Aydın Dorsay ile Borusan Müzik Evi’nde

Aydın Dorsay ile Borusan Müzik Evi’nde buluşuyoruz. Ev’in kapısı kapandığında sokağın uğultusu dışarıda kalıyor. İçeride: sorular. Beyoğlu’da neler eksik? Mahallenin sınırları, hissi ne? Borusan Müzik’in İstiklal’le kurduğu bağ nasıl? Asmalı neresidir, coğrafi ve hissi sınırları nerede başlar, nerede biter? 1990’ların sonundan beri Babylon’a önce dinleyici olarak gittim, sonraki yıllarda bölgedeki kurumlarda farklı pozisyonlarda çalıştım. Hissi sınır neresi derseniz, benim için Pera Müzesi’nden Tünel meydanına kadar olan bölgedir Asmalı. Farklı kültürlerle, tarihsel dokuyla bütünleşmiş lokantalara, bar, kültür merkezi, galeri ve mağaza gibi mimari çeşitlilik bakımından zengin, geçmişten günümüze uzanan yapılara ev sahipliği yapar. Yerli ve yabancı esnaf, sanatçılar, kültür çalışanları ve Pera sakinleriyle çok sevdiğimiz kedi ve köpekler buranın yaşayanları. Seneler içerisinde inişli çıkışlı dönemlerden geçse de her daim canlı ve trafiklidir. Değişen profiliyle beraber yeni hikâyeler de üretmeye başlayan bir bölge Asmalı. O yüzden, eskiyi keyifle anarken yeniyi de öğrenmeye alan açmak, anlamak gerekir. Aydın Dorsay ve İstiklal Borusan Müzik Evi, kurulduğundan, İstanbul’un kültür başkenti olduğu yıldan bu yana İstiklal Caddesi’nde. 10 aşkın yıldır Borusan Müzik Evi’nin İstiklal Caddesi’yle ilişkisi ve temsili nasıl dönüşümler geçirdi? Borusan Müzik Evi 2010’da Beyoğlu’na yerleşti. Açıldığı yıldan 2014’e kadar, binanın bütün katlarında birbirinden farklı sanatçıları, çeşitli konser, sergi ve atölye çalışmalarını bünyesinde ağırladı. Sergiler arasında; Richard Castelli küratörlüğündeki Madde-Işık I ve Madde-Işık II , Susanne Egeran küratörlüğündeki Kozmik Latte , Marketta Haila’nın küratörlüğündeki Tidelines ve Mercan Dede ve Carlito Dalceggio’nun Revolution Revelation var. Bu yıl yapılan heyecan verici projelerden birkaçıysa; Anıl Eraslan Dream Works , Burak Özdemir Musica Sequenza, Arve Henriksen ve Berke Can Özcan'ın bir arada sahnesi. 2014’ten sonra ofislerimiz de binaya taşındı. İkinci ve üçüncü katta özgün, çağdaş, doğaçlama, avangart caz, deneysel müziklere yer vermeye başladık. Sezonda ortalama 15-20 konser yapıyoruz. Seneler içindeki tecrübelerimize dayanarak şunu söyleyebilirim; burada ana akım dışında kalan müziklere, projelerin özgün olmasına ve ilk seslendirilişlere öncelik veriyoruz. Bunun yanı sıra, uluslararası kurumlar ve İstanbul’daki yabancı kültür ofisleri ile yürütülen ortak projeler, önceliğimiz oluyor. Mekân olarak başından itibaren bir sanat kurumu olduğumuz için burası, yer yer Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan eserlerle, binanın iç mimarisiyle ve etkinliklerinden yükselen seslerle sokaktan geçenler için çekim alanı. Beyoğlu’na bir gözlemci olarak baktığında bugün nelerin eksikliğini hissediyorsun? İstiklal Caddesi ve ara sokaklarının yeniden düzenlenmesi, yeşillendirilmesi; mekân, dış tabela vb. görüntülerin estetik bakış çerçevesinde değerlendirilmesi iyi olur. Bunların ardından, burası her yaştan her milletten insana açık olduğu sürece, kendi hikâyelerini ve renklerini üretmeye devam edecektir. Borusan Müzik Evi ve diğer müzikle ilişkili mekânları düşünecek olursak Beyoğlu müzik haritasını nasıl çizersin? İçinde kimler, nereleri var? Borusan Müzik Evi, Salon İKSV, Dorock XL, Novo, Blind, Corridor Bar ve Gizli Bahçe gibi irili ufaklı birçok mekân. Nevizade Sokak’taki sokak çalgıcıları ve ufak barları da bu rotaya eklemek şart. Editörün notu: Bellek, ikâmet, birlik mahalinde kurulacak geleceğin inşasının elementlerinden biri sıfatıyla Asmalı’da buluştuğumuz sayı burada .

Soli

Müzikli Beyoğlu Rotası

Boğuk. “Yolun karşısındayım.” “Çay içelim mi?” “Akşama yetiştiremem.” “Konser varmış.” Cümleleri, soruları iç içe giriyor Beyoğlu’da. Günün her saati bir yere yetişiliyor, kulağa çalınan bir sesle rota yeniden oluşturuluyor. Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın önünde akşam bir kadeh eşliğinde dinlenecek konserin yolu tutulmadan keşife çıkılıyor. Tramvay sesi nereye giderse, oraya. Yol boyunca eşlik eden sesler: Davul zilleri, gitar telleri, piyano tuşları ve keman yayları. Yeterince uzun süre dinlediğinde melodiye, tanıdık bir parçaya dönüşen ağır, aksak, aceleci adımlar. Dondurma, döner, piyango bileti, mısır, simit, kestane alman için seni teşvik eden satıcılar. Rüzgâr, bazen, binaların arasındaki sokaklardan yayılan. Uğultu, çoğu zaman. Birbirine çarpan poşetlerin hışırtısı. Sun Ra, Siya Siyaband anımsamalarda. Kafasında şarkıyla yürüyenlerin sekmeleri. Telefonla konuşanlar, bağıranlar. İstiklal insanları Deform : Yeni veya ikinci el plaklar, Aylin Güngör Oturduğum yerden , Batu Akyol Caz Çok Zor gibi özgün, etrafta az bulunan kitaplar, PJ Harvey kaset hâlinde veya Marvin Gaye Let’s Get It On LP şeklinde. Zaman zaman akustik konserler, çoğu zaman muhabbet müzik, plak ve iyi ses sistemi etrafında. MiniMüzikhol : Ceylan “Biz Cihangir’den başka bir yerde olmayı hiç hayal etmedik, bize göre Cihangir merkezin merkezi. Kabataş, Taksim, Tünel, Dolmabahçe, Karaköy’e oradan da tüm İstanbul’a açılır. Bir şey trend olmadan önce -ister müzik ister sosyal hareket olsun- ilk önce Cihangir’de belirir, yaşanır ve benimsenir.” diyerek anlatmıştı bize Beyoğlu ile ilişkisini. İstiklal insanları II Kum Saati : Önce Asmalı Mescit, ardından Tünel en son olarak da Jurnal Sokak. Kum Saati mahalle içinde yer değiştirse de Beyoğlulu olmak fikrini asla değiştirmeyenlerden. İstanbul’un blues üssü de denilebilir kendisi için. Nardis : 2002’de açıldı. Şehrin en istikrarlı caz club’ı olarak 21 yıldır sahnesinde çok festival, sayısız müzisyen, ani emprovizasyonlar ağırladı. Haziran programında Afra Jemina Quartet (21 Haziran), Pelin Güneş Band (23 Haziran), Tunes of Tuna Ötenel (30 Haziran) dikkat çekenler. Binaların belleği Bova Sahne : Ercüment Orkut, Korhan Futacı, Sarp Maden, İmer Demirer, Selen Gülün Trio ve Ece Göksu haftanın hemen her gün Bova Sahne’de caz dinleniyor. Hayriye Caddesi: Müziğin sokağa taşması Beyoğlu için olağandır, sıradandır. Tavern ve hemen yanındaki Noh Radio ekseriya haftasonları ama kimi zaman da perşembe cumaları müzikle, dans edenlerle kalabalık. Gizli Bahçe: 1994’ten beri mahalleli olan bahçeye ve içindeki koltuklara daha yakından bakmak için buradan . Erken saatler Meşrutiyet Caddesi: Akşamüstü. Metrodan çıkanlar, arka sokaklardan gelenler ve üst katta sokağa inen mahallelilerin sesi hâkim. Baylo’da tokuşturulan kadehler, Comedus’ta masalara servis edilmek üzere kesilen peynirler ve Kıraathane Edebiyat Evi’nin en alt katında çevrilen sayfalar: Meşrutiyet. taproomx : Bu yılın yeni mahallelisi. Mekândaki dj kabininin içeri girip hünerleri sergileme dürtüsü yarattığı söyleniyor. Nilgün, Zozo, Grand Bazaar, Can Zeydan ve daha birçok sanatçının müziğini mahalleliyle buluşturan taproomx’in kızarmış salatalık turşusu ve tempura istiridye mantarıysa ekibin favorilerinden. Asmalı'da Galip Dede Caddesi: İstiklal’in sonuda, Tünel'den Kuledibi’ne doğru inen cadde. Divan edebiyatı şairi Şeyh Galip’in isim verdiği caddenin başındaki Galata Mevlevîhânesi’nde şairin mezarı var. 1980'lerden beri sokak müzik aleti satan dükkânların işgali altında. "İstanbul’un en büyük müzik marketi" denilen caddedeki Zuhal Müzik ise mahallenin gediklilerinden. Belediye izniyle sokak şarkıcılarının performansını izlemek, kaydedilen parçayı yolda dinlemek için rota Galip Dede'ye kıvrılsın.

