Abdullah Esin
LATEST STORIES
AK Parti'nin varoluş mücadelesi
AK Parti’nin 3 Kasım 2002 seçimlerinde %34 oy alarak kazandığı tek başına hükümet kurma gücü, 7 Haziran 2015 seçimlerinde %40’ın üzerinde oy almasına rağmen kaybedildi. Tek başına hükümet kuracak çoğunluğa sahip olamayan Ahmet Davutoğlu liderliğindeki AK Parti, yapılan koalisyon görüşmelerinde de başarılı olamayınca seçimler yenilendi. 1 Kasım 2015’te düzenlenen seçimlerde AK Parti %49,5 oy alarak yeniden hükümeti kurabilecek çoğunluğa ulaştı. İktidar partisi, iki seçim arasında oylarını artırmasına rağmen ülkeyi tek başına yönetecek demokratik meşruiyetini fiilen kaybetmişti. Bu tarihten sonra, Türkiye’de hem siyaset hem de rejim kökten bir değişim geçirdi. Bir diğer deyişle, Türkiye 2015’ten beri ülkeyi tek başına yönetme yetkisi olmayan bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bu hükümet, veya Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında kişiselleşmiş olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS), ülkeyi yönetecek sayısal çoğunluğu ve bürokratik gücü devam ettirebilmek için sürekli olarak yeni oyuncuları sisteme dahil ederek yeni koalisyonlar yaratıyor. CBHS doğası gereği hem iktidarı hem de muhalefeti ittifak halinde hareket etmeye zorlayarak Türkiye siyasetini ve toplumunu sınırları keskin hatlarla belirlenmiş iki kutba ayırdı. Bugün gelinen noktada, 14 Mayıs’ta düzenlenecek olan seçimlerde biri demokratik-eşitlikçi-özgürlükçü bir Türkiye vadeden Millet İttifakı , bir diğeri de otoriter-baskıcı-militarist bir Türkiye’yi devam ettirmeyi savunan Cumhur İttifakı yarışacak. ATA İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan ve Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce de her iki ittifaktan oy alarak seçimleri ikinci tura bırakmayı amaçlayan iki sistem dışı aday olarak siyasi arenada kendilerine yer edinmeye çalışıyorlar. Seçimlerin iki ana unsuru olan Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı’nın karşılaştırmalı bir yapısal analizini yapmak, 14 Mayıs’ta aslında neyi seçeceğimizi anlamak açısından büyük önem taşıyor. Bir varoluş mücadelesi olarak Cumhur İttifakı AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde kaybettiği meclis çoğunluğunun ardından iktidarını devam ettirebilmek için siyasetin sınırlarını daraltmaya ve kendisini iktidarda tutacak her türlü güç odağıyla ittifaka girmeye dayanan yeni bir siyasi stratejiyi benimsedi. 13 yıllık iktidarları döneminde işlenen tüm suçlar, kurulan gayrimeşru ittifaklar (FETÖ gibi) ve yapılan yolsuzluklar, AK Parti için iktidarı demokratik yollarla devretme eşiğini çoktan geride bırakmıştı . Dolayısıyla, iktidarın ne pahasına olursa olsun devam ettirilmesi ilçe örgütünden MYK’ya kadar tüm AK Parti kadroları için bir varoluş mücadelesi haline geldi. Bu iktidarda kalma mecburiyeti, bir yandan yeni koalisyon ortakları karşısında AK Parti’yi güçsüz konuma getirirken diğer yandan da siyasetin radikalleşmesi ve sınırlarının daraltılması anlamına geliyordu. Bunun ilk kurbanlarından biri de HDP ve Selahattin Demirtaş oldu. Çözüm sürecinin iktidarla birlikte iki ana unsurundan biri olan HDP, 2015’ten sonra sistematik bir şekilde baskılandı ve meşru siyasetin sınırlarının dışına itildi. Bir yandan HDP’nin Türkiyelileşmesini savunan kadrolar, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, cezaevine gönderilirken diğer yandan HDP ile temasa geçen her siyasi parti terör destekçisi olarak yaftalanarak kriminalize edilmeye başlandı. HDP içerisinde, terör örgütü PKK lideri Öcalan’a ve PKK’ya yakın isimlerin aktif siyasete devam etmesine izin verilerek hem HDP’nin gayrimeşru bir aktör olarak sürekli baskılanmasına gerekçe yaratıldı hem de muhalefetin HDP ile birleşerek iktidarı yenme ihtimali ortadan kaldırıldı. AK Parti’nin varoluş mücadelesinin bir diğer ayağı ise yeni ortakların iktidar koalisyonuna dahil edilmesi oldu. Sonradan Cumhur İttifakı adı altında kurumsallaşan bu koalisyonun ana ortağı MHP, küçük ortağı ise BBP oldu. Başta Menzil olmak üzere birçok tarikat, mafya yapılanması ve sermaye sahibi de resmî olarak olmasa da açıktan Cumhur İttifakı’na destek vermeye başladı. Bu yeni koalisyon, Türkiye siyasetini tümüyle değiştirdi. AK Parti’nin muhafazakâr/İslamcı siyasetine güçlü bir milliyetçi damar eklemlendi , iktidara yakın şirketlere aktarılan kamu kaynakları artırıldı, sokaklar MHP’yle iltisaklı mafya yapılanmalarının şiddet sarmalına terk edildi ve cemaatlerin radikal talepleri ardı sıra hayata geçirilmeye başlandı. Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in Youtube videolarında da itiraf ettiği üzere Cumhur İttifakı, illegal mafya yapılanmaları üzerinden kontrollü bir şiddet ortamı yaratarak kararsız seçmenlerin iktidar etrafında toplanmasını amaçlıyordu. Güvenlik kaygısının sürekli olarak artırılması, ekonomik krizi ve giderek artan otoriter uygulamaları kamuoyunun gündeminde geri plana atarak iktidarın bir süre daha toplumsal desteğini devam ettirebilmesine olanak sağladı. AK Parti’nin iktidarda kalabilmek için farklı partilerle, cemaatlerle ve örgütlerle koalisyon oluşturmaya bağımlı olması, bu grupların taleplerinin ve itirazlarının daha güçlü bir şekilde duyulmasını da beraberinde getirdi. Pandemi döneminde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve hükümetin maske-test-tedavi gibi temel ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalması kamuoyu desteğini önemli ölçüde azaltmıştı. İktidarın siyasi gücünün azalması, koalisyon ortaklarına karşı pazarlık gücünü de zayıflatıyordu. Bu dönemde, cemaatlerin ve radikal İslamcı kesimlerin Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması talepleri iktidar tarafından gündeme alınarak hayata geçirildi. Bu hamleler, hem kamuoyunun dikkatini ekonomik kriz ve pandemi sürecinin kötü yönetilmesinden uzaklaştırıyor hem de koalisyon ortakları memnun edilerek iktidarın devam ettirilmesi sağlanabiliyordu. Aynı şekilde, birçok festival ve konserin radikal kesimlerin tepki göstermesinin ardından iptal edilmesi seçmen desteği zayıflayan iktidarın ne kadar radikal kararlar alabileceğinin önemli bir göstergesi oldu. Seçimlere iki ay kala, birçok ankete göre AK Parti’nin oyu %35-40, MHP’nin oyu %6-8 aralığında değişiyor. Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı BBP’nin kayda değer bir oyu olmadığı için mevcut tabloda Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanması için yeni koalisyon ortaklarına ihtiyacı vardı. HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin ittifaka dahil edilmesi de bu ihtiyacın bir sonucu oldu. Radikal İslamcı ve Kürt milliyetçisi HÜDA PAR'ın bir önceki seçimde yaklaşık 150 bin oy almasına rağmen AK Parti listelerinden seçime gireceği açıklandı ve Türk milliyetçisi MHP ile aynı ittifakın bir parçası haline getirildi. Öte yandan, pandemi döneminde aşı karşıtlığı sonrasında ise kadın haklarını koruma altına alan 6284 sayılı kanunun değiştirilmesi talebi ile gündem gelen Yeniden Refah, AK Parti’ye 30 maddeden oluşan bir talepler listesi ileterek Cumhur İttifakı’na katılmak için müzakerelere başladı. İttifakın ana ortağı olan MHP’nin bile somut bir talep belgesinin olmadığı ve alenen AK Parti’den bir talepte bulunmadığı Cumhur İttifakında, Yeniden Refah’ın somut taleplerle müzakerelere başlaması hem koalisyon içerisinde hem de kamuoyunda büyük tartışma yarattı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık ve AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in, Yeniden Refah’ın 6284’ün değiştirilmesine yönelik talebini eleştirmesi, bu isimlerin kendi partileri ve seçmenleri tarafından hedef gösterilmesine neden oldu. AK Parti’nin seçimleri kazanmak için radikal sağ partilerin desteğine ihtiyaç duyması, kendi içerisindeki bazı muhalif sesleri bile bastırmasına ve daha önce MHP’ye dahi tanınmayan ayrıcalıkların yeni koalisyon ortaklarına tanınmasına neden oluyor. Cumhur İttifakı’nın yeni dinamikleri, seçimleri kazanmaları halinde Türkiye’de siyasetin nasıl dönüşeceğine dair önemli ipuçları veriyor. Geçtiğimiz dönemde koalisyonunu bir arada tutmak için İstanbul Sözleşmesi’ni iptal eden, festival ve konserleri yasaklayan, kadına ve sağlık çalışanlarına karşı şiddete göz yuman Cumhur İttifakı, önümüzdeki dönemde daha da parçalı ve radikal hale gelen koalisyonunu devam ettirebilmek için daha otoriter, baskıcı, radikal ve İslamcı-milliyetçi bir siyaset tarzı yürütecektir. Böylesi bir Türkiye’de, iktidara destek vermeyen veya onların benimsediği yaşam tarzının dışında kalan hiç kimseye yaşam ve nefes alma hakkı tanınmayacak ve ikinci sınıf vatandaş olarak muamele edilecektir. Bir uzlaşı ve demokrasi koalisyonu: Millet İttifakı CBHS, iktidarı olduğu kadar muhalefeti de ittifak halinde hareket etmeye zorluyor. 2018 seçimlerinde CHP’nin çabalarına rağmen ortak cumhurbaşkanı adayı çıkaramayan muhalefet, Erdoğan’ın ilk turda seçilmesinin ardından yeni sistemde ittifak kurmanın bir zorunluluk olduğunun farkına vardı. Parlamenter sistemde dahi CHP’nin tek başına iktidar olamayacağını bilen Kemal Kılıçdaroğlu , 2018’den sonra oyunu iktidarın kurallarıyla oynamayı kabul etti ve muhalefeti birleştirme görevini üstlendi. 2019 yerel seçimlerinde ortak adaylarla kazanılan başarı, muhalefetin ittifak halinde hareket etmesi halinde kazanma şansının yüksek olduğunu hem iktidara hem de muhalefete kanıtladı. 2019’da CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti arasında kurulan Millet İttifakı süreç içerisinde genişleyerek DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’ni de masaya dahil etti. Altı siyasi partiden oluşan Millet İttifakı, muhalefeti değiştirdiği gibi siyasetin sınırlarını da yeniden çizdi. Cumhur İttifakı’nda kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların, ittifakın radikal unsurlarına verilen tavizlerin ve topluma yeni vaatler sunmak yerine muhalefeti parçalamayı amaçlayan seçim stratejisinin karşısına ortak akıl ve uzlaşıya dayanan bir ittifak modeli, iktidara saldırmak yerine seçmene somut politikalar vadeden bir siyaset anlayışı ve tarafların kamuoyu önünde taviz verip pazarlık yaptığı bir iletişim stratejisi konuldu. Bu anlamda Millet İttifakı hem ittifak dinamiği hem de siyaset tarzıyla Cumhur İttifakı’ndan keskin çizgilerle ayrışıyor. İttifaklarının seçim stratejileri de birbirinden tamamen farklı. Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi ziyaretinin ardından, HDP’nin aday çıkarmama kararı alması Kılıçdaroğlu’nun adaylığına de facto destek verecekleri anlamına geliyor. Kılıçdaroğlu’nun “ Halil İbrahim sofrasını genişletmek” olarak tanımladığı siyasetin tüm paydaşlarıyla görüşme ve müzakere etme yoluyla muhalefetin genişleme stratejisi, Cumhur İttifakı’nın seçim propagandasının temelini oluşturuyor. 2015’ten beri siyasetini HDP’yi kriminalize edip muhalefeti parçalamak üzerine kurgulayan iktidar, Millet İttifakı’nın somut vaatleri ve yeni Türkiye vizyonunun karşısında kamuoyuna yeni bir şey vadedemiyor. Medya üzerindeki kontrolünü kullanarak bir yandan ittifakının radikal unsurlarını kamuoyu nezdinde meşru hale getirmeye çalışan Cumhur İttifakı, diğer yandan da HDP ile ilişkisi üzerinden Millet İttifakı’nı itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Muhalefetin ortak akıl ve uzlaşmaya dayanan ve 5+2 olarak formüle edilen cumhurbaşkanı yardımcılığı sistemini istikrarsızlık getireceği söylemiyle eleştiren iktidarın, Türkiye’ye yeni bir vizyon vadetmek yerine siyasetin sınırlarını daha da daraltmaya ve ülkedeki tüm radikal sağ unsurları bir araya getirerek yeni bir toplumsal mutabakat yaratmaya çalıştığını görüyoruz. 2015 yılından beri AK Parti tarafından sistematik olarak daraltılan siyasetin sınırları, Kılıçdaroğlu öncülüğünde Millet İttifakı tarafından genişletilmeye çalışılıyor. Türkiye’ye yeni bir siyaset, krizden çıkış reçetesi ve yeni bir vizyon vadeden muhalefet aynı zamanda ortak akıl ve uzlaşıya dayanan bir yönetim sistemini temsil ediyor. AK Parti’nin seçimler yapılana dek sürekli olarak muhalefeti HDP üzerinden yıpratmaya çalışacağı aşikâr. Muharrem İnce’nin adaylık ısrarı da Erdoğan’ın muhalefeti parçalama stratejisi için eşsiz bir fırsat sunuyor. Büyük bir toplumsal desteği arkasına alarak seçimlerin favorisi haline gelen Millet İttifakı’nın seçimleri kazanması için yapması gereken tek şey Cumhur İttifakı’nın radikal unsurlarını gündeme getirip, seçimi kazanmaları durumunda Türkiye’nin ve kadınların neleri kaybedeceğini sürekli gündemde tutmak. Cumhur İttifakı’nın Türkiye’ye vadettiği radikal İslamcı iktidarın karşısında Millet İttifakı’nın demokratik-özgürlükçü-eşitlikçi yönetim modelini kamuoyuna doğru anlatmak seçimlerin muhalefet tarafından kazanılması için yeterli olacaktır.
