan ayrılırken Kostyuk’a tepki gösterdi. Kostyuk basın toplantısında Sabalenka’nın pozisyonunu savaş karşıtı mesaj vermek için kullanmaktan kaçındığını, bu yüzden ona saygı duymadığını ve savaşı destekleyen Rus ve Belaruslu sporcular olduğunu bildiğini söyledi. Ayrıca kendisini yuhalayanlar hakkında da fikir belirten Kostyuk, bu kişilerin utanması gerektiği kanısında. Bir diğer Ukraynalı tenisçi Dayana Yastremska da bu konuda vatandaşı Kostyuk’un arkasında durduğunu, Rus ve Belaruslu sporcuların ellerini sıkmayacaklarını, onlara karşı oynama konusunda iyi hissetmediklerini belirtti.

Punto Tenis

Monako GP’sine hazırlık

Monako Formula 1’in, hatta motor sporlarının tacındaki en büyük pırlantadır. O kadar değerlidir ki motor sporlarındaki Triple-Crown üçlemesinin vazgeçilmezidir. Sadece bir yarış değil, bir sosyal etkinliktir, festivaldir, zenginlerin gövde gösterisidir. Takımların yeni livery veya bu yarışa özel livery tanıttığı, pazarlamayla ilgili ne gerekiyorsa yaptıkları bir defiledir. Eski dönemlerde pist üstü hareketliliğin ve geçişlerin de katkı yaptığı bu festival zaman içinde araçların boyutlarındaki artışla birlikte biraz şekil değiştirdi. Günümüzde araçların boyutları çok büyüdüğü için pist üstünde geçiş yok denecek kadar az. Günümüz izleyicisi de bu sporu ne pahasına olursa olsun geçiş yapmakla özdeşleştirdiği için Monako sevilmeyen yarışlardandır. Fakat Monako geçiş yapanların değil, metal bariyerlere en yakın geçmeyi başaranların kazandığı yarıştır. Hatta bırakın yakın geçmeyi, araçlarını hasarlamadan metal bariyerlere hafifçe temas ettirenlerin kazanmaya yakın olduğu bir yarıştır. 1980’lerde izlediğim bazı en iyi yarışlar (1984, 1988) bu pistte yapılmıştı. 1990’larda, 1996 GP’si göz alıcı bir kaza ve sürpriz festivaliydi. 2000’lerde yine heyecan verici yarışlar (2006, 2008) vardı. Jet setin, lüksün, yatların, kumarhanelerin arasında yapılan yarışın Monako’nun gerçek prensi Ayrton Senna ’dır. Kısa denilebilecek kariyerinde, sadece 3 sezonda en iyi arabaya sahip olmasına rağmen bu yarışı 6 defa kazanarak günümüzdeki hiçbir pilotun hayal edemeyeceği bir başarı elde etmiştir. Pistin karakteristiği ve araçların ayarları F1 Kısa ve/veya geçişe imkân vermeyen pistleri sevmem. Kısa pistlerde araç yoğunluğu fazladır ve çok tur bindirme yaşanır. Bu tur bindirmeler yarışın kalitesine olumsuz etki eder. Ayrıca devamlı pistte bulunan türbülanslı hava yarışın kalitesine olumsuz bir etki yapar. Öte yandan Formula 1’de geçişler bence elzem değildir, ama hiç olmaması da güzel değildir. Monako hem kısa olduğu için hem de geçişe imkân vermediği için sevmemem gereken bir pist. Ama doğrusu ben çok seviyorum. Çünkü Monako benim için sporun neredeyse 100 yıllık geleneğidir, kökenidir, olmazsa olmazıdır. Pistin karakteristiğine girecek olursak, Monako 3.337 metrelik turuyla sezonun en kısa pisti. Aynı zamanda sezonun ortalama hız olarak en yavaş ve genişlik anlamında en dar pisti. Sezonun en yavaş virajı da burada. Sezonun en çok yere basma kuvveti