Soli

Caddebostan’dan Süreyya Operası’na

Galata’dan Kadıköy’e. Vapurundan inildi. Etraf: Ekmek kırıntısının eşlikçisi güvercin, sahildeki taşların üzerinde kurumaya yüz tutmuş yosunlar ve mütemadiyen bir yere yetişmeye çalışanların telaşıyla dolu. Yol: Uzun. Görülenle hissedilenlerin birbirini desteklediği rota: Caddebostan’dan Süreyya Operası’na. Sahilde manzara: Sabah 05.00 maratoncuları, gölgeliği yarıya kadar inmiş pusetler, yeni nesil piknikçiler, taze meyve sebze satan pop-up tezgâhlar, tarihî köşkler, 3-4 katlı alçak apartmanlar, balkondaki rengârenk saksılar, içlerindeki çiçekler, seramik tabloların süslediği apartman girişleri, balon, uçurtma ve bilimum havada salınan nesne, yelkenliler, deniz taksiler, motor botlar, denizci kayıkları, 3-5 kulaç atanlar, çivileme atlayanlar, sırt üstü yüzenler, üzerindeki mavi boyası soyulmuş ama inatla orada duran telefon kulübeleri, adım başı rastlanan serbest gezen köpekler, iki sokak öteden fark edilen sarı dolmuşlar, katlanıp açılan, denize nazır yarım ay stilinde yerleştirilen “Bostancı sandalyesi” ve sahilde taşların üzerinde oturup kadeh tokuşturan akşamcılar. Caddebostan'dan Caferağa'ya, yolda CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi): 2005’ten beri mahallenin simgesi. 30 Mayıs’ta Merve Polat’ın oynadığı Yan Rol , 1 Haziran’da İstanbul Martı Dans Tiyatrosu’nun Uyanış oyunu ve 14 Haziran’da Genco Erkal, Tülay Günal’ın Yaşamaya Dair performansı ekibin tavsiyesi. İskele Sokak’ta İtalyan havası: Kadıköylülerin meskeni, mahallenin kültür ve sanat merkezi sokağı. Mahalleli olmanın ön koşulları: Il Padrino Ristorante’nin beyaz masa örtülerinde yenen calzone, Meet Lab Coffe’de içilen kahve ve 3 dakika yürüme mesafesiyle varılan Penguen Kitabevi’ndeki raflarda David Harvey’in Umut Mekanları kitabını aramak. Rotaya Mahalleye hâkim koku: Sokağı saran menekşe, gül ve papatya; sahilde taşların üzerinde kurumaya yüz tutmuş yosun ve basması makbül olan çimenlerin yeşili; bankların yanında çitlenmiş ama iki adım ilerideki çöpe varamamış çekirdek; yeni pişen külah ve sıcağında eriyen Paseo’nun Antep fıstıklı dondurması. Dikenli elma şekeri Ragıp Paşa (Sarıca) Köşkü: Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'in ve Yıldız Sarayı Başmabeyincisi Ragıp Paşa’nın ricasıyla 1906 yılında inşa ediliyor. Mimarı dönemin İstanbul Mühendislik Mektebi’nde öğretmen August Jasmund. Köşk 2 ayrı yapının birleşiminden oluşuyor. Her ikisi de 3 katlı olan binaların daha görkemli gözükmesi için ön tarafına saat kulesi ekleniyor. Sahil yolu inşaatı sırasında köşkün yol kenarı olan müştemilat ve havuz kısmı yıkılıyor. Yapı tamamiyle kâgir, bodrum dışındaki cepheleri ahşap kaplı. Köşkün tüm mermerleri İtalya’dan, iç döşeme parkeleri de Viyana’dan geliyor. Düz duvarlar ve ahşap tavandaki yoğun süslemelerle geleneksel Türkiye ev mimarisi özelliklerini taşıyan Ragıp Paşa Köşkü, 1920 yılında paşanın ölümü sonucu satılıyor. Bir dönem yelken kulübü, ardından askeri nezarethane olarak kullanılıyor, katlarını Vehbi Koç ve Abidin Dino’nun da kiraladığı köşk şu an bakımsız. Mavi Kaplumbağa Sanat Evi: Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yaşadığı ve çalıştığı evi, şimdi müze. Bugün oğlu Mehmet Eyüboğlu'nun yazarlık dersleri verdiği atölyede öğrencilerin hazırladığı ürünler her haziran ayının ilk hafta sonu Geleneksel Yazma Şenlikleri sergisinde mahalleliyle buluşuluyor. Kalamış Atatürk Parkı: Ağaçların altında kitap okumak, yürüyüş yapmak, toprağa uzanmak için ideal. Parkın içinde Onaranlar Kulübü’nün atık yönetimi, geri dönüşüm ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilirlik konularında bilinçlendirici etkinliklerine, kampanyalarına ya da sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliklerine denk gelebilirsin. Gitmeden daha detaylı bakmak istersen Tunç Uğurdağ’ın Kalamış'ın hikâyesini anlattığı sayı burada . Caddebostan sahili Kalamış Yelken: 1954 yılında bir grup gencin teşebbüsüyle kuruldu. Yarış ve kurs organizasyonları düzenleyen kulüp şimdilerde deniz sporlarına ve yelkenciliğe düşkün mahallelilerin yeri. Dalga sesi ve denizin ortasına demirlendiğinde oluşan sessizlikse Kalamış Yelken’in arayıp da bulunamayan özelliklerinden. Sportsboat, hareketli salma ve yat yarışları, genç yat takımı kursları, temel ve ileri seviye denizcilik ve yelkencilik eğitimleri İstanbul deniziyle daha sıkı iletişimde olmak isteyenler için. Yoldaki ses: Daire çizerek sürüsüyle birlikte uçan martı; bacağa sürtünen kedi mırıltısı; denizin ortasında saklanan karabatak; sahil yoluna vuran dalga; ekmek kırıntısının eşlikçisi güvercin; rüzgârlı günlerde yaprakları birbirine dolanan çınar ağacı; sadece elini değil ağzını, yanağını, burnunu ve hatta gözünü bile çikolata kaplamayı başaran çocuğun kahkahası. Park buluşması Kadıköy Sineması: 1964’te Nejat Uygur, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun da sahne olarak kullandığı salon; 1967’den 2023’e kadar da İstanbul Film Festivali, Boğaziçi Film Festivali, !f İstanbul, KısaKes Film Festivali ve İKSV galalarıyla mahallenin film izlemeye geldiği mahali. Mayıs ayında perdede: Mehmet Sindel’den Persona Film Okuması ve Celil Sadık ile Kadıköy Sineması’nda Kuzey Barok sanatının ve dünya sanat tarihinin en önemli ressamlarından biri olan "Rembrandt Hayatı ve Eserleri" buluşması var. Barış Manço Evi: 2010’dan beri Modalı. Sunay Akın’ın danışmanlığını yaptığı evde sanatçının Ayhan Doğan tarafından müzik aleti şeklinde vitrinler, “domates-biber-patlıcan” ve “arkadaşım eşek” heykelleri, Barış Manço şarkılarının nota kâğıtları var. Gitmeden evin internet sitesine bakmak isteyenlere: site açıldığında sağ üstteki butonda Barış Manço’nun şarkıları çalıyor. Ayia Triadda Klisesi: 1900’lerin başında Patrick II. Yavokim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos tarafından inşa ediliyor. Kilisenin bahçesindeyse Yermenos’un mezarı var. İsmini, girişin güneyindeki 3. yüzyılda yaşamış Ayia Ekaterini’yi atfedilen ayazmadan alan kilisenin lahitinden parfüm kokusu geldiği rivayetler arasında. Yelkenler fora Sinematek/Sinema Evi: Türkiye ve Fransa’da sinematek çalışmaları yürütmüş Jak Şalom öncülüğünde kurulmuş. Film programında özellikle canlandırma, belgesel ve kısa filmler var. 25 Haziran’a kadar “İranlı Kadınlar Konuşuyor” programında yönetmen Mania Akbari, Ne Cüretle Bunu İstersin filminin galası için de sahnede olacak. Kendi başına küçük bir metropol olan Kadıköy sayısı burada . Petek Pansiyon: Pilevneli ailesi binayı Fransa kökenli bir antikacıdan alıyor, ardından 1962’de yazlık pansiyona dönüştürüyor. Dede Mustafa Pilevneli binada sanatla iştigal, o dönem yakın arkadaşları, geceleri ortak masalarda buluşanlar ve pansiyonda kalanlar arasında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Peker, Abidin Dino, Ara Güler ve Nükhet Duru da var. 2014’te kentsel dönüşüm sebebiyle ve çevredeki ses faktörlerinin buranın yazlık ruhunu etkilemesi nedeniyle kapatılıyor. Ardından ailenin torunu, müzisyen Cem Pilevneli 3 yıllık bir renovasyon süreci sonunda burayı pansiyon olarak yeniden açıyor. Kadife Sokak'ın kedileri Kadife Sokak: 20. yüzyılın başında Ermeni ailelerin yaşadığı, adını kadife satan dükkânlardan alan sokak, bugün mahalleli arasında "Barlar Sokağı" olarak biliniyor. Dunia’nın tepesinden güneşe veda, Bina’da konser, Arkaoda ve Karga’da dans, gece sonunda Kimyon’da çorba sokak geleneklerinden. Kadife sokağa gitmeden: mahallelilerin anlattığı, 21 mahalle 17 semtten oluşan Kadıköy sayısını okumak ekibin tavsiyesi. Süreyya Operası: Mahallenin en eskilerinden. 1924’te Süreyya İlmen (Paşa) Bahariye Caddesi’ne opera temsillerine uygun bir bina yapmayı amaçlıyor. Hatta “Süreyya Opera Topluluğu” ismiyle bir opera topluluğu kuruluyor fakat Süreyya Operası’nın sahne bölümü yapılamadığı; gerekli teknik donanım, kulis, sanatçı odaları ve benzer mekânlar tamamlanamadığı için Süreyya Operası’nda hiçbir zaman opera oynanamıyor. Mevcut duruma bir de o dönemde opera oynayacak yetişkin sanatçıların bulunamaması eklenince; bina “sinema” olarak Kadıköylülerle buluşuyor. Yine Süreyya Paşa'nın girişimiyle binada opera gösterileri düzenlemek için kurulan “Süreyya Opereti Topluluğu” operanın yapım aşaması bir türlü tamamlanamadığı için temsillerini hep Beyoğlu'ndaki Fransız Tiyatrosu ile Kadıköy'deki Apollon Tiyatrolarında sahneliyor. Şimdilerdeyse “İKSV 51. İstanbul Müzik Festivali” kapsamında 5 Haziran Festival Buluşması: Borusan Quartet & Lucienne Renaudin Vary konseriyle mahallede. 3 Haziran Kahve Konserleri , 4 Haziran Kadının Fendi Kadıyı Yendi operası ve 6 Haziran’daki Ballet Experience gösterisi de ekibin diğer tavsiyelerinden.