Seçim, göçmenler ve Avrupa Birliği
Avrupa merkezli haber kuruluşu Euronews , 30 Mart'ta “Eğer muhalefet seçimi kazanırsa AB ile Türkiye arasındaki göçmen mutabakatına ne olacak?” başlıklı bir makale yayımladı . Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu da Twitter hesabından bu makaleye “Bu konu hakkında başından beri çok netim. Önce Türkiye” ifadeleriyle cevap verdi. Avrupa Birliği, 14 Mayıs’ta düzenlenecek seçimlere ilişkin henüz net bir tavır sergilemedi. AB kurumları tarafından hazırlanan birçok raporda Türkiye’de insan hakları, demokrasi ve ifade özgürlüğünün mevcut durumundan memnun olunmadığı ifade edilse de hiçbir AB ülkesi veya kurumu muhalefete açıktan veya gizli desteğini açıklamadı. AB’nin tutumundaki bu muğlaklığın temel nedenlerinden biri de muhalefetin Göçmen Mutabakatına ilişkin olumsuz görüşleri. Geçtiğimiz günlerde Almanya'nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ile yaptığımız röportajda da bu konuyu gündeme getirmiştim . Fischer, "Muhalefet seçimleri kazanırsa Türkiye-AB ilişkilerinde ne gibi değişimler yaşanabilir?" sorusunu "Türkiye seçimlerine müdahale etmek istemiyorum. Ben Türkiye’nin dostuyum ve bir demokratım. Demokratik, adil ve şeffaf seçimlere inanıyorum. Gerisi Türkiye’deki siyasi partilere kalmış bir şey." ifadeleriyle geçiştirdi. Fischer, "Göçmen Mutabakatı revize edilmeli mi?" sorusuna da şu cevabı verdi: Eğer bu konuda bir ihtiyaç varsa, ki bence var, taraflar yeniden müzakere masasına oturmalı. Sadece Türkiye değil, AB de sığınmacılar konusunda büyük bir baskı altında. Maalesef, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da sığınmacı konusuna ilişkin olumsuz görüşler hâkim. Şunu söylemeliyim ki Türkiye bu konuda çok fazla şey yaptı, bu yüzden minnettarız. Mevcut konjonktürde, anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi gerekiyorsa, ki gerekiyor, taraflar arası görüşmelere tekrar başlanması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, 6 Şubat depremlerinin hem Türkiye’de hem de Suriye’de yarattığı korkunç insani dram, bizleri birlikte hareket etmeye motive edebilir. Joschka Fischer'in açıklamaları, AB'nin Türkiye'ye ilişkin tutumunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Bir yandan milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yaptığı için Türkiye'ye minnettarlığını ifade ederken diğer yandan da AB'nin daha fazla sığınmacıyı kabul edemeyeceği mesajını veriyor. Buna gerekçe olarak da toplumsal tepkiyi öne sürüyor. Göçmen Mutabakatı nedir? Türkiye ile AB arasında 2016'da Ahmet Davutoğlu hükümeti tarafından imzalanan “Göçmen Mutabakatı” ile Türkiye, AB’ye giden düzensiz göçün önlenmesi ve göçmenlerin geri kabulü koşullarını kabul etti . Bu, düzensiz göçün tüm sorumluluklarını neredeyse tek başına üstlenmek anlamına geliyordu. Anlaşmanın en çok tartışılan iki maddesi şu şekilde: 20 Mart 2016'dan itibaren Türkiye'den Yunan adalarına geçen tüm yeni düzensiz göçmenler Türkiye'ye iade edilecek. Yunan adalarına ulaşan göçmenler, usulüne uygun olarak kayıt altına alınacak ve sığınma başvuruları Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile işbirliği içinde bireysel olarak işleme konulacak. Dayanaktan yoksun ya da kabul edilemez bulunanlar Türkiye'ye iade edilecek. Türkiye, AB'ye yönelen yeni düzensiz göç güzergahlarının oluşumunu engelleyecek, deniz ve kara güzergahlarını önlemek için her türlü tedbiri alacak ve bu doğrultuda AB'nin yanı sıra komşu devletlerle de işbirliği yapacak. Söz konusu anlaşma, siyasi ve toplumsal açıdan Türkiye’nin aleyhine olmasına rağmen AK Parti hükümeti açısından büyük önem taşıyor. Anlaşma gereği, AB Komisyonu tarafından Türkiye’ye ödenecek olan fonlar, döviz kaynağına ihtiyacı olan hükümet için kısa vadeli bir kaynak girişi yaratmıştı. İlk aşamada 6 milyar avro olarak belirlenen tutara, 2024 yılında kadar ek 3 milyar avro daha eklenecek. Fonların tamamen ödenmediği konusunda iktidar tarafından eleştiriler yapılsa da taahhüt edilen tutar kısa vadeli bir ekonomi rahatlama yaratacağı beklentisiyle kabul edilmiş oldu. Türkiye, AB’den beklenen finansal desteği hiçbir zaman tam olarak alamadı ancak göçmenlere sınır kapılarını açma tehdidini kriz durumlarında bir koz olarak kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açık kapı politikasıyla bir yandan AB’den Türkiye’ye yönelik eleştirilerin dozunu düşürürken diğer yandan Almanya ve Yunanistan gibi ülkelerle yaşanılan krizlerde göçmenleri bir silah olarak kullanmaya başladı. AB de göçmenlerin Türkiye’de tutulması karşılığında AK Parti hükümetine yönelik eleştirilerini azalttı ve finansal desteği artırma taahhüdünü yineledi. Millet İttifakı'nın göçmen politikası Türkiye’de yükselen göçmen karşıtlığı ve muhalefetin bu konuyu siyasetin gündemine taşıması iktidarı göçmenler konusunda adım atmaya zorladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2011’den beri ilk defa sığınmacıların geri gönderilmesi konusunu dile getirerek toplumsal öfkeyi kısa vadede dindirmeye çalıştı ve Suriye’de Beşar Esad yönetimiyle temasa geçti. Millet İttifakı ise toplumda yükselen göçmen karşıtlığı ve Zafer Partisi’nin artan popülaritesi karşısında göçmenlerin geri gönderilmesi retoriğini benimsedi ve Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde bu konuda somut vaatlerde bulundu. Metinde öne çıkan politikalar şunlar: Türkiye ile AB arasındaki 2014 Geri Kabul Anlaşması ile 18 Mart 2016 Mutabakatını gözden geçireceğiz. Düzensiz göçün kaynağı olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları yapacağız Herhangi bir resmi ve kamuoyuna açıklanmış anlaşma ve mutabakat olmaksızın Türkiye’ye giriş yapan göçmenlerin menşe/üçüncü ülkelere sınır dışı işlemlerini hızlandıracağız Suça karışan göçmen ve sığınmacıları hızlı şekilde sınır dışı edecek ve ülkemize yeniden girişini engelleyeceğiz. Geçici Koruma Altındaki Suriyelilerin güvenli ve iç hukukumuz ile uluslararası hukuka uygun biçimde mümkün olan en kısa sürede ülkelerine geri dönmelerini sağlayacağız. Geri dönüş çalışmalarını ülkemizdeki geçici koruma altındaki Suriyeliler, Suriye yönetimi ve uluslararası kurumlarla yakın işbirliği içinde yürüteceğiz. Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ve düzensiz göçmenlerin geri dönüşlerinde diğer ülkelerle külfet ve sorumluluk paylaşımına gideceğiz. Burada yer alan göçmen mutabakatının gözden geçirilmesi, sığınmacıların ülkelerine gönderilmesi ve külfetin diğer ülkelerle paylaşılması gibi maddeler AB’nin göç politikasını temelden değiştirmesine neden olabilir. Erdoğan ve AK Parti hükümeti ile belirli bir finansal destek ve siyasi tavizler karşılığında göçmenlerin Türkiye’de tutulması konusunda anlaşan AB’nin, anlaşmayı aynı koşullarla Millet İttifakı ile sürdüremeyeceği aşikar. Mutabakatın revize edilmesi durumunda Türkiye’nin hem göçün maddi külfetini paylaşmak hem de sınırları açmak konusunda diretmesi ise oldukça güçlü bir senaryo olarak AB liderlerinin önünde duruyor. Depremlerin yarattığı yeni tehlikeler Kahramanmaraş merkezli depremlerin sığınmacıların yoğun olarak yaşadığı bir bölgede gerçekleşmesi de göç sorununa yeni bir boyut kattı. Depremlerden etkilenen illerde yaşayan sığınmacıların bir bölümü başka illere göç ederken bir kısmı da Avrupa’ya geçmeye çalışıyor. Bunun yeni bir göç dalgası yaratacağından endişe eden AB ülkeleri de deprem bölgesinin yeniden imarı için Türkiye’ye maddi destekte bulunmayı taahhüt ediyor. Euronews’ta yer alan haberde, AB’nin Türkiye’ye belirli ticari imtiyazlar sağlayarak ve iş insanlarını bölgede yatırım yapmaya teşvik ederek hem yerli halk hem de göçmenler için istihdam yaratarak AB’ye olası bir göçü engellemeyi amaçladığı ifade ediliyor. Türkiye’de hem ekonomik kriz hem de siyasetin radikalleşmesiyle birlikte sığınmacılara karşı toplumsal öfke artıyor. Depremin ilk günlerinde yayılan yağma haberlerinin ardından bölgede şiddet ve saldırıların artması toplumda biriken öfkenin tehlikeli boyutlara ulaştığının önemli bir göstergesi oldu. Mevcut iktidarın göç sorununu objektif bir şekilde ele alarak sistematik çözümler üretemeyeceği aşikar. Muhalefetin seçimleri kazanması durumunda da sığınmacıların bir kısmının geri gönderilmesi ve AB ile Göçmen Mutabakatı’nın yeniden müzakereye açılması öncelikli gündem maddeleri arasında yer alacaktır. Bu konjonktürde, AB’nin çeşitli tavizler karşılığında Türkiye’yi AB’nin sınır kapısı haline getiren mevcut iktidarı, göçmen sorununda daha adil ve eşit bir çözüm üretilmesini talep eden muhalefete tercih edeceği ise aşikar.
