aposto-logoPazartesi, 20 Mart 2023
aposto-logo
Pazartesi, Mart 20, 2023
Upgrade to Premium

Emre Eminoğlu

Emre Eminoğlu
1987’de İstanbul’da doğdu. Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği lisans ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi yüksek lisans programlarından mezun oldu. Sinema, kültür ve sanat yazarı ve editör olarak çalışıyor.

LATEST STORIES

Aronofsky'nin balinası

Film: The Whale Yönetmen: Darren Aronofsky Yapım yılı: 2022 Jenerik: Pi, Requiem for a Dream, The Wrestler ve Black Swan gibi filmleriyle tanıyabileceğin Darren Aronofsky’nin yeni filminin ilk gösterimi geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde yapıldı; festivalin yarışma bölümünden eli boş dönse de, özellikle Brendan Fraser’ın performansıyla konuşulmaya başladı. 90’lar ana akım filmlerin popüler yıldızı, sinemadan uzak kaldığı uzun yılların ardından bu filmle geri dönmüştü. Ödül sezonu boyunca Austin Butler ( Elvis ) ve Colin Farrell’la ( The Banshees of Inisherin ) rekabet eden ve birçok eleştirmen grubunun yanı sıra ABD Oyuncular Birliği (SAG) tarafından da ödüllendirilen Fraser, sezonun finali niteliğindeki 95. Akademi Ödülleri'nde de yüzü gülen isim oldu. The Whale , En İyi Erkek Oyuncu kategorisinin yanı sıra En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı kategorisinde de Oscar ödülüne layık görüldü. Samuel D. Hunter’ın aynı adlı tiyatro oyunundan kendisi tarafından uyarlanan film, ciddi obezite sorunları olan Charlie’nin yıllar önce terk ettiği kızıyla arasını düzeltme ve kendini affettirme çabalarını konu alıyor. Neden önemli? 95. Akademi Ödülleri’nin oyunculuk Oscar’ları, kariyerleri boyunca ya da kariyerlerinin bir noktasından sonra etnik kökenleri, filmografilerinde farklı olmayı seçtikleri ya da yaşadıkları istismarlara ses çıkardıkları için görmezden gelinen ve kenara itilen dört isme gitti. Bunlardan biri de Brendan Fraser’dı. 90’ların sonu ve 2000’lerin başında George of the Jungle, The Mummy serisi ve Bedazzled gibi ana akım filmlerle popülerleşmiş Fraser, 2003 yılında Hollywood Foreign Press Association’ın (Hollywood Yabancı Gazeteciler Birliği) o dönemki başkanı Philip Berk tarafından cinsel tacize uğradığını 2018’de açıkladı. Yaşadığı travma sağlık sorunlarıyla birleşince oyunculuğu bırakma raddesine gelmiş, köşesine çekilince yıldızı sönmüş, yıllarca ufak rollerle yaşamını sürdürmeye çalışmıştı. Elindeki bir diğer film Everything Everywhere All at Once sayesinde halihazırda fırtınalar estiren A24’un dağıtımcılığını üstlendiği The Whale ’in tüm ödül sezonunu anlatısı, Fraser’ın geri dönüşü üzerine kuruldu. Sinema endüstrisindeki güçlü erkeklerin inşa ettiği, kabul görülmüş istismar düzeninin mağduru olmuş ve 2010’ların sonunda #MeToo hareketi sayesinde seslerini yükseltmeye başlamış kişilerin bireysel ve kolektif hikâyeleri pek tabii ki önemli. Fakat kendi hikâyesini anlattıktan sonra kariyerini yeniden raya oturtan Fraser’ın geri dönüşü, The Whale ’in sorunlarını görmezden gelmemiz anlamına gelmeli mi? Filmin ileri derecedeki obezitesi yaşamını tehdit etmeye başlamış olan baş karakteri Charlie, “ Kim benim hayatının bir parçası olmamı ister ki? ” ve benzeri söylemleri ve kimseye gözükmemek için kendini evine hapsettiği düzeniyle obeziteyle yaşayanları acındırmak ve canavarlaştırmak arasında gidip geliyor. Üstelik oyuncusunu makyaj efektleriyle “obezleştiren” bu filmin başlığına taşıdığı “Balina” sözcüğü, karakterin yaşamı ve hikâyesinde önemli bir detay olan Moby Dick referansından bihaber olanlar için bambaşka çağrışımlar yaratıyor. Charlie’nin “bu hâle” gelmesinin sorumlusu olarak cinsel yöneliminin seçilmesi, eşini ve çocuğunu bir erkek için terk etmiş olmanın cezasını çekiyor olduğu iması filmin sorunlu söylemlerini çeşitlendiriyor. Öte yandan biçimsel olarak The Whale , sinemanın gücünden hiçbir şekilde faydalanmayan o tiyatro uyarlamalarından biri. Tek mekânda geçen ve diyaloglardan ibaret olan bu uyarlama, yan karakterlerin yalnızca Charlie’nin etrafında oldukları sürece var olduğu bir “sahneden” ibaret sanki. Bu yan karakterlerden biri, yılın en iyi yardımcı oyuncu performanslarından birini ortaya koyan Hong Chau tarafından canlandırılsa bile… Nerede izleyebilirsin? The Whale hâlen sinema salonlarında gösterimde. Alternatif işler: About Schmidt (2002, Alexander Payne) Manchester by the Sea (2016, Kenneth Lonergan)