Soli

Borusan Quartet ile Süreyya Operası’nda

Yer: Süreyya Operası. Esen Kıvrak, Çağ Erçağ, Efdal Altun ve Nilay Sancar ile birlikte. Opera binasının içinde sağa ve sola doğru uzanan iki merdiven üst kattaki bale salonuna çıkıyor. Yapının tavanında Rusya asıllı ressam Naci Kalmukoğlu (Kalmukov) tarafından yapılmış freskler, ön cephede ve opera salonundaysa Türkiye’de yetişmiş ilk heykeltıraşlarından İhsan Özsoy'un eseri olan heykeller var. Her köşede farklı bir an, farkı bir anı. Daimi eşlikçi: Notalar. En üst kattaki kahverengi koltuklarda oturuyoruz şimdi. Soru: Nasıl bir his “quartet” olmak? “Quartet” olmak Bir arada çalmak bir arada üretmek bir arada büyümek bireysel performans ve üretimden nasıl ayrılıyor? Esen Kıvrak (Birinci Keman) : Bireysel eğitimimiz sırasında tabii ki oda müziği derslerimiz oldu fakat ciddi anlamda tüm boyutlarıyla oda müziğiyle tanışmamız Borusan Quartet ile gerçekleşti. Bir şefin olmadığı, birlikteliğin sadece bakış ve nefesle sağlanabildiği oda müziğinde en anahtar kelimelerden birisi; kemikleşmedir ve kemikleşme sadece geçirilen zamanla bağlantılı olur. Beraber ne kadar vakit geçirip detaya inerseniz müzik o derece sizindir, teklikten çıkıp aynı anda nefes alıp veren bir organizmaya dönüşür. Quartet üyelerinin birbirinden farklı dört karakter olması her ne kadar dezavantaj gibi gözükse de aslında müzik açısından tekillikte bulunmayan büyük bir zenginlik yaratır. Dört farklı hissediş dört farklı teknik dört farklı düşünce. Tabii ki bunun sağlıklı işleyebilmesi için size ters gelen düşüncelere bile açık olmanız gerekir, üslup en az çalgıdaki ustalık kadar önemli konudur bizde. Sonuçta işimizin önemli bir kısmı; ortak iyiye ulaşmak için birbirimizi eleştirmek. Ama quartet bir orkestraya nazaran daha demokratik bir ortam sağlıyor: çoğunluk ne derse o. Konser öncesi İçlerinde Cezayir, Hollanda, Sırbistan, Portekiz, Tanzanya, Yunanistan, ABD, Barbados, Japonya, St. Vincent ve Grenadinler olan pek çok ülkede konserler verdiniz. Müziğin evrensel, birleştirici, hissettirici, kolektif dili hakkında neler söyleyebilirsiniz? Efdal Altun (Viyola) : Klasik müziğin evrensel dilini bilmenin ötesinde bu dili iyi konuşmak uluslararası platformda kabul görmek için büyük önem taşıyor, o noktada müziğin birleştirici gücünü hissedebiliyorsunuz. Oda müziğinin kilometre taşı niteliğinde birçok eser repertuvarımızın yanında ülkemizin yöresel motiflerini yine klasik müziğin evrensel çok sesli dokusuyla düzenleyerek çoğunlukla “bis” parçası olarak seslendiriyoruz. Almanya’da tamamı Alman dinleyicilere çaldığımız bir türküye göz yaşları ve alkışla verilen reaksiyon müziğin birleştirici gücünü hissetmemize neden oluyor. Japonya’da asırlık orijinal samuray kıyafetleri giymemiz ve bunun geleneksel Japon seramonisi şeklinde yapılması, Karayipler’de Karayip Korsanları film ekibiyle aynı otelde kalmamız, Selanik’te Atatürk Evi Müzesi’nde çektiğimiz klip ya da ABD’de yarışma sonunda birinci olarak ilan edildiğimiz an gibi birçok unutulmaz anı da bu seyahatlerden bellekte kalanlar arasında. İdil Biret, Itamar Golan, Fazıl Say, Valentin Erben, Gülsin Onay’ın da aralarında bulunduğu pek çok virtüözle oda müziği konserleri verdiniz. Bu konserler pandemi döneminde canlı ve kayıttan radyo konserleri olarak ve borusansanat.tv üzerinden yayınlandı. Müzisyenler ve dinleyenler için etkileşim ve üretim alanı oluşturmanın dijital çağdaki olanakları neler? Nilay Sancar (İkinci Keman): Aslında başlangıç noktası 30 yıl kadar öncesine dayanan dijital çağ, birçok alanda olduğu gibi müzikte de en büyük ivmesini 2020 yılında başlayan pandemi dönemiyle gerçekleştirdi. Öncelikle dijital iletişim kanalları dinleyicilerin konser salonuna gidememe çaresizliğine alternatif oldu ve farklı bir konser deneyimi yaşama fırsatı doğurdu. Çevrimiçi etkinlikler, soru-cevap şeklinde ilerleyen etkileşimli yayınlar, sanatçıların evlerinden hazırladıkları eğitici-tanıtıcı videolar dinleyicinin daha fazla bilgi ve yakınlık sahibi olmasına, dinleme deneyimini zenginleştirmesine olanak sundu. "Çalışmak İçin Piyano", "Rahatlamak İçin Klasik Müzik" gibi başlıklarda toplanan çalma listelerinin popülaritesinin artmasıyla yeni dinleyiciler kazanıldı. Bütün bu artan taleple dijital dünya daha da gelişti. Tüm dünyada kurumlar -ki Türkiye'de de Borusan Sanat bu kurumların başını çekiyor- konserlerini pandeminin zor şartlarında seyircisiz yaptı. Sesi, iyi ekipmanlarla kaydetmeye ve dijital ortamlarda dinleyiciyle paylaşmaya başladı. Süreç boyunca günden güne platformların arama işlevlerini daha iyi hâle getirdiğine, ses kalitelerini artırma arayışına ve içeriklerdeki zenginleştirmeye tanık olduk. Süreyya Operası'nın duvarları Dijitalleşme sayesinde özellikle yeni nesil sanatçılar izleyiciyle daha çok iletişim hâlinde olmaya çalışıyor. Kişisel haber akışı müzik hayatının sürdürülmesinde çok yardımcı. Öte yandan dünyanın bir ucundaki konserin kaydına, bir yarışmanın canlı yayına, ihtiyacımız olan materyallere ulaşabiliyor olmak ya da kendi üretimimizi dijital platformlarda arşivlemek, etkileşimi ve motivasyonu artıran ve üretim sürecini hızlandıran faktörlerden. Fakat pandemi sürecinin mirası olan bu pozitif yeniliklerin hiçbiri dinleyici, sanatçı ve mekân arasında oluşan güçlü bağdan ve enerji akışından vazgeçmemizi sağlayamaz. Bu üçgenin içinde oluşan duygu durumunu hiçbir dijital ortam aktaramaz. Salt mekânın enerjisiyle birleşip her defasında yeni bir atmosfer yaratan farklı ya da aynı hisler içindeki dinleyici ve sanatçı bileşenidir bence. Haftalarca hazırlanıp saatlerce çaldığınız bir konserden sonra alkışsız kalmanın yarattığı boşluğu tarif edemem. Üstelik pandemi süreci de dahil yaşadığımız her zorlukta, acıda, toplum olarak gördük ki müzik ve tabii ki tüm kültürel hayata aktif katılım; yeniden toparlanmanın, iyileşmenin, yaraları onarmanın ve geleceğe bakmanın en önemli parçası. Ekip ruhuyla çalışıyorsunuz, mahalleyi de birlikte var olan bir takım olarak görürsek sizin için bir mahallenin enstrümanistleri kimlerdir, nelerdir, nerelerdir? Çağ Erçağ (Viyolonsel): O mahalleyi yaşatan bakkal amcadan kasabına herkes bir mahallenin enstrümanisti olabilir. Bu insanların ahenk içinde yaşaması tıpkı bir orkestra veya quartetin yapısı gibi. Benim zamanımda hâlâ var olan Altındağ Sanat Tiyatrosu, Süreyya Sineması (Aydınlıkevler, Ankara) ve Süreyya Operası gibi mekânlar da bu enstrümanistlere ev sahipliği yaparak en az sanatçıları beslediği kadar dinleyen herkesi de besliyor.