Telekom şirketlerini Erdoğan-Albayrak koalisyonu yönetiyor
Kahramanmaraş merkezli depremlerde iletişim altyapısının çökmesi ve mobil operatörlerin günlerce bölgedeki iletişimi sağlayamaması, arama-kurtarma faaliyetlerinin organize edilememesinin ve can kayıplarının artmasının temel nedenlerinden biriydi. Deprem bölgesindeki baz istasyonlarının yıkılması ve personelin de depremden etkilenmesi nedeniyle iletişim altyapısının çöktüğünü söyleyen şirket yöneticilerinin depreme ilişkin neden altyapı güçlendirme çalışması yapmadığına dair tatmin edici bir açıklama yapılmadı. AK Parti döneminin en başarısız ve usulsüz özelleştirmelerinden biri olan Türk Telekom özelleştirmesi ve Turkcell’in iktidar tarafından siyasi rant kurumu hâline getirilmesi devletin kurumsal kapasitesinin ve altyapı sisteminin depremlere müdahalede neden etkisiz kaldığına somut bir örnek oluşturuyor. Her iki şirketin de yönetim kurullarında yer alan kişiler, iletişim ve altyapı alanlarında tecrübe sahibi olmaktan ziyade AK Parti’ye yakınlıklarıyla ön plana çıkıyorlar. Her iki kurumun da yönetim kurullarında ön plana çıkan detay üyelerin büyük bir kısmının Cumhurbaşkanı Erdoğan ve damadı Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak ile uzun süre birlikte çalışmış olmaları. Turkcell ve Türk Telekom’un yönetim kurullarına daha yakından bakalım. Turkcell’in Yönetim Kurulu 9 kişiden oluşuyor: Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Aksu , uzun süre özel sektörde görev yaptıktan sonra 2018-2021 yıllarında Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı olduğu dönemde Bakan Yardımcılığı görevinde bulunmuş. Bakan Yardımcılığı yaptığı dönemde sırasıyla Türk Telekom ve Turkcell’de yönetim kurulu üyeliği de yapmış. Yönetim Kurulu Üyesi Figen Kılıç , 1995'te Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde belediyede çalışmaya başlamış. 2010 yılında iktidara yakınlığıyla bilinen Çalık Holding’de çalışma hayatına devam eden Kılıç, 2019 yılında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda Hizmet Sunumu Genel Müdürü görevine getirilmiş. 2021 yılında ise Turkcell Yönetim Kurulu Üyesi olarak atanmış. Yönetim Kurulu Üyesi Nail Olpak , MÜSİAD’ın eski Genel Başkanı ve hâlihazırda Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı olarak görev yapıyor. Olpak ayrıca, MÜSİAD’ın mevcut Başkanı Mahmut Asmalı ile ortak olarak kurduğu HASEN Yapı A.Ş. şirketi ile toplam yatırım bedeli 7 milyar lira olan Kuzey Marmara Otoyolu Projesinin üstlenicilerinden biri. Projenin diğer üstlenicileri ise kamuoyunda “ Beşli Çete ” olarak bilinen Cengiz, Limak, Kolin ve Kalyon İnşaat şirketleri. Yönetim Kurulu Üyesi Tahsin Yazar da Figen Kılıç ve Bülent Aksu gibi Çalık Holding’de çalışmış. Bu iç kişinin Turkcell yönetimindeki görevlerine ek olarak Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak’ın Çalık Holding’de Genel Müdür olduğu dönemde şirkette birlikte çalışmaları dikkat çekiyor. Tahsin Yazar, 2016 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda Bakan Müşaviri ve 2018 yılında Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Bakan Müşaviri olarak çalışmış. Yazar, Berat Albayrak’ın her yeni görevinde onunla birlikte aynı kurumda üst düzey görevlere atanmış. Ardından, 2021 yılında Turkcell Yönetim Kurulu Üyeliği görevine seçilmiş. Yönetim Kurulu Üyesi Şenol Kazancı , 2011-2014 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde Başbakan Başdanışmanlığı, 2014 yılından sonra da Cumhurbaşkanı Başdanışmanı görevlerinde bulunmuş. Kazancı’nın da kariyeri Erdoğan’ın kariyeriyle paralel olarak ilerlemiş. Kazancı 2014-2021 yılları arasında Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü olarak görev yaptıktan sonra 2021 yılında Turkcell Yönetim Kurulu Üyeliği görevine atanmış. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Afif Demirkan ise 22., 23. ve 24. dönemlerde AK Parti’den milletvekili seçilmiş. Demirkan’ın ayrıca Pensilvanya’ya giderek Fethullah Gülen ile görüştüğünü kanıtlayan fotoğraflar da yer alıyor. Turkcell yönetim kurulunun büyük bir çoğunluğu geçmişte doğrudan veya dolaylı olarak AK Parti’de görev almış veya iktidarla yakın ilişkileri olan kişilerden oluşuyor. Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak’ın hem Çalık Holding’te hem de bakanlık dönemlerinde birlikte çalıştığı kişilerin yönetim kurulunda yer alması ise dikkat çekiyor. Yüksek maaşlar CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz , 2021 yılında kamuoyuyla paylaştığı belgelerde Turkcell Yönetim Kurulu Başkanının yıllık 250 bin avro , üyelerin ise 100 bin avro kazandığını açıklamıştı. Türk Telekom’un Yönetim Kurulu da 9 kişiden oluşuyor. Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Fatih Sayan , bu görevine ek olarak hâlihazırda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nda Bakan Yardımcısı görevinde bulunuyor. 1995 yılında Erdoğan'ın İBB Başkanlığı döneminde belediyede işe başlayan Sayan, uzun bir süre özel sektörde çalıştıktan sonra 2007-2014 yılları arasında Başbakanlık Müşavirliği ve Başbakan Başmüşavirliği görevlerinde bulunmuş. 2015-2018 yılları arasında depremin ilk günlerinde Twitter’ı kısıtlamasıyla gündeme gelen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı olarak görev yapmış. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mahmut Gürcan , Recep Tayyip Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu 1992 yılında Refah Partisi’nde siyasete başlamış. Uzun bir süre Millî Görüş hareketinin içerisinde aktif görev aldıktan sonra 2002 yılından itibaren AK Parti teşkilatlarında görev yapmış. AK Parti Genel Merkez MYKY Üyeliğine kadar yükseldikten sonra 2021 yılında Hazine ve Maliye Bakan Yardımcılığına atanmış. Gürcan, MÜSİAD, İlim Yayma Cemiyeti ve Ensar Vakfı gibi iktidara yakın sivil toplum kuruluşlarının da üyesi. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Yiğit Bulut, 2013-2014 yılları arasında Başbakan Başdanışmanı olarak görev yaptıktan sonra 2014 yılından itibaren Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı görevini yürütüyor. Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Yavilioğlu, AK Parti’den 24. Dönem Erzurum Milletvekili seçilmiş. 2021 yılında da Hazine ve Maliye Bakan Yardımcılığına atanmış. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Selim Dursun , eski Başbakan Binali Yıldırım’ın Ulaştırma Bakanlığı döneminde Özel Kalem Müdürlüğünü yapmış. Ardından, 25. Ve 26. Dönemlerde AK Parti’den Sivas Milletvekili seçildikten sonra 2018 yılında Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığında Bakan Yardımcılığına atanmış. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Enver İskurt , Türk Telekom’daki görevine ek olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığında Bakan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Önal , Berat Albayrak’ın aile şirketi Turkuvaz Medya Grubu’nda 2007-2015 yılları arasında üst düzey yöneticilik yapmış. Yönetim Kurulu Üyesi Salim Arda Ermut , 2005 yılında Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği görevine atanmış. 2021 yılında da Türkiye Varlık Fonu Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevine getirilmiş. Yönetim Kurulu Üyesi Metin İlhan , Berat Albayrak’ın ailesine ait Turkuvaz Medya Grubu’nda avukat olarak çalışmış. Çift maaş alıyorlar CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, 2022 yılında Türk Telekom Yönetim Kurulu Üyelerinin aylık 40 bin 618 lira maaş aldığını açıklamıştı. Türk Telekom Yönetim Kurulunda yer alan Bakan Yardımcıları, Bakanlıktan aldıkları maaşa ek olarak Türk Telekom'dan da aldıkları ücretle çifte maaş alıyorlar. Parlamenter sistemde, bürokrasinin içinden gelen ve seçimle değişmeyen Bakanlık Müsteşarlığı kadrosunu 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesiyle birlikte kaldırarak Bakan Yardımcılığı pozisyonunu getiren AK Parti, bu düzenlemeyle hem Bakanlıkların kurumsal hafızasını yok etti hem de partiye yakın isimler için yeni bir rant mekanizması yarattı. Turkcell ve Türk Telekom’un yönetim kurullarına da AK Parti milletvekilleri, Bakan yardımcıları ve iktidara yakın isimlerin atanması bir yandan iktidara sadakatini sürdüren kişiler için bir rant kaynağı yaratırken diğer yandan iktidarın özel sektör üzerindeki kontrolünü güçlendiriyor. Bu kurumsal erozyon ve rant sisteminin bedelini ise deprem bölgesinde çöken iletişim altyapısı nedeniyle zamanında kurtarılamayarak hayatını kaybeden on binlerce vatandaş ödedi.
