WWDC 2023: Apple, yeni bir "iPhone anı" yaşayabildi mi?

Apple'ın her yıl gerçekleştirdiği WWDC etkinliği 5 Haziran Pazartesi günü başladı. 9 Haziran'a kadar sürecek olan etkinliğin ilk gününe, Apple'ın uzun bir süredir merakla beklenen karma gerçeklik gözlüğü Vision Pro damgasını vurdu. Vision Pro Apple, uzun bir süredir üzerinde çalıştığı Vision Pro ile son zamanların en popüler teknolojilerinden olan, sanal gerçeklik (VR) ve artırılmış gerçekliğin (AR) karışımı diyebileceğimiz karma gerçeklik (XR) alanına adım atarak bu alanda hâlihazırda aktif bir şekilde ürün üreten Meta ve Microsoft gibi şirketlerin arasına dahil olmuş bulunuyor. Vision Pro, Apple'ın iPhone'dan bu yana attığı en büyük adım olarak değerlendiriliyor. Özellikler: Diğer XR cihazlarının aksine, cihazı takarken dahi dışarıyı görmenize olanak tanıyan Vision Pro'nun iç kısmı tamamen kumaştan oluşuyor. Bu da cihazı takan kullanıcıların daha konforlu bir deneyim elde etmesini sağlıyor. Uzun süreli kullanım odaklı tasarlandığı belirtilen cihaz, sesli komut veya el hareketleri ile kontrol edilebiliyor. Cihazın üzerindeki kamera ile görüntü almak mümkünken, Vision Pro, Apple Watch'lardan da tanıdık gelebilecek bir şekilde tek bir buton üzerinden çok yönlü kontrol imkanı tanıyor. Buna ek olarak Vision Pro; iPhone, iPad ve MacBook olmak üzere tüm Apple ekosistemine de bağlanabiliyor. Kızılötesi kameralar ve LED aydınlatıcılara ek olarak Vision Pro'da iPhone Pro'larda da bulunan LiDAR sensör ve yüz tanıma için kullanılan TruDepth bulunuyor. Bununla birlikte, Apple ve Disney+ arasındaki anlaşma kapsamında Disney+, Vision Pro'ya özel içerikler sunacak. Yeni nesil MacBook cihazlarda da kullanılan M2 işlemci tarafından desteklenen Vision Pro, buna ek olarak bir de artırılmış gerçeklik odaklı özel bir işlemci olan R1'i bulunduracak. Bununla birlikte, Vision Pro'nun VisionOS isimli bir işletim sistemi ile çalışacağını ve bunun da dünyanın ilk artırılmış gerçeklik odaklı işletim sistemi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Fiyatına gelecek olursak; Türkiye fiyatı henüz belli olmamakla birlikte cihaz, ABD'de 3 bin 499 dolarlık bir fiyat etiketiyle satışa sunulacak. Vision Pro'nun ABD'de piyasaya çıkış tarihi olaraksa Apple, 2024'ün ilk aylarına işaret ediyor. İlk tepkiler Vision Pro'yu ilk deneyenlerden biri olan BBC'den Zoe Kleinman , cihaza dair dikkat çeken ilk şeyin, benzer cihazlara kıyasla rahatlığı olduğunu belirtiyor. Kleinman, mevcut cihazların aksine bataryanın cihazın üstünde değil de ayrı bir şekilde olmasının kafadaki ağırlığı azalttığını ve bunun da cihazın sağladığı rahatlığa büyük katkı sağladığını ifade ediyor. Bununla birlikte, cihazdaki kameralar ile çekilen ve bir çocuğun pasta üzerindeki mumları üflediği 3D bir videodan da oldukça etkilendiğini, çocuğun nefesini neredeyse hissedebileceğini hissettiğini kaydeden Kleinman, dijital klavyede bir mesaja cevap vermeye çalıştığında epey bir zorlandığını, cihazla ilgili her olumsuz bir yorumda bulunduğunda ise "Unutma, bu bitmiş bir ürün değil!" cevabını aldığını da sözlerine ekliyor. Vision Pro'yu deneme şansına erişen bir diğer isim olan Wall Street Journal'dan Joanna Stern ise astronomik fiyatını bir kenara bırakacak olduğumuzda dahi cihazın herkese uygun olmadığına; hatta çoğu insana uygun olmadığına dikkat çekiyor. 30 dakikalık deneme süresi boyunca cihazın yüzünde ağırlık yaptığını ve biraz da midesini bulandırdığını belirten Stern, Apple'ın, cihaz önümüzdeki yıl piyasaya sürüldüğünde bu problemlerin düzeleceğini söylediğini de sözlerine ekliyor. Vision Pro'nun Meta tarafından geliştirilen Quest Pro veya Quest 2'den çok daha rahat olduğunu ifade eden Stern, yine de bu durumun, yüzünüzde çok fazla teknoloji olduğu gerçeğini değiştirmediğini belirtiyor. İlk 15 dakikadan sonra burnunda ve alnında ağırlık hissetmeye başladığını; ancak Apple'ın bu durumun cihazın yüzüne çok oturmamasından kaynaklandığını söylediğini aktaran Stern, buna ek olarak ön ekranın etrafındaki kenara dokunduğunda da sıcaklık hissettiğini kaydediyor. Vision Pro'nun gerçek dünya ile dijital dünya arasında geçişi kolaylaştırması açısından da denediği diğer cihazlardan farklı olduğunu ifade eden Stern, yine de mide bulantısından kaçamadığını belirtiyor. VR, AR ve XR cihazlarının uzun süreli kullanımlarda mide bulantısı ve baş ağrısı gibi rahatsızlıklara yol açtığı biliniyor. Öte yandan, Guardian'dan Alex Hern , Vision Pro'nun oldukça etkili bir ürün olduğunu kabul etmekle birlikte Apple'ın, insanlara Vision Pro'yu istemeleri için geçerli bir bir neden vermekte son derece yetersiz kaldığını ifade ediyor. Şirketin lansman esnasında Vision Pro'nun 3 bin 499 dolarlık fiyatını bir evi büyük bir TV, surround ses sistemi, güçlü bir bilgisayar ve son teknoloji oyun konsoluyla donatmanın maliyetiyle karşılaştırması ve Vision Pro'nun bir gün tüm bu cihazların yerini alabileceğini belirtmesi üzerinde duran Hern, bu yaklaşımın Steve Jobs'un iPhone'u tanıtırken yaptığı konuşma ile çizdiği paralelliğe dikkat çekiyor. Jobs, iPhone'u tanıtırken bu yeni cihazı "dokunmatik kontrollere sahip geniş ekranlı bir iPod, devrim niteliğinde bir cep telefonu ve çığır açan bir İnternet iletişim cihazı" olarak tanımlamıştı. Bu üç cihazın tek bir cihazda toplanması fikrinin oldukça cazip olduğunu belirten Hern, aynı durumun TV, dizüstü bilgisayar ve ses sistemini tek bir cihazda birleştiren Vision Pro için pek de geçerli olmadığını ifade ediyor. Gelgelelim, Hern, Vision Pro'nun gelecekten günümüze tersine mühendislikle getirilmiş gibi hissettirdiğini de sözlerine ekliyor. Hern, teknolojinin minyatürleştirildiği ve ticarileştirildiği on yıl içinde, herkesin günün büyük bir bölümünde göze batmayan "akıllı gözlükler" taktığı, telefon ve dizüstü bilgisayar gibi diğer cihazları gereksiz gördüğü bir dünya hayal etmenin mümkün olduğunu belirtiyor ki o noktaya ulaşmak için de sonuç olarak bir yerden başlamamız gerekiyor. Şu an için gelen sınırlı yorumlara bakacak olursak Apple, tüketici elektroniği alanındaki hakimiyetini Vision Pro ile de sürdürmeye devam edecekmiş gibi duruyor. Ancak bu, AR/VR ve XR teknolojilerinin henüz yolun çok başında olduğu ve günlük kullanımdan oldukça uzak olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Bu cihazların günlük olarak kullanıldığı, tıpkı akıllı cep telefonları gibi herkesin elinde (daha doğrusu gözünde) olduğu bir geleceğin gerçeğe dönüşmesi için de cihazların iyileştirilmesini ve mevcut sorunların ortadan kaldırılmasını sağlayacak teknolojik gelişmelerin yanı sıra, geçerli bir kullanım alanı yaratmak gerekiyor. Peki ya başka? Vision Pro'ya ek olarak WWDC 2023'te tanıtılanlar arasında iOS 17, iPad OS 17, watchOS 10, macOS 14 ve tvOS 17'nin yanı sıra Apple'ın şu an en pahalı ürünü olan Mac Pro, Apple'ın sözleriyle “Kişisel bir bilgisayar için bugüne kadar tanıtılmış en iyi işlemci” olarak tanıtılan M2 Ultra ve yeni 15 inç MacBook Air yer alıyor. M2 Ultra MacBook cihazlarında Intel'in işlemcilerini kullanmayı bıraktıktan sonra kendi işlemcilerini üretmeye başlayan Apple, M1 ve M2, M2 Pro ve M2 Max'in ardından dün, M serisinin en yeni üyesi M2 Ultra'yı tanıttı. M1'e kıyasla %20 daha hızlı işlem gücü ve %30 daha hızlı görsel işleme imkanı sunan işlemcide 134 milyar transistör bulunuyor. Bununla birlikte, işlemcinin %40 daha hızlı sinir motoruna sahip olacağı ifade ediliyor. Bunlara ek olarak, 32 adet Neural Engine çekirdeğine ev sahipliği yapan ve böylece birleşik bellek kapasitesinin 192 GB'a yükselten M2 Ultra'da, Mac Studio'da 8K video çıkışı alabilmenizi mümkün kılan en güncel HDMI güncellemesi de bulunuyor. Ayrıca, M2 Ultra, 800 GB/s hafıza bant genişliği de sunuyor. Mac Pro Apple'ın şimdiye kadarki en pahalı ürünü olan Mac Pro, tasarım alanında bizlere çok da bir yenilik sunmuyor; ancak cihazın içine bakacak olduğumuzda bizi oldukça iddialı bir donanım karşılıyor. Brittany Hosea-Small/AFP/Bloomberg 24 işlemci çekirdeği ve 76 GPU çekirdeği ile M2 Ultra tarafından desteklenen iki cihazdan biri olan Mac Pro'nun, Intel tarafından geliştirilen işlemci tarafından desteklenen bir önceki Mac Pro'ya kıyasla 3 kat daha fazla performans sunuyor. Dahası, Mac Pro; Bluetooth 5.3, Wi-Fi 6E, 40 GB çift Ethernet girişi, 2 HDMI girişi ile birlikte toplamda 8 Thunderbolt 4 girişi bulunduruyor ve tek seferde 6 farklı Pro Display XDR monitöre bağlanabiliyor. Etkinlikte tanıtıldıktan sonra satışa sunulan Mac Pro'nun ABD için başlangıç fiyatı 6 bin 999 dolar. Öte yandan, Apple'ın etkinliği takiben Türkiye'de Mac Pro satışlarını durdurduğunu, yani cihazın ülkemize gelmeyeceğini de belirtmemiz gerekiyor. iOS 17 Yeni işletim sistemi iOS 17 ile iPhone cihazlara pek çok yeni özellik geldi. Bu özellikler ise şu şekilde: Bu özellik sayesinde rehberde yer alan kişiler için özelleştirilmiş fotoğraflar eklemek mümkün hâle geliyor. Buna ek olarak, bu güncellemeyle artık yazılar da zevkinize göre değiştirilebiliyor. Bununla birlikte, sesli mesajlarda söylenenleri de yazıya dökmek de iOS 17 ile mümkün olacak. Güncellemeyle gelen özelliklerden biri de FaceTime özelinde karşımıza çıkıyor. Buna göre, FaceTime ile arama gerçekleştiren kişiler, aradıkları kişiye ulaşamamaları hâlinde videolu mesajlar bırakabilecek. Öte yandan, görmediğiniz mesajlara tek bir dokunuşla ulaşabileceğiniz gibi, artık mesajlaşma anında konumunuzu çevrimiçi bir şekilde paylaşabileceksiniz ve "Check-in" özelliği sayesinde tanıdıklarınız da sizin konumunuza dair bildirim alabilecek. NameDrop isimli yeni özellikle, telefonlarını yan yana tutmanız hâlinde AirDrop aracılığıyla cihazlar arasında kişi paylaşımı yapabileceksiniz. Ayrıca, mesajlarda kamera bölümümün yerini alacak artı simgesiyle, hem live hem de normal fotoğrafları sticker hâline getirebileceksiniz. iOS 17 ile iPhone cihazlara gelen bir diğer yenilik ise "Günlük" uygulaması oldu. Günlük uygulamasına konum, fotoğraf ve kişiler gibi birçok şeyi ekleyebilecek olan kullanıcılar, böylelikle bir günlerine ait bir nevi günlük tutabilecek. Apple'ın "Hey Siri" komutunu değiştireceğine ilişkin söylentiler bir süredir etrafta dolaşıyordu; iOS 17 ileyse bu söylenti gerçeğe dönüşmüş oldu. Buna göre, Apple, komuttaki "Hey" ifadesini kaldırarak yalnızca "Siri" komutuyla Siri'yi etkinleştirmeyi mümkün hâle getirdi. Bununla birlikte; iPhone 5, iPhone 5S, iPhone 6, iPhone 6 Plus, iPhone 7, iPhone 7 Plus, iPhone 8, iPhone 8 Plus ve iPhone X'in iOs 17 desteği almayacağı bildirildi. iPadOS 17, watchOS 10, macOS 14 ve tvOS 17 macOS 14: Apple bilgisayarların işletim sistemi macOS'un "Sonoma" isimli yeni sürümü ile Apple, özellikle de oyun alanında birçok yenilik getirdi. Apple bilgisayarlara "Game mode" isimli bir özellik getiren Sonoma ile MacBook'larda ses gecikmesi azalacak ve XBox ile PlayStation kontrolcülerindeki Bluetooth örnekleme de hızlanacak. Dahası, etkinlikte sahne alan ünlü oyun tasarımcısı Hideo Kojima tarafından duyurulduğu üzere, Death Stranding Director’s Cut’ın MacBook'lara gelecek. Presenter Overlay özelliği ile birlikte sunum yapan kişiler, ekran paylaşımlarını kendi görüntülerinin arkasına alabilecek ve kamera görüntüsüne mimikler ve el hareketleri ile aktive edilebilen AR efektler ekleyebilecek. macOS 14 ile birlikte MacBook'lardaki Safari tarayıcısı da değişecek ve kullanıcıların artık Safari'de profil oluşturabilecek. Son olarak, Sonoma ile kullanıcıların, ana ekranlarına birçok araç takımı eklemesi mümkün olacak ve araç takımlarına, cihaz ile aynı ağa bağlı iPhone üzerinden de erişilebilecek. iPadOS: Yeni güncelleme sonrası iPhone'dan tanıdığımız "Sağlık" uygulaması iPad cihazlara da gelecek. Kişiselleştirilebilir kilit ekranı özelliğini iPad'lere getiren iPadOS 17 ile ayrıca PDF dosyalarından alıntılar yapmak, AirPlay ile televizyon ile iPad arasında dosya tranferi gerçekleştirmek ve Haritalar uygulamasını çevrimiçi değilken dahi kullanabilmek mümkün olacak. WatchOS 10: Apple Watch'ların en güncel işletim sistemi olan watchOS 10 ile akıllı saatler yeni araç takımlarına sahip olacak. Gün boyunca kullanıcılarına anlık veriler sunacak olan Apple Watch'larda takvim bilgilerinden hatırlatıcılara kadar pek çok bilgi yer alacak. tvOS 17: Bu güncelleme ile Apple TV'lerde FaceTime yapmak artık mümkün olacak; ancak çağrılar iPhone ya da iPad üzerinden başlatılması gerekecek. Bununla birlikte, tvOS 17 ile Dolby Vision 8.1 desteği, üçüncü taraf VPN desteği ve Diyaloğu Geliştir seçeneği de Apple TV'lere gelecek. 15 inç MacBook Pro 11,5 milimetre kalınlığa, 1.49 kilogram ağırlığa ve 15,3 inçlik bir ekrana sahip olan yeni MacBook Air, üyesi olduğu ailenin diğer üyelerinde de olduğu gibi ikinci nesil M2 yonga seti tarafından destekleniyor. Buna ek olarak 18 saatlik batarya kullanım süresine sahip olan cihaz 24 GB'a kadar RAM desteği ile 2 TB'a kadar depolama imkanı tanıyor. Cihazın fiyatı ise ABD için 1.199 dolar şeklinde. Piyasa tepkisi Etkinlik öncesinde dün Apple hisseleri tüm zamanların en yüksek seviyesini görerek pazartesi günü %1,6'lık bir artışla 183.76 dolara yükseldi. Gelgelelim, bu yükseliş çok da uzun sürmedi ve Apple hisseleri etkinlik sonrasında, özellikle de Vision Pro'nun tanıtılmasını takip eden süreçte değer kaybetti. Hisse değeri 178,3 dolara kadar gerileyen Apple, borsa kapanışını 179.50 dolar seviyesinde gerçekleştirdi. Neden: Bundan birkaç gün önce yatırımcıların, Vision Pro konusunda pek heyecanlı olmadığına dair haberler ortaya çıkmıştı. Buna göre, teknoloji hakkında umutsuz olan yatırımcılar, 3 bin 500 dolarlık fiyat etiketine sahip cihazın satış rakamlarına yönelik de oldukça düşük beklentilere sahip.