isteyen ve tur içinde en çok vites değiştirilen pisti. Öte yandan motor gücüne en az bağımlı olan ve lastikleri en az zorlayan pisttir. Tam gaz geçilme oranı %50, bir anlamda motorlar hiç zorlanmıyor. Tur içinde 60-65 defa vites değişimi gerekiyor, motorların aksine vites kutusu aşırı ısınıyor ve zorlanıyor. Bu arada düzlük olmaması, hızların düşük olması ve araç yoğunluğu nedeniyle pistte temiz hava akışı olmaması da soğutma konusunda önemli handikaplar oluşturuyor. İşe yaramayan tek bir DRS bölgesi var. Start düzlüğünde DRS olmasına rağmen pistin darlığı nedeniyle geçiş yapmak imkânsız. Öndeki pilot pistte aracını biraz doğru konumlandırdığında ikinci arabanın sığacağı bir genişlik yok. Formula 1 news Undercut’tan ziyade overcut’ın çalıştığı bir pist. En öndeki pilot çoğunlukla yarışın başında tempoyu düşük tutar. Böylece lastiklerin aşınmasının önüne geçer. Arkadaki pilotlar kirli havanın da etkisiyle lastiklerini aşındırdıkça pite girer. Lider pilot, o dönemlerde temposunu ayarlayarak undercut’ın önüne geçer. Yarışın belirleyicisi de genellikle bu dönemler olur. Pilotların yapacağı anlık hataların sonucu çok ağır olur, çoğunlukla araçlar dağılır, güvenlik aracı neredeyse her yarışa çıkar. Monako’da sıralama performansı her şeydir. Sıralamaları alan pilotlar yarışta yarı galip gibi kabul edilebilir. Elbette takım stratejileri, kazalar, yağış gibi beklenmedik olaylar sonucu etkileyebilir. Ama temelde yarışa önde başlayan yarışı kazanır diyebiliriz. Yarışa önde başlamak içinse aracın ve pilotun performansının dışında etkenler de önemlidir. Mesela şans. Monako’da sıralamalar sırasında trafik nedeniyle temiz bir tur yakalamak neredeyse imkansızdır. Trafik çoğunlukla sıralamaların sonucunu belirleyerek sürprize neden olur. Kısaca ayarlara değinecek olursak bu pistte her zaman en üst seviyede yere basma kuvveti istenir. Bütçe sınırı olmadığı dönemlerde sadece bu piste özel kanatlar geliştirilirdi. Şu anda takımlar eskisi kadar rahat değil, o nedenle beklentiyi kısabiliriz. Aynı şekilde araçların dar virajları alabilmeleri için özel direksiyon ayarları yapılır, direksiyonların turları artırılırdı. Takımlar yine o yolu tercih edecektir. Lastikler Pirelli her zaman olduğu gibi en yumuşak hamurlarını Monako’ya getirecek. Burada zemin o kadar pürüzsüz ki bırakın lastikleri aşındırmayı, lastikleri ısıtabilmek bile büyük bir mesele olabiliyor. Geçtiğimiz senelerde sıralamalarda pilotlar ilk denemelerinde lastikleri soğuk olduğu için ideal tur zamanları elde edemedi. Aynı lastikle attıkları 2., 3.turlarda ancak lastiklerini ısıtabildiler. O nedenle de en iyi tur dereceleri ilk turlardan sonra elde edildi. Bu sene de benzer bir beklenti içinde olabiliriz. Lastiklerin aşınmamasının diğer nedenleri de dikey yüklerin (frenleme şiddeti düşük) ve yanal yüklerin (yüksek hızlı viraj neredeyse hiç yok) çok çok az olmasıdır. Lastikler aşınmadığı için de yukarıda bahsettiğim gibi undercut’tan ziyade overcut çalışır. Tek pit bu yarış için standart gibidir. Ancak