On Turkey-EU relations and the future of the EU with Joschka Fischer
We discussed Turkey-EU relations, Russia's invasion of Ukraine and the European Union's changing security policies with Joschka Fischer , who served as Germany's Foreign Minister and Vice Chancellor between 1998 and 2005, and was the leader of the German Green Party for nearly 20 years. Enjoy your reading! If the pro-democratic opposition alliance wins the election on the 14th of May, what would be its effects on Turkey-European Union relations? Do you think that there will be a quick reparation? I don’t want to intervene in Turkish elections. I am a friend of Turkey and a democrat. I accept democratic free and fair elections. The rest is at the hands of Turkish political parties. The Turkish opposition is very decisive to revise the refugee deal between Turkey and the EU which was signed in 2016, and send back refugees because of increasing discontent. What would be the EU’s strategy about the migration problem between the two sides and how would the agreement be revised? We have to negotiate the deal if there is a need, and there is a need. Both sides are under a severe pressure, not only the Turkish side. Unfortunately, refugees is not an issue which is popular, in Turkey nor in Europe. I must say that Turkey has done a lot and we appreciate it. So if there is a need for a renegotiation, it should be done. It needs no imagination that the terrible consequences of the earthquake in both Turkey and Northern Syria will create new refugees. This humanitarian catastrophe may mean we have to act together. How do you evaluate Turkey's foreign policy strategy in the process that started with Russia's invasion of Ukraine? Do you think Turkey is pursuing a 'neutral' foreign policy as stated in official discourse? How should Turkey's stance and strategy be against Russia? Turkey was very helpful in procurement of the extremely important grain deal. This was very important especially for countries in Africa and the Middle East. I can't believe that Turkey is neutral. Knowing the Turkish history, invasion of Crimea by the Russian Empire was very close to the current situation. Turkey is a member of NATO and must have a clear position. I think the elections can only improve that. Turkey claims that its security concerns are not shared by some EU and NATO members. Do you agree with this claim? What should be the EU and NATO's stance about Turkey’s concerns? First of all, Turkey’s concerns about Northern Syria is a NATO issue. Secondly, I think in an alliance you can sit together and talk about everything. I don’t see that Turkey’s security interests are not accepted, I would reject it. Everybody understands the security concerns of Turkey, especially related to the Kurds. On the other side, you have to see the humanitarian disaster developing in Norhern Syria for a long time. Syria is a mess but nobody inside NATO or EU is in favor of an independent Kurdistan, nobody. I think the Turkish security interests, which are well understood, are questioned. But the humanitarian catastphory there is a serious challenge for all of us. It's highly complicated but this means you have sit down and talk. You said in your speech at the Izmır Economy Congress, that we have to focus on concrete areas of cooperation and disregard missed opportunities. What are the possible cooperation areas between Turkey and the EU? We have strong economic, scientific interests and cooperation. Look at this beautiful city, Izmir. You have a lot of foreign investment in here from Germany, EU and the US. It moves in a direction which is very promising. This is the way we have to continue to move on. There is an important debate inside of the EU about developing their own security capabilities and create their own security umbrella. France’s President Emmanuel Macron is a prominent figure in this debate. Furthermore, Germany decided to boost its security expenditures to 100 billions of dollars annually, and this policy change is seen as “The return of Germany as a geopolitical power”. What is your take on these debates, and how do you analyze Germany’s decision to boost its military expenditures? We have to increase our military expenditures, there is no question about that. I have been in favor of that for a long time. Because we could not defend ourselves and this must change. On the otherside, you have mentioned that "Should the EU have its own security umbrella?", wait and see. Almost all the EU members with the exception of Austria, Cyprus and Malta will be NATO members. I don’t understand Turkey’s position on blocking the entrance of Sweden to NATO. For me, this makes no sense from the Turkish point of interest. I would give the advice, welcome them. And all these EU members in NATO, I would turn the table around and tell the EU "look, we are the same security family including Turkey". We have some work to do. Turkey’s position is very short-sided. As for the German question, we didn’t want that change, it was imposed on us. In Germany, there was no serious political force who wanted to change it. But we must be able to defend ourselves. With the aggression of Putin against Ukraine, this ended definitely the post-WW2 period of Germany. And this will transform my country in a very substantial way because the Germans feel threatened by Russia. Germans think that we have to be able to defend ourselves. At that moment, we can't do that so we will turn around and will do that. Europe is facing a two-handed security threat. The first one is the security threat especially from Russia, and the other one is a more economic, trade-related threat from China? What is and should be the EU strategy to challenge these threats? These are different issues. We will try to differentiate with China because we should not make the same foolish mistakes as we did with Russia. The problem was not that we were trading with Russia, the mistake was our overdependency on energy supplies to Russia. We should not commit to the same mistakes twice. But this message has arrived in German business community and politics. So I see they are different situations and threats. There are lots of analyses on that Russia’s invasion of Ukraine can trigger China’s invasion of Taiwan. Do you agree with that? I am not a fan of Xi Jinping and I am not convinced with his wisdom but I think the Chinese Communist Party is too clever to not do that. If you look at the biggest, most advanced technology in computer chips you have in Taiwan, TSMC is the biggest chip company. What is the biggest market for TMSC, China. So, it makes no sense to invade Taiwan for China. By the way, the US will not sit idle and watch what is going on. It is about global world role of the US, you should not underestimate this factor, Chinese know that. So I don’t understand why all these war mongering rumors, they make no sense. Fischer's pieces on Aposto Joschka Fischer's articles published on Project Syndicate, an international media organization that provides commentary and analysis on global issues, are now available on Aposto. Below is the link to Fischer's articles we have published before: COVID and the Chinese Social Contract The Birth of a New International Order
ÖZEL RÖPORTAJ - Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer: "Geri kabul anlaşması yeniden müzakere edilmeli"
Almanya'da 1998-2005 yılları arasında Dışişleri Bakanı ve Şansölye Yardımcısı olarak görev almış, yaklaşık 20 yıl boyunca da Alman Yeşiller Partisi'nin liderliğini üstlenmiş Joschka Fischer ile Türkiye-AB ilişkilerini, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini ve AB'nin değişen güvenlik politikalarını konuştuk. Keyifli okumalar! Demokrasi yanlısı Millet İttifakı, 14 Mayıs’ta düzenlenecek seçimleri kazanırsa, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde ne gibi değişimler yaşanabilir? İlişkilerin hızlı bir toparlanma sürecine gireceğini düşünüyor musunuz? Türkiye seçimlerine müdahale etmek istemiyorum. Ben Türkiye’nin dostuyum ve bir demokratım. Demokratik, adil ve şeffaf seçimlere inanıyorum. Gerisi Türkiye’deki siyasi partilere kalmış bir şey. Türkiye’de muhalefet, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 2016 yılında imzalanan ‘Göçmenlerin Geri Kabulü Anlaşması’nın revize edilmesi konusunda çok kararlı. Toplumda yükselen göçmen karşıtlığı nedeniyle de sığınmacıların geri gönderilmesi muhalefetin temel vaatlerinden biri. Hükümetin değişmesi durumunda, AB’nin sığınmacı problemine yönelik politikasında bir değişiklik olacağını düşünüyor musunuz? Göçmen anlaşması revize edilmeli mi? Eğer bu konuda bir ihtiyaç varsa, ki bence var, taraflar yeniden müzakere masasına oturmalı. Sadece Türkiye değil, AB de sığınmacılar konusunda büyük bir baskı altında. Maalesef, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da sığınmacı konusuna ilişkin olumsuz görüşler hâkim. Şunu söylemeliyim ki Türkiye bu konuda çok fazla şey yaptı, bu yüzden minnettarız. Mevcut konjonktürde, anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi gerekiyorsa, ki gerekiyor, taraflar arası görüşmelere tekrar başlanması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, 6 Şubat depremlerinin hem Türkiye’de hem de Suriye’de yarattığı korkunç insani dram, bizleri birlikte hareket etmeye motive edebilir. İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığınız konuşmada, “ Türkiye ve AB’nin kaçan fırsatlara takılıp kalmak yerine somut işbirliği alanlarına odaklanması gerektiğini ” ifade ettiniz. Türkiye-AB ilişkilerindeki somut işbirliği alanları sizce nelerdir? Biz ekonomi ve bilim alanında ortak çıkarlara ve güçlü bir işbirliği potansiyeline sahibiz. Bu güzel şehre, İzmir’e bakın. Almanya’dan, AB’den veya ABD’den çok fazla yabancı yatırım geldiğini görüyorsunuz. İzmir, Türkiye-AB ilişkilerinin hangi yönde ilerlemesi gerektiği konusunda bize çok iyi fikir veriyor. İşbirliğini ilerletmek ve ilişkileri geliştirmek için bu doğrultuda ilerlemeliyiz. Türkiye’nin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan süreçteki dış politika stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye, resm î söylemlerde olduğu gibi ‘tarafsız’ bir dış politika mı yürütüyor? Türkiye’nin bu süreçteki tutumu ve stratejisi nasıl olmalı? Türkiye, Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasında büyük pay sahibi ve bu anlaşma özellikle Afrika ve Ortadoğu ülkeleri için büyük öneme sahip. Türkiye’nin, Rusya ile Ukrayna arasında tarafsız kaldığına inanmıyorum. Türkiye bir NATO üyesi ve bu nedenle net bir tutum alması gerekiyor. 