Soli

AKM'den Borusan Müzik Evi'ne

Taksim metrosundan inildi. Arkada AKM, önde Taksim Meydanı. İstanbul İstanbul olalı beri buralı olanların peşine düşüldü. Gözler: kapalı. Kulakta: martılar, taksi kornaları, simitçi naraları, cruise sirenleri, mütemadiyen telaşlı atılan adımlar. Şehrin ritminin belirlendiği mahal: İstiklal. Tez canlı, hevesli, kucaklayıcı ve açık. Bir İstanbul Klasiği rotasındayız şimdi: AKM, Taksim Meydanı, Mısır Apartmanı, kilise çanları ve pasajlarıyla. AKM (Atatürk Kültür Merkezi)’de konser: 1969’da İstanbul Kültür Sarayı olan bina 1970’te Arthur Miller’ın Cadı Kazanı isimli oyununun temsili sırasında meydana gelen yangın nedeniyle onarılarak Atatürk Kültür Merkezi adıyla 1978’den beri mahallede. Babadan oğula Tabanlıoğlu tasarımı olan AKM, 2008’de yenilenme amacıyla ziyarete kapatıldı, 2019’da restorasyonun temeli atıldı, 2021 yılında tekrar mahalleliye açıldı. Taksim Meydanı’nda, içeriden yükselen müzikal, tiyatro ve gösteri seslerinin merkez üssü olarak biliniyor. Gelecek programda dikkat çekenler arasında: 12-19 Haziran Anadolu Ateşi, 6 Haziran’a kadar Amedus, 16-17-18 Haziran Tangopera müzikali var. AKM Taksim Meydanı gelip geçenleri: Osmanlı zamanında çevredeki mahallelere su taksim etmek için depo olarak kullanılan, Cumhuriyet dönemi itibarıyla meydan görevi üstlenen alan, o günlerden beri herkes için buluşma noktası. 1928’de yaptırılan Cumhuriyet Anıtı’nın çevresinde gerçekleşen törenler, çelenk koyma merasimleri, Taksim Topçu Kışlası'nı imar izni olmadan yeniden inşa edilmesini engellemek için başlayan eylemler, Kadınlar Günü ve 1 Mayıs kutlamaları gibi toplaşmalarla birçok insanın sesinin duyrulabilinmesini sağladı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların hışırtısı, yürüyüş sesleri ve paylaşılan birliktelik duygusu ilk akla gelenlerden. Tramvay “çıngırağı”: 1961’de geldi, 1966’da gitti, 1990’da İstiklal Caddesi’nin trafiğe kapatılarak yayalaştırılması sonucu tekrar mahalleye döndü. Sesi caddede duyulduktan sonra sağa sola kaçışmak, önündekini nazikçe itelemek, yol boyunca koşarak son vagona atlayan çocukları şaşkınlıkla izlemek İstiklal’in olağan manzaralarından. Sonuncusu 2022’de İBB tarafından gerçekleştirilen "Tramvay sahne" projesi hareket hâlindeki tramvayda sanatçıların mahalleliye konser vermesini sağlıyordu. Kulaklar konserleri tekrar dinlemek için şimdiden İstiklal’i ortadan ayıran tramvayları aramaya başladı bile. Arkada: Tramvay. Önünde: Turistler. Fransız Kültür Merkezi avlusu: 1940’tan beri mahalleli. Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli ticaret ve kültür merkezlerinden. Farklı milletlerin konsolosluklarıyla kültürel kurumlarının ortak noktası. Pierre-Yves Rochon’ın mimarlığını yaptığı merkez modern ve minimalist Fransız mimarisine sahip. Büyük bahçesi, iç alanındaki geniş merdivenleri, yüksek tavanları ve binanın iç mekânı gün ışığı alırken dışarıdan içeriye görünüm sağlayan cam panellerden oluşan cephesi yapının en önemli özelliklerinden. Paris’teki Centre Pompidou, MuCEM (Mediterranean Villa and Civilization Museum) ve Fondation Cartier pour l'Art Contemporain’le mimari açıdan benzerlik gösteren merkezde etkinlik takvimi dönem dönem değişiyor. Uzun bir süre daha devam etmesi beklenenlerden biri de 6 Şubat sonrası oluşturulan "Umut Notaları" projesi. Umut Notaları; İKSV tarafından belirlenen enstrüman ihtiyaçlarının Fransa’dan toplanarak getirilmesini ve bölgedekilerle paylaşılmasını hedefliyor. Ferrante Ferranti’nin Yolculuk, Lâm Duc Hiên’in Anne, anneler… ve Ahmet Sel’in Fransa’da Türkiye’nin Yüzleri fotoğraf sergileriyse 18 Haziran’a kadar çevrimiçi ziyarete açık. Büyük Londra Otel’in terası: 1700'li yıllardan itibaren Batı'dan buraya gelen ilk turistler olan İngilizlerin, İsviçre'yi ve “riviyera”ları görmek üzere gezilere başlamaları, bu ülkelerde açılan otellere İngiliz isimlerinin verilmesini sağlıyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru “Orient Express”in de İstanbul’a gelmesiyle şehri ziyaret edenlerin sayısı artıyor. Bu dönemde turistler için inşa edilen otellerden biri de “Londra Oteli” veya “Grand Hotel De Londres”. Şimdilerdeyse terasında gün batırmak mahallelilerin favori aktivitelerinden. Mahalledeki bazı teras manzaraları Gizli Bahçe’de ayak sesleri: 1994’ten beri buralı. Beyoğlu’nun hafıza mekânlarından. Mahallelinin, Beyoğlu’da gece gezenlerin, sanatçıların tekno ve alt türlerini dinlemek ve küçük pistinde sabaha kadar dans etmek üzere buluşma noktası. Nilgün’ün samimiyet ve iyi müzik üzerinden inşa ettiği mabet, 1990’ların kanepeli barı bugün İlhan Erşahin, Ece Özel, Oceanvs Orientalist, Barış K, Hünkar, Flü, Ahu, Tufan Demir ve daha nicesinin set başından dansa, birliğe ve müziğe davetiyle çarşambadan pazara açık. İçerdeki koltuklar; evde arkadaşlarla buluşma hissi yaşatan, Gizli Bahçe’ye ait detaylardan. Markiz’in önünde La Bemol: İlk kapanış 1980’di, 2003’te restore edilip tekrar açıldı, 2016’daysa yine kapandı. 2023’te yine aynı yerinde, İstiklal’de. Şimdilerde genellikle sokak müzisyenlerin arka fon olarak kullandığı 1940’ların Lebon Pastanesi, Avedis Ohanyan Çakır’ın satın almasıyla el değiştiriyor, 1940 sonrasının Markiz’i oluyor. Rivayetler arasında bir zamanlar camın önünde Mösyö Michel, Madam Anet ve arkadaşlarının kartondan eskizlerinin bulunduğu var. Orhan Veli, Mina Urgan, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve daha birçok edebiyatçının buluşma noktası. Zamanında, artık boş olan vitrinden içeri bakıldığında duvara asılı mevsimleri simgeleyen 3 seramik pano vardı. Bu panolar sadece 3 mevsime aitti çünkü biri Paris’ten İstanbul’a gelirken yolda kırılan yaz panosuydu ve yerine ayna asılmıştı. Saint Antuan Kilise “çanları”: Daha önceleri eski bir Rum Ortodoks mezarlığı ve Aya Yorgi’ye atfedilmiş ahşap bir kilise bulunan, dönemin Rum Ortodoks cemaatinin ihtiyaçlarına karşılık veremediği gerekçesiyle mezarlıkla birlikte yıkılıp yerine 1880’de daha görkemli bir kilisenin yapılmasıyla şimdilerin sıklıkla ziyaret edilen Ayia Triada East Roman Ortodoks Kilisesi. 1837 yılında inşa edilen, geçirdiği yangından sonra Mimar Garabed ve Andon Tülbençiyan kardeşlerin tamir ettiği ve rivayete göre zamanında içinde bir yurt, bir hastane ve bir okul olduğu anlatılan Vosgeperan Ermeni Kilisesi. 1912 yılından beri mahalleli, İstanbul’un en geniş cemaatine sahip Saint Antuan Katolik Kilisesi ve 19. yüzyılda inşa edilen Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı Santa Maria Draperis Kilisesi’nin çanları caddede duyulduğunda beyaz ince bir mum alınır ve dilek dilenir. Galatasaray Lisesi'nin bahçesi: 1481 yılında II. Bayezid döneminde Galata Sarayı Hümayûn Mektebi olarak kurulan 1868 yılında modern eğitim kurumu olarak devam eden Galatasaray Sultanisi, günümüzün namıdiğer Galatasaray Lisesi. İstanbul’da kuruluşundan itibaren Fransızca eğitim veren Galatasaray, 1927’de teneffüslerde Fransızca konuşma zorunluluğu kaldırılırsa da hâlâ Fransızca konuşan toplulukların oluşturduğu kültürel birlik olan Frankafonluk’un öncülerinden. Görkemli kapısının arkasındaki uzun yolu ve bahçesindeki ağaçları İstiklal’de hasret kalınanlar arasında. Giriş yolundaki ağaçlar okulun ve mezunların buluşma noktası; Ressam Hüseyin Avni Lifij, tiyatro sanatçısı ve yönetmen Haldun Dormen, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk ve şair Cemal Süreya'yı mezun etmiş. Yanındaki Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi ve önündeki 50. yıl Cumhuriyet Anıtı da mahallenin sembollerinden. Beyoğlu pasajlarında: Pasajlar; Osmanlı döneminde Batı etkisinin yayılmasıyla, Batı Avrupa'da ortaya çıkan kapalı geçitler ve alışveriş merkezlerinin etkisiyle oluştu. Bu yapıların inşa dönemi Osmanlı’da modernleşme ve Batılılaşmanın hızlandığı Tanzimat dönemine denk geliyor. Ticaretin artmasıyla Avrupa'dan gelen sermaye ve teknoloji yeni ticaret merkezleri ve alışveriş bölgeleri oluşturdu. Sirkülasyonun yoğun olduğu şehir merkezlerinde ortaya çıkan bu kültür, 19. yüzyılın başlarından itibaren Galata, Beyoğlu ve Pera’da yoğunlaştı. Avrupa'dan gelen mal ve ürünlerin satıldığı dükkânların bulunduğu pasajlar 2023 Türkiye’sinde farklı kullanım alanları için alan sağlamaya başladı. 1980’lerden beri Aslıhan’ın sahaflarında çevrilen sayfalar; 1877 yılında bir kışlık konak olarak inşa edilen Atlas Pasajı’ndaki Mulen Ruj gazinosu, Küçük Sahne ve Kulis Bar hâlâ devam edemese de Atlas Sinema Müzesi’ndeki gişe kuyruğunda kesilen biletler; 1901’de inşa edilen, Fransızca Cité de Syrie adıyla da bilinen Suriye Pasajı’ndaki deri ve kürk atölyelerindeki dikiş makinaları; 1874'te Mimar Pulgher'e yaptırılan Avrupa Pasajı’ndaki yemeni, kartpostal, çini gibi eşyalar satan hediyelik eşya dükkânlarının kapı önü turist konuşmaları ve 1871’den beri Hazzopulo’nun içindeki ağacın altında hararetle içilen çaylar mahallenin seslerinden. Beyoğlu pasajları Mısır Apartmanı merdivenlerinden tırmananlar: 1936’da 6 ay boyunca apartmanın ikinci katındaki 13 numaralı dairede yaşan Mehmet Akif Ersoy’un son evi. Art Nouveau tarzındaki bina zaman içinde Beyolu’da yaşayanların azalmasıyla ve geçirdiği kültürel dönüşümle artık daha çok mahallelinin değil ama ofislerin ve galerilerin evi. Apartmanın içindeki Zilberman Galeri’de Neriman Polat’ın 24 Mayıs - 15 Temmuz 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek Çatısız sergisiyse ekip tavsiyesi. Ayrıca mahallede; İstiklal’in boş bir anı yakalandığında, Mısır Apartmanı’ndaki her ay değişen enstalasyonların sesinin duyulabileceği söylentileri dolaşıyor. Hayriye Caddesi'nde kalabalık: Gün batımı ve sonrasında kalabalıklaşan sokak. Aynı zamanda radyo olan ve asma katından sokağa yayılan kırmızı ışığıyla tanınan Noh’tan gelen müzik, kaldırımlara oturmayı tercih eden mahallenin özlem giderme gülüşmeleri, Tavern’in önünde 1 dakika içinde ahbap olanların tanışmaları, karşıdaki sarmaşıkla kaplı duvarın rüzgârdaki hışırtısı ve tokuşturulan kadehler; İstiklal’in en renkli sokağındayız şimdi. Balık Pazarı'nda poşete dolanlar: Cumhuriyet’te çorba kaşıklayanlar; Petek’te turşu kıtırdatanlar; Çiçek Pasajı’ndaki çatal, bıçak, bardak çınlamaları ve gecenin belirli bir saatinde gelen, gitmesi gerekse de misafirlerin ısrarı sonucu pasajı terk edemeyen müzisyenlerin şarkıları Balık Pazarı’nın İstiklal’in demirbaşı olmasının sebebi. Balık pazarı Olivya Geçidi'ne kıvrıldık: Saint Antuan Kilisesi’nin karşı sokağında Mandabatmaz’daki kahvenin köpüğünü bir çırpıda içenlerin uğrak noktası olarak bilinir. Sokağın sonunda, sağda J'adore Chocolatier’de içinde vişne likörü ve tane vişne olan çikolatası favorilerden. Dükkândan çıktıktan sonra karşıdaki rengârenk dilek ağacına çikolata paketinin ipini bağlayıp dilek tutmaksa sokağın ritüellerinden. Antikacılarda efemera avı: Antikacılar mahzeni Çukurcuma “Bu ne kadar? Peki bana ne kadara olur?” İkileminin bitmediği dükkânlarla dolu. Burada ele alınıp bırakılanların ses şiddeti yapılan indirime göre değişiyor. Mezata denk gelindiğindeyse “kaldırım” katılmak için en ideal lokasyon olabilir, tabii eğer uzun zamandır aranılan bir parça tam da karşıda durmuyorsa. Karadeniz Antik ise ekibin favorisi. Salt Beyoğlu katları arasında: 19. yüzyılın ikinci yarısında Siniossoglou Apartmanı olarak İstiklalli oldu. Alt katlarında ticaret, üst katlarda konut olan bina 1950’lerden itibaren mahallede yerleşik nüfusun azalmasıysa ticaret, politika ve sanat etkinlikleri için kullanılmaya başlandı. 1997-2000 yıllarında Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2001-2010 yıllarında Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, 2011’den beri de Salt Beyoğlu. Giriş kattaki Açık Sinema‘da söyleşi, film gösterimi, atölye ve performanslar yapılıyor. Asma kattaki mutfakla dördüncü kattaki kış bahçesiyse ekolojik ve sürdürülebilir etkinlikler için. Asmalı’da bir akşam: Mahallelilerle yapılan buluşmalar, kurulan uzun sofralar, sofraya eklenen sokak müzisyenleri, son metro kalkmadan koşturanların sesleri ve cruise’un yanaştığını veya kalktığını semte haber vermek için çıkardığı derin, boğuk siren Asmalı ’yı tek umut yapanlardan. Ekip klasikleri: Comedus, Aheste ve mahallenin yenisi Bordel. Asmalı akşamlarına doğru Pera Müzesi çıkartması: 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından Bristol Oteli olarak tasarlandı. 2005 yılından beriyse Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi . Koleksiyon sergisileri dışında İstanbullardan güncel görsel anlatıları bir araya getiren fotoğraf sergisi Zamane İstanbulları 17 Eylül’e kadar, Tasarımın Ritmi sergi turu programıysa 24 Haziran’a kadar müzede görülmesi gerekenlerden. Defterdar Yokuşu'ndan inenler: Beyoğlu’lun 46. mahallesi : Tophane’nin lokalleri: Lüleci’deki parkta oynayan çocukların sesi, kaldırımda pişen cızbız köftenin dumanaltı, karşı sokaktaki galerilerdeki açılış telaşı, Boğazkesen arkaya alındıktan sonra geri geri çıkılan yokuş ve varılan Galata Kulesi. SAHA Studio'da atölye ziyareti: Sıraselviler’de bir bodrum katında, bahçesindeki incir ağaçlarına açılan; araştırma, üretme, düşünme ve paylaşma alanı. Görsel sanatçılar ve küratörler için bir araştırma, etkileşim ve üretim programı. Sanat profesyonelleri ve ziyaretçilerle mekânda kurgulanan buluşma ve toplantılar, araştırma gezileri, sergi, koleksiyon ve atölye ziyaretleri gibi etkinlikler düzenleniyor. Bu sene programın beşinci döneminde, eylüle kadar SAHA’da olan sanatçılar: Cansu Çakar, Burak Delier, Merve Ertufan, Burak Kabadayı ve Evrim Kavcar. Yol Sıraselviler’e düştüğünde balkondaki sarmaşıklar altında sanatçılarla sohbet edilip üretimleri görülebilir. Gitmeden SAHA direktörü Çelenk Bafra ile yapılan Sıraselviler sayısına göz atmak ve 6 Haziran’da kadınlık hâllerinin konuşulacağı Alaca Heyheyler isimli atölye ekip tavsiyesidir. Borusan Müzik Evi ’nde müzik: 2010'da açılan ve 2014'te Borusan Sanat'ın merkezine dönüşen Borusan Müzik Evi, yeni, özgün ve deneysel olana yönelik müzik ve performans etkinliklerini, sahip olduğu ilgi çekici iç mimarisiyle müzikseverlerle buluşturuyor. Kod Müzik ile gerçekleşen Nova Muzak serisinin yanısıra ulusal ve uluslararası kurumlar ve İstanbul’daki yabancı kültür ofisleri ile ortak projeler yürütüyor. Borusan Sanat’ın klasik müzik ve çağdaş formlarını destekleme ve yaygınlaştırma amacına katkıda bulunan Borusan Müzik Evi, kentin kültür ve sanat yaşamına katkıda bulunuyor.