elbette yağış, kaza, güvenlik aracı veya sanal güvenlik aracı gibi unsurlar pit stratejisini etkileyebilir. Favoriler Bu sezon her yarışın favorisi Red Bull takımıdır. Orta hızlı ve hızlı virajların tamamında ve düzlüklerde ezici üstünlüğe sahipler. Yavaş virajlarda biraz Mercedes, çekiş bölgelerinde de ise Ferrari onlara meydan okuyabiliyor. Genel olarak şehir pistlerinde daha iyi bir görüntü çizen Red Bull pilotu Sergio Perez bu başarısını tekrarlayabilecek mi, göreceğiz. Resimdeki virajı hatırladınız mı? Şimdi orada bir restoran da olsa tanıdık gelmiştir. 1955 Monako GP’si. Önde Fangio, hemen arkasında Sir Stirling Moss. Pist şampiyonlar ligi gibi. İkinci favori Ferrari olabilir. Ferrari geleneksel olarak şehir pistlerinde lastiklerini daha çabuk ısıtıyor. Bu durum bir avantaj olabilir. Tek turda yetenekli olan, aracını sıralamalarda ilk sıraya konumlandıran pilot yarışı yarı yarıya kazandı diye saydığımız için Leclerc’in şansını azımsamıyorum. Leclerc’in tek turda gridin en iyisi olduğunu düşündüğümü pek çok defa belirttim. Eğer Leclerc geçmişte tek turda ortaya koyduğu performansın bir benzerini tekrarlayıp aracını en ön sıraya konumlandırırsa, yarışı kazanabilir. Fakat dikkat: Leclerc ya tam limitte veya limitin üstünde. Limitin üstüne olduğu zamanlarda hata yaparak bariyerleri kucaklayabiliyor. Aston Martin, Ferrari ve Mercedes ile çekişecektir. Aston Martin’in lastiklerini Mercedes’ten çabuk ısıtması sıralamalarda onlar için küçük de olsa bir avantaj sağlar. Alonso araçtan maksimumu almayı başaran bir pilot olduğu için Aston Martin’in rakiplerinin önünde olması beni şaşırtmaz. Alonso’nun da Leclerc gibi ön sıra sürprizi yapma şansı var. Tek turda Leclerc kadar iyi olmayabilir ama aracının lastik ısıtma ve lastik kullanma Ferrari’ye göre daha iyi. Marca Turbo hibrit dönemde Mercedes genellikle en uzun dingil mesafesine sahip araçtı. Uzun dingil mesafesi dar radyüslü virajlarda büyük dezavantaj olduğu için çok dominant oldukları sezonlarda bile Monako GP’sini kazanırken zorlandılar. Bu sezon lider takımların arasında dingil mesafesi en kısa olan araç Mercedes. Yine de bu yarışı kazanma ihtimalleri yok denecek kadar az. Bu hafta sonu büyük bir güncelleme paketi getirecekler. Ama paketi hemen anlamaları ve bu paketten maksimumu almaları çok zor. Bu dört takım dışındaki takımlar hakkında yorum yapmak zor. Çünkü takımların (pit stop, araç kurulumu vs.) ve pilotların haftalık/günlük performansları çok belirleyici oluyor. Alpine’in 5., Alfa Romeo’nun 6., Haas’ın 7., McLaren’ın 8. güç olmasını beklerim. Bir ihtimal getirdiği güncelleme paketini daha iyi anlayan McLaren bir sıra atlayabilir. Williams ve Alpha Tauri’nin son iki sırayı alması sürpriz olmaz. Ancak Monako, Monako’luğunu yapabilir. 1984 ve 1996’da olduğu gibi yağacak yağmur sonucu ortalığın karışması veya 1988’deki gibi anlık hatalar yarışın tüm gidişatını değiştirebilir. O nedenle Monako, her anı keyif vermese de mutlaka diken üstünde sonucun beklendiği bir yarış sunmayı başarıyor.