17 Mar 2023

Oscarlık film önerileri

Gündemde 95. Akademi Ödülleri varken, Haftanın Filmi’ni adaylar arasından seçmemek olmazdı. Hatırlarsan En İyi Film adaylarından The Banshees of Inisherin , Everything Everywhere All at Once , The Fabelmans ve Triangle of Sadness ile En İyi Uluslararası Film adaylarından EO daha önce bu kanalda yer almıştı. Bu hafta ise Oscar heyecanına eşlik etmesi için Haftanın Filmi değil, her biri farklı kategorilerde adaylıklara sahip olan Haftanın Filmleri var. All Quiet on the Western Front (2022) Film: All Quiet on the Western Front / Im Westen nichts Neues Yönetmen: Edward Berger Süre: 148 dakika Oscar karnesi: En İyi Film ve En İyi Uluslararası Film dâhil 9 adaylık. Neden izleyelim? Remarque'nin 1930'larda ve 1970'lerde de sinemaya uyarlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanı, I. Dünya Savaşı yıllarında büyük bir heves ve vatansever duygularla orduya yazılan ve cepheye giden bir grup genç askerin yaşadığı dehşet ve travmaları odağına alıyor. Savaşın anlamsızlığını izleyicisinin yüzüne bir tokat gibi çarpan film, ses ve görsel efektleri ve makyaj tasarımı gibi teknik başarılarının yanı sıra Haushcka adıyla tanınan Volker Bertelmann'ın müzikleriyle de dikkat çekiyor. Nerede izleyebilirsin? Netflix’te. Guillermo del Toro's Pinocchio (2022) Film: Guillermo del Toro’s Pinocchio Yönetmen: Guillermo del Toro Süre: 117 dakika Oscar karnesi: En İyi Animasyon adaylığı Neden izleyelim? Carlo Collodi'nin defalarca sinemaya uyarlanmış, hatta Disney klasikleri arasında yer almış öyküsünü bilmeyenimiz yoktur. Latin Amerika sinemasının dahi ve yaratıcı isimlerinden Oscar ödüllü yönetmen Guillermo del Toro'nun son stop-motion teknolojilerinden faydalandığı bu uyarlama müzikal animasyonu, odağına aldığı büyülü öyküyü II. Dünya Savaşı'nın karanlığıyla harmanlıyor. Gerçek bir çocuk olmak isteyen ve yalan söylediğinde burnu uzayan Pinokyo, hayatın gerçekleriyle yüzleşirken Alexandre Desplat’nın müzikleri ve şarkıları muazzam bir görsellikle birleşiyor. Nerede izleyebilirsin? Netflix’te. Living (2022) Film: Living Yönetmen: Oliver Hermanus Süre: 102 dakika Oscar karnesi: 2 adaylık Neden izleyelim? Nobel ödüllü edebiyatçı Kazuo Ishiguro’nun Japonya sinemasının usta yönetmeni Akira Kurosawa’nın Ikiru filminden uyarladığı senaryo, Living 'de Bill Nighy’nin performansıyla güçleniyor. 1950’lerin Londra’sında sıkıcı ve kuralcı bir yaşam süren bir bürokratın ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrendikten sonraki değişimi ve bunun çevresine tezahürü, duygusal bir tonda izleyiciye aktarılıyor. Nerede izleyebilirsin? Living, 3 Mart’ta gösterime girdi. The Quiet Girl (2022) Film: The Quiet Girl / An Cailín Ciúin Yönetmen: Colm Bairéad Süre: 95 dakika Oscar karnesi: En İyi Uluslararası Film adaylığı. Neden izleyelim? İrlanda’ya tarihteki ilk Oscar adaylığını getiren The Quiet Girl, 1980’lerin başında İrlanda kırsalında geçiyor ve merkezine küçük, sessiz bir kız çocuğunu alıyor. Sağlıksız aile ortamından uzaklaştırılarak koruyucu bir ailenin yanına yazı geçirmesi için gönderilen Cait’in burada karşılaştığı huzur, ilgi ve şefkat dolu ortam, Cait’i açığa çıkan beklenmedik sırlara rağmen mutlu ediyor. Film, evdeki huzur ortamının küçük bir çocuk üzerindeki etkisinin altını duygusal sömürüyü en aza indirgeyerek (ve adının hakkını vererek, oldukça sessiz bir şekilde) çiziyor. Nerede izleyebilirsin? The Quiet Girl, bugün Başka Sinema salonlarında gösterime giriyor.