Soli

Pelin Halkacı ile AKM'de

AKM’nin önünde. Yaklaştıkça seçilmeye başlayan bej keman çantasıyla Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın başkemancısı Pelin . Şaşırıyoruz kemanıyla gelmesine. Küçük bir performans ihtimali mi var? “Onsuz asla.” diyor bir an bile duraksamadan, kemanına bakarak. 3 Haziran Cumartesi AKM'de gerçekleşecek Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası & Barbara Hannigan konserinden hemen önce. Pelin'le konuşulacaklar arasında: İstanbul, Beyoğlu ve “bir klasik” var. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası başkemancısı, anasanat dalı başkanı, solist Sanat senin için nasıl başladı? Küçüklükten beri kültürel gelişimini desteklemek için gittiğin, gitmeyi sevdiğin, müdavimi olduğun mekânlar var mı? Sanat ve müzik benim için büyüdüğüm evde başladı. Babam çok büyük bir klasik müzik hayranı ve iyi bir dinleyiciydi, annem de sevdiği için evde hep klasik müzik dinlenirdi. Ayrıca sanatın resim, heykel, tiyatro ve edebiyat gibi kolları da hayatımızın hep içindeydi. Küçüklüğümden beri konserlere, opera ve baleye, müzelere, tiyatroya ve sergilere götüren bir aile yapısında büyüdüm. O zamanlar sanat ve kültür alanındaki en önemli mekân Atatürk Kültür Merkezi'ydi, bir çeşit orada büyüdüm diyebilirim. Özellikle eski AKM’nin hayatımda çok önemli yeri ve çok derin anıları var. Pelin'in keman çantası Bu öğrenme süreci nasıl şekillendi? Öncelikle ailem, sonra da keman hocam Prof. Nuri İyicil. Enstrüman eğitimi uzun bir süreç, dünyada bu kadar uzun süren başka bir eğitim yok. En kısası 10 yıl süren bir usta–çırak ilişkisi, içinde sadece kemanı nasıl çalacağınızı değil; mesleğe, hayata bakış açınızı da şekillendiren bir eğitim düşünün. 8 yaşında bir çocuğu alıp sonunda meslek sahibi profesyonel müzisyene dönüştürüyorsunuz. İnsanın hocası çok önemli, bu açıdan çok şanslıydım. Eğitim sürecine ek olarak izlediğiniz her müzisyen her konser her opera ve okuduğunuz her kitap sizi besler, kendi kişiliğinizle beraber müzisyen kimliğinizin de oluşumu için gerekli birikimi sağlar. Kariyerimdeki dönüm noktası olarak da Gustav Mahler Gençlik Orkestrası’na 3 yıl üst üste katılma hakkı kazanıp Claudio Abbado, Pierre Boulez ve Seiji Ozawa gibi dünyaca ünlü şeflerle çalışma fırsatı yakalamış olmamı sayabilirim. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası”nda baş kemancı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda da anasanat dalı başkanı olarak çalışıyor, üretiyorsun. Bu iki kariyer birbirinden nasıl etkileniyor, birbirlerine ne gibi alanlar açıyor, birbirlerinden nasıl öğreniyor? Aktif bir konser ve eğitimci hayatı birbirine paralel olarak ilerliyor. Gerek kendi solo konserlerim gerekse Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın baş kemancısı olarak yaptığım konserler beni kemancı ve müzisyen olarak formda tutuyor, bu da eğitimci yanımı destekliyor. Sürekli çalıyorum. Sahnede olmak, her konser yeni bir şey öğrenmek veya becerilerini mükemmelleştirmek demek. Bu da bir eğitimci için çok önemli. Deneyimlerimi öğrencilerime faydalı olmak için değerlendiriyorum, öğrencilerime aktif bir kemancı olarak örnek oluyorum. Öğrencinin hocasını sahnede izlemesi önemli bir motivasyon. Bu açılardan aktif, sürekli sahne üzerinde bir kemancı-hoca olmayı çok önemsiyorum. Müziğin peşindekiler I Beyoğlu ve müzik ilişkisi İstanbul’da olmanın müzikle nasıl bir ilişkisi var? Şehrin ritmi senin için nasıl? İstanbul bir dünya başkenti, bir müzisyen için yaşanabilecek en doğru şehirlerden biri. Sezon boyunca çeşitli orkestralara ve konser salonlarına gelen müzisyenlerin kalitesi dünya standartında. Bütün sezon dolu dolu, yazın başındaki İstanbul Müzik Festivali adeta yüm yılı taçlandırarak finali yapıyor. Tüm bunlar sayesinde bir müzisyen olarak İstanbul’da yaşamaktan dolayı şanslı ve mutlu hissediyorum. Ama tabii ki her metropol gibi yaşam temposu çok yoğun ve hızlı. Bu da bazen biraz yorucu olabiliyor. 19. yüzyılın başında bahçeli evlerin olduğu banliyö havasındakini Beyoğlu yüzyılın sonunda tüccarların, bankerlerin, armatörlerin, tiyatrolarda Paris’te gösterimde olan oyunları izlemek isteyenlerin, tramvayın da yapılmasıyla dönemin burjuvazisinin ve Orient’ten gelen Dersaadet’i, Cadde-i Kebir’i görmek isteyenlerin meskeni. 1950’lerin sonuna kadar bu ruhunu koruyor. 70’lerde sloganların, 80’lerde mitinglerin, 90’lar ve 2000’lerde yeniden sanatın, müziğin altın çağının, 2010’da yürüyüşlerin, protestoların mahallesi 2015’ten beri daha sessiz. Geçmişten bugüne bu ilişkide neler değişti? Ben kendimi gençliği Beyoğlu’nda geçmiş biri olarak tanımlayabilirim ama maalesef Beyoğlu’nun şu anki durumu beni çok üzüyor. Semt tamamiyle doku değiştirmiş durumda, Beyoğlu her zaman İstanbul’un en kozmopolit semtiydi ama şimdiki durum çok farklı. Eskiden olsa özgür ortamından, çok sesli ve çok renkliliğinden bahsedeceğim Beyoğlu, maalesef bugünlerde mümkün olduğu kadar uğramamaya çalıştığım bir semte dönüştü. Eskiden kafeler, sinemalar, küçük restoranlarıyla çok kendine has bir yerken şu anı beni çok üzüyor. Umarım biran önce 2000’lerin başındaki hâline kavuşur. Müziğin peşindekiler II Beyoğlu’nun bugününde seni en çok heyecanlandıran gelişme nedir? Taksim’den Borusan Müzik’e kadar olan rotada; İstiklal’de bilmediğimiz kapılar arkasında, katlarda neler oluyor, oluşuyor? Borusan Müzik Evi'nin varlığı bence İstiklal Caddesi'nin en önemli artılarından biri. Onunla beraber Yapı Kredi Yayınları'nın kitap satış yeri çok hoşuma gidiyor, özellikle camekânlı bölüme koydukları İlhan Koman’ın Akdeniz heykeli caddeye ayrı bir değer ve estetik katıyor. Rotamda daha çok tercihim; Galatasaray Lisesi’nden Tünel’e kadarki yol. Nispeten daha az kalabalık. Borusan Müzik’in Türkiye’de üretenler üzerinde nasıl bir etkisi var? Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Sanat müzik ve sanat alanında çok önemli bir lokomotif görevi gördü. Kalite çıtasını çok yükseltti ve dünya çapında kariyer sürdüren Türkiye merkezli ilk orkestra olarak çok önemli bir örnek oluşturdu. Gerek yaptığımız turneler, gerekse orkestranın yıllar içinde ulaştığı uluslararası seviye ve konuk ettiğimiz solistlerin kalitesi diğer orkestra ve kurumlara da örnek oldu ve bu alanda büyük bir ivme başlattı diye düşünüyorum. Bu bir zincirleme reaksiyon ve özellikle İstanbul’daki sanat ve kültür hayatı için önemli. Müziğin peşindekiler III Müzisyenler ve dinleyenler için bir etkileşim ve üretim alanı oluşturmanın dijital çağda fiziksel ve dijital olanakları neler? Ben galiba biraz eski kafalıyım, yaptığım işte dijital üretimin pek yeri olmadığını düşünüyorum. Mutlaka değişik projeler üretiliyor ama asıl etkileşimin ve üretimin yüz yüze olması gerektiği kanaatindeyim. Kayıt teknolojilerinin gelişimi çok faydalı mutlaka ama benim için tek önemi gerçekte üretilen sese en yakın olanı kaydedebilmek.