Quando

Tarihte ilk kez bir atomun "röntgeni" çekildi

Ohio Üniversitesi'nden fizikçi Saw Wai Hla ve meslektaşları, tarihte ilk kez bir molekülün içine gizlenmiş tek bir demir atomunu X-ışını kullanarak taramayı başardılar. Sonuçları Nature'da yayımlanan araştırmanın, atomların yapısına ilişkin daha net bir bakış açısı sunarak birçok yeni bilimsel keşfe zemin hazırlayacağı değerlendiriliyor. Perde arkası: Günümüzde son derece güçlü mikroskoplar aracılığıyla atomların tek tek görüntüleri zaten alınabiliyordu; ancak X-ışınları ve bir nesnenin hangi dalga boylarındaki ışığı emdiği veya yaydığına bağlı olarak "kimyasal parmak izini" almanın bir yolu olan spektroskopi olmadan bilim insanları, sadece görüntülere bakarak hangi element üzerinde çalıştıklarını bilemiyor. Hla ve meslektaşları tarafından gerçekleştirilen son deneyler ise atomların tek tek tanımlanmasını ve birkaç temel özelliğin ölçülmesini mümkün kıldı. Araştırmacılar, bunu gerçekleştirmek amacıyla "senkrotron" ismi verilen bir parçacık hızlandırıcıdan gelen güçlü X-ışınlarını, bir atom numunesinin yüzeyini taramak için iletken bir uç kullanan tarama tünelleme mikroskobu tekniğiyle kombinledi. Deneye ilişkin olarak Inverse'e açıklamalarda bulunan Hla, 1895 yılında, yani neredeyse 130 yıl önce keşfedilen X-ışınlarının daha önce hiç tek bir atomu dahi tespit edemediğini belirterek amaçlarının "X-ışını spektroskopisini atomik ölçeğin en üst sınırlarında kullanmak" olduğunu ifade etti. Geniş açı: Elektronları neredeyse ışık hızına kadar hızlandıran, ardından da hızlanan atomları kavisli bir pist etrafında zıplatan senkrotrona bağlı ekipmanlar, elektronların pistin kıvrımlarından geçerken saçtığı parlak ışığı farklı dalga boylarına böler ve kızılötesi ışık veya X-ışını ışığını başka bir ışın hattına gönderir. Bunun sonucunda üretilen X-ışınları, normal bir X-ışını makinesinin sunabileceğinden çok daha parlak ve daha odaklıdır. Fizikçiler, ışığın bir malzemedeki moleküllerle nasıl etkileşime girdiğini izleyerek malzemenin yapısı ve yapısının gerçekten çok küçük ayrıntıları hakkında bilgi edinebilirler. Örneğin, belirli bir malzemede demir olup olmadığını bilmek istiyorsanız, örneğinizin en az birkaç bin demir atomu içermesi gerekir, aksi takdirde senkrotron X-ışını muhtemelen onu gözden kaçırır. Ancak materyal bilimciler için çok daha küçük örneklerdeki atomları tespit etmek oldukça önemlidir. Hla, bu durumu "Eğer bir atomun element ve kimyasal durumu tespit edilebilirse, o zaman birçok araştırma alanında büyük bir etki olacaktır." ifadeleriyle açıklıyor. Kuantum tünelleme de tam olarak bu noktada oyuna dahil oluyor. Senkrotron X-ışınları bir atom örneğine çarptıklarında atomlara enerji pompalar ve bu yeni enerji patlaması da atomun merkezine en yakın yörüngede dönen bazı elektronları harekete geçirerek elektronların serbest kalmasını sağlar. Bunun için taramaları tünelleme mikroskobu cihazının metal ucunu numuneden kuantum tünelinin oluşması için yeterince yakın bir uzaklık olan yarım nanometre kadar uzakta tutan Hla ve meslektaşları, böylelikle serbest bırakılan elektronların numuneden cihaza geçmesini sağladı. Bunu takiben dedektör ucuna ulaşan elektronlar, geldikleri atom hakkında, atomun hangi dalga boylarındaki X-ışını ışığını emdiği gibi bilgilerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Her kimyasal element belirli bir dizi ışık dalga boyunu emdiği, yansıttığı ve yaydığı için, numunenin hangi dalga boylarını emdiğini bilmek, bir elektronun tam olarak hangi elementten geldiğini ortaya çıkarabilir. Büyük, karmaşık halka şeklindeki bir moleküldeki tek demir atomunu tarayan Hla ve meslektaşları, tarama ile demir atomunun kaç elektronunun eksik olduğunu da ortaya çıkardı. Sonuçlara göre, söz konusu atomun iki elektron eksik olduğu tespit edildi. Bu, bir atomun yeni kimyasal bağlar oluşturmak için diğer atomlarla nasıl reaksiyona girebileceğini etkilemesi açısından, bilinmesi oldukça önemli bir şey. Deney sonucunda elde edilen görüntülere göre, altı rubidyum ve bir demir atomundan oluşan supramoleküler yapılar böyle gözüküyor: Science Alert Neden önemli: Bunun üzerine deneyi bu sefer de içinde terbiyum adı verilen nadir bir toprak elementinin tek bir atomu bulunan farklı, daha büyük ve karmaşık bir molekülle tekrarlayan Hla ve meslektaşları, terbiyum atomunu ve kimyasal durumunu tespit etti. Böylesine değerli bir elementin tek bir atomunun X-ışını taramalarıyla ayrıntılı görüntülerini birleştirebilmenin, gelecekte mühendisler ve materyal bilimciler için oldukça büyük bir yardım sağlayabileceği değerlendiriliyor. Konuya ilişkin olarak Hla, bu durumun tıbbi araştırmalarda ve kuantum bilgi bilimi üzerinde faydalı olabileceğini belirtiyor.

Quando

Emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu, üç yeni ötegezegen keşfetti

Dokuz yıllık görev süresi boyunca 2 bin 600 adet teyit edilmiş ötegezegen keşfederek modern ötegezegen araştırmalarına öncülük eden, 2018 yılında ise emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu'nun son gözlemlerinden elde edilen verileri inceleyen astronomlar, üç yeni gezegen keşfettiler. Buna göre, keşfedilen üç ötegezegenden ikisinin onaylandığı; birininse ötegezegen adayı olarak kaldığı bildirildi. Geniş açı: Onaylanan iki ötegezegen K2-416 b ve K2-417 b olarak isimlendirilirken aday statüsündeki ötegezegene de EPIC 246251988 b ismi verildi. Çoğu ötegezegene kıyasla küçük oldukları belirtilen yeni gezegenlerin, Dünya'nın 2,6 ila 4 katı olduğu aktarıldı. Bir ötegezegen adayının doğrulanmış ötegezegen statüsüne yükseltilmesi için, ilk gözlemin başka iki teleskop tarafından yapılan gözlemlerle de doğrulanması gerekiyor. Öte yandan: Yeni keşfedilen ötegezegenlerin pek de heyecan verici keşifler olmadığını ifade eden araştırmacılara göre, bu keşifleri asıl özel kılan şey gezegenlerin keşfedilme şekli olarak öne çıkıyor. Konuya ilişkin açıklamasında "Bunlar Kepler gözlemlerinin büyük şemasında oldukça ortalama gezegenler," ifadelerini kullanan Wisconsin-Madison Üniversitesi'nden baş araştırmacı Elyse Incha, "Ancak heyecan vericidirler çünkü Kepler onları son birkaç günlük çalışması sırasında gözlemlemiştir. Bu, Kepler'in ömrünün sonunda bile gezegen avcılığında ne kadar iyi olduğunu gösteriyor." ifadelerini kullanıyor. Buna göre, gözlemlerin, Kepler uzay Teleskobu'nun 30 Ekim 2018'de emekliye ayrılmasından önceki son birkaç hafta içinde yapıldığı belirtiliyor. Yakıtı biten aracın artık doğru yönü göstermediği ve bu durumun da verilerin bulanıklaşmasına neden olduğu; ancak araştırmacıların, bir yıldızın önünden geçen bir gezegen nedeniyle ışığın azaldığı geçiş dönemlerini bulmak için teleskobun elde ettiği son sağlam verileri kullanarak bu keşifleri gerçekleştirdiği aktarılıyor. Bununla birlikte: Görevi uzun bir süre sona ermiş olsa da geriye yıllar boyu süren gözlemleri boyunca topladığı kamuya açık verileri kapsayan devasa bir miras bırakan Kepler Uzay Teleskobu, emekliye ayrıldıktan 5 yıl sonra bile yeni gezegenlerin keşfedilmesine ışık tutuyor. Kepler'in yerini, 2018 yılında fırlatılan ve o zamandan beri yeni ötegezegen keşiflerine katkıda bulunan NASA'nın Transiting Exoplanet Survey Satellite (TESS) başta olmak üzere diğer gezegen avcısı teleskoplar almış bulunuyor. Konuya ilişkin olarak "Kepler birçok yönden gezegen avlama meşalesini TESS'e devretti," ifadelerini kullanan, Kepler üzerinde de çalışan TESS proje bilimcisi Knicole Colón, "Kepler'in veri kümesi gökbilimciler için bir hazine olmaya devam ediyor ve TESS de onun keşifleri hakkında yeni bilgiler edinmemize yardımcı oluyor." diye de sözlerine ekliyor.