10 Mar 2023

Oscar yürüyüşü sona eriyor

11 Eylül terör saldırılarının birkaç ay sonrasında, 2002 kışında düzenlenen 75. Akademi Ödül Töreni'ni anımsıyorum. ABD'deki kolektif travmanın yaralarını sarmak için sinemanın iyileştirici bir gücü olabildiğini, terörü lanetlemek ve devletin politikalarını eleştirmek için ödül töreni sahnelerinin bir platform olarak kullanılabildiğini fark etmiştim. Pandeminin ortasındaki 93. Akademi Ödülleri Töreni'ni; küresel bir travmanın yaralarını sarmak için sinemanın bir umut olabildiğini ve insanları kenetleyebildiğini gördüğümü de hatırlıyorum. Henüz sadece sinema konuşmak için erken, biliyorum. Güneydoğu ve Güney Anadolu'daki deprem felaketi, doğrudan etkilediği milyonlarca insana ek olarak kolektif bir travma da yarattı. Duende’de sekiz hafta sürmesini planladığımız Oscar Yürüyüşü yazı dizisini ve Sinemanın Altını Üstüne podcast programını da ilk bölümlerinin ardından rafa kaldırmaya karar verdik. Ama şimdi birkaç günlüğüne odağımızı Los Angeles’a çevirmenin zamanı: Bu hafta sonu Türkiye’deki koltuklarımızdan izleyeceğimiz 95. Akademi Ödülleri töreni, umarım sinemayı ve ödül sezonunu ortak bir tutku bellemiş olanlarımız için bir kaçış yolu, bir yara bandı olacak. “Her şey buna yol açtı.” Fotoğraf: Jamie Lee Curtis Bu hafta başında Hollywood billboardlarındaki " Everything has led to this " cümlesine bazen umutla bakan bir Michelle Yeoh, bazen gururlu bir Ke Huy Quan, bazen yukarıdaki fotoğrafta da yer alan gözlü taşlar ve tabii ki A24 logosu eşlik ediyordu. Billboardların hangi filmin Oscar kampanyasınının bir parçası olduğunu anlamak hiç zor değildi. Biz ödül sezonu takipçileri için 94. Akademi Ödülleri töreninin kapanış jeneriğinin akmaya başladığı saniyede başlayan 2022-2023 ödül sezonu, bu hafta sonu 95. Akademi Ödülleri töreniyle sona erecek. Ve muhtemelen Everything Everywhere All at Once ’ın heyecan verici zafer(ler)iyle. Peki hatırlayalım: Buna yol açan “şeyler” nelerdi? Ödül sezonunun ilk aylarında ve güz festivalleri öncesine kadar Damien Chazelle’in Babylon ve Steven Spielberg’ün The Fabelmans filmlerinin yarışın favorileri olduğunu düşündük. Her ikisi de dönem filmleriydi, her ikisi de sinemanın nostaljisini sinemada yaşatmayı başarıyor gözüküyordu. Büyük bütçeler, yıldız oyuncular, yaratıcılığıyla nam salmış yönetmenler… Kâğıt üstünde her şeye sahip, “Oscar yemi” kavramına birebir uyan prodüksiyonlar… Öte yandan Martin Scorsese’nin Robert De Niro ve Leonardo DiCaprio’yu buluşturduğu Killers of the Flower Moon ile Florian Zeller’ın The Father ’la başlayan üçlemesinin ikinci halkası The Son , güçlü olasılıklar olarak oradaydı. Aralarından sadece The Fabelmans ayakta kalabildi. Babylon ve The Son hem eleştirmenler nezdinde hem de gişede büyük başarısızlığa uğrarken Apple TV+ Scorsese kozunu 2023-2024 ödül sezonunda kullanmaya karar verdi. The Fabelmans En İyi Film dâhil 7 dalda aday gösterilse de törenden eli boş ayrılması olası. Kimsenin hesaba katamadığı ise ABD’nin kendi hayran kitlesine sahip nadir dağıtım şirketlerinden A24’un elindeki türlerarası bir filmdi: Danieller imzalı Everything Everywhere All at Once , ilkbahar aylarındaki erken gösterim tarihine rağmen ödül sezonunun kalbinin attığı güz mevsimine dek unutulmamayı başardı. Gerisi kolaydı. Çağımızın düşük dikkat eşiğini kendi lehine kullanan olay örgüsü ve film kurgusuyla, ABD’deki Asya kökenli göçmenleri odağına alan hikâyesiyle, Michelle Yeoh ve Jamie Lee Curtis gibi Oscar sahnesine henüz çıkmamış, “sırası gelmiş” oyuncularıyla, her açıdan gelenekselin dışına çıkan teknik detaylarıyla ve beklenenin üzerindeki gişe başarısıyla kulaktan kulağa büyüyen bir ilgiye mazhar olarak sezonun baştacı hâline geldi. A24’un Michelle Yeoh ve Jamie Lee Curtis’i vitrine koyduğu ödül sezonu kampanyası, filmin tüm zamanların en çok ödüllendirilen yapımı olmasını sağladı. Everything Everywhere All at Once ’ın 9 Mart itibariyla 92 farklı organizasyon tarafından verilmiş 336 ödülü ve 110 farklı organizasyon tarafından verilmiş 691 adaylığı bulunuyordu. En iyi film adayları Everything Everywhere All at Once ’a En İyi Film Oscar yarışında dokuz film eşlik ediyor. Hatırlarsan Akademi geçtiğimiz yıl, 10 En İyi Film adayının sabit olduğu sisteme geri dönmüştü. En İyi Film Oscar ödülü için yarışan yapımlar arasında öne çıkan ve sürpriz bir zafere uzanabilecek üç yapım var: Sezonun sonlarına doğru Netflix’in elindeki diğer yapımlardan daha çok ilgi gördüğünü fark ederek kampanyasının odağını değiştirmesine neden olan, Almanya’nın Oscar adayı, I. Dünya Savaşı filmi All Quiet on the Western Front , Pandemi sonrası sinemalara dönüşün simgesi hâline gelen, 1980’ler Hollywood sinemasının ikonik filmlerinden Top Gun ’ın yıllar sonra gelen devam filmi Top Gun: Maverick , Martin McDonagh’ın ilk uzun metrajlı filmi In Bruges ’den yıllar sonra Colin Farrell ve Brendan Gleeson’la bir kez daha bir araya geldiği, İrlanda kırsalında dostluk ve küslüğün hikâyesini anlatarak varoluşu sorguladığı The Banshees of Inisherin . Avatar: The Way of Water, Elvis, The Fabelmans, TÁR, Triangle of Sadness ve Women Talking ’in En İyi Film kategorisindeki şansıysa yok denecek kadar az. Blanchett Yeoh’ya, Butler Fraser’a karşı Kazananların çoğunun aylar öncesinden belli olduğu önceki yılların aksine bu yılki Akademi Ödülleri’nin dört oyuculuk kategorisinin üçünde kıran kırana bir yarış söz konusu. En İyi Kadın Oyuncu yarışında Michelle Yeoh ve Cate Blanchett ödül sezonunu omuz omuza, karşılıklı sevgi sözcükleriyle süslü tatlı bir rekabet içerisinde geçirdiler. Everything Everywhere All at Once ’la âdeta kariyerinin bir özetini ortaya koyan ve filmin başarısındaki rolü yadsınamayacak Michelle Yeoh; Oscar tarihinde bu ödüle uzanan (Halle Berry’den sonra) beyaz olmayan ikinci, Asya kökenli ilk kadın olmak üzere. Cate Blanchett ise TÁR ’a adını veren hırslı orkestra şefi rolüyle üçüncü Oscar’ını alarak adını üçer Oscar ödüllü Meryl Streep ve Frances McDormand’ın yanına yazdırmak için çabalıyor. En İyi Erkek Oyuncu yarışında eleştirmen gruplarının favorisi, The Banshees of Inisherin ’in yıldızı Colin Farrell, ödül sezonunun endüstri ödülleri aşamasına geçildiğinde gücünü kaybetti. Sahne, 90’lardan sonra Hollywood’da haksızlıklara ve tacize uğrayarak silindikten sonra The Whale ile geri dönüş yapan Brendan Fraser ile Baz Luhrmann’ın filminde Elvis 'e dönüşen genç yıldız Austin Butler’a kaldı. Akademi’nin çok sevdiği geri dönüş anlatıları ve biyografik performanslardan hangisinin ağır basacağını hep birlikte göreceğiz. Hak edenin kazanmayacağı ise ne yazık ki kesin gibi. Yardımcı oyuncu kategori grubuna En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylığıyla giren ve sezonun en çok ödüllendirilen isimlerinden olan Ke Huy Quan, yoğun kampanya görünürlüğü ve sempatik ödül konuşmalarının meyvesini Oscarlar’da da yiyecek gibi görünüyor. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisine ise büyük bir kaos hâkim. Bir yanda sırası gelenler, bir yanda hak edenler… Bu kaosun içinde birkaç ihtimal kendini öne çıkarıyor: Black Panther: Wakanda Forever ’ın Angela Bassett’i Oscar kazanan ilk MARVEL performansının sahibi olarak tarihe geçebilir. Yıllardır hakkı yenmiş Everything Everywhere All at Once ’ın Jamie Lee Curtis’i ilk adaylığını Oscar’a çevirebilir. Eleştirmen gruplarının favorisi The Banshees of Inisherin ’in Kerry Condon’u, arkasına aldığı bu takdir rüzgârından faydalanabilir. Everything Everywhere All at Once ’ın Stephanie Hsu'su ise bölünen oyların arasından sıyrılabilir. Ne zaman ve nerede? Görsel: abc 95. Akademi Ödülleri töreni, 12 Mart Pazar gecesini 13 Mart Pazartesi’ye bağlayan gece Türkiye saati ile 03:00’te yayınlanacak. Töreni üçüncü kez bu görevi üstlenecek Jimmy Kimmel sunacak. Son birkaç yıldır törenin Türkiye yayıncısı olan TRT, bu yıl deprem felaketi nedeniyle Oscar törenini yayınlamayacağını duyurdu. (Üstelik kanal, En İyi Film dâhil 3 dalda adaylığı bulunan Triangle of Sadness ’ın ortak yapımcıları arasında yer alıyor.) Oscar heyecanını alternatif yöntemlerle izlemeye zorlanmayacağımız günlerde ve şartlarda görüşmek üzere… Biz Oscar-gözlemcilerinin, adayların açıklandığı ve töreninin gerçekleştiği her gün birbirimize dilediğimiz gibi: Sürprizimiz bol olsun!