Punto Formula 1

Kralsız bir toprak

Çok farklı basın toplantılarının gündemimizde olduğu bugünlerde, tenisseverler için merakla beklenen bir başka basın toplantısı vardı. Rafael Nadal, bu hafta Mallorca’daki akademisinde düzenlediği basın toplantısıyla kariyerinin başından beri ilk kez Roland Garros’a katılmayacağını açıkladı. Ve ilk kez veda için ağzından bir tarih çıktı. Nadal’sız bir toprak sezonu Roland Garros Teniste bugüne kadar pek çok şeyin değişimine tanık olmuşuzdur. Eskiden sert zeminde oynanan turnuva toprak turnuvası olur, pandemi çıkar turnuvanın takvimi değişir, değişiklik olsun denir toprağın rengi değişir,... Lakin bugüne kadar görmediğimiz, deneyimlemediğimiz bir şey var: Rafael Nadal’sız bir toprak sezonu. Sezon boyunca “ya bir şey eksik, olmuyor” dedik. Bunun farklı sebepleri de vardı elbet ama Rafael Nadal’ın eksikliği fazlasıyla hissedildi. Bu ikiliden haberdar olmayanlar için şöyle açıklayayım, toprak sezonunun önemli turnuvalarından Barcelona’da, merkez kortun ismi Pista Rafa Nadal. Roland Garros’ta bu adamın heykeli var! Rakipleri onun adının olduğu kortta oynuyor, maça çıkmadan onun heykelinin önünden geçiyor. Aktif bir oyuncu için bunlar çok uç noktalar ancak Rafael Nadal’ın topraktaki tartışmasız üstünlüğü, işi bu noktalara getirmiş durumda. İstikrar 37 yaşını doldurmasına günler kalan bir oyuncu için, sakatlıktan kolay dönememek oldukça normal kabul edilebilir. Ancak bahsettiğimiz kişi bunu defalarca yapabilen, üstelik her seferinde daha da fazlasıyla dönen biri olunca, kabullenmek zorlaşıyor. Zira geçirdiği sayısız sakatlığa ve kaçırdığı turnuvalara rağmen oldukça istikrarlı bir kariyere sahip. Geçtiğimiz Mart ayının sonlarında Nadal için sıralama anlamında bir devrin sonuna şahit olmuştuk. 25 Nisan 2005’te ATP sırlamasında ilk 10’a giren Rafael Nadal, 596 haftasını ilk ikide geçirdiği kesintisiz 912 haftanın ardından, 20 Mart 2023’te ilk 10’un dışına çıktı. “Hola a Todos” Toprak sezonunda ha döndü, ha dönecek derken, Rafael Nadal’ın turnuvalardan birer birer çekilmesine şahit olduk. “Hola a todos” ile başlayan her tweeti, artık devamını okumamıza gerek kalmadan, SMS ile terk edilmişiz hissi yaratıyordu. Tamam, kabul edilebilirdi, hedefte Roland Garros vardı ve riske atmak istemiyodu. Antrenmanlarından sızan görüntüler pek iç açıcı değildi ama o görüntülerin sonrasında antrenmana devam ettiği söyleniyordu. Aslında görmek isteyene işaretler vardı ama itiraf edelim, görmek istemedik. Kara haber tez duyulur Telegraph 18 Mayıs’ta Türkiye saatiyle 17.00’de Rafael Nadal’ın Rafa Nadal Academy’de bir basın toplantısı yapacağı duyurulduğunda, bir kısmımız için hayat bir süreliğine durdu. Relevo isimli internet sitesinde Rafael Nadal’ın Roland Garros’tan çekileceği iddia edilmişti. Zaten basın toplantısıyla iyi bir haber de verilmezdi. Bir anda “belki de emekli olacak” sesleri duyulmaya başlandı. “Ailesi de basın toplantısına katılıyormuş”! Zaten basın toplantısının duyurusu “Roland Garros’ta oynayıp oynamayacağı ve bunun nedenleri ” şeklinde yapılmıştı. Oynamasının bir nedeni olmayacağına göre, aslında oynamayacağının açıklanacağı barizdi. Ama hakikaten bir “hola a todos” daha duymaya yerimiz kalmamıştı! “Herkese merhaba” anlamına gelen bu söz öbeği, bizim için “ bu sefer de yokum” demekti. Devam edebilmek için durmak Ve basın toplantısı zamanı geldi. Rafa Nadal Academy’de, sahnede tek bir sandalye duruyordu. Rafael Nadal normal bir şekilde yürüyerek geldi, yüksekçe olan sandalyeye normal bir şekilde oturdu. Hatta yerdeki şişeye eğildi. Bundan çok daha hareketsiz, koltuk değnekleriyle, ayakkabısını giyemediği şekilde verdiği röportajları olmuştu. İşte o umut hala orada duruyordu. Basın toplantısı tabii ki İspanyolca olarak başladı ve Rafa, daha ilk cümlesinden Avustralya Açık’ta yaşadığı psoas sakatlığının beklenildiği gibi iyileşmediğinden, tenis anlamında üst seviyede olsa da fiziksel olarak iyi olmadığından bahsetmeye başladı. Antrenmanlar yapmıştı ancak istediği seviyede değildi ve kariyerini istediği gibi tamamlamak istiyorsa, şu anda biraz durmalıydı. “İyiyim ama üzgünüm. Tenis açısından hala yüksek bir seviyedeyim ama fiziksel olarak değilim. Bunu kabullenmeli ve önüme bakmalıyım. Mantıksız biri değilim ama negatif biri de