Quando

Üç yıl sonra: Elon Musk Çin'de

Elon Musk, üç yıl sonra ilk kez Çin'i ziyaret etti. Tesla CEO'su, başkent Pekin'de şu ana kadar Çin'in dışişleri, ticaret ve sanayi bakanlarıyla bir araya geldi ve en büyük pil tedarikçisi CATL'nin başkanı Zeng Yuqun ile yemek yedi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, Salı günü Pekin'de yaptığı açıklamada "Çin, Çin'i daha iyi anlamak ve karşılıklı yarar sağlayan işbirliğini teşvik etmek için Musk ve iş dünyasından diğer liderleri memnuniyetle karşılıyor" dedi. Ning "Çin'de faaliyet gösteren, Çin pazarını keşfeden ve Çin'in gelişimini paylaşan yabancı yatırımcılar görmek istiyoruz" diye ekledi. Dahası: Musk'ın üst düzey Çin yetkilileriyle görüşmesi ve ayrıca Tesla'nın Şanghay fabrikasını ziyaret etmesi bekleniyor. Tesla'nın Çin'de otomatik sürüş teknolojisini tanıtmak isteyen Musk'ın, konuyla ilgili Başbakan Li Qiang ile görülme ihtimali olduğu konuşuluyor. Neden? Musk'ın üç yıl aradan sonra Çin'e yaptığı ilk ziyaret, Tesla'nın Çin yapımı elektrikli araçlardan kaynaklanan yoğun rekabet ve Şanghay fabrikasının genişleme planlarına ilişkin bazı belirsizliklerle karşı karşıya olduğu bir döneme denk geldi. Tesla'nın tesisi genişletmek için herhangi bir yasal engelle karşılaşıp karşılaşmadığı hakkında resmî bir açıklama yapılmadı. Bilgi notu: Çin'deki Tesla fabrikası geçtiğimiz yıl 700.000'in üzerinde Model Y ve Model 3 araç üreterek şirketin küresel üretiminin yarısından fazlasını karşılamıştı. Çin'e CEO akını: Musk'ın beklenmedik gezisi, ülkenin sıfır-Covid politikasını tersine çevirip sınırlarını yeniden açmasından bu yana Çin'e büyük ABD şirketlerinin CEO'ları tarafından yapılan en son gezi oldu. Musk ile beraber JP Morgan CEO'su Jamie Dimon ve Starbucks CEO'su Laxman Narasimhan da bu hafta Çin'de olmakla beraber, Apple CEO'su Tim Cook da ülkeyi Mart ayında ziyaret etmişti. Geçtiğimiz aylarda, Samsung, Aramco, Volkswagen, Standard Chartered ve Kering'in CEO'ları da Pekin'i ziyaret etmişlerdi. Perspektif: Yaklaşık üç yıl süren pandemi kısıtlamalarından sonra ülkenin yeniden açılmasının ardından, ABD'nin en büyük CEO'larından bazıları dünyanın en büyük pazarlarından birinin nabzını tutmak için Çin'e ziyaretler düzenliyor. Geniş açı: Çin, bilgi sağlayıcı şirketlere yönelik baskıları ve oldukça katı pandemi politikalarına bağlı kısıtlamaları nedeniyle pek yatırım dostu gözükmese de, bazı şirketler ülkede büyük yatırımlar yapmaya devam ediyor. Mesela : Tesla, geçtiğimiz ay Şanghay'da büyük ölçekli pil üretimi için ikinci bir fabrika kurduğunu duyurmuştu. Volkswagen, Çin'de elektrikli arabalar için yeni bir geliştirme merkezine 1 milyar dolar yatırım yapacağını açıklamıştı.

Quando

NASA'nın UFO'lara ilişkin gerçekleştirdiği ilk toplantıdan öne çıkanlar

NASA , ajans tarafından tanımlanamayan hava fenomenleri ya da kısaca UAP, birçok kişi tarafındansa tanımlanamayan uçan cisimler veya UFO olarak bilinen gözlemlere ilişkin incelemelerini tartışmak üzere halka açık bir toplantı düzenledi. Ajansın konuya ilişkin olarak bu yılın sonlarına doğru yayımlayacağı rapordan önce, UAP bağımsız çalışma ekibi tarafından gerçekleştirilen ilk kamuoyu tartışması olma özelliği taşıyan toplantıda NASA, önemli açıklamalarda bulundu. Nedir: Haziran 2022'de kurulan grup, gökyüzünde, su altında veya uzayda hemen tanımlanamayan nesneleri veya olayları kapsayan UAP'lerle ilgili verileri incelemeyi amaçlıyor. Bu amaçla 100 bin dolar fon ayrılan grupta, eski bir astronot ve pilot olan Scott Kelly ve astronomi, oşinografi ve gazetecilik gibi çeşitli alanlardan 15 araştırmacı yer alıyor. Geniş açı: Toplantıda ABD'li yetkililerin onlarca yıldır UFO'larla ilgili toplanan 800 gizemli raporu inceledeği; ancak bunların sadece küçük bir kısmının gerçekten açıklanabildiği ifade edildi. Toplantının öne çıkan diğer başlıkları ise şu şekildeydi: Veri eksikliği: Açılış konuşmasında ekip üyeleri, tanımlanamayan fenomenlerin anlaşılmasının önündeki en büyük engelin "veri eksikliği" olduğuna dikkat çekti. NASA'nın Bilim Misyonu Direktörlüğü bünyesinde araştırmadan sorumlu yönetici yardımcısı Daniel Evans, kamuoyunun UAP'ye olan ilgisinin tüm zamanların en yüksek seviyesinde olması nedeniyle, konuya hak ettiği "titiz bilimsel incelemeyi" vermenin NASA'nın sorumluluğu olduğunu ifade etti. Evans, çalışmanın her şeyden önce havada ne olduğuna dair daha geniş bir anlayış kazanmak ve gökyüzünü daha güvenli hâle getirmekle ilgili olduğuna dikkat çekerek "Bu fenomenlerin hava sahası güvenliği için herhangi bir potansiyel risk oluşturup oluşturmadığını belirlemek bu ulusun yükümlülüğüdür" ifadelerini kullandı. Gözlemler: Panelde yer alan ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı All-domain Anomaly Resolution Office (AARO) direktörü Sean Kirkpatrick, her ay 50 ila 100 civarında yeni rapor aldıklarını; ancak "muhtemelen gerçekten anormal" olduğunu belirttiği gözlemlerin sayısının toplam veri tabanının %2 ila %5'i arasında olduğunu ifade etti. Buna örnek olarak toplantıda, bir donanım uçağı tarafından ABD'nin batısı üzerinde çekilen ve gece gökyüzünde hareket eden bir dizi noktayı gösteren bir video gösterildi. Videoda askeri bir uçağın müdahale edemediği cismin, havaalanına doğru ilerleyen ticari bir uçak olduğu; diğer gözlemlerin ise hâlâ gizemini koruduğu ifade edildi. Pentagon'un 2021 yılında yayımladığı bir raporda, 2004'ten bu yana askeri pilotlar tarafından yapılan 144 gözlemin biri hariç hiçbirinin açıklanamadığı; yetkililerin, cisimlerin dünya dışı olma ihtimalini göz ardı etmediği aktarılmıştı. Mahremiyet engeli: Kirkpatrick, NASA'nın araştırma ve soruşturmalarının önündeki bir engelin de "mahremiyet" olduğunu ifade etti. Mahremiyet kaygılarının ajansın çalışmalarını sınırladığını belirten Kirkpatrick, dünyadaki en büyük toplama aygıtını istedikleri herhangi bir noktaya yönlendirebilmelerine rağmen bunu yapamadıklarını; çünkü çoğu insanın aygıtları "arka bahçelerinde" görmekten hoşnut olmadığını ifade etti. Kirkpatrick, bu nedenle ellerindeki verilerin büyük bir kısmının ABD kıtası çevresinde olduğunu da sözlerine ekledi. Mikrodalgalar ve optik illüzyonlar: Toplantının öne çıkan başlıklarından biri de UAP'ler ile ilgili verilerin yorumlanmasının genellikle zor ve kolayca çarpıtılabilir olmasıydı. Çalışma grubunun başkanı olmakla birlikte NASA Danışma Konseyi'nin eski üyesi olan astrofizikçi David Spergel, toplantı sonrası düzenlenen telekonferansta UAP'nin incelenmesini, başlangıçta anomali olduğu düşünülen uzak galaksilerden gelen güçlü radyo dalgası patlamaları olan hızlı radyo patlamaları (FRB'ler) ile karşılaştırdı. Avustralya'daki araştırmacılar tarafından tespit edilen bir radyo dalgası patlamasından bahseden Spergel, açıklamasında "Gerçekten garip bir yapıları vardı. İnsanlar neler olduğunu anlayamadılar. Sonra öğle yemeği saatinde birçoğunun bir araya geldiğini fark etmeye başladılar" diyerek söz konusu sinyallerin aslında öğle yemeklerini ısıtmak için kullanılan bir mikrodalga fırından geldiğini açıkladı. Kelly ise optik yanılsamayla ilgili olarak anlattığı hikayede, kendisi ve yardımcı pilotunun Virginia Beach yakınlarında uçarken bir UFO gördüklerini sandıklarını; ancak dönük baktıklarında cismin bir UFO değil de The Simpsons'ın ünlü karakteri Bart Simpson şeklinde bir balon olduğunu gördüklerini aktardı. Damgalama ve taciz: Toplantıda, araştırmaları engelleyen bir diğer şeyin de damgalama ve taciz olduğu ifade edildi. Spergel, ticari pilotların uçan dairelerle ilgili damgalama nedeniyle gördüklerini rapor etmekte çok isteksiz olduklarını belirtirken NASA'nın bilim şefi Nicola Fox da NASA'nın UAP çalışma grubunun birçok üyesinin katılımları nedeniyle tacize maruz kaldıklarını, bunun da bilimsel süreci önemli ölçüde engellediğini söyledi. Şeffaflık: Toplantının bu kadar kayda değer olmasının ana nedenlerinden birisi de NASA'nın, UFO'lara yaklaşımında değişikliğe gitmesi olarak öne çıkıyor. Buna göre, onlarca yılını UFO gözlemlerini çürütmek ve yalanlamakla geçiren NASA, bundan sonra daha şeffaf bir yaklaşım sergilemeyi amaçlıyor. Dünya dışı yaşam: NASA'nın görevlerinin birçoğunun Dünya dışında yaşam olup olmadığına odaklandığını belirten gezegen bilimci David Grinspoon, "anormal gazlar" gibi anormal olayların görülmesinin, şu anda bilinenlerin ötesinde yaşam belirtileri olduğunu kanıtlayabileceğine dikkat çekiyor. Gelgelelim, Grinspoon, böyle bir anomalinin keşfedilmesi hâlinde dünya dışında yaşam keşfettikleri sonucuna varamayacaklarını, daha fazla veri aramaları gerektiğini ifade ediyor. Grinspoon, "Dışarıda yaşam var mı? " sorusuna ise "Artık dışarıda çok sayıda gezegen olduğunu biliyoruz, dolayısıyla yaşam için çok sayıda potansiyel ortam var," şeklinde cevap veriyor ve " Henüz Dünya dışında yaşam bulamadık ama arıyoruz" diye de sözlerine ekliyor.

Quando

Tarihte ilk kez bir atomun "röntgeni" çekildi

Ohio Üniversitesi'nden fizikçi Saw Wai Hla ve meslektaşları, tarihte ilk kez bir molekülün içine gizlenmiş tek bir demir atomunu X-ışını kullanarak taramayı başardılar. Sonuçları Nature'da yayımlanan araştırmanın, atomların yapısına ilişkin daha net bir bakış açısı sunarak birçok yeni bilimsel keşfe zemin hazırlayacağı değerlendiriliyor. Perde arkası: Günümüzde son derece güçlü mikroskoplar aracılığıyla atomların tek tek görüntüleri zaten alınabiliyordu; ancak X-ışınları ve bir nesnenin hangi dalga boylarındaki ışığı emdiği veya yaydığına bağlı olarak "kimyasal parmak izini" almanın bir yolu olan spektroskopi olmadan bilim insanları, sadece görüntülere bakarak hangi element üzerinde çalıştıklarını bilemiyor. Hla ve meslektaşları tarafından gerçekleştirilen son deneyler ise atomların tek tek tanımlanmasını ve birkaç temel özelliğin ölçülmesini mümkün kıldı. Araştırmacılar, bunu gerçekleştirmek amacıyla "senkrotron" ismi verilen bir parçacık hızlandırıcıdan gelen güçlü X-ışınlarını, bir atom numunesinin yüzeyini taramak için iletken bir uç kullanan tarama tünelleme mikroskobu tekniğiyle kombinledi. Deneye ilişkin olarak Inverse'e açıklamalarda bulunan Hla, 1895 yılında, yani neredeyse 130 yıl önce keşfedilen X-ışınlarının daha önce hiç tek bir atomu dahi tespit edemediğini belirterek amaçlarının "X-ışını spektroskopisini atomik ölçeğin en üst sınırlarında kullanmak" olduğunu ifade etti. Geniş açı: Elektronları neredeyse ışık hızına kadar hızlandıran, ardından da hızlanan atomları kavisli bir pist etrafında zıplatan senkrotrona bağlı ekipmanlar, elektronların pistin kıvrımlarından geçerken saçtığı parlak ışığı farklı dalga boylarına böler ve kızılötesi ışık veya X-ışını ışığını başka bir ışın hattına gönderir. Bunun sonucunda üretilen X-ışınları, normal bir X-ışını makinesinin sunabileceğinden çok daha parlak ve daha odaklıdır. Fizikçiler, ışığın bir malzemedeki moleküllerle nasıl etkileşime girdiğini izleyerek malzemenin yapısı ve yapısının gerçekten çok küçük ayrıntıları hakkında bilgi edinebilirler. Örneğin, belirli bir malzemede demir olup olmadığını bilmek istiyorsanız, örneğinizin en az birkaç bin demir atomu içermesi gerekir, aksi takdirde senkrotron X-ışını muhtemelen onu gözden kaçırır. Ancak materyal bilimciler için çok daha küçük örneklerdeki atomları tespit etmek oldukça önemlidir. Hla, bu durumu "Eğer bir atomun element ve kimyasal durumu tespit edilebilirse, o zaman birçok araştırma alanında büyük bir etki olacaktır." ifadeleriyle açıklıyor. Kuantum tünelleme de tam olarak bu noktada oyuna dahil oluyor. Senkrotron X-ışınları bir atom örneğine çarptıklarında atomlara enerji pompalar ve bu yeni enerji patlaması da atomun merkezine en yakın yörüngede dönen bazı elektronları harekete geçirerek elektronların serbest kalmasını sağlar. Bunun için taramaları tünelleme mikroskobu cihazının metal ucunu numuneden kuantum tünelinin oluşması için yeterince yakın bir uzaklık olan yarım nanometre kadar uzakta tutan Hla ve meslektaşları, böylelikle serbest bırakılan elektronların numuneden cihaza geçmesini sağladı. Bunu takiben dedektör ucuna ulaşan elektronlar, geldikleri atom hakkında, atomun hangi dalga boylarındaki X-ışını ışığını emdiği gibi bilgilerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Her kimyasal element belirli bir dizi ışık dalga boyunu emdiği, yansıttığı ve yaydığı için, numunenin hangi dalga boylarını emdiğini bilmek, bir elektronun tam olarak hangi elementten geldiğini ortaya çıkarabilir. Büyük, karmaşık halka şeklindeki bir moleküldeki tek demir atomunu tarayan Hla ve meslektaşları, tarama ile demir atomunun kaç elektronunun eksik olduğunu da ortaya çıkardı. Sonuçlara göre, söz konusu atomun iki elektron eksik olduğu tespit edildi. Bu, bir atomun yeni kimyasal bağlar oluşturmak için diğer atomlarla nasıl reaksiyona girebileceğini etkilemesi açısından, bilinmesi oldukça önemli bir şey. Deney sonucunda elde edilen görüntülere göre, altı rubidyum ve bir demir atomundan oluşan supramoleküler yapılar böyle gözüküyor: ScienceAlert Neden önemli: Bunun üzerine deneyi bu sefer de içinde terbiyum adı verilen nadir bir toprak elementinin tek bir atomu bulunan farklı, daha büyük ve karmaşık bir molekülle tekrarlayan Hla ve meslektaşları, terbiyum atomunu ve kimyasal durumunu tespit etti. Böylesine değerli bir elementin tek bir atomunun X-ışını taramalarıyla ayrıntılı görüntülerini birleştirebilmenin, gelecekte mühendisler ve materyal bilimciler için oldukça büyük bir yardım sağlayabileceği değerlendiriliyor. Konuya ilişkin olarak Hla, bu durumun tıbbi araştırmalarda ve kuantum bilgi bilimi üzerinde faydalı olabileceğini belirtiyor.