Soli

Ali Taptık

Dostlarım bana Ali der. Şu an bir kooperatif kurmaya çalışıyorum. Eğer bunu yapmasaydım konsomasyon yapmayı isterdim. Arkadaşlarıma göre uzmanlık alanım fotoğraf ve yayıncılık , bana sorarsan iletişim . İstanbul’da Nişantaşı-Osmanbey arasında bir yerde yaşıyorum; kalbimde Meşrutiyetli yim. Osmanbey’de en yoğun saatler öğleden sonra 16.00 civarıdır. Bu saatlerde mahalleli genellikle dar sokaklarda konfeksiyoncular mal indirirken trafikte bekler, korna çalanlara ayar yapar. Bir mahallede sabah güler yüzlü insanlar bulursam kendimi oraya ait hissediyorum. Osmanbey’de keşke hâlâ açık olsaydı dediğim kültür sanat alanı: PİST . Mahallede çok kültürlü yaşamı en çok hissettiğim yer " Bayancılar" sokağı. Osmanbey benim için m eşrutiyetin merkezi . Son günlerde İstanbul’a dair en çok konuştuğum konu deprem . Bu aralar aklımda dönen soru: Sahiplendiklerimize nasıl karşı çıkacağız?

Soli

Hangi Osmanbey'in, hangi hikâyesi?