10 Mar 2023

Kulübeye tıklatan kıyamet

Film: Knock at the Cabin Yönetmen: M. Night Shyamalan Süre: 100 dakika Yapım yılı: 2023 Jenerik: Sürpriz sonlu gerilim filmleriyle özdeşleşmiş M. Night Shyamalan’ın yeni filmi, 2023 yılına girdiğimizden beri Avatar: The Way of Water ’ı hafta sonu gişesinde yenmeyi başaran ilk filmdi. Kuşkusuz ki beklenenin üzerindeki bu gişe başarısında filmin Ant-Man and the Wasp: Quantumania ile çakışan gösterim tarihinin öne alınmasının katkısı da büyük. Fakat bu durum gerilim filmleri dendiğinde Shyamalan imzasının hâlen güçlü bir etkisi olduğunu da kanıtlıyor. Paul Tremblay’ın 2018 tarihli korku romanı The Cabin at the End of the World ’ün bir uyarlaması olan Knock at the Cabin , 2013’ten bu yana Shyamalan’ın senaryosuna da katkıda bulunduğu ilk film aynı zamanda. Film, göl evinde tatil yapan bir ailenin silahlı dört yabancı tarafından rehin alındığı ve kıyameti önlemek adına zor bir seçim yapmak zorunda bırakılmasını konu alıyor. Neden izleyelim? Küçük Wen ve iki babası, bir göl kıyısındaki tatil evlerinde huzurlu bir tatildeler. Wen, açık havada oynarken uzaktan gelen bir yabancının varlığıyla irkiliyor. Yabancılarla konuşması yasak ama korkutucu fiziksel görünümünün aksine şefkatli ve yol gösterici bir adam olan Leonard onunla iletişim kurmayı başarıyor. Wen birkaç dakika sonra Leonard’a katılan üç silahlı yabancıyı gördüğü anda tehdidin ve tehlikenin farkına varıyor ve babalarının yanına kaçıyor. Kapılar ve pencereler kitleniyor. Kubrick’ten Peele’e, Haneke’den Fincher’a birçok yönetmenin kapısını çaldığı, korku ve gerilim sinemasının “ev istilası” alttürünün bu örneği, alışılmışın aksine aydınlık ve huzurlu bir tonla başlıyor. Filmin ilk sahnesinde dünyayı ve insanlığı temsil eden bir çocukla ve Mahşerin Dört Atlısı’nda rehberlik ve yol göstericilik görevlerini simgeleyen o adamla tanışıyoruz. Knock at the Cabin , ev istilası filmlerinden birçok özelliğiyle ayrışıyor: İstilacıların saygılı bir şekilde kendilerini tanıttığı, motivasyonlarını (her ne kadar mantıksız gözükse de) net bir şekilde açıkladığı ve rehin aldıkları üç kişiyi evde tutmayı sağladıktan sonra onlara fiziksel şiddet uygulamadığı bir gerilimi tercih ediyor. İki ana karakteri tanıtıcı roldeki açılış sahnesi ve hem izleyicinin hem de rehin alınan ailenin Mahşerin Dört Atlısı’yla tanıştığı giriş bölümü, iyi bir film izleyeceğimizin habercisi oluyor, yanıltıyor. Öte yandan Shyamalan bu etkileyici girişi biçimsel olarak da destekliyor. Kendisinin de The Sixth Sense ile dâhil olduğu başarılı 90’lar gerilimlerinin estetiğini yakalamayı amaçladığını söyleyen yönetmen, filmografisinin alışıldık işbirlikçileri yerine görüntü yönetmeni Jarin Blascke ve film müziği bestecisi Herdís Stefánsdóttir’le çalışmış. Biçimsel olarak bu yeniliğin hissedildiğini ve amaca ulaşıldığını söylemek mümkün olsa da uzun süredir izleyicisinin zekasını azımsayan Shyamalan ne yazık ki 90’lardaki zekice senaryolarına geri dönüş yapamıyor. Yazının buradan sonrası izleme deneyiminizi olumsuz etkileyecek bilgiler içeriyor olabilir. Kötülük, yetiştirme, iyileştirme, rehberlik etme. “Mahşerin Dört Atlısı”, dünyayı bekleyen kıyamete dair görüler aracılığıyla uyarıldıklarını ve böylece bir araya geldiklerini ve bu kulübeyi seçtiklerini söylüyorlar. Ailenin iki babası Eric ve Andrew’a kıyameti engellemek için üçünden birinin kurban edilmesi gerektiğini, kurbanın kim olacağına dair kararı verecek ve infazı yapacak olanın da yine onlar olduğunu söylüyorlar. Ailenin iki babası Eric ve Andrew’dan biri bilimi ve mantığı, diğeri duyguları ve inancı ön planda tutarken, her ikisi de bu dört yabancının motivasyonlarının gerçekçiliğini sorguluyor. Karar vermemekte direndikleri müddetçe önce kötüyle, sonra yetiştiriciyle, sonra iyileştiriciyle en son da rehberle yüzleşiyorlar. Asıl gerilimi yaratan ise işgalcilerin motivasyonu ya da mağdurların akıbeti değil, motivasyonun gerçek olup olmayışı ve mağdurların buna inanıp inanmadığı oluyor. Knock at the Cabin düğüm noktasına ulaşırken şunu düşünüyorum: Shyamalan’ın sürpriz sonu, hiçbir sürprizi olmayışı mı? Salgın hastalıklar, doğal afetler, iklim aciliyeti, kaynak tükenişi derken insanlık olarak içinde yaşadığımız kıyametin bu kadar görünür olduğu bir dönemde, kıyameti bir gerilim ve şüphe unsuru olarak seçen bir filmin sadece bunu düşündürmesi, kariyerine zekice gerilimler ve sürpriz sonlarla çıkmış bir yönetmenin bu hâle gelmesi ne acı. Nerede izleyebilirsin? 3 Şubat Cuma günü gösterime giren Knock at the Cabin bazı sinema salonlarında hâlen gösterimde. Benzer işler: The Invitation (2015, Karyn Kusama) Us (2019, Jordan Peele)