değilim. Gelecek yıl rekabetçi olmaya, şampiyonluklar için savaşmaya çalışacağım.” Takvimleri geri saralım hola Bu sözleri dinlerken aklıma bundan tam 5 ay öncesi, 18 Ocak 2023 Avustralya Açık Mackenzie McDonald maçı geliyor. Rafa kasığına yakın bir bölgeyi tutarak yere eğiliyor, o sırada kamera box’ına dönüyor. Carlos Moya’nın yüzü endişe içinde, Nadal’ın eşi Mery ağlıyor... Ve Rafael Nadal maça devam ediyor. Maçtan sonra basın toplantısında “son şampiyon olarak buradayım, çekilerek bırakamazdım” diyor ancak o günden sonra korta çıkamıyor. Ve sonra biraz daha geriye sarıyorum. Tarih 6 Temmuz 2022, bu sefer Wimbledon’dayız. Çeyrek finalde Taylor Fritz’le oynuyor. Karnını tutuyor. Kamera yine box’ına dönüyor. Kardeşi eliyle “bitir” işareti yaparken, baba Sebastian Nadal artık sinirlenmiş durumda. Ve Rafael Nadal maça devam ediyor... Üstelik bırakmak istemediği için box’ıyla göz göze gelmemeye çalışarak 5 sette kazanıyor maçı, ancak yarı final maçına çıkamıyor. Bir önceki Slam’e gelelim. İğnelerle ve ışınlarla ayağındaki sinirleri uyutarak Roland Garros’u kazanıyor. Sonraki gün verdiği röportajlarında ağrı kesiciyi bıraktığı için ayakkabısını bile giyemeyecek durumda. Biraz daha geri saralım, 21 Mart 2022, bu sefer Indian Wells’te finalde Fritz’e karşı oynuyor. Kaburgasında yaşadığı ve sonradan stres kırığı olduğu ortaya çıkan sakatlıkla tamamladığı Alcaraz maçının ardından, tüm “maça çıkmayabilir” söylentilerine inat final maçına çıkıyor... İstediği şekilde bitirmek Bu geri dönüşleri kariyerinin başına kadar sürekli olarak yapabiliriz, ancak farkettiyseniz henüz anca 1 yıl 2 ay geriye gelebildim. Tüm bunları hatırlamama sebep olan sözü “bunu kabullenmeliyim ve önüme bakmalıyım” dı. Çünkü bu sefer farklı olan buydu. Bugüne kadar Nadal, belki biraz da yanlış bir şekilde, kendine durma ve dinlenme imkanı vermedi. Şu 1 paragrafı yazarken ben bile yoruldum, ki farkındaysanız dördü de birbirinden beter 4 farklı sakatlıktan bahsettim. Ve bunlara rağmen asla vazgeçmeyen bir Rafael Nadal’dan. Ancak 37 yaşına günler kala, bir farkındalığa vardığını görüyoruz. “Böyle bir sonu hak ettiğimi düşünmüyorum. Kariyerim boyunca, her şeyi bir basın toplantısında sonlandırmayacak kadar çok çalıştım.” Beklenmedik yerden geldi New York Times Sanırım hepimiz, kariyerinin başından itibaren, Nadal için sonu getirecek olan sakatlığın ayağındaki kronik sakatlık olacağını düşünmüşüzdür. Geçen sene Roland Garros’u mucize tedavilerle kazandığında, yolun sonunun bu sakatlıktan geleceğine neredeyse emin olmuştum. Ne var ki, şu anda bu konuşmaları yapmamızın sebebi, daha önce hiç yaşamadığı, bambaşka bir sakatlık. Ancak takvimleri sardığımızda hepsinin nasıl üst üste geldiğini ve vücudunun artık bırakmaya hazırlandığını görebiliyoruz. “2020’deki pandemi arasından beri eskisi kadar iyi hissetmiyorum” sözlerini kullandı basın toplantısında. O “iyi hissetmiyorum” dediği dönemde koltuk değneklerinden çıkıp Avustralya Açık’ı, ayağını uyutup Roland Garros’u kazanması buna inanmayı zorlaştırsa da, dönüp baktığımızda vücuduyla sürekli mücadelesini ve her seferinde geri dönüş için çabalamasını görmek mümkün. Bize sadece bu büyük mücadelesi ve asla pes etmeyen karakterine bir kez daha hayran olmak ve onun tam da istediği gibi veda edebilmesini dilemek düşüyor. Olası veda yolu Roland Garros Peki Rafael Nadal için bundan sonrası nasıl olacak? Onu ne zaman tekrar kortta göreceğiz? Bu soruya henüz kendisi de cevap veremiyor ama şu an için hedefini kasım ayının sonunda düzenlenecek Davis Cup finalleri olarak koydu. Bunun yanında, 2024’ün muhtemelen son sezonu olacağını söyleyerek, kendisi için öneme sahip turnuvalara katılarak veda etmek istediğini belirtti. Eğer sezonun başında iyi durumda olursa, Avustralya Açık, Indian Wells, Monte-Carlo, Barselona, Madrid, Roma ve Roland Garros şeklinde bir takvim izleyip, finali yine Roland Garros tesislerinde oynanacak Paris Olimpiyatları’nda yapabilir. Olimpiyatın da olduğu bir sene Wimbledon ve Amerika Açık’ı zorlaması biraz zor görünse de, bir veda turu için 4 Slam’e birden uğraması olası. Bundan sonra hiçbir kupa kaldırmaması büyüklüğünden hiçbir şey kaybettirmeyecek de olsa, şu Roland Garros şampiyonluğu sayısını 15’e yuvarlamak fena olmaz, ne dersiniz?