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerin bu yanlış tutumu değiştirebileceğini düşünüyorum. Türkiye, güvenlik kaygılarının AB ve NATO tarafından dikkate alınmadığını uzun süredir ifade ediyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? AB ve NATO, Türkiye’nin güvenlik kaygılarına ve politikasına karşı nasıl bir tutum sergilemeli? Öncelikle, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyiyle ilgili güvenlik kaygıları bir NATO ve ABD meselesi. AB'nin böyle bir problemi yok. Bir ittifak içerisinde de taraflar oturup bütün meseleleri müzakere edebilirler. Türkiye’nin güvenlik kaygılarının ciddiye alınmadığını düşünmeyin çünkü herkes Türkiye’nin özellikle Kürtlere ilişkin güvenlik kaygılarını anlıyor. Öte yandan, Suriye’de yıllardır devam eden insani krizi de göz ardı etmememiz gerekiyor. Hiçbir NATO ya da AB üyesi de bağımsız bir Kürt devleti kurulması fikrini desteklemiyor, hiç kimse. Bu anlamda, tarafların müzakere masasına oturarak kaygılarını dile getirmeleri ve sorunları tartışmaları en doğru seçenektir. AB, iki ayaklı bir tehdit ile karşı karşıya. Bir yandan Rusya’nın yarattığı güvenlik tehdidi, diğer yandan Çin’in bölgede artan ekonomik ve ticari nüfuzu AB içerisinde derin güvenlik kaygınları yaratıyor. AB’nin bu tehditlerle mücadele stratejisi nedir? Aslında, bunlar birbirinden ayrı değerlendirilmesi gereken konular. Biz, Çin ile ilişkilerimizde daha farklı bir strateji benimsemeye çalışıyoruz, Rusya ile ilişkilerimizde yaptığımız "salakça" hataları tekrar edemeyiz. Rusya ile ilişkilerimizdeki temel sorun ticaret değildi, enerjideki aşırı bağımlılığımızdı. Bu hatayı bir daha tekrarlamamız gerekiyor. Alman siyaseti ve iş dünyası da bu konuda artık hemfikir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Çin’in de Tayvan’ı işgal edeceğine dair birçok analiz ve yorum yapıldı. Bu iddialara katılıyor musunuz? Ben Şi Cinping fanı değilim, onun akilliğine de inanmıyorum ancak Çin Komünist Partisi’nin böyle bir hata yapmayacak kadar zeki olduğunu düşünüyorum. Yüksek teknoloji sektöründe hayati öneme sahip olan çipin en büyük üreticisi Tayvan merkezli TSMC. Peki, TSMC’nin en büyük alıcısı kim? Tabii ki Çin. Sadece bu açıdan bakıldığında bile Çin’in Tayvan’ı işgal etmesi mantıklı bir hamle olmaz. Bu arada, ABD de olası bir işgali tabii ki oturup izlemeyecektir. ABD’nin küresel güç olarak burada önemli bir rolü var ve bu göz ardı edilemeyecek bir faktör. Bu nedenle savaş çığırtkanlığı yapanların amacını bir türlü anlamıyorum, hiçbir gerçekliği yok. AB’de, başını Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çektiği bir grup, AB'nin kendi güvenlik mekanizmasını yaratması ve savunma harcamalarını artırması gerektiğini savunuyor. Almanya da Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından savunma harcamalarını 100 milyar dolar seviyesine çıkararak tarihi bir adım attı. Bu politika değişikliği, “Almanya’nın jeopolitik bir güç olarak yeniden doğuşu” olarak yorumlandı. Sizin, AB’nin savunma harcamalarını artırması ve kendi güvenlik mekanizmasını hayata geçirmesi konusundaki görüşleriniz nedir? Savunma harcamalarımızı artırmalıyız, bu konuda bir soru işareti yok. Ben yıllardır bu görüşü savunuyorum çünkü kendimizi savunacak kapasitede değildik ve bu değişmeli. Öte yandan, soruda belirttiğiniz “ AB, kendi güvenlik mekanizmasını yaratmalı mı? ” tartışmasının sonucunu bekleyip görelim. Avusturya, Güney Kıbrıs ve Malta haricindeki tüm AB üyeleri aynı zamanda NATO üyesi de olacaklar. Burada şunu da belirtmeliyim ki Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliğini engellemesini anlamıyorum. Türkiye’nin çıkarlarını göz önünde bulundurduğumuzda da bu tutuma anlam veremiyorum. Türkiye, bu ülkeleri kucaklamalı. Bu yapıldığı zaman, NATO üyesi olan AB ülkelerine şunu söyleyebiliriz: “ Bakın, hepimiz artık ortak bir güvenlik şemsiyesinin altındayız, Türkiye de dahil .”. Türkiye, bu kısa vadeli politik anlayışından vazgeçmeli. Almanya sorusuna dönersek, bu değişimi biz istemedik, bu bize empoze edildi. Almanya’da böylesi bir politika değişikliğini savunacak veya hayata geçirecek bir siyasi güç de yoktu. Fakat, kendimizi savunabilmeliyiz. Putin’in Ukrayna’ya karşı saldırgan politikası, Almanya için İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi bitirdi. Bu durum, ülkemi çok ciddi bir şekilde dönüştürecek çünkü Almanlar kendisini Rusya tehdidi altında hissediyor. Fischer'in yazıları Aposto'da Joschka Fischer'in küresel konularda yorum ve analizlerin yer aldığı uluslararası medya kuruluşu Project Syndicate'de yayımlanan yazılarının Türkçe çevirileri Aposto'da! Fischer'in daha önce yayımladığımız yazılarının linki aşağıda: Çin'de Toplum Sözleşmesi ve COVID Yeni bir uluslararası düzenin doğuşu
ÖZEL RÖPORTAJ - Prof. Dr. Bilge Yılmaz: "Göreve hazırım ve talibim"
İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Bilge Yılmaz ile Millet İttifakı’nın Türkiye idealini, muhalefetin seçimi kazanması halinde bakanlıkların nasıl dağılacağını ve Türkiye’nin krizden çıkış reçetesini konuştuk. Röportajı sesli olarak da bu linkten dinleyebilirsiniz . Keyifli okumalar. Millet İttifakı’nın mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İttifakın Cumhurbaşkanı adayı ve yardımcılar kadrosu açıklandıktan sonra kamuoyunda bir sinerji ve umut oluştu. Bunu seçime kadar sürdürebilecek misiniz? Bu süreçte ne gibi zorluklarla karşılaşılabileceğini düşünüyorsunuz? "Yepyeni bir dönem başlayacak ve her şey çok güzel olacak" 20 yıllık bir AK Parti iktidarı var ülkede. Bunun son yıllarında da ucube tek adam sistemi başımızda. Hepimiz bu sistemden kurtulmak istiyoruz. Türkiye’yi bir an önce yeniden demokratik, tüm hak ve özgürlüklerin korunduğu, insanların geleceğe umutla baktığı, hızla kalkınan ve mutlu bir ülke haline getirmek istiyoruz. Bu anlamda tabii ki oluşan sinerji çok doğal, herkes tek bir hedefe kitlendi. Buna yönelik hep beraber el ele çalışacağız. Bizi çok fazla zorluk bekliyor bu süreçte çünkü otokratik liderler kolay bir şekilde seçimleri kaybedip gitmiyorlar. Bizimle aynı otokrasi deneyimini yaşayan ülkelere baktığınızda otokratik liderlerin her türlü çirkinliği yapabileceği ve tüm denetim gücü de arkalarında olduğu için kamuoyu yoklamalarının çok üzerinde oy alabileceğini biliyoruz. Bu durum Macaristan ve Brezilya’da yaşandı ki Brezilya’da Bolsonaro sadece bir dönem başkanlık yapmıştı, Tayyip Bey ise 20 yıldır iktidarda. Yargıda, devletin üst kademelerinde hakimiyeti var, yani bu çok kolay bir seçim olmayacak. Tabii ki çok umutluyuz ancak rehavete, “ Bu iş oldu, kazandık ” deyip kimin nereye geleceğinin pazarlığını yapmak gibi hatalara düşmemeliyiz. İlk ve tek hedefimiz seçimleri kazanmak. Kazandıktan sonra Türkiye’de yepyeni bir dönem başlayacak ve her şey çok güzel olacak. Şu aşamada bizden kaynaklanan bir problem beklemiyorum ancak eminim ki Tayyip Bey bize çok fazla zorluk çıkaracaktır. Kolay bir seçim dönemi olmayacak. Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığıyla birlikte Millet İttifakı’nın yol haritası da duyuruldu. Bu metinde, Millet İttifakı’nı oluşturan 5 siyasi partinin genel başkanlarının cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı belirtildi. Ayrıca, “ İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş cumhurbaşkanının uygun gördüğü tarihte ve belirli görev tanımlarıyla cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanacaktır ” denildi. Bu sistemi biraz daha netleştirebilir misiniz? 5 genel başkandan oluşan Cumhurbaşkanı yardımcıları bir danışma kurulu olarak mı görev yapacaklar yoksa daha icracı bir pozisyonda mı olacaklar? İki belediye başkanının cumhurbaşkanı yardımcılığının görev tanımı ne olacak? Bu konudaki kafa karışıklığının giderilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında bu konuda konuşması gerekenler genel başkanlardır. Bu iki popüler belediye başkanımızın seçimin kazanılması konusunda olumlu bir etki yapacağı düşüncesindeydik. Bu esasen bizim genel başkanımız tarafından masaya getirilip onaylandı. Zaten kamuoyu yoklamalarında olumlu etkisinin olduğunu da görüyoruz. Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki’nin araştırmalarına bakarsanız, kamuoyu yoklamasında katılımcılara özellikle başarılı iki belediye başkanının da tartıya birlikte çıkacağı hatırlatıldığına bu Kemal Bey’e verilen oylarda artışa neden oluyor. Bu bence başarılı bir karardı ve olumlu sonuçlarını da hep beraber göreceğiz. Varılan anlaşmada bu iki belediye başkanının icracı olması kararlaştırılmıştı. Bunun detayları önümüzdeki günlerde belirlenecek. Bunun bir de hukuki yönü var ve bu tarafı dikkate alınarak o metin ortaya çıkarıldı. Bunlar benim kişisel yorumlarım, bu konuda otorite olmadığım için kamuoyunu yanlış yönlendirmemek adına dikkatli konuşuyorum. Bu kararın operasyonel anlamda çalışması da bence çok kolay olur. Böylesi bir Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı görevinin hem dünyada örnekleri var, anayasaya da aykırı değil. Hukukçu arkadaşlarımız bu konudaki çalışmalarını sürdürüyor. Sizin önerdiğiniz ittifaka dayalı Cumhurbaşkanlığı sistemine, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilene kadar devam edilecek. Tamamen taraflar arasında bir uzlaşı ve müzakere gerektiriyor. 20 yıldır, tek merkezden tek bir kişi tarafından yönetilen sistemin istikrar gerektirdiği, öte yandan sürekli uzlaşıya dayanan bir sistemin de Türkiye’ye istikrarsızlık getireceği yorumları yapılıyor. Sizce sürekli uzlaşma, müzakere ve tarafların karşılıklı taviz vererek anlaşmaya vardığı modelin Türkiye’ye avantajları ve dezavantajları ne olabilir? Tek adam rejiminin Türkiye’yi getirdiği yer bir felaket. Uzlaşı-ortak akıl esasen iyi bir şey ancak güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçene kadar da hala bu anayasal düzenin içerisine olacağız. O anlamda kendimizi de kandırmayalım. Sonuçta cumhurbaşkanını anayasal olarak çok geniş yetkileri olacak. Bütün bu altı parti ve bizi destekleyen vatandaşlarımız güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmeyi istiyorlar. Kısa vadede uzlaşı ve ortak akıl tabii ki var ancak arzu ettiğimiz derecede demokratik bir ortam hala yok. Yine de bu ucube sistemin uzlaşıyla düzeltilmiş hali bu ancak yine de ucube bir sistem. Bu sistem nihai bir hedef değil, doğrusu da bu değil. Tek adam her şeye karar versin, her şey verimli olsun, gereksiz koalisyon tartışmalarıyla zamanımızı kaybetmeyelim çok ucuz bir düşünce tarzı. Tek bir kişinin her şeye karar verdiği yerde ne orman yangınına ne de depreme zamanında müdahale edildi. Bu sistemin ülkeyi iyi bir yere getirmediği ampirik olarak gözleniyor. Ülkenin ekonomide, afet yönetiminde ne kadar başarısız olduğu ortada. Türkiye’nin hazır olduğu hangi afet var acaba diye insan merak ediyor açıkçası. Bunların hepsi tek adam rejiminin sonuçları maalesef. “Göreve talibim” Son dönemlerde, kulislerde yeni hükümette ekonomiden sorumlu bakan olacağınız iddia ediliyor. Bu iddialara nasıl cevap veriyorsunuz? Ben yaklaşık bir buçuk yıl önce Türkiye’deki gidişattan memnun olmadığım ve ülkeme katkı yapacağıma inandığım için bir grup kurarak bu olaya müdahil oldum. Yaklaşık 14 ay önce de İYİ Parti’nin Ekonomi Politikaları Başkanı oldum. Sonuçta ben Türkiye’de ekonomi yönetiminde başarılı olacağımıza inanıyorum. Bu anlamda, göreve talibim. Ancak görevin kime verileceği benim şahsi kararım değil. Ben ancak bir görevi kabul ya da reddedebilirim. Şu aşamada verilmiş kesin bir karar yok. Biz görevi alacak gibi hazırlanıyoruz. Merkez Bankası'nda hangi arkadaşlarımızı getireceğiz, Hazine'de, BDDK’da bu konulara hazırlanıyoruz. Görev verilirse görevi en iyi şekilde icra etmeye hazır olarak bekliyoruz. Benim görev almamdan daha önemli olan şey doğru, uyumlu ve liyakatli kadroların göreve gelmesi. Türkiye’nin yaşadığı çok acı tecrübeler var. 2000’li yıllarda bir cemaat Hazine, Merkez Bankası ve diğer bütün kurumlarda kadrolaştı. Kendilerinden olmayan liyakatli kadroları da görevden uzaklaştırdılar veya sürdüler. Bundan sonra yapılması gereken bu hakkı yenmiş, vatansever, liyakatli kadroları yeniden toplamak ve yeni nesilden de takviyelerle Türkiye’nin en iyi kadrolarını bir araya getirip çalışmak. Bunun içinde benim olup olmamam ayrı bir konu. Tabii ki bu kadroyu benim liderliğimde toparladığımız için benim onun içinde olmam çok doğal olur ancak şart değil. Önemli olan bu kadroların uyumlu bir şekilde çalışmasıdır. Bu kadroların hepsinin İYİ Parti’den olması bir talebimiz de yok. Türkiye’nin beşerî sermayesi farklı partilere dağılmış durumda. Diğer partilerden arkadaşlarımız da bu takımın içinde. Hep beraber en iyisini yapmaya çalışacağız. Doğru soru kimin bakan olacağı değil hangi kadroların göreve geleceğidir. Hükümetin değişmesi durumunda, bürokraside çok büyük bir değişim yaşanması bekleniyor. Mevcut sistemde, çok fazla sayıda bürokratın cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte görev süresi de doluyor. Siz, Millet İttifakı olarak, bürokratik kadroların kimlerden oluşacağı, kimin hangi göreve geleceği konusunda bir çalışma yaptınız mı? Eğer yaptıysanız, bunu seçimden önce kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyor musunuz? Bu konuda altı partinin ortak bir çalışması yok. İYİ Parti olarak bizim bir çalışmamız var. Tabii ki bu ortak bir şekilde kararlaştırılacak. İYİ Parti olarak tek başımıza iktidara gelmiyoruz bunun bilincindeyiz ancak tek başımıza iktidar olacakmış gibi hazırlanıyoruz ki bizden görev istendiğinde onu en iyi şekilde yapmaya hazır olalım. Ben Merkez Bankası'ndaki grubumu