03 Mar 2023

Ayrımcılığa karşı: Deprem sonrasında LGBTİ+ dayanışması

Felaketi yaşarken de yaraları sararken de aynı gemideyiz. Fakat maalesef bu gemiden atılmayacağını bilmek bile bazılarımız için bir ayrıcalık. LGBTİ+’lar depremin ilk gününden itibaren tüm depremzedelerin ortak sorunlarına ek olarak ayrımcılığa maruz kalma ya da fiziksel şiddet görme ihtimali nedeniyle yardım talebinde bulunamama gibi bir sorunla karşı karşıya kaldı. Kalmaya da devam ediyorlar. Çözüm ise felaket sonrası dönemdeki birçok sorunun çözümünde olduğu gibi dayanışmadan geçiyor. Lubunya Deprem Dayanışması ve ötesi 7 Şubat Salı günü Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması; deprem bölgesindeki LGBTİ+’ların kendilerine başvurabileceğini, temel ihtiyaçların giderilmesine ve acil durumlar için dayanışmaya hazır olduklarını, deprem bölgesindeki hiçbir LGBTİ+’nın yalnız olmadığını belirtti . 10 Şubat Cuma günü kendilerini “farklı şehirlerden, bağımsız aktivistler, örgüt ve inisiyatiflerden bir araya gelmiş LGBTİ+lar ve seks işçileri” olarak tanımlayan Lubunya Deprem Dayanışması, “yalnız değilsin lubunya!” başlıklı bir açıklama yayımladı ve “depremin getirdiği yıkım ve acıyı hafifletebilmek için” bir dayanışma örgütledi. İlk başta Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça ve İngilizce olarak yayımlanan (sonrasında birçok dile de çevrilen) açıklama; depremden etkilenmiş seks işçilerini, LGBTİ+ları ve yakınlarını; ihtiyaçlarını ve iletişim bilgilerini paylaşabilecekleri bir forma yönlendiriyor, destek talebinde bulunabileceklerini ya da yalnızca nasıl olduklarını paylaşabileceklerini söylüyordu: “Şu an deprem bölgesinde bulunan, bölgeden çıkmaya çalışan ya da çadır alanlarında kendini güvende hissetmeyen birçok arkadaşımız olduğunu biliyoruz. Olağan hâlde de hayatımızı zorlaştıran ayrımcılığın olağanüstü hâlde ihtiyaçlarımıza ulaşmamıza engel olabileceğini biliyoruz.” Açıklama, Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması, Keskesor Amed LGBTİ+ Oluşumu, Ankara LGBTİ+ Deprem Dayanışması, Kaos GL Derneği, SPoD gibi hem bölgedeki hem de farklı illerdeki LGBTİ+ örgütlenmelerinin paylaşım desteğiyle sosyal medyada yayıldı. Öte yandan dayanışmanın Go Get Funding aracılığıyla aynı gün paylaştığı yardım kampanyası 17 Şubat itibariyle 22 bin avroyu aşkın bağış topladı. Pembe Hayat Derneği’nin raporuna göre depremin ilk günlerinde LGBTİ+ depremzedelerin öncelikli ihtiyaç ve sorunları arasında ayrımcılığa ve şiddete uğramayacakları güvenli alan arayışı, ayrımcılık nedeniyle sahadaki yardımlardan yararlanamama ya da şehri terk eden araçlara alınmama başta geldi. Genel ihtiyaç listelerindeki kalemlere ek olarak da trans bireyler için hormonlara erişim ihtiyacının altı çizildi. Kaynaklara ulaşma konusunda zorlananların başında ise aile desteği alamayan ve mülteci statüsündeki trans bireylerin olduğu belirtildi. Pembe Hayat, 17 Mayıs, Kırmızı Şemsiye ve Kaos GL; bölgede ve farklı illerde psikososyal danışmanlık ve destek sağlamayı sürdürüyor. Bir diğer dayanışma çağrısı ise 16 Şubat’ta, üniversitelerde LGBTİ+ alanında ayrımcılık, şiddet, nefretle mücadele eden ve tüm üniversiteler için özgür ve güvenli alanlar kurmayı amaçlayan ÜniKuir Derneği’nden geldi. Üniversitelerin uzaktan eğitime geçme ve KYK yurtlarının boşaltılması kararlarının alınmasıyla deprem felaketi yalnızca bölgede yaşayan LGBTİ+’ları değil; Türkiye’nin farklı şehirlerindeki, birçoğu için üniversite yaşamı homofobi ve transfobiye maruz kaldıkları aile ve taşra ortamından uzaklaşmak anlamına gelen üniversiteli LGBTİ+’ları da doğrudan etkileyen bir boyuta ulaşmıştı çünkü. ÜniKuir ve ÜniKuir’in “Lubunya dayanışmasını güçlendiriyoruz!” başlıklı dayanışma çağrısını paylaşan birçok üniversite kulübü ve topluluğu, deprem bölgesinde yaşayan ve doğrudan etkilenen, yerleştirildiği KYK yurtlarından depremden sonra çıkarılan, afet bölgesinden başka şehre taşınmak isteyen ve geçici bir ev arayan LGBTİ+ları, evlerini açarak dayanışmaya destek verebilecek olanlarla buluşturmak için bir çağrıda bulundu. “Şu günde bile kimse LGBTİ+’lar da insandır, dayanışalım demiyor.” Sosyal medyada deneyimlerini paylaşan Tansu şöyle diyor : “İki gündür Lubunya Deprem Dayanışması ve Ankara LGBTİ+ Deprem Dayanışması ağlarına acayip tepkiler yağıyor: ‘Gidip orada LGBTİ+’yım mi diyorsunuz?’, ‘Depremzede onca insan varken insan ayırıyorsunuz’ gibi tonlarca alakasız yorum gördüm. Şunu anlayamıyorum, bu çalışmaların arama-kurtarma timi olmadığı açık. Bizler de LGBTİ+’ların hakları için mücadele eden insanlarız, elimizden en iyi gelen iş bu. En iyi bildiğimiz, en çok elimizin kolumuzun uzanabildiği alan. Göçmenler üzerine çalışıyor olsaydık göçmenlerle dayanışmaya çalışırdık ilk etapta. Kadın örgütleri kadınların sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyor, çocuklarla çalışanlar çocuklarla ilgileniyor, engelli örgütleri engellilere yardım sağlamaya çalışıyor vb. Herkes işin bir ucundan, mümkün olduğunca da en iyi bildiği uçtan tutmaya çalışıyor ki daha hızlı çözüm elde edilebilsin. Dolayısıyla bu saldırıları homofobi ve transfobiden bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Bugün bile fobi derdindesiniz diyenler de olacaktır ancak asıl LGBTİ+fobi ne deprem ne felaket tanıyor. Şu günde bile kimse fobisini bir kenara bırakıp LGBTİ+lar da insandır, dayanışalım demiyor.” Keza Tansu’nun yazdıklarını okuduktan sonra Twitter’da dolanırken bir kullanıcının oyuncak yardımı kolilerini tasnif ederken paylaştığı bir fotoğrafa denk geliyorum. Elinde pembe kıyafetler giydirilmiş, göğsüne dev bir pembe çiçek kondurulmuş, toplumsal cinsiyet kalıplarına göre erkek olarak üretilmiş bir oyuncak bebek var. Şöyle yazmış: “Depremzede çocuklara gönderilen oyuncakların arasında şunu buldum. Hemen çöpe attım, çocuklarımın kafası karışmasın.” Birkaç gün sonra Kaos GL Derneği’ne konuşan 19 yaşındaki, Maraşlı trans kadın Ece’nin cümleleri içimi acıtıyor: “O anda cinsel kimliğini mi düşünecekler demeyin, maalesef düşünüyorlar. İnsanlar öfkelendiğinde, çaresiz kaldığında ilk hedefleri sen oluyorsun. Güçleri sana yetiyor.” Muhtemelen bu yazıyı okuyan bir azınlık da “Böyle bir zamanda LGBTİ+ haklarını mı düşünüyor, depremzedeleri cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerine göre mi önceliklendiriyorsunuz?” diye soracaktır. Tabii ki düşünecek, tabii ki önceliklendireceğiz. Çünkü asıl LGBTİ+fobi ne deprem ne felaket tanıyor. Yazarın notu: Dilara H. Kaya’ya desteği ve katkıları için teşekkürler.