Quando Bilim

NASA'nın UFO'lara ilişkin gerçekleştirdiği ilk toplantıdan öne çıkanlar

NASA , ajans tarafından tanımlanamayan hava fenomenleri ya da kısaca UAP, birçok kişi tarafındansa tanımlanamayan uçan cisimler veya UFO olarak bilinen gözlemlere ilişkin incelemelerini tartışmak üzere halka açık bir toplantı düzenledi. Ajansın konuya ilişkin olarak bu yılın sonlarına doğru yayımlayacağı rapordan önce, UAP bağımsız çalışma ekibi tarafından gerçekleştirilen ilk kamuoyu tartışması olma özelliği taşıyan toplantıda NASA, önemli açıklamalarda bulundu. Nedir: Haziran 2022'de kurulan grup, gökyüzünde, su altında veya uzayda hemen tanımlanamayan nesneleri veya olayları kapsayan UAP'lerle ilgili verileri incelemeyi amaçlıyor. Bu amaçla 100 bin dolar fon ayrılan grupta, eski bir astronot ve pilot olan Scott Kelly ve astronomi, oşinografi ve gazetecilik gibi çeşitli alanlardan 15 araştırmacı yer alıyor. Geniş açı: Toplantıda ABD'li yetkililerin onlarca yıldır UFO'larla ilgili toplanan 800 gizemli raporu inceledeği; ancak bunların sadece küçük bir kısmının gerçekten açıklanabildiği ifade edildi. Toplantının öne çıkan diğer başlıkları ise şu şekildeydi: Veri eksikliği: Açılış konuşmasında ekip üyeleri, tanımlanamayan fenomenlerin anlaşılmasının önündeki en büyük engelin "veri eksikliği" olduğuna dikkat çekti. NASA'nın Bilim Misyonu Direktörlüğü bünyesinde araştırmadan sorumlu yönetici yardımcısı Daniel Evans, kamuoyunun UAP'ye olan ilgisinin tüm zamanların en yüksek seviyesinde olması nedeniyle, konuya hak ettiği "titiz bilimsel incelemeyi" vermenin NASA'nın sorumluluğu olduğunu ifade etti. Evans, çalışmanın her şeyden önce havada ne olduğuna dair daha geniş bir anlayış kazanmak ve gökyüzünü daha güvenli hale getirmekle ilgili olduğuna dikkat çekerek "Bu fenomenlerin hava sahası güvenliği için herhangi bir potansiyel risk oluşturup oluşturmadığını belirlemek bu ulusun yükümlülüğüdür" ifadelerini kullandı. Gözlemler: Panelde yer alan ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı All-domain Anomaly Resolution Office (AARO) direktörü Sean Kirkpatrick, her ay 50 ila 100 civarında yeni rapor aldıklarını; ancak "muhtemelen gerçekten anormal" olduğunu belirttiği gözlemlerin sayısının toplam veri tabanının %2 ila %5'i arasında olduğunu ifade etti. Buna örnek olarak toplantıda, bir donanım uçağı tarafından ABD'nin batısı üzerinde çekilen ve gece gökyüzünde hareket eden bir dizi noktayı gösteren bir video gösterildi. Videoda askeri bir uçağın müdahale edemediği cismin, havaalanına doğru ilerleyen ticari bir uçak olduğu; diğer gözlemlerin ise hâlâ gizemini koruduğu ifade edildi. Pentagon'un 2021 yılında yayımladığı bir raporda, 2004'ten bu yana askeri pilotlar tarafından yapılan 144 gözlemin biri hariç hiçbirinin açıklanamadığı; yetkililerin, cisimlerin dünya dışı olma ihtimalini göz ardı etmediği aktarılmıştı. Mahremiyet engeli: Kirkpatrick, NASA'nın araştırma ve soruşturmalarının önündeki bir engelin de "mahremiyet" olduğunu ifade etti. Mahremiyet kaygılarının ajansın çalışmalarını sınırladığını belirten Kirkpatrick, dünyadaki en büyük toplama aygıtını istedikleri herhangi bir noktaya yönlendirebilmelerine rağmen bunu yapamadıklarını; çünkü çoğu insanın aygıtları "arka bahçelerinde" görmekten hoşnut olmadığını ifade etti. Kirkpatrick, bu nedenle ellerindeki verilerin büyük bir kısmının ABD kıtası çevresinde olduğunu da sözlerine ekledi. Mikrodalgalar ve optik illüzyonlar: Toplantının öne çıkan başlıklarından biri de UAP'ler ile ilgili verilerin yorumlanmasının genellikle zor ve kolayca çarpıtılabilir olmasıydı. Çalışma grubunun başkanı olmakla birlikte NASA Danışma Konseyi'nin eski üyesi olan astrofizikçi David Spergel, toplantı sonrası düzenlenen telekonferansta UAP'nin incelenmesini, başlangıçta anomali olduğu düşünülen uzak galaksilerden gelen güçlü radyo dalgası patlamaları olan hızlı radyo patlamaları (FRB'ler) ile karşılaştırdı. Avustralya'daki araştırmacılar tarafından tespit edilen bir radyo dalgası patlamasından bahseden Spergel, açıklamasında "Gerçekten garip bir yapıları vardı. İnsanlar neler olduğunu anlayamadılar. Sonra öğle yemeği saatinde birçoğunun bir araya geldiğini fark etmeye başladılar" diyerek söz konusu sinyallerin aslında öğle yemeklerini ısıtmak için kullanılan bir mikrodalga fırından geldiğini açıkladı. Kelly ise optik yanılsamayla ilgili olarak anlattığı hikayede, kendisi ve yardımcı pilotunun Virginia Beach yakınlarında uçarken bir UFO gördüklerini sandıklarını; ancak dönük baktıklarında cismin bir UFO değil de The Simpsons'ın ünlü karakteri Bart Simpson şeklinde bir balon olduğunu gördüklerini aktardı. Damgalama ve taciz: Toplantıda, araştırmaları engelleyen bir diğer şeyin de damgalama ve taciz olduğu ifade edildi. Spergel, ticari pilotların uçan dairelerle ilgili damgalama nedeniyle gördüklerini rapor etmekte çok isteksiz olduklarını belirtirken NASA'nın bilim şefi Nicola Fox da NASA'nın UAP çalışma grubunun birçok üyesinin katılımları nedeniyle tacize maruz kaldıklarını, bunun da bilimsel süreci önemli ölçüde engellediğini söyledi. Şeffaflık: Toplantının bu kadar kayda değer olmasının ana nedenlerinden birisi de NASA'nın, UFO'lara yaklaşımında değişikliğe gitmesi olarak öne çıkıyor. Buna göre, onlarca yılını UFO gözlemlerini çürütmek ve yalanlamakla geçiren NASA, bundan sonra daha şeffaf bir yaklaşım sergilemeyi amaçlıyor. Dünya dışı yaşam: NASA'nın görevlerinin birçoğunun Dünya dışında yaşam olup olmadığına odaklandığını belirten gezegen bilimci David Grinspoon, "anormal gazlar" gibi anormal olayların görülmesinin, şu anda bilinenlerin ötesinde yaşam belirtileri olduğunu kanıtlayabileceğine dikkat çekiyor. Gelgelelim, Grinspoon, böyle bir anomalinin keşfedilmesi hâlinde dünya dışında yaşam keşfettikleri sonucuna varamayacaklarını, daha fazla veri aramaları gerektiğini ifade ediyor. Grinspoon, "Dışarıda yaşam var mı? " sorusuna ise "Artık dışarıda çok sayıda gezegen olduğunu biliyoruz, dolayısıyla yaşam için çok sayıda potansiyel ortam var," şeklinde cevap veriyor ve " Henüz Dünya dışında yaşam bulamadık ama arıyoruz" diye de sözlerine ekliyor.