kurdum, tamamen hazırız. Aynı şekilde, Hazine için de bu kadroyu oluşturdum. Bu gruplardaki arkadaşlarımızın bir kısmı bu kurumlarda çalışmış, bir kısmı hala çalışıyor, bir kısmı da baskılar nedeniyle oradan ayrılmış. Dolayısıyla, bu arkadaşlarımızı korumak amacıyla isimlerini paylaşmıyoruz. Göreve gelirsek, ilk günden koşarak hizmete başlayacağız. İYİ Parti ekonomi kurmayları olarak bizim görevimiz hazır olmak ve biz her türlü göreve hazırız. " Türkiye’yi krizden çıkaracak yol haritasını biz yazacağız, Türkiye bu beşerî sermayeye sahip ." dediniz. Bu reçeteyi kısaca bize özetler misiniz? Türkiye’de bir makroekonomik istikrarsızlık var. Bunun dışında da problemleri öteleyen, seçime kadar günü kurtarmaya çalışan iktidar inanılmaz bir tahribat yaratıyor. Bizim önce istikrarı sağlayıp, bu tahribatı durdurmamız ve tersine çevirmemiz lazım. Allah göstermesin seçimi Tayyip Bey kazanırsa Türkiye 1970’lerde olduğu gibi 70 cente muhtaç duruma düşecek. Türkiye şu an yılda 100 milyar dolardan fazla ticaret açığı veriyor, sadece ocak ayında 14 milyar dolar dış ticaret açığı verdik. Bu turizmle kapatılabilecek bir açık değil. Dışarıdan yatırım gelmiyor, borç da alamıyorsunuz. Şu an yapılan ise dış politikada taviz verilerek başka ülkelerden borç alınıyor. Suudi Arabistan’dan gelen 5 milyar dolar bunun bir örneği. Bu, Türkiye için çok onur kırıcı. Öncelikle bu sürdürülemez sistemden çıkıp Türkiye’yi kendi ayaklarının üzerinde durabilir hale getirmemiz lazım. Bunun için çok başarılı dünya çapında saygın ekonomistlerin hazırladığı bir istikrar paketi ve bunun arkasında duran siyasi bir iradeyle birlikte uluslararası alanda saygınlığı olan liderle biz kısa dönemli ödemler dengesi krizini engelleyeceğiz. Makroekonomik istikrar sağlanacak, enflasyon düşürülecek ve bütçe disiplini sağlanacak. Ondan sonra israf edilen paraların peşine düşeceğiz. Bunların bir kısmı yolsuzlukla, hırsızlıkla Türkiye’den çalınan paralar. Bunların da peşine düşeceğiz ancak burada önemli olan bağımsız bir yargıyla ve denetimle bu sürecin yürütülmesi. Türkiye’nin bilime tekrar geri dönmesi hatta Cumhuriyet tarihinde yapmadığı şeyleri yapmaya başlaması lazım. Mesela, Türkiye teşvik verme konusunda dünyanın en bonkör ülkelerinden birisi ancak bunlar bilinçsizce ve hiçbir etki analizi yapılmadan veriliyor. Verilen teşviklerin sonrasında da ne kazanıldığı ve kaybedildiğine dair bir veri analizi yapılmıyor. Biz bunu yaparak Türkiye’nin kaynaklarını verimli kullandığı bir kalkınma hamlesi başlatacağız. Bu politika değişikliği özellikle tarımda kısa vadede çok olumlu sonuçlar yaratarak gıda enflasyonunu düşürecek ve çiftçilik yeniden cazip bir meslek haline gelecek. Sanayide de doğru hamleleri yapacağız ancak sanayide kendi hamlelerimiz sonuç vermeden kısa vadede uluslararası ilişkilerimizi düzeltip Türkiye’yi şu an hızla değişmekte olan tedarik ve üretim zincirlerine eklemleyeceğiz. Bizim Doğu Avrupa ülkelerine nazaran çok fazla avantajımız var. Şu an hukukun üstünlüğü olmadığı ve makroekonomik istikrar sağlanamadığı için Türkiye’ye gelmeyen çok fazla yabancı yatırım var. İhracata yönelik Türkiye’nin de hem refahını artıracak hem cari açığını kapatacak bu tür yatırımları çok kısa sürede ülkemize çekerek kalkınmayı hızlandırabiliriz. "Yapamayacağımız hiçbir şeyin sözünü vermiyorum" Genç kuşaklar arasında, düşük ücretler ve yüksek enflasyon nedeniyle geleceğe dair büyük bir umutsuzluk var. Siz, bu karamsar tablonun ne kadar kısa sürede değişeceğini düşünüyorsunuz? Problemlerimizin çözümü ilk günden itibaren başlayacak ve zamanla daha da iyi gidecek. Bu kuşak hak etmediği bir duruma düşürüldü. Bizim kuşaklarımız, sizin kuşağınıza bir anlamda kötülük yaptılar. Benim Türkiye’ye dönüp bu mücadeleye başlamamın sebebi gençlerdir. Gençlerin gidiş sebebiyle benim dönüş sebebim aynı. Mesela barınma krizi tamamen hükümetin yaptığı hataların bir sonucudur. Bu sorunun kısa ve uzun vadede çok kolay çözümleri var. Türkiye bir asgari ücret cenneti haline geldi. Uzmanlığa, kendini geliştirmeye bir ödül verilmiyor. Türkiye’nin yarısı asgari ücret kazanıyor ve bu ücret de çok düşük bir seviyede. Türkiye’nin daha çok üretebileceği, daha verimli olacağı bir düzene geçmesi lazım. Bunun için de doğru teşvik ve tarım politikalarını uygulamayı önemsiyoruz. Bir iki yıl içinde olumlu sonuç alıp uzun vadede hem asgari ücreti reel olarak artıracağız hem de çok dar bir kesim asgari ücretle çalışacak. Becerisi olan, üniversite ya da teknik okul mezunu biri tecrübe kazandıkça asgari ücretin çok üzerinde bir kazanca sahip olması lazım. Bu insanları da uzmanlığa teşvik eder. Böyle bir düzen kurulduğunda gençlerin de kısa vadede refahı artacaktır. Ben yapamayacağımız hiçbir şeyin sözünü vermiyorum. Bunlar zaman alacak ancak kısa vadede gözle görülür bir iyileşme olacak. Biz gençlerimize doğru eğitimi vermiyoruz, piyasada ihtiyaç duyulan becerileri kazandırmıyoruz. Bunu çözmek için üniversitelerimizde teknoloji kampüsleri kurarak piyasada ihtiyaç duyulan becerileri gençlerimize hızla kazandırmamız lazım. Türkiye’deki üniversiteler, işsizliği 4 yıl erteleme kurumları haline geldi. Üniversite mezunları maalesef asgari ücretin çok da üzerinde bir maaş almıyorlar. Kendilerine yaptıkları yatırımın ve kazandıkları beşerî sermayenin karşılığını alamıyorlar. Bunları düzeltmek zaman alacak fakat kısa vadede iyileşme sağlanacak. Böyle zaman alan hedefleri yerine getirmek için de hemen işe koyulmak lazım. "Birçok bürokrat ülkeden kaçacak" 14 Mayıs’ta Millet İttifakı’nın seçimleri kazanması halinde 15 Mayıs’ta nasıl bir Türkiye’de uyanacağız? Türkiye ekonomisinde bir baskı rejimi var. Piyasanın tüm dinamikleri üzerinde hükümet baskısı var, döviz talebi zorla kısılıyor. 15 Mayıs sabahı bu baskıyı yapan bürokratlar vazgeçecek. Hatta birçok bürokrat ülkeden kaçacak. Devamında da üstü kapatılan tüm gerçekler ve yanlışlar ortaya çıkacak. Biz iktidar geldiğimizde Türkiye çok hızlı bir tamirat sürecine girecek. Çok hızlı bir şekilde kuru kontrol altına alacağız, enflasyonu düşüreceğiz, bütçe disiplini getirilecek, israf sonra erdirilecek ve yolsuzlukların üstüne gidilecek ve hızlı bir kalkınma sürecine başlayacağız.
İki farklı ittifak, iki farklı Türkiye ideali
14 Mayıs’ta düzenlenecek olan genel seçimlere 59 gün kaldı. Bir taraftan cumhurbaşkanı adayları açıklanırken diğer yandan da siyasi partiler arasındaki ittifaklar belirginleşiyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye siyasetinin en önemli gündem maddelerinden biri AK Parti’nin Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR ile ittifak görüşmeleri yapmasıydı. AK Parti’nin Cumhur İttifakı’na katmayı planladığı her iki partinin de programlarında yer alan radikal maddeler ve iktidardan talepleri kamuoyunda önemli bir tartışma başlattı. Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu da HDP ve Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) ile görüşeceğini açıkladı. Mevcut tablo gösteriyor ki seçmen, 14 Mayıs'ta iki farklı ittifak yapısından ve Türkiye hedefinden birine oy vererek nasıl bir ülkede yaşamak istediğini seçecek. Cumhur İttifakı nasıl bir Türkiye vadediyor? Millet İttifakı’nın yakaladığı pozitif ivme ve ekonomik kriz/depremler nedeniyle düşen oy oranlarını toparlama hedefinde olan Cumhur İttifakı, Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR ile ittifak görüşmelerine başladı. Milli Görüş Hareketi lideri Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın kurduğu Yeniden Refah Partisi’nin ittifaka katılım için AK Parti’ye sunduğu ‘Talepler Listesi’ kamuoyunda olduğu kadar AK Parti içerisinde de önemli bir tartışma başlattı. Gazeteci İsmail Saymaz’ın Twitter hesabından paylaştığı listede Yeniden Refah Partisi’nin kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+ hakları konusundaki taleplerinin kabul edilmesi durumunda Cumhur İttifakı’nın çok daha radikal ve baskıcı bir rejimin savunucusu ve uygulayıcısı haline geleceğini aşikar. Özellikle 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun değiştirilmesini isteyen Yeniden Refah Partisi Türkiye’nin çağdaş, demokratik, eşitlikçi ve laik devlet yapısını temelden değiştirmek ve kadınların toplumdaki rolü ve haklarınıs siyasal İslam ideolojisi çerçevesinde yeniden tanımlamak istiyor. Yeniden Refah’ın bu talebi muhalif kamuoyunda olduğu kadar AK Parti içerisinde de tartışma yarattı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda tartışmalara ilişkin “ 6284 sayılı Kanun, kadına yönelik şiddetle mücadele için yaptığımız en önemli yasal düzenlemelerden biridir. Kanunun kabulünden bu yana, uygulamayı da geliştirmek için titizlikle düzenlemelerimizi sürdürüyoruz .” açıklamasında bulundu. AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin de Yeniden Refah Partisi’nin 6284 sayılı kanunun kaldırılması/değiştirilmesi yönündeki talebinin kabul edildiği iddialarını yalanlayarak “ 6284 sayılı kanun, bizim için önemli bir konudur ve kırmızı çizgimizdir. ” dedi. AK Parti’nin bu talepler listesine olumlu veya olumsuz bir cevap verildiğine dair henüz resmi bir açıklama yapılmadı ancak bu taleplerin kamuoyunda tartışılması dahi Cumhur İttifakı’nın Türkiye tasavvuruna dair insanların zihninde bir tablo canlandırıyor. Peki, Yeniden Refah Partisi Cumhur İttifakı’na ne kazandırır? Saadet Partisi’nin özellikle CHP ile kurduğu ittifaktan rahatsız olan ve Milli Görüş hareketinden gelen seçmen grubu için Yeniden Refah Partisi önemli bir alternatif oluşturuyor. Oy oranları, çeşitli kamuoyu araştırmalarında %1 ila %2,5 arasında değişen Yeniden Refah Partisi’nin seçimlerde sürpriz bir sonuç elde edebileceği öngörülüyordu ancak partinin Cumhur İttifakı’na dahil olması oy oranını önemli ölçüde düşürebilir. Türkiye Partinin tabanına bakıldığında muhafazakar, Milli Görüş'ü benimseyen bir seçmen grubunu temsil ettiğini görüyoruz. Her ne kadar ideolojik olarak AK Parti’ye yakın bir seçmen grubu olsa da Yeniden Refah destekçilerinin önemli bir bölümü Erdoğan karşıtı ve AK Parti’yi "davaya" ihanet etmekle suçluyor. Bu anlamda, AK Parti’den kopan ancak CHP ile kurduğu ittifak nedeniyle de Saadet Partisi’ne oy vermek istemeyen seçmen grubunun bu seçimlerde Yeniden Refah’a gidebileceği öngörülüyordu ancak partinin Cumhur İttifakı’na katılması bu kararsız seçmen grubunu uzaklaştırarak Yeniden Refah’ı mevcut durumundan daha da aşağı sürükleyebilir. Cumhur İttifakı açısından Yeniden Refah’ın kazanabileceği %1-2 oy oranı hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimlerinde bir fark yaratabilir ancak Yeniden Refah ile bakanlık, bürokratik pozisyonların paylaşımı ya da milletvekili pazarlığına girilmesi pek mümkün değil. Cumhur İttifakı’nın ana unsuru olan AK Parti, ittifakın ikinci büyük ortağı MHP ile de doğrudan bir bakanlık paylaşımı yapmadı. Muhtemelen önümüzdeki seçimler için de MHP’ye bakanlık vermekten ziyade bürokrasi, polis ve yargıdaki önemli bürokratik pozisyonların paylaşımı yapılacaktır. Ancak Cumhur İttifakı’nın en önemli özelliği ittifaka yeni katılan partilerin ideolojik ağırlığının pratikte hissedilmesi. MHP ile ittifak kurulmasının ardından AK Parti de muhafazakar kimliğini milliyetçilikle harmanlamış, BBP’nin de ittifaka dahil olması milliyetçiliğin dozajını daha da artırmıştı. Vatan Partisi’nin Erdoğan’a destek vermeye başlamasıyla da Türk dış politikasının Batı ittifakı ve NATO ile kurumsal ilişkileri zayıflamış ve Avrasyacılık fikri ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Yeniden Refah’ın da Cumhur İttifakı’na katılması durumunda ideolojik olarak yeniden bir dönüşüm yaşanacağı aşikar. İttifakın muhafazakar-milliyetçi ideolojisinde muhafazakarlığın dozu artabilir, başta kadın ve LGBTİ+ hakları olmak üzere toplumsal eşitlik ve demokrasi alanında daha radikal ve baskıcı politikalar hayata geçirilebilir. HÜDA PAR Cumhur İttifakı’na ne vadediyor? HÜDA PAR, Yeniden Refah Partisi’nden çok daha radikal ve İslamcı bir pozisyonda yer alıyor. Birçok gazeteci ve akademisyenin 1990’lı yıllarda Türkiye’de işlenen birçok cinayet ve terör eyleminin düzenleyicisi ve sorumlusu olan Hizbullah terör örgütünün devamı olduğunu ifade ettiği HÜDA PAR, geçtiğimiz hafta seçimlerde cumhurbaşkanı adayı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıkladı ve AK Parti ile ittifak görüşmelerine başladı. Parti programındaki özerklik vurgusu, kadın ve insan haklarının şeriat temelli yorumlanması ve partinin üst yöneticilerinin “ Türkiye’de şeriat kurallarının uygulanması gerektiği ” yönündeki açıklamaları HÜDA PAR üzerindeki tartışmaları yoğunlaştırdı. Cumhur İttifakı’nın ana ortağı MHP’nin ve BBP’nin milliyetçi-muhafazakar ideolojisi ve HDP’yi terörle arasına mesafe koymadığı gerekçesiyle siyaseten tecrit etme talepleri HÜDA PAR’ın ittifaka dahil edilmesi tartışmalarını daha da alevlendiriyor. Hizbullah’ı terör örgütü olarak tanımlamayan ve HDP’nin aksine özerklik ve şeriat taleplerini dile getiren HÜDA PAR, MHP ve BBP’nin ideolojik çizgisiyle tamamen çelişiyor. Diken Muhafazakar ideolojinin temsilcisi AK Parti için bile radikal olan HÜDA PAR çizgisinin, Cumhur İttifakı içerisinde huzursuzluk yaratacağı aşikar. MHP ve BBP’den şimdiye kadar yapılan açıklamalarda HÜDA PAR ile ilgili sorulara cevap vermekten kaçınıldığı görülüyor. Parti kurmayları, Cumhur İttifakı’nın henüz HÜDA PAR ile resmi bir anlaşma yapmadığını söyleyerek ittifak içi tartışmaları kamuoyundan uzak tutmaya çalışıyor. 