19 Şub 2023

Good Night Oppy, 2022

Sanırım yıldızların büyüsüne ilk kez 5-6 yaşlarında, Kalkan'daki yazlığımızda geceleri çok daha fazla yıldız görebilmeye başlayınca kapıldım. Ortaokulda uzay kampına katıldım, lisede astronomi kulübüne yazıldım, astronomi dersi aldım. Jüpiter'in uydularından kataklismik çift yıldızlara, şu an %90'ını hatırlamadığım birçok şey öğrendim galaksimize ve evrene dair, okulumuzdaki gözlemevinde geçen gecelerde Kutup Yıldızı'nın yerini kolaya kaçıp "üçüncü pencerenin üstü" olarak ezberledim. Amerikan kültürüyle içli dışlı bir çocukluk, öğrencilikti benimki; astronomi ilgisiyle birleşince NASA'ya ve ABD'nin yirminci yüzyılın ortalarındaki uzay keşiflerine büyük hayranlık duydum. Belki de bu yüzden, uzayla ilgili filmler de daima farklı bir yönden, daha kişisel bir yerden yakaladı beni. Belki de 2022'nin henüz izleme fırsatı bulduğum sayılı belgeselinden biri olan Good Night Oppy 'i izlediğimde bu yüzden gözlerim doldu. NASA, 2003 yılında Mars'a iki yüzey keşif aracı yollamıştı: Spirit ve Opportunity - Ruh ve Fırsat . İsimleri çevrimiçi bir anketle kararlaştırılmıştı. Bir ay arayla fırlatılan ve bir ay arayla Mars'ın farklı noktalarına inen iki aracın gezegene bağlı ve teknik koşullar nedeniyle 90'ar gün işlevsel kalması öngörülmüştü. Oysa Spirit 22 Mart 2010'a, Opportunity ise 10 Haziran 2018'e kadar Mars yüzeyinde dolaşmaya, örnek toplayıp analiz etmeye ve dünyaya veri yollamaya devam etti. Good Night Oppy, proje aşamasından 10 Haziran 2018'e kadar Opportunity'nin (ve tabii Spirit'in) hikâyesini anlatıyor bize. Üstelik Angela Bassett 'in seslendirmesiyle. Good Night Oppy (2022, Ryan White) | Kaynak: Indiewire Belgeselin etkileyici yanlarından biri Opportunity'i ve yıllar süren yolculuğunu canlandırdığı görsel efekt ve animasyonları, diğeri ise mühendisler ve araçlar arasındaki ilişkiyi adeta bir ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi ele alan hikâye anlatıcılığı. 90 gün yaşayacak denen bir çocuğu ya da evcil hayvanı 15 yıldan fazla süreyle hayatlarına sokma fırsatı bulan onlarca, yüzlerce insanın artık ondan Oppy diye bahsetmesi de, o "düşüp" de "bacağını" sakatladığında milyonlarca kilometre uzaktan onu iyileştirmeye ve rahatlatmaya çalışması da, nihayetinde 15 yılı aşkın süre "işlevsel kaldığını" değil, "yaşadığını" söylemesi de tesadüf değil. Amazon Prime Video'da izleyebileceğiniz Good Night Oppy, benim için 2022'nin en iyi belgesellerinden biri. ★★★★

05 Şub 2023

The Banshees of Inisherin

Film: The Banshees of Inisherin Yönetmen: Martin McDonagh Süre: 114 dakika Yapım yılı: 2022 Jenerik: Six Shooter (2004) adlı kısa filmiyle En İyi Kısa Film Oscar ödülüne uzanan yönetmen ve senarist Martin McDonagh; In Bruges (2008), The Seven Psychopaths (2012) ve Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017) filmleriyle kendine sağlam temellere oturan bir kariyer inşa etti. Venedik’teki prömiyerinin ardından festivalden hem En İyi Erkek Oyuncu (Colin Farrell) hem de En İyi Senaryo ödülleriyle ayrılan yeni filmi The Banshees of Inisherin; McDonagh’ı köklerine, İrlanda’ya döndürüyor. In Bruges ’ün yıllar sonrasında Brendan Gleeson ve Colin Farrell’ı bir kez daha onunla bir araya getiren film, En İyi Film dâhil 9 dalda Oscar adayı. Film, yirmini yüzyılın başlarında, İrlanda kırsalındaki kurmaca bir adada yaşayan iki yakın dosttan birinin ortada hiçbir sebep yokken diğerine küsmesi sonucu yaşananları konu alıyor. Neden izleyelim? Bir hayal, bir hedef, bir dostluk… Hayatta herkesin bir şeye tutunmaya ihtiyacı vardır. Hele ki zamanın şu ankinden çok daha yavaş aktığı zamanlarda… The Banshees of Inisherin, iki dünya savaşının arasında ve İrlanda iç savaşının sonlarına doğru geçmesine rağmen herhangi bir politik gerilimin ya da heyecanın uğramadığı ücra bir adada geçiyor. İki yakın dost Pádraic ve Colm, belki de onlarca yıldır sürdürdükleri rutinlerine ve her gün aynı yüzleri görmekten, aynı birayı içmekten monotonlaşmış yaşamlarına alışmışlar. Müzisyen Colm, sonlarına yaklaştığını hissettiği yaşamından geriye bir eser bırakmak istiyor. Bunun önündeki en büyük engelinse söz konusu rutin ve monotonluk olduğunu düşünmüş olmalı ki bunların sorumlusu ilân ettiği Pádraic’le dostluğunu kesip atıyor. Üstelik, Pádraic onunla tek kelime etmeye kalkarsa parmaklarını birer birer (bu kez gerçek anlamda) kesip atacağını söylüyor. McDonagh, her daim ustalıkla ördüğü, sakin ve sıradan karakterlerin hikâyelerinden derin bir hüzün ve ince hisler çıkardığı senaryolarına bir yenisini ekleyerek bu basit gözüken küskünlüğü bir varoluş yansımasına dönüştürüyor. Colm, tutunduğu müziğini yapabilmek için ihtiyacı olan parmaklarının Pádraic’in tutunduğu dostluğunu kaybetmesine isyan etmesi hâlinde bir bir yitip gideceğini söylüyor ve bu bir kısır döngüye yol açıyor. Belki kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların bile kaybedecek çok şeyi olabileceğini, belki gerçekleşmeyen hayaller ve karşılanmayan beklentiler için daima bir günah keçisi bulunabileceğini söylüyor McDonagh. İmkânsız bir hayale tutunan filmin yan karakterlerinden Dominic’in “Bu hayal de suya düştü.” repliği yürek burkarken, Pádraic’in kız kardeşi Siobhán’ın hayalleri peşinden gitmesi umut dolduruyor içimizi. Şeylere tutunmak önemli, değerli. Suya düşen hayaller içinse suçu üstlenecek cadıların varlığı kafî. Nerede izleyebilirsin? The Banshees of Inisherin, bugün Türkiye'nin dört bir yanındaki sinema salonlarında gösterime giriyor. Benzer işler: The Station Agent (2003, Tom McCarthy) In Bruges (2008, Martin McDonagh)