Quando Bilim

E-posta kutunuzdaki tehlike: Fidye yazılım

Fidye yazılım saldırılarının giderek artış gösterdiği bu zamanda işletmelerin, bu saldırıların yarattığı tehlikelerin farkında olması büyük önem arz ediyor. Fidye yazılım saldırılarının genellikle bir oltalama (phishing) e-postası ile başladığı biliniyor. Bu yöntemde saldırgan; kişi, kurum veya firmalara bir banka veya devlet kuruluşu gibi güvenilir bir kaynaktan geliyormuş gibi görünen bir e-posta gönderiyor. Kurbanın, kendisine gönderilen e-postada yer alan ve cihazına fidye yazılım indirilmesini sağlayan ek ya da bağlantıya tıklaması hâlinde zararlı yazılım cihaza yükleniyor ve yazılımın kurbanın cihazındaki dosyaları şifrelemesiyle birlikte de saldırgan, şifrenin çözülmesi için belli bir miktar fidye talebinde bulunabiliyor. Bu saldırıya maruz kalan işletmeler bir dizi riskle karşı karşıya kalabiliyor ki bazı durumlarda işletmelerin tamamen kapanmak zorunda kaldıkları dahi bilinmekte. Ne gibi riskler? İşletmelerin fidye yazılım saldırısına uğradıklarında karşı karşıya kaldıkları birçok tehdit bulunuyor. Bu tehditlerin başında gelenlerden biri ise mali kayıp. Kimi durumlarda talep edilen fidyenin miktarı bir hayli maliyetli olabilir ve bu parayı ödeyecek mali gücü olmayan şirketler her şeylerini kaybedebilir. Örnek vermek gerekirse, 2016’da ortaya çıkan ve sistemi rehin almak için Windows bilgisayarların ana önyükleme kaydına bulaşan Petya isimli fidye yazılım virüsünün 2017 yayınlanan bir varyantı olan NotPetya , bugüne kadar 10 milyar dolar değerinde mali kayba yol açmış ve şimdiye kadarki en etkili fidye yazılım saldırısı olarak tarihe geçmiştir. Bir başka örnekte ise yine 2017’de yayılan WannaCry’ın 1500 ülkede 250 bin Microsoft Windows kullanıcısının dosyalarını rehin aldığı biliniyor. Buna göre, Microsoft Windows PC'lerdeki bir güvenlik açığından yararlanmak için ABD Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından geliştirildiği iddia edilen EternalBlue isimli bir hack'i kullanan Shadow Brokers adlı bir hacker grubu, bu sayede şifreledikleri dosyalar karşılığında kurbanlarından Bitcoin ile ödenmek üzere 300 ila 600 dolar değerinde fidye talep etmişti. WannaCry’ın küresel çapta neden olduğu toplam mali kaybın yaklaşık 4 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bir başka büyük tehdit ise veri kaybı olarak karşımıza çıkıyor. Önemli dosyaların şifrelenmesini mümkün kılan fidye yazılımları, bu dosyaların kullanılmaz hâle gelmesine neden olabilir ve bu durum da işletmeler için müşteri verilerinin veya gizli şirket bilgilerinin kaybı gibi ciddi sorunlara yol açabilir. Portekiz’in en büyük televizyon kanalı SIC TV'yi ve Expresso isimli bir gazeteyi bünyesinde bulunduran medya holdingi Impresa , 2022 yılında devasa bir fidye yazılım saldırısına uğradı. Ünlü hacker grubu Lapsus$ tarafından düzenlenen saldırıda Impresa'nın operasyonları için kritik öneme sahip sunucu altyapısı ele geçirildi; SIC TV ve Espresso, 2022'nin ilk hafta sonunu takip eden Salı gününe kadar kapalı kalmak zorunda kaldı. Impresa saldırının ardından sistemlerinin kontrolünü oldukça hızlı bir şekilde yeniden ele geçirmiş olsa da, bilgisayar korsanları resmî sosyal medya hesaplarına erişimi ellerinde tutmaya devam etti ve ödeme yapılması için baskı yaptı. Olayla ilgili mali ayrıntılar bulanık olmakla birlikte, Impressa’nın saldırıda 50 terabayt veri kaybettiği tahmin ediliyor. Son olarak, bu saldırılar doğal olarak işletmelerin itibarlarının da zedelenmesine yol açabiliyor. Kişisel bilgilerinin ele geçirildiğini öğrenen müşteriler, aynı durumu tekrar yaşama kaygısıyla yollarına başka markalar altında devam etme kararı verebiliyor. Ödemeli mi, ödememeli mi? Fidye yazılımlarından etkilenen 1.200 kuruluşla ilgili yeni yayımlanan bir araştırma , fidyeyi ödemeye karar verenlerin çoğunu bekleyen üzücü gerçeği ortaya koyuyor. Veri esnekliği uzmanı Veeam'in “2023 Fidye Yazılım Trendleri Raporu” isimli araştırmasına göre, ankete katılan kuruluşların %80'inin hem devam eden siber saldırıyı sonlandırmak hem de kaybedilen verileri kurtarmak için talep edilen fidyeyi ödemeye karar verdiği bildiriliyor. Dahası, ödeme yapan kuruluşların %41’inin “ödeme yapmama” politikasına sahip olduğu, ancak ödemenin buna rağmen gerçekleştiği belirtiliyor. Bu veriler, siber suçların kolaylıkla üstesinden gelinebilecek bir alan olmadığı gerçeğini destekliyor. Özellikle de işletmelerin bir fidye yazılım saldırısının gerçek dünyadaki etkileriyle karşı karşıya kaldığı durumlarda bu ifade, çok daha geçerli bir hâle geliyor. Bununla birlikte, raporda yer alan 960 kuruluştan fidye ödeyen 201'inin (%21) hâlâ kayıp verilerini kurtaramadığı ifade ediliyor. Bu pek tabii bir tesadüften ibaret olabilir, kim bilir? Gelgelelim, rapora göre, 201 kuruluşun aynı zamanda fidye yazılım saldırılarının artık sigorta poliçelerinin dışında tutulduğunu bildirdiğini; siber sigorta teminatı olan kuruluşların %74'ünün de primlerinde artış olduğunu bildirdiğini de belirtmemiz gerekiyor. Fidye yazılım nedeniyle para ödeyen şirketlerin sayısı her ne kadar üzücü bir tablo çizse de, geçmiş verilere baktığımız da bu durum kulağa o kadar da şaşırtıcı gelmiyor. Buna göre, iki yıl önce yayımlanan bir başka rapor, bizi çok daha büyük rakamlarla karşılıyor. 2021 yılında güvenlik tedarikçisi Sophos tarafından hazırlanan fidye yazılım raporuna göre, ankete katılan firmaların %32’sinin fidyeyi ödemeyi tercih ettiği; ancak %92’sinin tüm verileri kurtaramadığı, %29’unun ise şifrelenmiş verilerin yarısından fazlasını kurtaramadığı aktarılıyor. Yerinde sayan güvenlik temelleri Bütün bunlarla birlikte, bu noktada fidye ödemesi yapmanın tam anlamıyla ikili bir karar olmadığını; ancak ne olursa olsun her daim yanlış bir karar olduğunu belirtmek gerekiyor. Bunu anlamak için ilk olarak ödenen bir fidyeden en çok kimin fayda sağladığı sorusunu sormanız gerekiyor. Bu sorunun cevabı da doğal olarak siber suçlular, yani ilk etapta saldırıların arkasında olan fidye yazılım aktörleri olarak karşımıza çıkıyor. Elbette, bir kuruluş, işletmenin mümkün olan en kısa sürede yeniden çalışır hâle gelmesini sağladığı için fidyeyi ödemenin en çok fayda sağlayan yöntem olduğunu iddia edebilir, bu oldukça anlaşılır bir durum. Peki, siber saldırganlar tarafından talep edilen, kimi zaman binlerce kimi zamanda milyonlarca dolar değerinde olan fidyeyi ödemek yerine, bu parayı en başından daha iyi ve sağlam veri güvenliğine yatırmak sizce de kulağa daha mantıklı gelmiyor mu? Buna karşılık olarak siber sigortanın tam olarak bu durumlar için var olduğu, amaçlarının ortalık karıştığında büyük paralar ödemek olduğu cevabını almanız da oldukça mümkün; ancak bu, asıl sorunun, yani fidye ödemesi yapmanın en çok kime fayda sağladığı sorusunun cevabını herhangi bir şekilde değiştirmiyor. Her türlü bu tartışmadan fidye yazılım aktörleri kazanan taraf olarak ayrılıyorlar ve ödeme aldıkları gerçeği de bu kişi veya kişileri daha fazla kuruluşu, daha büyük miktarlar için avlamaya devam etmeleri için cesaretlendiriyor. Bütün bunları bir kenara bırakacak olursak, eskiye kıyasla günümüzde çoğu fidye yazılım aktörünün artık yalnızca verilerimizi şifrelemekle yetinmediği; bunu yaptıkları durumlarda bile genellikle veri yedeklerimizi de şifreledikleri gibi pek de ufak olamayan bir sorun var. Bazı fidye yazılım saldırganları bunun yerine hassas müşteri veya şirket verilerini çalmaya başladı ve bu verilerin en yüksek teklifi veren kişi veya kişilere satmamak ya da çevrimiçi ortamlarda yayımlamamak için oldukça yüksek miktarlarda para talep ediyorlar. Kimileri ise bu ikisini birleştirerek kurbanlarını duble fidye yazılım saldırısına maruz bırakıyor. Bir başka deyişle, fidye yazılım saldırılarının sürekli geliştiğini ve siber saldırganların giderek daha aç gözlü bir hâle geldiğini söylemek mümkünken aynı şeyi fidye yazılımdan korunmak için var olan yöntemler için geçerli olduğunu söylemek pek de mümkün değil gibi gözüküyor. Eldeki verilere ve içinde bulunduğumuz duruma baktığımızda, devamlı olarak evrimleşen fidye yazılım karşısında güvenlik temellerinin yerinde saymaya devam ettiği söylenebilir. Bu da bizi, verilerimizin daha iyi, daha düzgün ve daha sağlam bir şekilde güvence altına alınmasının ne derece önemli olduğu noktasına geri getiriyor. Sonuçta, siber suçluların en başında içeri sızmasına izin veren güvenlik açıklarını düzeltmek yerine verilerinizi eline geçiren saldırganlara büyük meblağlar ödemekle uğraşmak pek de mantıklı gelmiyor. Bu konuya ilişkin olarak güvenlik ve önlemenin önemini koruduğunu; ancak her kurumun kendi organizasyonunu daha dayanıklı hâle getirerek ne kadar hızlı iyileşebileceğine odaklanmasının kritik olduğunu belirten Veeam'in baş teknoloji sorumlusu Danny Allan, açıklamasının devamında şu ifadelere yer veriyor: "Güçlü güvenlik önlemleri ve hem orijinal verilerin hem de yedeklerin test edilmesi, yedekleme çözümlerinin hayatta kalabilirliğinin sağlanması ve birleşik bir duruş için yedekleme ve siber ekipler arasında uyumun sağlanması gibi temel konulara odaklanarak etkili fidye yazılımına hazırlığa odaklanmamız gerekiyor." Rakamlarla fidye yazılım saldırıları Statista verilerine göre, 2017 yılında tespit edilen fidye yazılım saldırısı sayısı 183,6 milyon iken takip eden yıllarda bu sayının yükselmeye devam ettiği; 2018 yılında 206,4 milyon, 2019 yılında 187.91 milyon ve 2020 yılında da 304 milyon saldırıya ulaştığı görülüyor. 2021 yılında 623.25 saldırı ile zirveyi gören fidye yazılım saldırıları, 2022 yılında gerçekleşen 493.33 milyon saldırı ile düşüşe geçmiş gibi görünse de bu, rakamların hâlâ daha çok yüksek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Fidye yazılım saldırılarına ilişkin bazı rakamsal veriler ise şu şekilde öne çıkıyor: Fidye yazılım, 2021 yılında küresel çapta 20 milyar dolara mal oldu. Bu rakamın 2031 yılına kadar 265 milyar dolara yükselmesi bekleniyor 2021'de tüm işletme ve kuruluşların %37'si fidye yazılımlarından etkilendi. Bir fidye yazılım saldırısından kurtulmak 2021'de işletmelere ortalama 1,85 milyon dolara mal oldu. 2022 Verizon raporuna göreyse geçtiğimiz yıl fidye yazılım olaylarının %60'ı herhangi bir kayıpla sonuçlanmadı. Tüm fidye yazılım kurbanlarının %32'si fidyeyi ödüyor, ancak verilerinin yalnızca %65'ini geri alabiliyor.İşletmelerin yalnızca %57'si bir yedekleme kullanarak verilerini kurtarmada başarılı oluyor.

Quando

Emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu, üç yeni ötegezegen keşfetti

Dokuz yıllık görev süresi boyunca 2 bin 600 adet teyit edilmiş ötegezegen keşfederek modern ötegezegen araştırmalarına öncülük eden, 2018 yılında ise emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu'nun son gözlemlerinden elde edilen verileri inceleyen astronomlar, üç yeni gezegen keşfettiler. Buna göre, keşfedilen üç ötegezegenden ikisinin onaylandığı; birininse ötegezegen adayı olarak kaldığı bildirildi. Geniş açı: Onaylanan iki ötegezegen K2-416 b ve K2-417 b olarak isimlendirilirken aday statüsündeki ötegezegene de EPIC 246251988 b ismi verildi. Çoğu ötegezegene kıyasla küçük oldukları belirtilen yeni gezegenlerin, Dünya'nın 2,6 ila 4 katı olduğu aktarıldı. Bir ötegezegen adayının doğrulanmış ötegezegen statüsüne yükseltilmesi için, ilk gözlemin başka iki teleskop tarafından yapılan gözlemlerle de doğrulanması gerekiyor. Öte yandan: Yeni keşfedilen ötegezegenlerin pek de heyecan verici keşifler olmadığını ifade eden araştırmacılara göre, bu keşifleri asıl özel kılan şey gezegenlerin keşfedilme şekli olarak öne çıkıyor. Konuya ilişkin açıklamasında "Bunlar Kepler gözlemlerinin büyük şemasında oldukça ortalama gezegenler," ifadelerini kullanan Wisconsin-Madison Üniversitesi'nden baş araştırmacı Elyse Incha, "Ancak heyecan vericidirler çünkü Kepler onları son birkaç günlük çalışması sırasında gözlemlemiştir. Bu, Kepler'in ömrünün sonunda bile gezegen avcılığında ne kadar iyi olduğunu gösteriyor." ifadelerini kullanıyor. Buna göre, gözlemlerin, Kepler uzay Teleskobu'nun 30 Ekim 2018'de emekliye ayrılmasından önceki son birkaç hafta içinde yapıldığı belirtiliyor. Yakıtı biten aracın artık doğru yönü göstermediği ve bu durumun da verilerin bulanıklaşmasına neden olduğu; ancak araştırmacıların, bir yıldızın önünden geçen bir gezegen nedeniyle ışığın azaldığı geçiş dönemlerini bulmak için teleskobun elde ettiği son sağlam verileri kullanarak bu keşifleri gerçekleştirdiği aktarılıyor. Bununla birlikte: Görevi uzun bir süre sona ermiş olsa da geriye yıllar boyu süren gözlemleri boyunca topladığı kamuya açık verileri kapsayan devasa bir miras bırakan Kepler Uzay Teleskobu, emekliye ayrıldıktan 5 yıl sonra bile yeni gezegenlerin keşfedilmesine ışık tutuyor. Kepler'in yerini, 2018 yılında fırlatılan ve o zamandan beri yeni ötegezegen keşiflerine katkıda bulunan NASA'nın Transiting Exoplanet Survey Satellite (TESS) başta olmak üzere diğer gezegen avcısı teleskoplar almış bulunuyor. Konuya ilişkin olarak "Kepler birçok yönden gezegen avlama meşalesini TESS'e devretti," ifadelerini kullanan, Kepler üzerinde de çalışan TESS proje bilimcisi Knicole Colón, "Kepler'in veri kümesi gökbilimciler için bir hazine olmaya devam ediyor ve TESS de onun keşifleri hakkında yeni bilgiler edinmemize yardımcı oluyor." diye de sözlerine ekliyor.

Quando Bilim

Elon Musk'ın beyin çipi firması Neuralink, insanlı denemeler için onay aldı

Elon Musk'ın beyin implantı şirketi Neuralink'in , insanlı klinik denemelere başlaması için ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) gerekli izni aldığını bildirildi. Şirketin Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, FDA onayının, teknolojilerinin gelecekte birçok insana yardım etmesini sağlayacak önemli bir ilk adımı temsil ettiği ifade edildi. Buna ek olarak, çalışmanın amacına dair ayrıntılı bilgi vermekten kaçınan şirket, henüz işe alım yapılmadığını ve yakında konuya ilişkin daha fazla ayrıntıla ulaşılabileceğini aktardı. Geniş açı: Elon Musk, beyin implantları sayesinde obezite, felç, körlük, otizm, depresyon ve şizofreni gibi bir dizi hastalığın tedavi edilebileceğini iddia ettiği gibi aynı zaman web'de gezinme ve telepatinin de mümkün olabileceğini öne sürüyor. Buna göre, maymunlarda test edilen çiplerin, beyinde üretilen sinyalleri yorumlamak ve Bluetooth aracılığıyla cihazlara bilgi aktarmak üzere tasarlandığı belirtiliyor. Öte yandan, Neuralink'in web sitesinde cihazın mühendislik sürecinde "güvenlik, erişilebilirlik ve güvenirliğin" önceliği olduğu belirtilirken uzmanlar, Neuralink'in beyin implantlarının yaygın olarak kullanılabilmesi için teknik ve etik zorlukların üstesinden gelmek üzere kapsamlı testler yapılması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Bir adım geriden: Asıl hedefi Neuralink çiplerini insan beynine yerleştirmeye 2020 yılında başlamak olan Musk, 2019 yılından bu yanda en az dört kez Neuralink'in insan deneylerine başlayacağını söylemiş olsa da birden fazla mevcut ve eski Neuralink çalışanının Mart ayında Reuters'e söylediklerine göre, şirket FDA onayı için resmî olarak 2022'nin başlarında başvuruda bulunmuş; bu başvuru, güvenlik gerekçesiyle FDA tarafından reddedilmişti. Çalışanlara göre, FDA, başvuruyu reddederken Neuralink'in insan deneylerini onaylamadan önce ele alınması gereken birkaç endişeye de işaret etti. Buna göre, başvurunun reddine yol açan başlıca sorunlar arasında cihazın lityum pili, implantın kablolarının beyin içinde yer değiştirme olasılığı ve beyin dokusuna zarar vermeden cihazı güvenli bir şekilde çıkarmanın zorluğu yer alıyor. Endişeler: Musk her ne kadar cihazın güvenliğinden son derece emin olduğunu ve bu cihazları çocuklarda dahi kullanmaya istekli olduğu belirtse de Neuralink, 2016 yılındaki kuruluşundan bu birçok farklı federal soruşturmaya konu oldu. Son olarak bu ay ABD'li kanun düzenleyiciler, Neuralink'in gerçekleştirdiği hayvan deneylerini denetleyen bir panelin yapısının hatalı ve aceleye getirilmiş deneylere katkıda bulunup bulunmadığını araştırmak üzere inceleme başlatılması için çağrıda bulunmuştu. Bununla birlikte, Neuralink'in maymun beyinlerinden çıkarılan çiplerdeki tehlikeli patojenleri uygun muhafaza önlemleri olmada yasadışı bir şekilde taşıyıp taşımadığı için ABD Ulaştırma Bakanlığı'nca hakkında inceleme başlatılan Neuralink'in, ABD Tarım Bakanlığı Genel Müfettişlik Ofisi tarafından da olası hayvan refahı ihlalleri nedeniyle soruşturma altında olduğu biliniyor. Öte yandan: Neuralink'in insan deneylerine başlamak için FDA'dan onay alması, kısa bir süre önce İsviçreli araştırmacılar tarafından geliştirilen beyin implantları sayesinde 12 yıldır felçli olan Hollandalı bir adamın tekrar yürüyebilmesini takip ediyor. Buna göre, Gert-Jan Oskam isimli adam, düşüncelerini kablosuz olarak bacaklarına ve ayaklarına ileten bir implant sistemi sayesinde "sadece düşünerek" yürüyebilmişti.