Punto Tenis

Roma Açık: Toprağın ateşi nerede?

Toprak sezonunun Slam öncesi son büyük sahnesi olan Roma’ya geldiğimizde, elimizde Roland Garros ile ilgili elle tutulur gözlemler olurdu. Bu seneyse sakatlıklar ve arka arkaya ikişer hafta üzerinden oynamanın getirdiği yorgunluğun da etkisiyle Madrid ve Roma, bize bu konuda eskisi kadar tüyo vermiyor. Bu belirsizlikte ortaya çıkan yeni hikayelerse umut verici. “Gerçek tenis toprakta oynanır ” BNL d'Italia Andrey Rublev’in zaman zaman dile getirdiği, farklı kişilerden de duyabileceğimiz bir düşünce vardır: Gerçek tenis toprakta oynanır. Toprak tenisi fiziksel efor, hareket kabiliyeti ve oyun çeşitliliği getiren yapısıyla, uzun süren rallileriyle oldukça alevli geçer. Üst düzey isimlerden bazılarının zorlanması, sezonun genelinde önde olmayan isimlerin toprakta kendini göstermesi gibi faktörler toprağı her zaman heyecanlı kılar. Korttaki oyun kadar İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerdeki tribünler de alevlidir, hele de kendi ülkelerinden bir oyuncu oynuyorsa! Roland Garros yaklaşmaya başladıkça tenise olan ilgi de artışa geçer, genelde canlanmayı tam da bu dönemde görürüz. Mayıs ayının sonlarında futbol liglerinin bitiyor olmasının da bunda katkısı olabilir. Ayrıca maç saatlerinin bizim saat dilimimize yakın olması da büyük bir faktör. Ancak bu sene, durum biraz farklı gibi. Tabii ki yoğun ülke gündemimizde sıranın spora gelmesi zorlaşıyor ama bence özellikle erkekler tarafında Masters, 500 ve 250’lik turnuvaların yayın haklarının farklı kanallara dağılmış olmasının da payı var. Bunun yanında, bizi aşan en büyük faktör ise, Toprağın Kralı Rafael Nadal’ın henüz sakatlıktan kurtulup toprak sezonunu açamamış olması. Toprağın son Masters turnuvası da geride kalırken, Nadal’ın Roland Garros’ta oynayıp oynamayacağı hala belirsizliğini koruyor. Bir başka soruysa, herhangi bir toprak turnuvası oynamadan Roland Garros’a giderse ne yapacağı. Roland Garros favori öngörüleri ATP Genelde takvimde Roma’ya gelindiğinde, Roland Garros için favoriler de ortaya çıkmaya başlardı ancak bu sene kadınlarda da, erkeklerde de belirsizlikler oldukça fazla. Öncelikle ilk defa bu sezon, Madrid ve Roma arka arkaya ikişer hafta olarak oynanıyor. Zaten oldukça sıkışık olan ve üst üste büyük turnuvaların oynandığı toprak takviminde bunun iyi bir karar olup olmadığı tartışılan bir konu. Üstelik, hem Madrid’de hem de Roma’da yağmurun ve pek iyi olmayan planlamanın da etkisiyle günler de oldukça geç bitti. Bu haliyle bu turnuvaları 2 hafta oynatmanın ne oyuncular ne de seyirciler için artı bir yanını görebildik. Madrid şampiyonları Carlos Alcaraz ve Aryna Sabalenka Roma’da beklenenden erken elendiler. Bir diğer faktör ise sakatlıklar. Rafael Nadal bu sezon henüz toprak korta çıkamadı ve durumu hala belirsizliğini koruyor. Zaman zaman antrenmanlarından önümüze düşen videolar pek iç açıcı olmasa da, söz konusu toprak kort ve Nadal olduğunda umutsuzluğa asla yer olmadığını defalarca deneyimleyerek öğrendik. Nadal’ın yokluğunda Roland Garros’un favorisi çoğu zaman Novak Djokovic olur. Ancak Monte Carlo’da Musetti’ye yenilen, Banja Luka’da dirseklikle çıkardığı 2 maçın ardından Madrid’den çekilip Roma’da yine dirseklikle gördüğümüz Djokovic’in 1 aydır yaşadığı bu problemin boyutu ve etkisi hakkında çok fazla detaya hakim değiliz, ama kendisi Roma’da yoluna devam ediyor. 