03 Şub 2023

10 maddede Oscar adayları

Akademi Ödülleri, namıdiğer Oscarlar, yaklaşık 20 yıldır hayatımın önemli bir parçası, büyük bir heyecanı. Bu heyecan doğal olarak parçası olduğum bu yayına da yansıyor. Son birkaç haftadır Aposto ofisinde tatlı bir telaşımız var ve bu telaş Oscarlar ile yakından ilgili. 1 Şubat’ta Duende çatısı altında başlayacak yeni yayın serisi Oscar Yürüşü ve podcast serisi Sinemanın Altını Üstüne sadece 95. Akademi Ödülleri ve adaylarıyla ilgili değil; tüm Oscar tarihine dair bilgiler, öneriler, istatistikler ve görüşlere de yer verecek. 95. Akademi Ödülleri’nin adayları 24 Ocak Salı günü Türkiye saati ile 16.30’da açıklandı. Oscar Yürüyüşü, resmî olarak başladı. Everything Everywhere All at Once (The Daniels, 2022) | Kaynak: IMDb On bir kategori. Duende’nin 2022’nin Öne Çıkanları serisinde bizim de yılın öne çıkan filmi olarak yer verdiğimiz, hakkında paragraflar yazıp dakikalarca konuştuğumuz Everything Everywhere All at Once , görünen o ki Akademi üyeleri için de yılın öne çıkan filmi. En İyi Film dâhil 11 Oscar adaylığı elde eden The Daniels imzalı film; böylece adını Sunset Blvd., West Side Story, Amadeus, Saving Private Ryan ve The Lord of the Rings: The Return of the King gibi 11 Oscar adayı filmlerin arasına yazdırdı. Üçer dalda aday gösterilen yapımcı, yönetmen ve senaristler Daniel Kwan ve Daniel Scheinert’in yanı sıra filmin dört oyuncusu (Michelle Yeoh, Stephanie Hsu, Ke Huy Quan, ve Jamie Lee Curtis) bu yılki Oscar adayları arasında. Filmin ayrıca kurgu, kostüm tasarımı, özgün müzik ve özgün şarkı kategorilerinde de adaylıkları var. Son Lux imzalı müzikleri buradan ; Ryan Lott, David Byrne ve Mitski imzalı özgün şarkıyı ise buradan dinleyebilirsin. Yüzde altmış iki. Hepsi En İyi Film adayları arasında da yer alan, Edward Berger imzalı All Quiet on the Western Front ve Martin McDonagh imzalı The Banshees of Inisherin 9’ar, Baz Luhrmann imzalı Elvis 8, Steven Spielberg imzalı The Fabelmans 7, Todd Field imzalı TÁR ve Joseph Kosinski imzalı Top Gun: Maverick ise 6’şar adaylık elde etti. Kısalar hariç, 20 kategorideki adaylıklar 39 film arasında dağılırken, En İyi Film kategorisindeki 10 aday kısalar hariç toplam adaylıkların %62’sine sahip. The Banshees of Inisherin (2022, Martin McDonagh) | Kaynak: IMDb Dörder oyuncu. Everything Everywhere All at Once dışında ana oyuncu kadrosunun tamamına Oscar adaylığı getiren bir diğer film de yine dört oyunculuk adaylığı (Colin Farrell, Brendan Gleeson, Barry Keoghan, ve Kerry Condon) bulunan The Banshees of Inisherin oldu. Daha önce dört, hatta beş oyuncusuna Oscar adaylığı getiren birçok film olsa da aynı yılda bunu iki filmin birden başarması Oscar tarihi açısından bir ilk. Oyunculuk adaylıklarının yüzde kırkı bu iki filmden. The Fabelmans (Michelle Williams ve Judd Hirsch) ile The Whale (Brendan Fraser ve Hong Chau) de ikişer oyunculuk adaylığına sahip. Devam filmlerinin yılı. Tarihte ilk kez En İyi Film adayları arasında iki devam filmi yer alıyor: Top Gun: Maverick En İyi Film dâhil 6, Avatar: The Way of Water ise En İyi Film dâhil 4 adaylığa sahip. Öte yandan Black Panther: Wakanda Forever 5, Glass Onion: A Knives Out Mystery ve Puss in Boots: The Last Wish de birer adaylık elde etti. Bugüne kadar yalnızca dokuz devam filmi En İyi Film kategorisinde aday gösterilmiş, yalnızca The Godfather: Part II (1974) ve The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) ödülü kazanmıştı. To Leslie (2022, Michael Morris) | Kaynak: The Hollywood Reporter Sürprizler ve görmezden gelinenler. Her yıl olduğu gibi aday listesinde büyük sürprizler ve ödül sezonu boyunca iyi bir performans göstermesine rağmen görmezden gelinenler de oldu. En İyi Yönetmen kategorisinde Ruben Östlund ( Triangle of Sadness ), oyunculuk kategorilerinde ise Paul Mescal ( Aftersun ), Andrea Riseborough ( To Leslie ), Brian Tyree Henry ( Causeway ) ve Judd Hirsch ( The Fabelmans ) sürpriz denilebilecek adaylıklar aldı. Öte yandan listedeki önemli eksikler şunlar oldu: Sezon boyunca belli başlı tüm ödüllerde aday gösterilmiş oyuncular Viola Davis ( The Woman King ), Danielle Deadwyler ( Till ) ve Eddie Redmayne ( The Good Nurse ) ile Top Gun: Maverick ’teki işçiliğiyle birçok eleştirmen birliğinden onlarca ödül kazanmış görüntü yönetmeni Claudio Miranda. En azından benim tahminlerime göre The Batman, Everything Everywhere All at Once ve TÁR ’ın beklenenden fazla; Babylon, Guillermo del Toro’s Pinocchio, The Whale ve Women Talking 'in ise beklenenden az adaylık elde ettiğini söylemek mümkün. Çeşitlilik karnesi. Doksan yılı aşkın tarihi boyunca aday gösterdiği ve ödüllendirdiği kadınların, siyahların ve Asyalıların sayısıyla özellikle son yıllarda haklı eleştirilere maruz kalan Akademi, iki yıl üst üste En İyi Yönetmen Oscar ödülünü kadınlara takdim ettikten sonra (Chloé Zhao, 2020 ve Jane Campion, 2021) bu yıl kategoride yalnızca erkeklere yer verdi. En İyi Film adayı on filmden de yalnızca biri bir kadının imzasını taşıyor: Sarah Polley’nin Women Talking ’i. Bu yıl Güneydoğu Asya kökenli oyuncular açısından Oscar adaylıkları çeşitliliğe artı puan kazandıran bir yıl oldu. Bunun sebebi pek tabii ki Everything Everywhere All at Once . Y ine de Güney Kore’den Park Chan-wook imzalı Decision to Leave ’in diğer kategorilerde de boy göstermesi beklenirken En İyi Uluslararası Film adayları arasında dahi yer almaması dikkat çekici. The Fabelmans (2022, Steven Spielberg) | Kaynak: The Guardian Spielberg. Duende ekibi olarak eserleri ve sanat üreticilerini önceliklendirmeyi sevmesek de Steven Spielberg’ün sinemanın yaşayan en büyük isimlerinden biri olduğunu inkâr edecek hâlimiz yok. Zira bu durum, yönetmenin bu yıl tekrardan kırdığı rekorla Akademi’nin nezdinde de yeniden netlik kazandı: Spielberg’ün yapımcı, yönetmen ve senaristi olduğu ve yönetmenin hayatından otobiyografik ögeler taşıyan The Fabelmans ’ın 7 adaylığıyla Spielberg filmlerinin toplam adaylık sayısı 146’ya ulaştı. İkinci sırada, toplam 127 adaylıkla William Wyler yer alıyor. Cuarón. Aday listesinin geneliyle ilgili bir diğer rekor ise Alfonso Cuarón’a ait. Dört Oscar ödüllü sinemacı, En İyi Kısa Film adayları arasında yer alan Alice Rohrwacher imzalı Le Pupille filminin yapımcısı olarak aday gösterildi ve bugüne kadar toplam yedi farklı kategoride aday gösterilmiş oldu. Toplamda 11 Oscar adaylığı bulunan Cuarón; daha önce En İyi Film, Yönetmen, Özgün Senaryo, Uyarlama Senaryo, Kurgu ve Görüntü Yönetmenliği kategorilerinde de aday gösterilmişti. Cuarón, Kenneth Branagh’ın bu alandaki rekorunu egale etmiş oldu. NC-17. Akademi tarihinde ABD standartlarını belirleyen MPA sınıflandırmasına göre 18 yaşın altındaki izleyici için uygun olmayan yapımlara verilen NC-17 etiketine sahip olan ve herhangi bir kategoride aday gösterilen ikinci film Blonde oldu. Andrew Dominik’in Marilyn Monroe’yu ve kadınları objeleştirmekle suçlanarak tepki çektiği filmi, Ana De Armas’ın performansıyla En İyi Kadın Oyuncu adayları arasında yer alıyor. Bugüne kadar NC-17 etiketi alıp herhangi bir kategoride adaylık elde etmiş tek film 1990 yapımı Henry & June olmuş; sınıflandırmanın adı 1990’ların başında NC-17 olarak değiştirilmeden önce de "X" etiketli üç film, Midnight Cowboy (1969), A Clockwork Orange (1971) ve Last Tango in Paris (1972) adaylıklar elde etmişti. TÁR (2022, Todd Field) | Kaynak: IMDb Birden fazla şapka. Her yıl olduğu gibi aday listesinde birkaç kez adı birkaç kez geçen isimler de var. En İyi Yönetmen adaylarının tümünün En İyi Özgün Senaryo kategorisinde de aday olması özgün hikâyelerin önemini bir kez daha hatırlatıyor belki. Todd Field, Daniel Kwan ve Daniel Scheinert, Martin McDonagh ve Steven Spielberg hem yapımcı hem yönetmen hem de senarist şapkalarıyla 3’er adaylık alırken, Elvis ’in yapımcıları arasında da yer alan prodüksiyon ve kostüm tasarımcısı Catherine Martin de 3 adaylık elde etti. Yönetmen ve senarist Ruben Östlund ( Triangle of Sadness ), yapımcı ve senarist Tony Kushner ( The Fabelmans ), yapımcı ve senarist Christopher McQuarrie ( Top Gun: Maverick ), belgesel yapımcısı Shane Boris ( Fire of Love ve Navalny ) ve ses tasarımcısı Andy Nelson’ın ( The Batman ve Elvis ) ise 2’şer adaylığı bulunuyor. 95. Akademi Ödülleri töreni 12 Mart 2023’te, bu görevi üçüncü kez üstlenecek komedyen Jimmy Kimmel sunumuyla gerçekleşecek. Tüm adayların listesi için Akademi’nin sitesine göz atabilirsin. Önümüzdeki yedi hafta boyunca, her çarşamba görüşmek üzere.