Quando Bilim

Japonya, 2025 yılına kadar uzaydan güneş enerjisi elde etmeyi planlıyor

Japonya ve ülkenin uzay idaresi JAXA , uzun bir süredir uzaydan Dünya'ya güneş enerjisi ışınlamayı mümkün kılmak için çalışmalar gerçekleştiriyor. Bu kapsamda, JAXA'dan bilim insanlarının 2015 yılında 1,8 kilowatt gücü, yani bir elektrikli su ısıtıcısına yetecek enerjiyi 50 metreden daha uzun bir mesafeden kablosuz bir alıcıya ışınlamayı başarmasının ardından Japonya şimdi de bu teknolojiyi gerçeğe bir adım daha yaklaştırmaya hazırlanıyor. Geniş açı: Nikkei'nin haberine göre, bir kamu-özel sektör ortaklığı çerçevesinde Japonya, 2025 gibi erken bir tarihte uzaydan güneş enerjisi ışınlama girişiminde bulunmayı planlıyor. Kyoto Üniversitesi profesörlerinden Naoki Shinohara tarafından yürütülen ve 2009 yılından bu yana uzay tabanlı güneş enerjisi üzerinde çalışan proje kapsamında Japonya'nın, yörüngeye bir dizi küçük uydu yerleştirmeyi deneyeceği belirtiliyor. Japonya, bu küçük uydular tarafından toplanan güneş enerjisini yüzlerce mil ötedeki yer tabanlı alıcı istasyonlara ışınlamayı hedefliyor. Arka plan: Uzaydan enerji elde ederek bu enerjiyi Dünya'ya göndermek için güneş panelleri ve mikrodalgaların kullanılması fikri ilk olarak 1968 yılında ABD'li bir fizikçi tarafından ortaya atılan önerilere dayanıyor. Buna göre, 36 bin kilometre yükseklikte elektrik elde edilmesi için uzaya fırlatılacak güneş panelleriyle üretilen enerjinin daha sonra ilk olarak mikrodalgalara dönüştürülebileceği; daha sonrasında ise yeniden elektrik enerjisine dönüştürülmek üzere yeryüzündeki alıcı istasyonlara aktarılabileceği öneriliyordu. Bu tarihten beri aralarında Çin ve ABD'nin de bulunduğu birkaç ülke bu fikri gerçeğe dönüştürmek için zaman ve para harcamış bulunuyor. Neden önemli: Bu teknolojiyi bu kadar cazip kılan şey ise yörüngedeki güneş panellerinin potansiyel olarak sınırsız yenilenebilir enerji kaynağı vadetmesi olarak öne çıkıyor. Buna göre, güneş panelleri aracılığıyla uzaydan günün herhangi bir saatinde enerji toplayabilir ve bu şekilde elde edilen enerjinin Dünya'ya iletilmesi için mikrodalgaların kullanılması da bu süreç için bulutların bir sorun teşkil etmesini engeller. Öte yandan, Japonya'nın bir dizi yörüngesel güneş panelini başarıyla konuşlandırması hâlinde dahi bu teknolojinin bir hayalden gerçeğe dönüşmesine kesin gözüyle bakılmıyor. Bunun gerekçesi olaraksa 1 gigawatt yani yaklaşık olarak bir nükleer reaktör kadar güç üretebilecek bir güneş paneli dizisi üretmenin mevcut teknolojilerle yaklaşık 7 milyar dolara mal olması gösteriliyor.

Quando Bilim

Beyni elektrikle stimüle etmek, dikkat ve hafızayı güçlendirebilir mi?

Beyne belli miktarda elektrik akımı verilmesinin kişinin zihinsel işlevlerini geliştirip geliştirmeyeceği üzerine tartışmalar yıllardır devam ediyor. Geçmişte bu konu ile ilgili gerçekleştirilen çalışmaların geniş çaplı bir analizine göreyse bu sorunun cevabı "muhtemelen" gibi duruyor. Gelgelelim, bazı eleştirmenler, söz konusu analizin bu soruya cevap vermek için çok farklı deneyleri incelediğini gerekçe göstererek bu sonucun doğruluğunu sorguluyor. Geniş açı: Geçtiğimiz altı yıl içinde, transkraniyal elektrik stimülasyonu adı verilen bir teknik sınıfının terapötik etkilerini test eden çalışmaların sayısı hızla artmış bulunuyor. Kafa derisine harici olarak yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyne ağrısız, zayıf bir elektrik akımı ileten bu tedaviler, işlevi iyileştirmek için beyindeki sinyalleri uyarmayı, bozmayı veya senkronize etmeyi amaçlıyor Bu kapsamda, araştırmacılar transkraniyal alternatif akım stimülasyonunu (tACS) ve kardeş teknolojisi olan tDCS'yi (transkraniyal doğru akım stimülasyonu) hem sağlıklı gönüllüler hem de depresyon, Parkinson hastalığı veya bağımlılık gibi nöropsikiyatrik rahatsızlıkları olanlar üzerinde test etti; ancak çalışma sonuçlarının çelişkili olması ya da tekrarlanamaması, araştırmacıların bu araçların etkinliğini sorgulamasına yol açtı. Bunun üzerine, Massachusetts'teki Boston Üniversitesi'nde bilişsel ve klinik nörobilim laboratuvarı direktörü Robert Reinhart liderliğindeki yeni analizin yazarları ise beyne salınımlı bir akım uygulayan teknikle ilgili 100'den fazla çalışmayı karşılaştırarak tACS'nin umut vaat edip etmediğini ölçmek için bir rapor derledi. Science Translational Medicine1 dergisinde 24 Mayıs'ta yayımlanan bu meta-analize göre, tACS tedavisinin dikkat, uzun süreli bellek, çalışma belleği, yeni bilgileri işleme ve sorunları çözme yeteneği ve diğer üst düzey bilişsel süreçlerde orta düzeyde iyileşmeler sağladığı sonucuna varıldı. Konuya ilişkin olarak Boston Üniversitesi'nde bilişsel sinirbilimci olan makalenin yazarlarından Shrey Grover, tekniğin "en azından kısa vadede zihinsel işlevlerde önemli bir değişiklik getirdiği görülüyor," ifadelerini kullanarak bulguların, araştırmacıların insanlarda tACS'yi araştırmaya devam etmeleri için bir neden verdiğini belirtiyor. Ayrıca: ABD Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nde nöromodülasyon konusunda uzmanlaşmış bir psikiyatrist olan Sarah Lisanby ise daha fazla araştırmanın verimli olabileceğine dair bir umut olduğunu ifade ederek yöntemin gelecekte terapötik bir müdahalenin geliştirilmesiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağının hâlâ daha belirsizliğini koruduğunu da sözlerine ekliyor. Bununla birlikte, Lisanby, meta-analizin en büyük etkisinin, tACS araştırmalarında iyileştirilmesi gereken önemli zayıf noktaların ortaya çıkarılması olduğunu belirtiyor. Buna göre, analizde 102 çalışmasının 98'inin önceden kaydedilmediği, yani araştırmacıların deneyler başlamada önce hipotezlerini ve yöntemlerini dergilerde veya başka platformlarda kayıt altına almadıkları ifade ediliyor. Bu da, başarısızlıkla sonuçlanan deneylere ilişkin bulguların daha az paylaşılması yani olumlu sonuçların olumsuz sonuçlardan daha fazla yayımlanma olasılığını artırıyor. Öte yandan: Tüm bunlara ek olarak, meta-analizin faydalı olmadığını düşünenler de bulunuyor. Mesela, Harvard Tıp Fakültesi'nde nörolog olan Alvaro Pascual-Leone, "Bu makaleyle ilgili sorunum, etkili bir şekilde farklı müdahaleler olan çalışmaları bir araya getirmesidir" ifadelerini kullanarak meta-analize dahil edilen çalışmaların beynin hangi bölümlerini hedeflendiği, kafa derisi üzerindeki elektrotların düzeni ve elektrik akımının frekansı ve yoğunluğu açısından birbirinden büyük ölçüde farklı olduğunu belirtiyor. Birçoğu tekrarlanmamış olan bu tür farklı çalışmalara dayanarak genel bir sonuca varmanın hatalı sonuçlar doğurma riski taşıdığını belirten Pascual-Leone, açıklamasının devamında ise şu şekilde kaydediyor: "Aslında, stimülasyonun nasıl uygulandığı konusundaki farklılıklar çok önemlidir" diyor. "Bu [rapor] bir bütün olarak alana güzel bir genel bakış sağlayan kapsamlı bir çabadır ve hepsi övgüye değerdir, ancak farklı şeylerin karıştırılması ve eşleştirilmesidir, bu yüzden çok fazla şey öğrendiğimizden emin değilim." Bununla birlikte: ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) herhangi bir hastalık için tACS veya TDCS tedavisini onaylamadığını; ancak depresyon veya ağrı gibi bazı durumların tedavisinde tDCS kullanımının Avrupa, Brezilya, Çin ve Meksika gibi bazı ülkeler tarafından onaylandığını da belirtmek gerekiyor.

Quando Bilim

Avrupa Birliği'nden Meta'ya rekor ceza

Instagram, Facebook ve WhatsApp'ın çatı şirketi Meta'ya , Avrupa Birliği (AB) sınırları içindeki kullanıcıların verilerini ABD'ye aktardığı gerekçesiyle 1,3 milyar dolar ceza kesildi. AB'nin veri koruma otoritesi olan İrlanda Veri Koruma Komisyonu (DPC) tarafından kesilen ceza, aynı zamanda bloğun Genel Veri Koruma Yönetmeliği'nin (GDPR) ihlali açısından bir şirkete verilen en büyük ceza olma özelliği taşıyor. Dahası: Komisyon, para cezasına ek olarak kullanıcı verilerini AB'den ABD'ye aktarmayı askıya alması için Meta'ya beş ay süre tanıdı. Bu süre zarfında veri aktarımını askıya almaması hâlinde Meta, çok daha ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Geniş açı: DPC'den konuya ilişkin yapılan açıklamada, Meta'nın Avrupa Adalet Divanı'nın bu bilgilerin güçlü bir şekilde korunmasını gerektiren kararına rağmen AB'deki Facebook kullanıcı verilerini ABD'ye aktarmaya devam ederek GDPR'yi ihlal ettiği ifade edildi. Öte yandan, Komisyon'un kararı Instagram ve WhatsApp'taki veri transferlerini kapsamıyor. Konuya ilişkin yaptığı açıklamasında aynı veri aktarım mekanizmasını kullanan binlerce işletme olduğunu belirterek cezayı adaletsiz ve gereksiz olarak nitelendiren Meta, cezaya itiraz edeceklerini duyurdu. Buna ek olarak, şirket, söz konusu "hatalı" kararın "AB ile ABD arasında veri transferi yapan sayısız diğer şirket için tehlikeli bir emsal teşkil" ettiğini de sözlerine ekledi. Bununla birlikte: GDPR'ı ihlal nedeniyle kesilen en yüksek ceza rekorunun sahibi, Meta'dan önce 887 milyon dolarlık para cezası ile Amazon idi. Lüksemburg Ulusal Veri Koruma Komisyonu tarafından, şirketin kişisel verileri işlemesinin bloğun veri koruma yasalarına uygun olmadığı gerekçesiyle verilen cezaya ek olarak Komisyon, Amazon'a açıklanmayan bazı iş uygulamalarını gözden geçirmesini emretmişti.