Mahalle: Osmanbey. Mahalleli ve anlatıcı: Ali Taptık . Fotoğraflar: Deniz Sabuncu . 19. yüzyılın sonunda Taksim'den sonra şehrin büyümesinde ve bilimlenmesindeki en kritik akslardan biri; günümüz adıyla Cumhuriyet ve Halâskârgazi Caddesi. Meşrutiyet Mahallesi 20. yüzyılın başında gelişiyor. Etrafımızdaki binaların çoğu 1960 ve 1990'larda iki dalga şeklinde inşa ediliyor. 19 Mayıs Mahallesi en son gelişen. Benim "Osmanbey’im" diye tanımladığım yer aslında iki buçuk mahalleyi kapsıyor. Valikonağı Caddesi ile Halâskârgazi Caddesi’nin ayrıldığı, köşede Türkiye Ekonomi Bankası binasının olduğu kısım ve oradan üçgen çizerek oluşan ada: Halâskârgazi Mahallesi, Rumeli Caddesi'nden itibaren Nişantaşı’na kadar olan bölge Meşrutiyet Mahallesi ve 19 Mayıs mahallelerin toplamını bir semt olarak kabul edersek. Osmanbey-Pangaltı-Nişantaşı-Şişli sınırlarını coğrafi olarak belirlemek, çizmek zor ama sosyal olarak Osmanbey'i tanımladığım alan tekstil ticaretinin, üretiminin ve endüstrisinin yerleştiği bölge. Ali Osmanbey’in ilk okuması: Açık hava tekstil fuarı Osmanbey'de üretilen ürünlerin etiketlerine eskiden mahallenin ismi yazılırmış. Bir nevi kalite ibaresi. Konfeksiyona yani hazır giyime geçişte buradaki terziler önemli rol oynamış. 1980’lere kadar Osmanbey, konutla iş yerlerinin karışık olduğu bir bölge, ardından dönüşüm başlıyor. Osmanbey’de iş yeri sahipleri, semti "açık hava tekstil fuarı" diye betimliyor. Bu konuma nasıl gelindiğini, ticaret ve üretimin; mekânları ve binaları nasıl dönüştürdüğünü araştırıyorum. Osmanbey'in Nişantaşı'na mütemadiyen yakınlığı, alt komşusu Teşvikiye’nin kalbur üstü burjuva mahallesi olması tekstilin gelişmesinde önemli etken. Dolmabahçe Sarayı yapıldıktan sonra Teşvikiye; teşvik alanı olarak konumlanıyor, “Gelin, buraya yerleşin” diyor Sultan II. Abdülhamid, göç başlıyor; ilk taş konaklar ve iş hanları, ardından bir merkez olarak mahalle oluşuyor. Aynı dönem Tarihî Yarımada’dan yani Sultanahmet bölgesinden hem sarayın hem üst düzey bürokratların ayrılmasına tekabül ediyor Osmanbey’in yükseliş zamanı. Şair Nigar Hanım'ın günlüklerinde burada Osmanlı entelijansının buluştuğu "salonları" takip edebiliyoruz. Osmanbey’de tekstilin bu kadar yoğunlaşmasının nedenini tarihî konjonktürde inceleyecek olursak buranın zaten terzilerin, butiklerin yoğun olduğu bir bölge olması, İstanbul’da sanayi üretim alanlarından Bomonti ve Çağlayan’a yakınlığı ve küresel ticareti etkileyen çeşitli faktörlerin üstüne akümüle etmesi sonucu kontrol edileyemeyen bir yığılmaya dönüşmesiyle açıklayabiliriz. Bir etken de 6-7 Eylül olaylarının akabinde mahalleyi terk edenlerin ya da terk etmek zorunda bırakılanların ücra binalarını tekstil endüstrisinin ele geçirip izlediği yayılmacı politika. Osmanbey vitrinleri Tekstil endüstrisinde zaman çizelgesi Osmanbey’i tekstilin merkezi yapan diğer önemli tarihî olay da yanılmıyorsam 1974’te, Sirkeci’de Gürün Han isimli dev handa çıkan kontrol edilemez yangın. Sentetik kumaşlarla dolu olan bu binada her yer cayır cayır yanıyor, yangın çok zor söndürülüyor. Bir sürü firma açıkta kalıyor, bunu takiben tekstil piyasası; Laleli, Beyoğlu ve Merter’de yer aramaya koyuluyor. Ancak müşterilerin Beyoğlu'na alışamaması öngörülemeyen bir problem olarak karşılarına çıkıyor. Çünkü Beyoğlu’nun kulüpler, gazinolar, tiyatrolarla dolu olduğu en şaşalı zamanları. Böyle olunca tekstil tutunamıyor. Atölyeler, coğrafi olarak aynı sırtı takiben kuzeye doğru Nişantaşı ve Osmanbey’e kayıyor. Yaklaşık 20 yıl içinde Rusya'nın serbest piyasa ekonomisine geçmesinin etkisiyle Osmanbey’deki üretim ve işyerleri artıyor. Sovyet Ruslar özel kooperatif yapılara izin veren böyle bir sistem başlatıyor; Perestroika, bu bavul ticaretini teşvik ediyor. İstanbul'daki konfeksiyon üretimi, Bomonti’nin kent ve endüstri merkezi hâline gelmesi, şu anda Osmanbey’de gördüğümüz firmaların Bomonti'de daha büyük atölyelerinin olması gibi birbirini tetikleyen olayların sonucunda Osmanbey tekstil merkezi olarak İstanbul’un ortasında yerini alıyor. Vitrin arkasından İkinci okuma: Mahalleli olmak ya da ol(ama)mak Küresel olayların yerele etkisini çok net gözlemleyebildiğim bir mahalle Osmanbey. 2015'te Rusya’dan gelen uçağın düşürülmesinden sonra Rusya'ya ihracat yapan firmaların hepsi 6-7 ay içinde kapandı çünkü ticari ambargo uygulandı. Ardından daha çok Ortadoğu, Kuzey Afrika coğrafyasına hizmet eden yeni dükkânlar açıldı. Tekstilcilerin binaların tümünü alması, üst katların dönüşebilmesine ideal alan sağladı. Üst katlar, turistik geçici konaklama alanları olarak kullanılmaya başlandı. Şu an Osmanbey’de sokakları istila eden, yerleşik mahalle sakini profili yok. Burada yaşamayı tercih edenleri; özel hayatına düşkün, komşu kültürüyle yaşama derdinde olmayan, aslında dışarı açık ama toplumun muhafazakar normlarından uzak durmak isteyen kitle olarak tanımlayabilirim belki de. Bölgenin kuzeyinde, Fulya’ya doğru konut olarak kullanılan binaların yoğunluğu dikkat çekiyor. Spesifik olarak belirtmek gerekirse eski Teneke Mahallesi burası. 1980'lerin sonunda başlayıp 1990'lardan itibaren hızla yükselen, gecekondu olan yerlere kondurulan dev binaların, apartmanların bulunduğu bölge. Benim alt Nişantaşı olarak tabir ettiğim bu kısımda daha yoğun bir hayat akışı gözlemleyebiliyoruz. Mahallenin coğrafi olarak biçimi plato gibi, sadece bugün dev SOSKO iş merkezinin olduğu yer bir falez, hatta ufak bir çağlayan var belli haritalarda. Mechroutiete mahallesi Şehrin merkezi değişirken İstanbul’un merkezi, merkezleri değişip durdu. 1980 öncesinde Nişantaşı’nda Beşiktaş’ta insanların sokakta siyasi nedenlerle birbirilerine ateş açtığını anlatır boomer’lar. Yaşanılan siyasi olaylar şehir merkezinin boşalmasında önemli etken. Günümüzde de benzer bir sürecin içindeyiz, merkezde kiralar diğer ilçelere göre daha fazla artıyor. Şehir merkezinde mülklerin el değiştirdiği; böylelikle de ıssızlaşan bir döngü var. Örneğin Laleli veya Beyazıt Meydanı eskiden Taksim Meydanı gibi çok kültürlü yerlerdi. 1960’larda İstanbul Üniversitesi kampüsü ve Beyazıt Meydanı hakkında yapılan tartışmalar bana Taksim Meydanı üzerine 2012-2013’de yapılanları hatırlatıyor. İstanbul Üniversitesi'nin çıkışı kozmopolit bir bütündü. Bugünse Laleli-Beyazıt denince akla ilk olarak pek de nezih olmayan gece kulüpleri pavyonların olduğu başka türlü bir mahalle geliyor. 2015’te Rusya’dan gelen uçağın düşürülmesinden, Beyrut’daki patlamaya burada da benzer bir dönüşüm sürüyor. Son 10 senedir aynı dönüşüm Meşrutiyet Caddesi için de geçerli. Bu söylemi metaforik olarak ele alırsak “meşrutiyete de bir zarar geliyor.” Sonuçta 100'üncü senesinde olduğumuz cumhuriyetin kökeni de aslında o meşrutiyet. Osmanlı mirasına negatif bir şey olarak bakmıyorum. Acaba bir bilim kurgu hikâyesi yazılsa ve I. Dünya Savaşı’ndan Türkiye bambaşka çıkmış, meşrutiyet varlığı devam ettiriyor olsaydı İngiltere'deki, Hollanda'daki gibi bir Osmanoğulları ailesi olsaydı ne olurdu? Türkiye'nin çok ulusluluğuna pozitif etkileri olur muydu? Çok kritik bir konu. Onagöre: 9 Üçüncü okuma: Bir ev, bir mahal, bir üretim alanı: Onagöre Arkadaşlarımla konuştuğumda hep esprisini yaparız; “Uzaylılar İstanbul'u işgale geldiklerinde ben Osmanbey’de siper kuracağım, meşrutiyeti bırakmam” gibi bir yaklaşımım var. Bir şekilde araştırdıkça, yaşarken deneyimledikçe buradaki insanların organik, komik, ilginç, acayip komik düzenini sever hâle geldim. Teşvikiye’de doğdum. 1961'den beri 3-4 sokak yukarıdaki Şair Nigar Sokak'ta aileme ait bir dairede ikâmet ediyorum. 12 senedir buradayım. Evim de Onagöre ’nin buluşma alanı da burası. Osmanbey hâlâ sanata destek veriyor, özüne dönüyor mütemadiyen. Hem kozmopolit hem de kültür aktörlerinin yoğunlukta da olduğu bir semt. 2020’de Beyoğlu'nun çöküşüyle bu tarafa doğru akış oluştu, döngü gibi birbirleriyle paslaşıyorlar. Şehir planlamacıları bu fenomene kültürel koridor diyor hatta. Gece hayatının yoğun olduğu bölgelerde gösteri hayatının, oradan çıktıktan sonra gidilen mekânların, yerleşimlerin belirli bir çerçevede konumlandığını gözlemliyoruz. Pangaltı tarafında kalan PİST diye bir yer vardı. Osman Bozkurt ile Didem Özbek'in kurduğu. Yaklaşık 10 sene kadar kadar aktif olmuş bir sanatçı insiyatifi. Biz hâlâ buradayız. Taşınmaya mecbur bırakılsak da. 2016’da Zeynep Öz, Yunanistan'dan gelen dans tiyatrosu sayesinde Kenter Tiyatrosu’nu tekrar canlandırdı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi sahiplendi tiyatroları. Aynı şekilde Dormen Tiyatrosu, Kent Sineması, Fitaş’ı da. Şu an Osmanbey yine kültürün merkezinde. Bomontiada’nın çok büyük etkisi var bunda, oradan akan ve oraya akan kalabalığın. Mimar Sinan Üniversitesi’nin kampüsünün gelmesinin de. Ofis okuması 2005 yılından beri İstanbul’un kültür sanat ortamında üretim yapan, sanatçılar için yaşam alanı kurgulayan çok işlevli bir atölye ve yayınevi Onagöre, neden burada? Çünkü evim fazlasıyla geniş. Başka bir yer kiralamak yerine evimi ona göre organize ettim, içindeki bir odayı da kendime ayırdım. Ekipçe kalabalıklaşınca bu Tuğrul Sokak'taki yere geçtik. Ama maalesef bize burayı kiralayanlar da kiracı ve bunu bahane eden ev sahibemiz düzenimizi bildiği hâlde bize tahliye davası açtı. Kültür sanat üreticileri, emekçileri olarak şehir merkezindeki alanlarımıza geri gelemeyeceğiz endişem var. Sanatın, hayatın, şehrin merkezinde yer tutması, mahal edinmesi gerekiyor. O yüzden uzaklaşmamak için çaba gösteriyorum. Mahalle’ye bakmak: “On clothing and grooming: Looking at Osmanbey” I. İstanbul Tasarım Bienali’nde sergilenen On clothing and grooming: Looking at Osmanbey; mahalledeki binaların cepheleri üzerine yapılan kapsamlı analizin ilk aşaması. Enstelasyon; yapıların dış cephelerine odaklanarak Osmanbey'in mimari, ekonomik ve sosyal yönlerini; çeşitli mimari planlardan, dönüştürülmüş cephelerin çizim ve fotoğraflarını içeren metinlerden yararlanarak anlatıyor. Osmanbey'in bavul ticareti ekonomisi ve tarihini içeren bu araştırma aslında bir sergiye davet edilmemle ve doktora araştırmam ile şekillendi. Mimari Araştırma olarak Sanatsal Üretim. Tezimin başlığı buydu. 2012 Tasarım Bienali’nin küratörü; Emre Arolat, Nil Aynalı (Eğler) da yardımcı küratördü. Nil, benim mekâna dair işler ürettiğimi bildiği için “Bir şey önermek ister misin?” dedi. Bacağım kırık, hareket kabiliyetim az, mahallemdeki tekstilciler üzerine bir şey yapmayı planladım. Daha öncesinde Komşular isimli 49 fotoğraftan oluşan bir proje vardı elimde. Konular üst üste gelince daha geniş araştırma olarak planlamak istedim. Ve ideolojik sebeplerle bıraktığım doktora araştırmamı da bu alanda yürüttüm. Daha sonra 2015’te Beyrut'ta Home Works isimli sanat oluşumunda gösterildi. Orası için hazırlarken Türkiye, Osmanbey ve tekstil endüstrisinin tarihini harmanladığım birtakım metinler çıkardım. Sonrasında harita olarak basıp dağıttılar. Osmanbey'den şehre, şehirden Osmanbey'e Son okuma: Osmanbey ve soylulaşma ihtimalleri Osmanbey’de 18.30-19.00 gibi, paydos saatinde metro girişlerine bakıldığında İstiklal Caddesi sanılabilecek bir kalabalık oluyor tekstil yerlerinden ötürü; geceleri tekinsiz bir boşluk. Korkulabilir bile. Ama sokaklar güvenilirdir. Şair Nigar Sokak’ta oteller çok, sürekli dizi çekimlerine denk gelir insan devasa ışıklar altında. Bir yandan da geceleri elektronik müzik çalan kafelerle doludur Halâskârgazi. Burası hep böyleydi aslında. Metronun açılması Osmanbey’i daha hareketlendirmedi, kolaylaştırdı belki. Mahallenin biraz daha kalabalıklaşmasının ana nedenlerinden biri de Cihangir’in fiyatlarının yükselmesi. Bu Kurtuluş’a doğru kreatif göçün olmasına neden oldu sanırım. Trafik kaosunun nedeni ayrı; Nişantaşı arkaları, Fulya aşağısı, Ihlamur tarafına ait site yapılaşmaları. Osmanbey’i kamusallaştırmak zor. Osmanbey mesela Laleli’leşebilir. Bu bir tehdit. Daha çok otel olması, Beyoğlu'nda olduğu gibi, aile apartmanlarının azalması, yoğun yapılaşma ve daha bir çok ek neden yüzünden sabit mahallelisini tamamen kaybetmekle yüzyüze kalması muhtemel. Aynı zamanda Kurtuluş’un deprem açısından riskli olması buradaki olası dönüşümün de habercisi niteliğinde. Herkese tahliye davası açılıyor, en köklü grid sistemin olduğu bitişik nizam evler insanları korkutuyor. Ama ben Osmanbey’de eski iş hanlarına bakıyorum en çok; aslında çoğu boşlar. Büyük potansiyel var ama İstanbul’un metruk bırakılmış diğer eski alanları gibi sermayesini bekliyor. Art deco binalar üzerinde alucobond kaplamalarla ortaya çıkan, yaratılan melezlik, acayiplik beni çok heyecanlandırıyor. Turistler gelmemeye başlar, oteller kapanırsa belki burası tüm endüstirinin içinde kültür sanat ve barınma gibi işlevleri üretim ve pazarlamayla paylaştığı bir mahalleye dönüşebilir. Sadece kolaycılıktan ve hızlı kar peşinde vur-kaç operasyonlarından uzak durmalıyız zihniyet olarak.