2018 seçimlerinde yaklaşık 150 bin oy alarak %0,3 oy oranına ulaşan HÜDA PAR, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a sonucu etkileyecek bir destek sağlamayacaktır ancak Cumhur İttifakı’nın HÜDA PAR üzerinden muhafazakar Kürt seçmene ulaşmaya çalışarak HDP’yi, dolaylı olarak Kılıçdaroğlu’nu zayıflatmaya çalışması muhtemel. Buna ek olarak, HÜDA PAR’ın oylarının Batman ve Bingöl gibi Güneydoğu’daki belirli illerde yoğunlaşması AK Parti’ye bölgede HDP aleyhine fazladan 1-2 milletvekili kazandırabilir. Kısıtlı katkılarına rağmen Yeniden Refah ve HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılması, ittifakın muhafazakar-milliyetçi ideolojisini daha da sağa çekerek radikal bir çizgiye taşıyacaktır. Özellikle kadın hakları, LGBTİ+ hakları ve eşit yurttaşlık konularında iktidar, desteğine büyük ihtiyaç duyduğu radikal ortaklarını tatmin etmek için onların bazı taleplerini pratikte kabul edebilir veya söylem düzeyinde bu fikirleri destekleyebilir. Her iki ihtimal de Türkiye’yi mevcut durumundan daha otoriter, daha baskıcı ve daha yaşanamaz bir noktaya sürükleyecektir. Millet İttifakı'nın vadettiği Türkiye Altı siyasi partinin oluşturduğu Millet İttifakı, Cumhur İttifakı'na göre daha şeffaf bir müzakere ve yönetim süreci yürütüyor. Cumhur İttifakı'nın temel unsuru olan AK Parti, ikinci büyük ortak MHP de dahil olmak üzere hiçbir parti ile bakanlık paylaşımı yapmıyor. Bürokratik pozisyonlarda MHP’ye önemli pozisyonlar sağlansa da ittifaktaki diğer partilerin icracı bir rolü bulunmuyor. Bu anlamda, Cumhur İttifakı'nda yer alan siyasi partiler ideolojik olarak iktidarın politikalarını ve söylemlerini etkileseler de icracı bir pozisyonda yer almadıkları için vatandaşa karşı bir sorumlulukları da bulunmuyor. Öte yandan, Millet İttifakı'nı oluşturan partiler hem şeffaf bir şekilde bakanlık ve rol paylaşımında bulunuyor hem de iktidara gelmeleri durumunda uygulayacakları politikaları mutabakata vararak ortak politikalar halinde kamuoyuyla paylaşıyorlar. Cumhur İttifakı'nın aksine, Millet İttifakı'nda yer alan her siyasi parti icracı bir pozisyonda da olacağı için vatandaşa hesap vermekle yükümlü olacak. Alınan her kararda siyasi sorumluluğa da sahip olacaklar. Dünya Böylesi bir ittifak modeli, vatandaşlara bir yandan şeffaf ve hesap verilebilir bir siyasi model sunarken diğer yandan tüm siyasi partilere belli oranda sorumluluk yükleyerek kamuoyunun iktidar üzerindeki etki gücünü de artırabilir. 14 Mayıs’ta Türkiye sadece bir parti ya da ittifak tercihi yapmayacak. Bir yanda Cumhur İttifakı'nın temsil ettiği şeffaf olmayan, tek merkezden yönetilen, hesap verilebilirliği olmayan ve ideolojik olarak ittifakta yer alan partilerin radikal çizgisine sürüklenen bir Türkiye tasavvuru var. Diğer yanda ise Millet İttifakı'nın temsil ettiği şeffaf, hesap verilebilir, denetim ve denge mekanizmalarının etkin bir şekilde çalıştığı, her siyasi partinin belirli sorumlulukları ve icracı rolleri olduğu katılımcı ve denetlenebilir bir Türkiye ideali yer alıyor. 2023 seçimleri bu iki farklı Türkiye idealinin seçimleri olacaktır.
Yol haritası netleşiyor, muhalefet birleşiyor
6 Mart Pazartesi günü Saadet Partisi ev sahipliğinde düzenlenen Millet İttifakı toplantısının ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ittifakın Cumhurbaşkanı adayı olduğu ilan edildi. 2 Mart’ta düzenlenen toplantıda yaşanan adaylık tartışması sonucunda masanın diğer paydaşlarıyla tartışma yaşayan ve kamuoyunda ittifaktan ayrıldığı söylenen İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de toplantıya katılarak “ masadan kalkmadığını ” ilan etti. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığının açıklanmasının ardından ittifakı oluşturan altı siyasi parti liderinin imzası bulunan Millet İttifakı’nın “ Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Sürecinin Yol Haritası ” kamuoyuyla paylaşıldı. 12 maddeden oluşan Yol Haritasında kamuoyunda kafa karışıklığı yaratan bazı hususlar oldu. İYİ Parti lideri Meral Akşener’in dün akşam Habertürk TV’de katıldığı programda yaptığı açıklamaları da göz önünde bulundurarak Millet İttifakının önümüzdeki süreçte nasıl bir çalışma yürüteceği, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarının rolü ve ittifakın genişlemesi konularına ele alacağım. Genel başkanlar Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yol haritasının üçüncü maddesinde “Geçiş Sürecinde Millet İttifakına dahil partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacaktır.” ifadesi yer alıyor. Meral Akşener dün akşam katıldığı programda Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevinin bir nevi danışma kurulu olarak görev yapacağını açıkladı ve kendisinin “ Birinci Cumhurbaşkanı Yardımcısı veya daha güçlü bir pozisyon talep etmediğini ” açıkça dile getirdi. Akşener ayrıca, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olacağına inandıklarını ifade ederek kendisinin milletvekili adayı olmayacağını söyledi. Akşener, milletvekili adayı olmamasının Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanacağına olan inancının göstergesi olduğunu belirtti. Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan da Genel Başkan Ahmet Davutoğlu’nun milletvekili olmayacağını açıkladı. Diğer genel başkanların da aynı şekilde milletvekili adayı olmaması bekleniyor. Belediye başkanlarının rolü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın ne zaman ve hangi görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacağı ise henüz netlik kazanmadı. Akşener, her iki başkanın da kampanya sürecinde aktif rol alacağını ve belirli bölgelerde Kılıçdaroğlu adına kampanya yürüteceklerini belirtti. Henüz resmî bir açıklama yapılmasa da İmamoğlu’nun Marmara ve Karadeniz bölgelerinde, Yavaş’ın ise İç Anadolu’da kampanya sürecini yürütmesi olası görünüyor. Bir diğer senaryo ise iki belediye başkanının deprem bölgesinin yeniden inşası ve sorunların çözümü için özel olarak görevlendirileceği yönünde. Bakanlıkların dağılımı seçim sonucuna göre Yol haritasının dördüncü maddesinde “Bakanlıkların dağılımı, Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin milletvekili genel seçiminde çıkardığı milletvekili sayısına göre belirlenecektir. İttifak partilerinin her biri kabinede en az bir bakan ile temsil edilecektir. Bakanlıklara paralel olarak kurulmuş Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Politika Kurulları ve ofisler lağvedilecektir.” deniliyor. Akşener, seçimlerin kazanılması hâlinde altı parti arasında bir koalisyon kurulacağını ve bakanlık dağılımlarının da partilerin oy oranına göre belirleneceğini ifade etti. Bir süre daha partili Cumhurbaşkanı Metinde en çok tartışma yaratan maddelerin başında “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının - var ise – siyasi parti üyeliği sona erecektir.” geliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmiş dönemlerde partili Cumhurbaşkanlığı makamına karşı çıktığı ve Cumhurbaşkanı adayının bir partinin genel başkanı olmaması gerektiğini söylediği biliniyor. Bu maddede Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçildikten sonra parti üyeliğinden ayrılacağı belirtiyor. Akşener konuya ilişkin açıklamasında mevcut koşullar altında verilen kararlarda da değişiklikler yapıldığını ve 2024 yılında yapılacak belediye seçimlerine kadar Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda parti başkanlığını yürütmesinin daha doğru olacağına karar verildiğini belirtti. Ancak Millet İttifakı’nın ve Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun seçim sürecinde verecekleri vaatlerin ve güvenilirliklerinin zedelenmemesi için daha önce verdikleri söze sadık kalmaları ve seçimin kazanılması durumunda Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığından istifa etmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin eksikliklerine ve yanlışlarına getirilen eleştirilerin koşullara bağlı olarak değiştirilmemesi ve Türkiye’ye demokratik-katılımcı yeni bir sistemin getirilmesi yönünde verilen vaatlerden henüz kampanya aşamasında vazgeçilmemesi gerekiyor. İttifak genişleyecek mi? Altılı Masa’nın kurulduğu günden beri HDP’nin masaya dahil edilip edilmeyeceği büyük bir tartışma konusu. Partilerin mevcut oy oranlarına bakıldığında HDP’nin desteği olmadan hem Meclis’te hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı’nın seçimi kazanamayacağı aşikâr ancak başta İYİ Parti olmak üzere ittifaktaki bazı partilerin HDP’ye sıcak bakmaması bu birlikteliği zorlaştırıyor. Pazartesi günü Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanmasının ardından Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda "Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tebrik ediyor, başarılar diliyorum." ifadeleriyle Kılıçdaroğlu'nun adaylığını tebrik etmişti. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da "Bu sürecin sonunda aday çıkarır mıyız, çıkarmaz mıyız tabii ki kurullarımız ve ittifak güçlerimizle yapacağımız görüşmelerde karara bağlanacaktır. Sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığı hayırlı olsun diyeyim ve ekleyeyim, kendisini bizlerle görüşmeye bekliyoruz." diyerek Kılıçdaroğlu'na çağrıda bulunmuştu. Dünkü programda Fatih Altaylı, Akşener’e Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşmesine nasıl tepki vereceğini sordu. Akşener, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşebileceğini ancak HDP’nin ittifaka dahil edilemeyeceğini ifade etti. Akşener ayrıca bakanlık konusunda da HDP ile bir alışveriş yapılmasının mümkün olmadığını belirtti. HDP’den yapılan açıklamalarda da zaten herhangi bir bakanlık veya milletvekili pazarlığı yapmak istemedikleri, amaçlarının Türkiye’ye eşitlik ve demokrasi getirme konusunda ortaklaşmak olduğu ifade edilmişti. Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte HDP’nin resmî olarak Millet İttifakı’na dahil edilmeyeceğini ancak Kılıçdaroğlu’nun ziyaret ve temaslarda bulunarak gayrıresmî bir şekilde HDP ile mutabakata varılacağını düşünüyorum. HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek vermek için somut bir talepte bulunmaması da bu gayrıresmî ittifakın kurulması ihtimalini güçlendiriyor. Nitekim, Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın konuya ilişkin “ HDP’nin ziyaret edilmemesi eksiklik olur. ” derken Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan da böylesi bir görüşmede herhangi bir sorun olmadığını ifade etti. TİP’in de Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediği ve ortak Cumhurbaşkanı adayı konusunda olumlu görüşe sahip olduğu biliniyor. Önümüzdeki süreçte, Millet İttifakı’nın HDP karşıtı kanadından ziyade ılımlı aktörler süreci yönetirse Emek ve Özgürlük İttifakı önümüzdeki hafta aday çıkarmayacaklarını açıklayabilir. Bu durumda da Kılıçdaroğlu’nun gayriresmî bir şekilde desteklendiği ilan edilmiş olacaktır.
Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı: Kılıçdaroğlu
Millet İttifakı, 3 Mart Cuma gününden beri devam eden ittifak krizini çözdü. Saadet Partisi ev sahipliğinde düzenlenen ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in de katıldığı toplantı sonrasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı olduğu ilan edildi. Millet İttifakına dahil olan diğer beş siyasi parti genel başkanlarının da Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı açıklandı. Adaylığının açıklanmasının ardından konuşma yapan Kılıçdaroğlu’nun ilk sözleri şunlar oldu: “Yunus Emre, bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz der. Biz Yunus Emre'den aldığımız ilhamla Türkiye'nin bütün renklerini aynı sofrada buluşturmak için yola çıktık. Bu sofra Halil İbrahim sofrası, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmemesidir. Bizim soframız, barışın ve kardeşliğin sofrasıdır. En büyük gayemiz Türkiye'yi bereketli, huzurlu ve neşeli günlere taşımaktır. Allah'ın izniyle bunu hep birlikte başaracağız. Biz Millet İttifakı olarak Türkiye'yi istişare ve uzlaşıyla yöneteceğiz.” Ardından Kemal Kılıçdaroğlu, eşi Selvi Kılıçdaroğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş ile CHP Genel Merkezinde bir konuşma yaptı. Burada toplanan kalabalığa seslenen Kılıçdaroğlu'nun konuşmasında öne çıkan kısımlar şunlar oldu: "2 değerli arkadaşlarım, Sayın İmamoğlu ve Yavaş ile birlikte bir yola çıktık. Yolumuz aydınlık olsun, güzel bir gecedeyiz. Huzur içinde birlikte yaşamak istiyoruz. Bugün bir adaydan öte bir değişimin temsilcisi olarak karşınızdayım. Uzun zamana yayılan emeğin özveriyle ilmek ilmek örülmüş bir ortak aklın sözcüsü olarak sizlerleyim. Ben ve ittifakımız bu ülkeyi akılla, erdemle, liyakat ile yönetmeye adayız. Ben sadece bir Cumhurbaşkanı adayı değilim, bereket, huzur ve adalet hasretinin de adayıyım. Gülümseyen yüzleri tekrar görmek için adayım. Bir seçimi kazanmaktan fazlasına adayım. Gönülleri kazanmaya, kaygıları gidermeye, korkuları aşmaya, küskünleri barıştırmaya ve sofralara bereketi getirmek için adayım." Kılıçdaroğlu, parti merkezinde toplanan kalabalığa "13. Cumhurbaşkanımız" diye tanıtılırken, İmamoğlu ve Yavaş'a da "Cumhurbaşkanı Yardımcılarımız" şeklinde hitap edildi. Türkiye İşçi Partisi ( TİP ) Genel Başkanı Erkan Baş , Twitter hesabından yaptığı paylaşımda "Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tebrik ediyor, başarılar diliyorum." ifadeleriyle Kılıçdaroğlu'nun adaylığını tebrik etti. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da "Bu sürecin sonunda aday çıkarır mıyız, çıkarmaz mıyız tabii ki kurullarımız ve ittifak güçlerimizle yapacağımız görüşmelerde karara bağlanacaktır. Sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığı hayırlı olsun diyeyim ve ekleyeyim, kendisini bizlerle görüşmeye bekliyoruz." diyerek Kılıçdaroğlu'na çağrıda bulundu. İttifakın Yol Haritası Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklanmasının ardından Millet İttifakı’nın ‘ Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Sürecinin Yol Haritası ’ da açıklandı. Mutabakat metnine ittifaka dahil olan altı liderin de imzası atıldı. Yol Haritasında öne çıkan maddeler şu şekilde: Madde 3: Geçiş Sürecinde Millet İttifakına dahil partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacaktır. Madde 4: Bakanlıkların dağılımı, Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin milletvekili genel seçiminde çıkardığı milletvekili sayısına göre belirlenecektir. İttifak partilerinin her biri kabinede en az bir bakan ile temsil edilecektir. Bakanlıklara paralel olarak kurulmuş Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Politika Kurulları ve ofisler lağvedilecektir. Madde 10: Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının - var ise – siyasi parti üyeliği sona erecektir. Madde 11: Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev süresini tamamlayacaktır. Madde 12: İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaklardır. Kriz nasıl çözüldü? Millet İttifakı’nın saat 16.00’da başlayan toplantısından önce İmamoğlu ve Yavaş, Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde Meral Akşener ile görüşmek üzere İYİ Parti Genel Merkezine gitti. Burada yapılan görüşmenin ardından Kılıçdaroğlu ve Akşener, Ankara’da bir otelin lobisinde ikili görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeler neticesinde Akşener’in, İmamoğlu ve Yavaş’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmasını önerdiği ve bu şekilde yeniden masaya dönebileceği açıklandı. Karşılıklı açıklamaların ardından Akşener, Saadet Partisi Genel Merkezine gelerek Millet İttifakının toplantısına katıldı.
Masa dağıldı, sancıları sürüyor
Altı partiden oluşan Millet İttifakı , 2 Mart Perşembe günü Saadet Partisi ev sahipliğinde düzenlenen ve ittifakın cumhurbaşkanı adayının belirleneceği 12. toplantının ardından büyük bir kırılma yaşadı. İYİ Parti lideri Meral Akşener , toplantının sonuç metnini imzalamasının ardından gece saatlerinde parti kurmaylarıyla, ertesi gün de Genel İdare Kurulu'yla (GİK) istişarelerde bulundu ve ardından düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulundu. "Geldiğimiz noktada İYİ Parti bir kıskaca alınmış, bir dayatmaya mecbur bırakılmış, ölümle sıtma arasında bir tercihe zorlanmıştır. Buna boyun eğmeyecektir." diyen Akşener devamında şunları söyledi: "Tüm farklılıklarımıza rağmen, Türkiye için ortak dertlere yönelik güçlendirilmiş parlamenter sistem, anayasa değişikliği teklifi gibi birçok konuda mutabakat sağladık. Dün ortak adayın kim olacağını tartıştık. 5 siyasi parti tek ismi dile getirerek Kılıçdaroğlu'nun adaylığı görüşünü beyan etti. Biz 3 yılı aşkın sokaklarda sıklıkla duyduğumuz, tüm anketlerde de uzun süredir Sayın Erdoğan'a karşı açık ara kazanan iki isim konusunda görüşümüzü beyan ettik. Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu'ydu. Anladık ki küçük hesaplar 85 milyonun kazandığı kutlu bir zafere tercih edilmiştir. Şahsi hırslar Türkiye'ye tercih edildi." Akşener'in açıklamalarının ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun ilk tepkisi "Hiç merak etmeyin, bütün taşlar yerine oturacak" oldu. Akşam saatlerinde Twitter hesabından bir video yayınlayan Kılıçdaroğlu, Akşener ve İYİ Parti’yi direkt olarak hedef almadan "sofrayı büyüterek Erdoğan’ı yenme" mesajı verdi. 4 Mart Cumartesi günü düzenlenen olağanüstü CHP MYK Toplantısı yaklaşık 2,5 saat sürdü. Toplantının içeriğine dair resmî bir açıklama yapılmadı; ancak Kılıçdaroğlu’nun kurmaylarına "İYİ Parti ile ilgili tartışmalardan kaçınılması ve saldırgan bir üslup kullanılmaması" talimatı verdiği iddia edildi. MYK toplantısından önce de Kılıçdaroğlu, CHP'li 11 Büyükşehir Belediye Başkanı ile bir araya geldi. Toplantıya katılmayan tek isim Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, 11 Belediye Başkanının Kılıçdaroğlu'na desteklerini bildirdiğini açıkladı. Cumartesi günü bir araya gelen Millet İttifakı'nın 5 lideri, düzenlenen toplantının ardından yaptıkları ortak açıklamada "Ülkemizin tüm toplum kesimlerinin en geniş yelpazede temsil edildiği ve bizatihi milletimizin kurduğu masamız ilk gün hangi ilke ve hedefler doğrultusunda kurulduysa, bugün de yine aynı istikamette çalışmalarına devam etme kararlılığındadır." mesajını verdi. Akşener'in karşılık bulmayan çağrısı İYİ Parti lideri Meral Akşener'in CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş'a yaptığı Cumhurbaşkanı adaylığı çağrısı yanıtsız kaldı. Cumartesi günü CHP Genel Merkezinde düzenlenen toplantının ardından İmamoğlu ve Yavaş'ın Akşener ile görüşeceği iddia edilmişti; ancak bu görüşme gerçekleşmedi. Bazı kaynaklar, Kılıçdaroğlu'nun bu görüşmenin ancak İYİ Parti Genel Merkezi dışında olursa onay vereceğini aktarırken İYİ Parti'den yapılan açıklamalar görüşmeyi tümüyle reddetti. İYİ Parti, Masa'dan ayrıldı mı? Meral Akşener’in açıklamalarının ardından İYİ Parti’nin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemeyeceği kesinleşti; ancak Altılı Masa’dan ayrılıp ayrılmadıklarına dair kesin bir açıklama yapılmadı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını milletin desteklemediği açıklamasını yapmasının ardından partideki görevinden istifa eden ancak cuma günü yeniden Genel Başkan Yardımcılığı görevine dönen Cihan Paçacı, ayrılık tartışmalarına ilişkin "Masa eğer Kemal Bey'in adaylığı konusunda dağılma veya dağılmama noktasında ise bu anlayış yanlıştır. Biz masadan kalkmadık, belki kaldırıldık diyebiliriz." açıklamasında bulundu. İYİ Parti Siyasi İşler Başkanı Koray Aydın ise ayrılık tartışmalarına "Masadan kalkma gibi bir durum yok. Genel başkanımız Akşener de zaten bu yönde açıklama yaptı. Daha fazla bir şey söylememiz uygun olmaz" sözleriyle karşılık verdi. DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Erkmen’in “İttifakımızın kapısı yarın 14.00’e kadar İYİ Parti’ye açık” sözlerine İYİ Parti Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Ümit Özlale “Güven kapıya saat vererek değil, söz hakkı vererek inşa edilir. Siz bu ucube sistemin kabulü için referandum çalışması yaparken CHP ile İYİ Parti Millet İttifakının temellerini atıyordu” ifadeleriyle tepki gösterdi. İYİ Parti Genel Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu ise Meral Akşener'in bugünkü Altılı Masa toplantısına katılmayacağını açıkladı. "Beşli Çete" ve Vekil Pazarlığı" iddiaları Diken’in 19 Ekim 2022 ve 23 Ocak 2023 tarihli haberlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun “milletten çaldığınız paraları sizden geri alacağım” çıkışlarından, kamuoyunda Beşli Çete olarak bilinen ve dünyada en çok kamu ihalesi alan şirketleri arasında olan Cengiz Holding, Limak Holding, Kolin Holding, Kalyon Grubu ve Makyol Grubu’nun rahatsız olduğu ve İYİ Parti kurmaylarıyla temas hâlinde oldukları iddia edilmişti. Geçtiğimiz günlerde de gazeteci Serpil Yılmaz’ın İYİ Parti Siyasi İşler Başkanı Koray Aydın’ın Cengiz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz ile görüştüğünü iddia etmesi ve bu iddiasını ispatlayacabileceğini söylemesi kamuoyunda tartışma yarattı. Koray Aydın ise bu iddialara "'Beşli Çete' temsilcisi ile görüştüğüm yönündeki alçakça iftiraların tam da İYİ Parti'nin dayatmalara boyun eğmediği, cesurca bir dik duruş sergilediği ve kendi yolunu çizdiği bir zamanda gündeme getirilmesini, büyük Türk milletinin şaşmaz vicdanına ve takdirlerine sunuyorum." sözleriyle tepki gösterdi. İttifak içinde tepki çeken bir diğer iddia ise DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ve Saadet Partisi’nin Meclis’te grup kurabilecek sayıda milletvekili vermesi karşılığında Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığını destekleyeceğini bildirmesiydi. İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahat Andican’ın "54 milletvekili karşılığında 4 partinin Kılıçdaroğlu'nun adaylığına onay verdiğini" iddia etmesi üzerine DEVA Partisi Sözcüsü İdris Şahin “İddiasını ispat etmeyen müfteridir. Siyaset bu kadar ucuz yapılmamalıdır” dedi. İYİ Parti lideri Akşener’in katılmayacağının açıklandığı bugünkü Millet İttifakı toplantısının ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklanması bekleniyor. İYİ Parti’nin ise kimi Cumhurbaşkanı adayı göstereceği veya Akşener’in aday olup olmayacağı hâlâ netleşmiş değil.