Quando

Elon Musk'ın beyin çipi firması Neuralink, insanlı denemeler için onay aldı

Elon Musk'ın beyin implantı şirketi Neuralink'in , insanlı klinik denemelere başlaması için ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) gerekli izni aldığını bildirildi. Şirketin Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, FDA onayının, teknolojilerinin gelecekte birçok insana yardım etmesini sağlayacak önemli bir ilk adımı temsil ettiği ifade edildi. Buna ek olarak, çalışmanın amacına dair ayrıntılı bilgi vermekten kaçınan şirket, henüz işe alım yapılmadığını ve yakında konuya ilişkin daha fazla ayrıntıla ulaşılabileceğini aktardı. Geniş açı: Elon Musk, beyin implantları sayesinde obezite, felç, körlük, otizm, depresyon ve şizofreni gibi bir dizi hastalığın tedavi edilebileceğini iddia ettiği gibi aynı zaman web'de gezinme ve telepatinin de mümkün olabileceğini öne sürüyor. Buna göre, maymunlarda test edilen çiplerin, beyinde üretilen sinyalleri yorumlamak ve Bluetooth aracılığıyla cihazlara bilgi aktarmak üzere tasarlandığı belirtiliyor. Öte yandan, Neuralink'in web sitesinde cihazın mühendislik sürecinde "güvenlik, erişilebilirlik ve güvenirliğin" önceliği olduğu belirtilirken uzmanlar, Neuralink'in beyin implantlarının yaygın olarak kullanılabilmesi için teknik ve etik zorlukların üstesinden gelmek üzere kapsamlı testler yapılması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Bir adım geriden: Asıl hedefi Neuralink çiplerini insan beynine yerleştirmeye 2020 yılında başlamak olan Musk, 2019 yılından bu yanda en az dört kez Neuralink'in insan deneylerine başlayacağını söylemiş olsa da birden fazla mevcut ve eski Neuralink çalışanının Mart ayında Reuters'e söylediklerine göre, şirket FDA onayı için resmî olarak 2022'nin başlarında başvuruda bulunmuş; bu başvuru, güvenlik gerekçesiyle FDA tarafından reddedilmişti. Çalışanlara göre, FDA, başvuruyu reddederken Neuralink'in insan deneylerini onaylamadan önce ele alınması gereken birkaç endişeye de işaret etti. Buna göre, başvurunun reddine yol açan başlıca sorunlar arasında cihazın lityum pili, implantın kablolarının beyin içinde yer değiştirme olasılığı ve beyin dokusuna zarar vermeden cihazı güvenli bir şekilde çıkarmanın zorluğu yer alıyor. Endişeler: Musk her ne kadar cihazın güvenliğinden son derece emin olduğunu ve bu cihazları çocuklarda dahi kullanmaya istekli olduğu belirtse de Neuralink, 2016 yılındaki kuruluşundan bu birçok farklı federal soruşturmaya konu oldu. Son olarak bu ay ABD'li kanun düzenleyiciler, Neuralink'in gerçekleştirdiği hayvan deneylerini denetleyen bir panelin yapısının hatalı ve aceleye getirilmiş deneylere katkıda bulunup bulunmadığını araştırmak üzere inceleme başlatılması için çağrıda bulunmuştu. Bununla birlikte, Neuralink'in maymun beyinlerinden çıkarılan çiplerdeki tehlikeli patojenleri uygun muhafaza önlemleri olmada yasadışı bir şekilde taşıyıp taşımadığı için ABD Ulaştırma Bakanlığı'nca hakkında inceleme başlatılan Neuralink'in, ABD Tarım Bakanlığı Genel Müfettişlik Ofisi tarafından da olası hayvan refahı ihlalleri nedeniyle soruşturma altında olduğu biliniyor. Öte yandan: Neuralink'in insan deneylerine başlamak için FDA'dan onay alması, kısa bir süre önce İsviçreli araştırmacılar tarafından geliştirilen beyin implantları sayesinde 12 yıldır felçli olan Hollandalı bir adamın tekrar yürüyebilmesini takip ediyor. Buna göre, Gert-Jan Oskam isimli adam, düşüncelerini kablosuz olarak bacaklarına ve ayaklarına ileten bir implant sistemi sayesinde "sadece düşünerek" yürüyebilmişti.

Quando

Nvidia yeni yapay zekâ ürünlerini tanıttı

Nvidia , üretken yapay zekâ modelleri oluşturmak ve eğitmek için tasarlanan yeni süper bilgisayarı DGX GH200'ü duyurdu . Tayvan’ın başkenti Taipei’de gerçekleşen Computex teknoloji fuarında konuşan CEO Jensen Huang, yaklaşık iki saat süren bir sunumda çip üreticisinin birçok yeni ürününü tanıttı. Detaylar: Üretken yapay zekâ iş yüklerini nasıl kaldırabileceğini test etmek için, 2023 sonuna doğru kullanılabilir olacak süper bilgisayara başta Google Cloud, Meta ve Microsoft gibi şirketlerin erişebileceği belirtildi. DGX GH200’ün, tek başına kullanılabileceği gibi “Nvidia Helios” olarak isimlendirilen dörtlü bir sistem içinde de kullanılabileceği ifade edildi. Bir adım geriden: Geçtiğimiz hafta Nvidia, yapay zekâ görevlerini yerine getiren veri merkezi çiplerine olan talebin de etkisiyle, içinde bulunduğumuz çeyrek için analistlerin tahminlerinin oldukça üzerinde bir satış tahmini yaptı. Hisse fiyatlarını rekor seviyeye taşıyan şirket, çip endüstrisinde bir ilke imza atarak 1 trilyon dolarlık bir değerlemenin eşiğine geldi. Nvidia tanıtımlarından öne çıkan bazı başlıklar şu şekilde oldu: Oyunculara yönelik GeForce RTX 4080 Ti grafik işlemcilerinin Tayvan merkezli ortaklarla “büyük miktarlarda” üretildiği ifade edildi. Oyun geliştiricileri için önceden eğitilmiş modellere sahip özelleştirilebilir bir yapay zekâ modeli geliştirme hizmeti olan Nvidia Avatar Cloud Engine (ACE) for Games duyuruldu. Ethernet tabanlı bulutlar hizmetleri için Spectrum-X hızlandırılmış ağ platformu duyuruldu. Ağdaki verimliliği ve performansı artıran teknolojinin, bulut üzerinden yapay zekâ odaklı uygulama geliştirme hizmeti sunan şirketlerin ve bu hizmetleri satın alan geliştiricilerin işlerini kolaylaştıracağı belirtildi. Robot süpürge gibi ürünler için üretilen Isaac AMR isimli yeni bir platform tanıtıldı. Kamera ve LIDAR sensörlerle entegre çalışabilen platformun, devasa tesislerin haftalar süren haritalama işleminin birkaç günde tamamlanmasına imkân tanıyacağı ve üç boyutlu voksel haritalar oluşturabileceği ifade edildi. Birleşik Krallık merkezli iletişim ve reklamcılık şirketi WPP ile yapılacak işbirliği kapsamında yapay zekâdan güç alan bir içerik motoru oluşturuldu. Tayvan merkezli teknoloji şirketi MediaTEK işbirliğinde, otomobiller için kabin deneyimini iyileştirecek bilgi-eğlence sistemleri sunacak ve yapay zekâ odaklı yazılım teknolojileri ile entegre olacak çipler geliştirildiği ifade edildi.

Quando

Twitter, Avrupa Birliği'nin Dezenformasyon Kodu'ndan çekildi

Avrupa Birliği ( AB ), Twitter'ın, birliğin dezenformasyonla mücadeleye yönelik gönüllü kodundan çekildiğini açıkladı. Haberi dün Twitter üzerinden duyuran AB'nin iç pazardan sorumlu komiseri Thierry Breton, "Yükümlülükler devam ediyor. Kaçabilirsiniz ama saklanamazsınız." diyerek platformun yeni yasalara uymaya zorlanacağını ifade etti. Twitter'ın 25 Ağustos itibarıyla yasal olarak AB'de dezenformasyonla mücadele etmesi gerekeceğini belirten Breton, aksi takdirde Twittter'ın yaptırımlarla karşı karşıya kalacağının da sinyallerini verdi. Bir adım geriden: Bundan birkaç gün önce AB'den bir yetkili, Twitter'ın koddan ayrılacağına dair işaretler verdiğini; ancak bunun, Twitter'ın AB'de faaliyet göstermeyi bırakacağı anlamına gelmediğini söylemişti. Konuya ilişkin açıklamada, şirket zaten son zamanlarda çok fazla çaba sarf etmediği için bunun büyük bir fark yaratmayacağı ifade edilmişti. Arka plan: Geçen yıl Haziran ayında başlatılan kod, dezenformasyon ve sahte haberlerden kazanç elde edilmesini önlemenin yanı sıra şeffaflığı arttırmayı ve botlar ile sahte hesapların yayılmasını engellemeyi amaçlıyor. Aralarında Facebook, WhatsApp ve Instagram'ın çatı şirketi Meta'nın yanı sıra TikTok, Google, Microsoft ve Twitch'in de bulunduğu düzinelerce teknoloji firması tarafından imzalanan kod ile şirketler, doğruluk kontrolcüleriyle işbirliği yapmak ya da siyasi reklamların takibini yapmak gibi hangi taahhütlerde bulunacaklarına karar verebiliyor. Twitter bu yılın başlarında, şirketin 2022'nin sonlarında Elon Musk tarafından devralınmadan önce uymayı kabul ettiği kod kapsamında AB'ye eksiksiz bir rapor göndermeyen tek büyük teknoloji platformu olmuştu. AB'nin yürütme kolu Şubat ayında yaptığı açıklamada, raporda veri eksikliği olduğunu ve sosyal medya şirketinin doğruluk kontrolörlerini güçlendireceğine dair taahhütlerini içermediğini söylemişti. Geniş açı: Elon Musk'ın devralmasından bu yana Twitter'daki içerik denetiminin büyük ölçüde azaltıldığı gerçeği, eleştirmen tarafından platformdaki dezenformasyonun yayılmasındaki artışın nedeni olarak değerlendiriliyor. Her ne kadar Musk, şirketi devraldığından beri platformdaki yanlış bilgi miktarının azaldığını ifade etse de geçtiğimiz ay BBC'nin bildirdiğine göre, Twitter'da Rus ve Çin devlet propagandası yapan hesapların sayısında sıçrama yaşandığı aktarılıyor. Buna göre, Twitter'ın koordineli dezenformasyon kampanyalarıyla mücadele etmek için çalışan, uzmanlardan oluşan özel bir ekibi olduğu; ancak bu uzmanların çoğunun Musk'ın şirketi satın almasıyla işten çıkarıldığı veya istifa ettiği bildiriliyor. Öte yandan: Her ne kadar Twitter, dezenformasyon kodundan çıkış yapmış olsa da AB'nin şirketleri yasadışı çevrimiçi içerikle mücadele etmek için çok daha katı denetlemelere tabi tutacağı D ijital Hizmet Yasası (DSA) yürürlüğe girmiş bulunuyor. Bu yasa, 25 Ağustos'tan itibaren, Twitter gibi AB'de aylık 45 milyondan fazla aktif kullanıcısı bulunan platformların, yeni kurallara uymak zorunda kalacakları; aksi takdirde yıllık gelirlerinin %6'sı kadar para cezası veya AB'de tamamen yasaklanma tehdidiyle karşı karşıya kalabilecekleri anlamına geliyor. Başka bir deyişle, DSA, Twitter'ın kullanıcıların yasadışı içeriği bildirebileceği bir mekanizmaya sahip olmasını, bildirimler üzerine platformun "hızlı bir şekilde" harekete geçmesini ve dezenformasyonun yayılmasına karşı önlemler almasını gerektiriyor.

Quando

Axiom Space'in ikinci özel görevi "Ax-2" başladı

ABD merkezli uzay turizmi şirketi Axiom Space'in ikinci özel astronot misyonu "Ax-2", biri eski bir NASA astronotu olmak üzere 4 kişiden oluşan mürettebatın 21 Mayıs'ta gerçekleştirilen fırlatmanın ardından Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) doğru yola çıkmasıyla birlikte başladı. SpaceX'in Falcon 9 roketi ve Crew Dragon uzay aracı ile birlikte giden mürettebatın, 30 Mayıs'ta Dünya'ya geri dönmesi planlanıyor. Geniş açı: Dün ISS'e başarılı bir şekilde kenetlendiği bildirilen uzay aracı, 665 günle ABD'nin uzayda en uzun süre kalma rekorunu elinde bulunduran; şu anda da Axiom'da insan uzay uçuşu direktörü olarak görev yapmakta olan eski NASA astronotu Peggy Whitson tarafından kumanda ediliyor. Whitson'ı özel bir uzay uçuşunu komuta eden ilk kadın olarak konumlandıran görev, kök hücre araştırmacısı Rayyanah Barnawi'nin Suudi Arabistan'dan uzaya seyahat eden ilk kadın olmasıyla da tarihe geçiyor. "Barnawi, geçen hafta gazetecilere yaptığı açıklamada "Suudi Arabistan'daki tüm insanların ve evlerindeki tüm kadınların tüm hayallerini ve umutlarını temsil etmekten büyük onur ve mutluluk duyuyorum" ifadelerini kullanmıştı. Mürettebatın geri kalanında ise Axiom'un 2022'deki Ax-1 görevi için yedek olarak eğitilen özel bir astronot olan John Shoffner, Ax-2 görevi için de pilot olarak görev alıyor. Ayrıca, mürettebatın bir diğer üyesi olan Suudi Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde savaş pilotu Ali Alqarni, Barnawi ile birlikte, 1985 yılında bir uzay mekiği görevinde yük uzmanı olarak uçan Sultan bin Salman Al Saud'dan sonra uzaya giden ilk Suudi vatandaşları olarak öne çıkıyor. Hâlihazırda ISS'te bulunan yedi astronota katılan Ax-2 astronotları, istasyonda kaldıkları süre zarfında kök hücre gibi biyomedikal araştırmalar dahil olmak üzere 20'den fazla inceleme ve bilim projesi üzerinde çalışacak. Arka plan: Ax-2 görevi, insanların uzaya gitmek için para ödedikleri ilk sefer değil. "Space Adventures" isim bir şirket, 2000'li yılların başında ISS'e benzer birkaç görev için aracılık etmiş ve insanları Rusya'nın Soyuz uzay aracı ile uzaya taşımıştı. Bu iş modelini ABD'ye taşıyan Axiom ise SpaceX ile kurduğu ortaklık kapsamında müşterileri ISS'e taşıyacak bir çerçeve oluşturmuş; şirketin Nisan 2022'de gerçekleşen ilk görevi olan AX-1 ile ABD'den ilk kez vatandaşlar belli bir ücret karşılığında uzaya çıkmıştı. Bu görevleri rutin hâle getirerek profesyonel astronot olmayan kişilerin de uzay uçuşunu deneyimlemeleri için daha fazla fırsat sunmayı amaçlayan Axiom Space'in görev entegrasyon ve operasyon şefi Derek Hassmann, fırlatma öncesi düzenlenen basın toplantısında bu duruma dikkat çekerek hükümetler tarafından desteklenen daha fazla müşteri görmeyi beklediklerini kaydetti. Bununla birlikte, Axiom'un, NASA'nın beklentilerine göre ISS'in 2030 yılında emekliye ayrılmasından sonra bile özel uzay uçuşlarına devam edeceği değerlendiriliyor. Buna göre, özel sektöre ait yeni bir uzay istasyonu inşa etmeyi hedefleyen birkaç ABD merkezli şirketten birinin de Axiom olduğu belirtiliyor. Bilgi notu: Bundan birkaç ay önce, Türkiye'nin ilk insanlı uzay görevi için de Axiom Space ile işbirliği yapıldığı duyurulmuştu. Bu kapsamda, Türkiye'nin ilk astronotları, Axiom Space işbirliği ve SpaceX roketiyle uzaya gidecek.