Soli

Osmanbey sokaklarına ismini veren suretlerin peşinde

Semte ismini veren Osman Bey, 19. yüzyılda II. Abdülhamit Han tarafından Çemberlitaş’ta kurulan Matbaa-i Osmaniye’nin müdürü Hafız Osman’ın hat yazılı Kuran’ını basmasıyla büyük ilgi görüyor, zenginleşiyor, eline geçen servetle bugün Osmanbey olarak bilinen bölgedeki araziye yatırım; konak yaptırıyor. Belki de Osmanbey semtinde sokaklara burada yaşamış veya semt için önemli kişilerin isimlerinin verilmesinin öncüsü olmuş ilk gelenek. Halâskârgazi Caddesi: Cumhuriyet öncesinde Şehit Muhtar Bey olarak biliniyor. 31 Mart 1909’da, II. Meşrutiyetin ilânını takiben İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük ayaklanmada Taksim civarında ölen Muhtar Bey'in anısına bu isim veriliyor. 1927’de, Atatürk’ün annesi ve kız kardeşiyle yaşamasını takip eden dönemde kurtarıcı’ 'halâskâr' ve 'gazi' kelimelerinin birleştirilmesiyle ona atfen değiştiriliyor. Sadri Maksudi Arsal Sokak'a doğru Şair Nigar Sokak: Adını aldığı 1862 doğumlu Şair Nigar Hanım Osman Paşa’nın kızı. Babası musikiye düşkün, annesiyse şiir meraklısı. Şair Nigar Hanım semtin sanatla iç içe olmasında önemli bir rol oynuyor. Konağında sanat buluşmaları, şiir okumaları yapıyor. Önemli bir kadın hakları savunucusu, feminizmin öncüsü. Nakiye Elgün Sokak: Türkiye'de Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kız çocuklarının eğitiminin yaygınlaştırılması için çalışmış eğitimci Nakiye Elgün. Bugün Fevziye Mektepleri Vakfı olarak da bilinen Yeni Mektep adlı özel okulu, 1923’te Beyazıt’tan Şişli'ye (Teşvikiye Karakolu karşısında bulunan Naciye Sultan Konağı'na) taşımış, 11 yıl müdürlüğünü yapmış. Teyyareci Fehmi Sokak: Adını sadece Osmanbey’deki bu sokağa değil aynı zamanda Ercan Havalimanı’na da bırakmış olan Fehmi Ercan 1960 yılında teğmen olarak başladığı görevinde 1972’de binbaşı rütbesine yükselmiş. Reha Yurdakul Sokak: Türk sinema oyuncusu, yapımcı ve senaryo yazarı Reha Yurdakul, Berkin Elvan, Keriman Halis Ece, Süleyman Seba gibi isimlerin de bulunduğu Feriköy Mezarlığında definli. Sadık Şendil Sokak: Ekseriya Kemâl Sunal filmleri ve Hababam Sınıfı serisinin senaristliğiyle tanınan, sokağa ismini veren Sadık Şendil, Müjdat Gezen ile birlikte Güldürü Üretim Merkezi’nde çalıştı. Senede Bir Gün şarkısının da yazarı. Kiralık ofis mağaza Sadri Maksudi Arsal Sokak: 1878-1957 yılları arasında yaşamış Türkiye ile Tatar’da kökleri bulunan devlet adamı, hukukçu, akademisyen, düşünür ve siyasetçi; Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucu hocalarından, aynı zamanda Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasında önemli katkıları var. Ergenekon Caddesi: 19 Ocak 2007, 15.00 sıralarında Halaskârgazi Caddesi üzerinde, Agos ofisinin yer aldığı Sebat Apartmanı önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda ölen gazeteci Hrant Dink ismiyle değiştirilmek isteniyor ancak bu talep 8 Şubat 2010’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis oturumunda reddediliyor. Editör’ün notu: Sokaklar, isimleri üzerine düşündürdü bu rota bizi. İki kitap aldık. Evrak Çantası - Murathan Mungan (Metis Yayınları), İstanbul Sokakları – 101 yazardan 100 sokak (Yapı Kredi Yayınları)

Soli

KA-AN İstanbul

26, 28, 32, 34, 40, 42, 44, 46. Mavi, yeşil, mor, pembe, pullu, pulsuz. Arnavut kaldırımları arasına sıkışmış karton koli parçaları arasında, ayakkabıya yapışan koli bantları eşliğinde KA-AN İstanbul ’a, kurucusu İbrahim Erdinç’e doğru atıyoruz adımları. Saat 12.49, Meşrutiyet Caddesi Kodaman Sokak’ta etraf yeni yeni kalabalıklaşıyor, öğrenmek istediğimiz: Osmanbey kimin mahallesi? Toptancıların, satış temsilcilerinin, tasarımcıların ve moda endüstrisindeki birçok kişinin buluşma noktası Osmanbey nasıl bir semt? Mahalledeki birliktelik başka mahallelerle/şehirlerle/ülkelerle nasıl bir iş birliği içinde? Perakende satışın başladığı Rumeli Caddesi ile Valikonağı Caddesi arasında, Şair Nigar Sokak’tan Şişli’ye kadar olan kısım benim için Osmanbey. Zamanında Sultan Hamam'da yapılan tekstil daha da gelişerek Osmanbey'e taşındı. 1995 yılında mahalleye geldim, geldiğimde hâlihazırda düzen kurulmaya başlanmıştı bile. İlk geldiğim dönemlerde konutlar daha çok oturuma açıktı. Başlarda giriş katları tekstil atölyelerinin showroom’u oldu, sonra üst katlar da imalata dahil oldu ve yayılım başladı. Osmanbey’deki tekstil sektörü mahalleye sığamayınca arayışa geçildi. Üretim Çağlayan, Okmeydanı, Merter ve Güngören taraflarına doğru kaydı. Ama Osmanbey konum itibarıyla çok değerli bir yerde olduğu için de ilk baştaki sisteme geri dönüldü; mahallede genellikle sadece showroom’lar var artık. Mahallelerin ritmi bu aslında: Önce keşfediliyor, sonra üretiliyor, ardından yayılıyor, yayıldıkça komşu mahallelere taşıyor ve başlangıç noktasındaki boşluğa geri dönülüyor. Osmanbey ne kadar boşalırsa boşalsın yine Osmanbey’dir. Atıl kalması mümkün olmayan bir merkez. Şu andaysa tekrar Osmanbey’de mesken kavramı revaçta, konutların kullanım alanları değişiyor. Airbnb mantığıyla kısa dönem sirkülasyonu artıyor. Bu da 2023 Osmanbey’inin mahallelisini oluşturuyor; çok kültürlü, değişken ve kalıcı. Osmanbey'in hayatı bu. Tekrar döngüsünün başındayız biz de; yerleşik yaşamın kurulmaya başladığı evre. İbrahim Bey Atölyenin Osmanbey ile ilişkisi nasıl oluştu? 2005 yılına kadar buradaki tekstil sektörü iç piyasaya hitap ediyordu. Bizim için yabancı Anadolu esnafıydı, 2005 sonrası internetin de sayesinde Osmanbey dünyaya açılmaya başladı. Bir nevi Osmanbey ülkelerin tekstil konusunda buluşma noktası, iletişim köprüsüne dönüştü. Güney Amerika, Almanya, Hollanda, Fransa, Kosova, Filistin ve daha birçok farklı coğrafyadan müdavimlerimiz var artık. Her ay düzenli iletişimde olduğumuz yurtdışından dostlarımız oldu. İlk başlarda yüz yüze iletişim daha hâkimdi, bir dönem Covid-19’un da etkisiyle tamamiyle online'a dönüldü ama şimdilerde tekrar mahalle ziyaretleri başladı. Abdi İpekçi ve Rumeli’nin yoğun olması, oradaki ürünlerin perakendelerinin görülmesi insanları üretimin yapıldığı sokaklara yönlendiriyor. Nişantaşı’nın arka sokakları Osmanbey’in müdevimlerini oluşturuyor aslında. Mahalleye gelmeyi seçenler merak edenlerden oluşuyor genellikle. Bu da bizim daha sağlam ilişki kurmamızı sağlıyor. Yıllar önce bir elbise almaya gelenler şimdi ülkelerindeki mağazaları için tasarımları toptan alıyor. Kurulan iletişim sayesinde edindiğimiz aile dostlarımız bile oldu. Tekstil sektörüne “doğal olarak tahsis edilmiş”, mahalleye yayılan açık hava ticaret merkezinde bu işi yapmanın ne gibi kolaylıkları ve zorlukları var? Bu birliktelik aslında mahalleye daha çok müşteri çekmemizi sağlıyor. Bugün altın almak istenildiğinde ilk akla gelen yerlerden biri Kapalıçarşı. Sebebi bu toplaşma, bir aradalık. Aynısı Osmanbey için de geçerli. Tekstil’in Kapalıçarşı’sı diyebiliriz buraya. Konumu gereği etrafındaki her mahalleyle birleşen bir sokağı var mahallenin. “Komşuma gelen müşteri bugün oradan alır, yarın gelir benden beğenir, benden alır” felsefesi hâkim. Mahalle içindeki iletişim de düşünüldüğü kadar sık değil. Esnaf lokantaları birer birer kapanıyor nedeni de hemen hemen her firmanın kendi bünyesinde bu işi halletmeye çalışması. Yemek içeride dönen bir kültür burada. Müşteri iletişimi en öncelikli iş olduğu için dükkânın boş kalmaması adına pratik çözümler bulunuyor, yemek fabrikaları gibi. Yine de yıllardır vazgeçemediğim bir Tatbak’ın lahmacunu var. Güzel bir gün geçiriyorsam benim ödülüm oluyor.

Soli

E-POSTA BÜLTENLERI

Soli

Her hafta bir mahalle, bir mahalleli! Seyahat ve kültür yayını Soli, her hafta bir mahallenin esnaflarının, binalarının, sokaklarının, insanlarının hikâyesini anlatıyor.