22’şer Slam sahibi iki oyuncunun aksine 20 yaşına yeni basan Carlos Alcaraz ise sakatlıktan oldukça iyi dönmüş durumda ve Roma’dan erken elense de, mevcut durumda Roland Garros’un en büyük favorisi gibi görünüyor. BNL d'Italia Kadınlardaysa son zamanlarda gelişmekte olan Swiatek-Sabalenka-Rybakina rekabeti toprakta da yüzümüzü güldürüyor. Aryna Sabalenka Stuttgart’ta finalde kaybettiği Swiatek’i Madrid’de yenerek şampiyon oldu. Rybakina ise Swiatek’in Roma’da çeyrek finaldeki olası rakibi. Iga Swiatek’i direkt favori olarak gördüğümüz 3 yılın ardından, Roland Garros’a girerken de devam eden bir üçlü rekabet görmek oldukça heyecan verici. Toprakta Swiatek ve Sabalenka bir adım önde de olsa, bu üçlünün her eşleşmesinin vaadi konusunda artık oldukça fikrimiz var. Bu keyifli rekabete henüz toprak sezonu başlamadan yayınladığımız “Y eni Nesil Rekabet” yazımızda da değinmiştik, belli ki o yazdıklarımıza eklemeler yapacak bu üçlü. Olmaz denilen maçları kazananlar Reuters Madrid’de şampiyon olan Carlos Alcaraz ve Aryna Sabalenka’nın Roma’da daha yorgun olacağı ve sonuna kadar gitmeyecekleri beklenmedik bir senaryo değildi. Ancak ikisinin de yenildiği isimler ve maçlara baktığımızda, bu sezon akılda kalacak mücadeleler olduğunu söyleyebiliriz. Stuttgart’ın ardından 2 hafta süren Madrid’de de final oynayan ve 2 hafta önce yenildiği Iga Swiatek’ten daha büyük sahnede rövanşı alan Aryna Sabalenka, mevcut form durumlarını düşündüğümüzde Roma’daki ilk maçında Sofia Kenin’e karşı favori konumundaydı. 2022’yi 235. sırada kapatan Kenin, 2023 sezonunda bir çıkış yakalayıp heyecan yarattığı maçlar oynasa da, eski performansından oldukça uzak bir isimdi. Ancak dünya 2 numarası Sabalenka’ya karşı ortaya koyduğu oyun bir an için de olsa aklımızdan bu detayları silmiş olabilir. Bir anda kortta iki Avustralya Açık şampiyonunu, dünya sıralamasında ilk 5’te yer almış iki oyuncuyu izlediğimizi hatırlatan bir performans sergileyen Sofia Kenin, Sabalenka gibi kendisine fiziksel üstünlük kurabilecek bir rakibe karşı oyun planında geri adım atmadı. Yorgun olan Sabalenka’yı bulduğu açılarla kortta hareket etmek durumunda bıraktı ve tie-break’le geçen ilk setin ardından daha rahat bir 2. sette maçı kapadı. Reuters Sabalenka’nın yorgunluğunu hissetiğimiz bir alan da servis performansıydı. Çift hata sarmalına düşmese de, özellikle 2. servislerinden yalnızca 8 puan bulabildi. Maç sonrasında Sabalenka’nın attığı “Yorgunum. Kesinlikle yeniden şarj olmaya ihtiyacım var” tweeti bu sonuca dair bize bir şeyler söylese de, maçın sonucunu yalnızca buna bağlamak haksızlık olur. Sofia Kenin’in 2020’de Avustralya