Quando Bilim

Webb, antik bir galaksinin özelliklerini ortaya çıkardı

Bugüne kadar yapılmış en güçlü teleskop olan James Webb Uzay Teleskobu'nu kullanan gökbilimciler, 25 milyar ışık yılı uzaklıkta bulunan devasa, yoğun bir galaksi olan GS-9209'un özelliklerini ilk kez ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkardılar. Buna göre, Büyük Patlama'dan sadece 600 ila 800 milyon yıl sonra oluştuğu belirtilen GS-9209 galaksisinin, kendisinden yaklaşık olarak 10 kat daha büyük olan Samanyolu galaksisi ile benzer sayıda yıldıza sahip olduğu bildirildi. Geniş açı: Artık yıldız oluşturmayan galaksi türü olan sakin galaksilerin bilinen en eski örneği olan GS-9209 galaksisinde bulunan yıldızların toplam kütlesinin, Güneş'in yaklaşık 40 milyar katı olduğu ve bu yıldızların, GS-9209'da yıldız oluşumu durmadan önce hızla oluştuğu belirtiliyor. Edinburgh Üniversitesi Fizik ve Astronomi Fakültesi'nden Dr. Adam Carnall, keşfe ilişkin şu ifadeleri kullanıyor: "James Webb Uzay Teleskobu, kozmik tarihin ilk milyar yılı boyunca galaksilerin tahmin ettiğimizden daha büyük ve daha erken büyüdüğünü zaten göstermişti. Bu çalışma, Büyük Patlama'dan sadece 800 milyon yıl sonra kendi Samanyolu'muz kadar yıldız oluşturmayı başaran GS-9209'un tarihini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarak, bu erken galaksilerin özelliklerine ilk kez gerçekten ayrıntılı bir şekilde bakmamızı sağlıyor. Bu galakside çok büyük bir kara delik de görmemiz büyük bir sürpriz oldu ve bu kara deliklerin erken galaksilerdeki yıldız oluşumunu durduran şey olduğu fikrine büyük bir ağırlık kazandırdı." Bununla birlikte: Analizler ayrıca GS-9209'un merkezinde, astronomların bu sayıda yıldıza sahip bir galakside tahmin edebileceğinden beş kat daha büyük bir süper kütleli kara deliğe ev sahipliği yaptığını gösteriyor. buna göre, ekip, bu keşfin GS-9209'un neden yeni yıldızlar oluşturmayı bıraktığını açıklayabileceğini değerlendiriyor. Süper kütleli kara deliklerin büyümesi sonucunda ısınabilen ve gazı galaksilerden dışarı itebilen büyük miktarlarda yüksek enerjili radyasyon açığa çıkar. Yıldızların galaksilerin içindeki toz bulutları ve gaz parçacıklarının kendi ağırlıkları altında çöktüğünde oluştuğu düşünüldüğün bu durumun, GS-9209'da yıldız oluşumunun durmasına neden olmuş olabileceği ifade ediliyor. Keşif: GS-9209 ilk olarak 2004 yılında Edinburgh Üniversitesi Fizik ve Astronomi Fakültesi'nde profesör olan Jim Dunlop ve o zamanlar doktora öğrencisi olan, şimdiyse Croningen Üniversitesi'nde profesörlük yapay Karina Caputi tarafından keşfedilmişti.

Quando Bilim

Uzayda şimdiye kadarki en büyük patlama tespit edildi

Gökbilimciler , uzayda şimdiye kadarki en büyük patlamanın kaydedildiğini bildirdi. AT2021lwx olarak adlandırılan patlamanın bilinen tüm süpernovalardan, yani büyük yıldızların ölmesiyle meydana gelen patlamalardan on kat daha parlak olduğu ve yalnızca birkaç ay süren süpernova patlamalarının aksine en az üç yıldır devam ettiği aktarıldı. Buna ek olarak: Yıldızlar süper kütleli kara delikler tarafından parçalanıp yutulurken yayılan ışıktan (Gelgit Bozulması Olayları ya da TDE olarak da bilinir) da üç kat daha parlak olduğu ifade edilen AT2021lwx patlamasının, Dünya'dan yaklaşık olarak 8 milyar ışık yılı uzaklıkta gerçekleştiği ve dolayısıyla patlamanın evren sadece 6 milyar yaşındayken meydana geldiği kaydedildi. Arka plan: Her ne kadar kamuoyuna yeni duyurulsa da aslında AT2021lwx ilk olarak Kaliforniya'da bulunan ve "geçici" olarak da bilinen, zaman içinde parlaklığı hızla değişen astronomik olaylar için gece gökyüzünü araştırmak üzere tasarlanmış olan Zwicky Geçici Tesisi tarafından tespit edildi. Daha sonrasında ise Hawaii'de bulunan Asteroid Karasal Etki Son Uyarı Sistemi (ATLAS) tarafından yakalanan patlamanın büyüklüğü ve gücü ise şimdiye kadar tespit edilememişti. Geniş açı: Araştırmayı yöneten Southampton Üniversitesi araştırma görevlisi Philip Wiseman, konuya ilişkin açıklamasında, AT2021lwx patlamasına, arama algoritmalarının bir tür süpernova ararken patlamayı işaretlemesi sonucunda "tesadüfen" rastladıklarını belirterek "Süpernovaların ve TDE'lerin çoğu sönmeden önce sadece birkaç ay sürer. Bir şeyin iki yıldan uzun süre parlak kalması çok sıra dışı bir durum." şeklinde aktardı. Wiseman ve gökbilimciler AT2021lwx'in bir kara deliğin Güneş'ten binlerce kat daha büyük kütleye sahip bir gaz bulutunu şiddetli bir şekilde parçalamasının sonucu olabileceğini düşünüyor. Buna göre, bu olay sırasında kara deliğin gaz bulutunun parçalarını yutarak hem gazdan geriye kalanlara hem de onu çevreleyen halka şeklindeki daha geniş bir toz torusuna şok dalgaları gönderdiği ve parlak elektromanyetik radyasyon yaymalarına neden olduğu değerlendiriliyor. Öte yandan: Bu noktada, bunun gibi olayların oldukça nadir meydana gelmelerine karşın daha önce de görüldüğünü; ancak daha önce tanık olunan benzeri olaylarının hiçbirinin AT2021lwx ölçeğinde olmadığını belirtmek gerekiyor. Ayrıca, AT2021lwx'in 2022 yılında gökbilimciler tarafından 2,4 milyar ışık yılı uzaklıkta tespit edilen ancak tespit edildikten sonra sadece on saat süren GRB 221009A gama ışını patlaması kadar parlak olmadığı ifade ediliyor. Bunun bir gama ışını patlaması için oldukça uzun bir süre olsa da AT2021lwx'in tüm ömrü boyunca bu gama ışını patlamasının kendi başına yaptığından çok daha fazla enerji yaydığı aktarılıyor. Bütün bunlarla birlikte, bilinen evrende AT2021lwx kadar parlak olan tek şey süper kütleli kara deliklerdir. Bu kara delikler, yüksek hızlarda içlerine düşen yıldız gazlarıyla beslendiklerinde, kuasar olarak bilinen inanılmaz derecede parlak emisyonlar yayabilirler.

Quando Bilim

Bilimsel çalışmalarda toplanan insan DNA'sı mahremiyet endişelerine yol açıyor

İnsan DNA'sının her yerde olması; polislerin şüphelilerin kimliklerini tespit etmek için sigara izmaritlerinden ve kahve fincanlarından elde edilen genetik dizileri kullanmasını veya arkeologların eski insanların kimliklerini tespit etmek için mağara topraklarından DNA tespiti yapmasını mümkün kılıyor. Ancak, iki yeni araştırmaya göre, hayvanlar, bitkiler ve mikroplar hakkında genetik bilgi elde etmeyi amaçlayan bilim insanları için insan DNA'sının her yerde bulunması ve kısmi dizilimlerin bile çoğu insanın gizli tutmak isteyeceği bilgileri açığa çıkarma kabiliyeti, giderek daha büyük bir sorun hâline geliyor. Geniş açı: Su, toprak ve hatta havadan elde edilen genetik diziler bitki ve hayvan çeşitliliğini ortaya çıkarabilir, patojenleri tanımlayabilir ve geçmiş ortamların izini sürebilir; bu da bu çevresel DNA (eDNA) çalışmalarında bir patlamaya yol açmıştır. Gelgelelim, Nature Ecology & Evolution'da yayımlanan rapora göre, bu örnekler önemli miktarda insan geni de içerebiliyor. DNA izlerinin bazı durumlarda sahiplerinin cinsiyetini ve muhtemel soyunu belirlemek için yeterli miktarda olduğu gerçeğiyse araştırmaların etik anlamında alarma geçmesine neden oluyor. Benzer şekilde, bilim insanları onlarca yıldır dışkıdaki genetik bilgiyi analiz ederek insanların bağırsaklarındaki mikropları ortaya çıkarıyor. Şimdiye kadar, bir dışkı örneğindeki mikrobiyal DNA miktarının DNA'yı sağlayan kişi hakkında önemli genetik bilgi içermediği varsayılıyordu. Ancak Nature Microbiology'de yayımlanan analize göre, bu şekilde donörün cinsiyetini, muhtemel soyunu, belirli hastalık risklerini ve hatta diğer veri tabanlarına bağlandığında tam kimliğini potansiyel olarak tanımlamak mümkün. Araştırmaya eşlik eden San Diego Kaliforniya Üniversitesi'nden mikrobiyom öncüsü Rob Knight, söz konusu durumu büyük bir etik sorun olarak gördüğünü belirterek "Araştırma deneklerine mikrobiyom araştırmalarına katılmanın gizlilik riskleri hakkında nasıl iletişim kuracağımızı tamamen yeniden düşünmemiz gerekecek." ifadelerini kullanıyor. Perde arkası: Deniz kaplumbağalarında tümörlere neden olan herpes virüsü enfeksiyonlarını araştırmak için eDNA kullanan bir grup araştırmacı, alınan kum örneklerinde X ve Y kromozomlarının kolayca tespit edilebileceği kadar bozulmamış insan DNA'sı tespit ettikten sonra insan avı konusunda endişelenmeye başladılar. Örneklerindeki bol miktarda insan DNA'sı karşısında tedirgin olan araştırmacılar, etik kuruldan insan DNA'sını başka ortamlarda da aramak için izin aldılar. İrlanda'daki Avoca Nehri'nden; Florida, St. Augustine kıyısı yakınlarındaki deniz suyundan; bir ayak izinden alınan kumdan ve insanların çalıştığı bir odadaki havadan alınan örneklerde insan DNA'sı bulan araştırmacılar, bunların çoğundaki genetik izlerin, onları bırakan kişinin cinsiyetini ve muhtemel soyunu tanımlamak için yeterli olduğunu tespit ettiler. Osaka Üniversitesi'nden araştırmacılar ise, mikrobiyom verilerindeki başıboş insan dizilerinin bir gizlilik sorunu oluşturup oluşturmadığını görmek için en baştan yola çıktılar. Bir kişinin genlerinin bağırsak florasıyla nasıl ilişkili olabileceğini ve onu nasıl etkileyebileceğini incelemek için 343 kişinin genom ve dışkı mikrobiyomlarını dizileyen ekip, örneklerin %97'sinde mikrobiyom verilerin, donörün cinsiyetini doğru bir şekilde tahmin etmeye yetecek kadar genetik bilgisi içerdiğini tespit etti. Neden önemli: İnsan genetik avı meselesinin geniş kapsamlı sonuçları olabilir. Knight, grubunun daha fazla insan DNA'sını ortadan kaldırmak için kamuya açık veri tabanlarına gönderdiği tüm genetik dizileri kaldırması gerekebileceğini söylüyor. Ayrıca, bu, eDNA araştırmacıları arasında veri paylaşımını da zorlaştıracak ve insanları incelemek için izin almaya alışkın olmayan ekologların ve çevre bilimcilerin başka bir dizi etik onayına ihtiyaç duyabileceği anlamına geliyor. Bununla birlikte, genetik verilerin istenmeyen sonuçları konusunda uzun süredir endişe duyan Yerli halklar gibi gruplardan gelen eDNA veya mikrobiyom verileri özellikle hassas olabilir. San Diego Kaliforniya Üniversitesi'nden Kānaka Maoli (Hawaii Yerlisi) olan ve uzun süredir genetik araştırmalarda Yerli haklarını savunan genomik bilimci Keolu Fox, bu tür verileri çevreleyen etik ve yasal kuralların yeniden ayarlanması gerektiğinin altını çiziyor. Knight, analizin mikrobiyom araştırmacılarının insan DNA'sını filtrelemek ve örnekleri anonimleştirmek için kullandıkları mevcut yöntemlerin yeterince iyi çalışmadığını gösterdiğini söylüyor. Knight ayrıca, araştırmacıların mikrobiyomdan elde edilen dizilerin ne kadar geniş çapta paylaşılabileceğini yeniden değerlendirmeleri gerektiğini de sözlerine ekliyor. Buna ek olarak, her iki yazar grubu da eDNA ve mikrobiyom örneklerinden kişisel veri elde etme gücünün artmaya devam edeceği konusunda uyarıyor. Maryland Üniversitesi Francis King Carey Hukuk Fakültesi'nde hukuk ve biyoetik uzmanı olan Natalie Ram, bunun polis veya diğer devlet kurumları tarafından kötüye kullanım, ticari şirketler tarafından toplama ve hatta kitlesel genetik gözetimle ilgili endişeleri artırdığını belirtiyor.

Quando Bilim

E-POSTA BÜLTENLERI

Quando

Türkiye’den ve dünyadan en önemli teknoloji, inovasyon, girişimcilik ve bilim haberleri.

Quando Bilim

En önemli bilimsel ilerlemeler, uzaydan keşifler, sağlık dünyasından gelişmeler.