Açık şampiyonluğu ve Roland Garros finali görerek zirvesine çıktığı kariyerinde ilk 300’ün dışında kalmasının ardından yeniden toparlanışa geçmesi ve puanlama açısından kendisi için büyük öneme sahip bir maçı dünya 2 numarasına karşı kazanması, üstelik bunu yaparken bize kendini hatırlatması oldukça olumlu. Ve gelelim sezonun akılda kalacak maçlarından birine! Bazen karşınızda kimseye yenilmeyecek gibi görünen bir rakibiniz olur. Formdadır, tüm gözler onun üzerindedir, sakatlanmış ama geri gelmiştir ve yine aynı yenilmezlik seviyesindedir. Herkes onu sadece bu turnuvanın değil, sonraki büyük turnuvanın da favorisi olarak görür. Aslında sizin maçınız onu ileri turlara taşıyacak bir detaydır insanların gözünde. İlk kez bu kadar büyük bir sahneye adım atarsınız. Bu bir dezavantaj gibi görünebilir ama aslında kaybedecek bir şeyiniz de yoktur. Kazanmak ise herhangi bir galibiyetten çok daha fazlasıdır. Elemelerden gelerek ilk kez bir Masters turnuvasında ana tablo maçı oynayan Fabian Marozsan, önümüzdeki hafta 1 numaraya dönmesi kesinleşen Carlos Alcaraz’ı 3. turda 6-3 7-6(4) ile mağlup etti. Üstelik eşitlikle sonuçlanan 2. setin tie-break’inde, 1-4 geriye düştüğü yerden dönerek! BNL d'Italia Maç sonrasında yaptığı basın toplantısında Alcaraz, “Fiziksel olarak bir sorun hissetmedim. Sadece kortta fazlasıyla agresifti ve beni rahatsız etti. Rallilerin içinde kalmak benim için zordu. Normalde yapmadığım pek çok hata yaptım. İkinci sette yakındım ama şanslarımı kullanamadım, o ise hep aynı seviyedeydi, kazanmayı hak etti” cümlelerini kullandı. Fabian Marozsan’ın galibiyetinin güzel tarafı yalnızca Alcaraz’ı yenmesi değil, Alcaraz’ı kendi güçlü silahı olan dropshot’larda üstünlük kurarak yenmesiydi! Antalya Challenger’da şampiyonluk yaşayan 23 yaşındaki Marozsan’ın oyunu oldukça keyifli ve ilk 100’e bir galibiyet uzaklıkta. Hayalinde idolü Rafael Nadal ile karşılaşmak olan Marozsan’ın basın toplantısının ilk cümlesi, artık yeni bir seviyeye adım attığının göstergesi gibiydi: “En baştan başlayalım. Merhaba, ben Fabian Marozsan”.

Punto Tenis

E-POSTA BÜLTENLERI

Premier League’den gündem maddeleri, özgün değerlendirmeler, saha çizgisinin içinden ve dışından önemli hikâyeler.

Punto

Punto, gazetecilikten beslenirken, spor kültürünü şekillendiren olayları neden ve sonuçlarıyla geniş perspektiften ele alır. Formula 1, tenis ve basketbol başta olmak üzere tüm atletik branşların etrafında gelişen hikâyeler, gelen kutunda.

Punto Dosya

Sporun müzik, eğlence, sanat ve popüler kültür arasındaki kesişimini inceleyen özel, multidisipliner dosyalar, keyifli ve bilgilendirici hikâyeler.

Punto Tenis

Tenis gündeminden gelişmelerin analizleri, takvimdeki turnuvaların takibi, Grand Slam öncesi ve sonrası incelemeler, kortun içinden ve dışından hikâyeler.

Liglerden haberler, derinlemesine analizler ve potanın arkasındaki hikâyeler.

Yarış öncesi ve sonrası değerlendirme yazılarıyla Formula 1 gündemi, araç incelemeleri ve pit stop’ta olan bitenler.