27 Oca 2023

Whiplash

Film: Whiplash Yönetmen: Damien Chazelle Süre: 106 dakika Yapım yılı: 2014 Jenerik: 2014’teki Sundance Film Festivali’nde hem Büyük Jüri Ödülü hem de İzleyici Ödülü kazanarak herkesin onayını alan Damien Chazelle imzalı Whiplash , yönetmenin adını dünyaya duyuran film olmuştu. En İyi Film dâhil 5 dalda Oscar adaylığı elde eden film; kurgu, ses miksajı ve yardımcı erkek oyuncu (J.K. Simmons) kategorilerinde de ödüle uzanmıştı. Film, acımasız bir caz ustasıyla genç davulcu öğrencisi arasındaki gerilimli ilişkiyi ele alıyor. Neden izleyelim? Oldukça öznel bir pratik olduğundan sanatta iyinin ve güzelin formülünü kimse bilmiyor. Müzik ve sinema hakkında yazan bizler de çoğu zaman evrensel doğrulardan söz edemiyoruz. Sanatı farklı açılardan ele alıyor, kişisel ve duygusal yorumlar yapıyoruz. Bu sanatı icra edenler için de geçerli. Üstelik yetenek ve tutkunun üzerine biraz hırs ve mükemmeliyetçilik eklendiğinde mutlak iyiye, doğruya ve güzele ulaşmak imkânsızlaşıyor. İşte Whiplash , iyi bir davulcu olmak isteyen konservatuvar öğrencisi davulcu Andrew’u bu mutlak iyi, doğru ve güzeli arayışında kendisinden çok daha hırslı ve mükemmeliyetçi bir hocayla karşı karşıya getiriyor. İkisinin “doğru tempoyu bulma” savaşında Andrew başarılı bir müzisyen olma uğruna insanlığını dahi kaybetmeyi göze alıyor. Damien Chazelle’in La La Land ile müziğin dozunu iyice arttırmadan önce imza attığı bu adrenalin dolu film; müziğin başrolde olduğu, bagetlerin kana bulandığı bir psikolojik gerilime dönüşüyor. Nereden izleyebilirsin: Bu başlığın yanını doldurmak hiç bu kadar heyecan verici olmamıştı. Whiplash 'i 2 Şubat Perşembe saat 21.30'da, Kadıköy Sineması'nda izleyebilirsin. Sinema ve müzik evrenlerini kesiştiren Duende'nin başrolde müziğin olduğu filmlerle Kadıköy Sineması’nın konuğu olacağı gösterim programı Başrol Müzik , her ay bir gösterimle devam edecek. Orada görüşmek üzere! Benzer işler: Black Swan (2010, Darren Aronofsky) Nightcrawler (2014, Dan Gilroy)

27 Oca 2023

Kariyerinin başında bir oyuncu: Oktay Çubuk

Oktay'ı keşfetmek. Üniversite için İstanbul'a gelene kadar İzmir'de yaşamış Oktay. İngilizce (hatta okuma-yazma) bilmediği yıllarda Karaca ve İzmir Sineması'nda annesiyle izlediği filmleri hatırladığında " Annem bana önemli şeyleri fısıldardı. " diyor. Bazen de annesi onu sinemaya tek başına bırakır, hâlâ çok sevdiği animasyon filmleri izlemeye gidermiş. Atlantis: Kayıp İmparatorluk filmini sinemada dokuz kez izlemiş! Ergenliğinde ise başta Guy Ritchie filmleri ve kara mizah türündeki filmler olmak üzere sinemayla yakın ilişkisi devam etmiş. O salonda olma hissini, o büyük perdeyi büyülü bulduğunu söylüyor: " Bazen gerçek hayat yeterince ilgi çekici olmadığında orada yaratılan dünya ve izlediklerim beni iki saatliğine de olsa koparabiliyordu hayattan, o hoşuma gidiyordu. " Kamera arkası, kamera önü. Üniversite sınavında Türkiye derecesi yapıp istediği yerde istediği bölümü okuma özgürlüğüne sahip olunca İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde sinema ve televizyon eğitimi almayı seçmiş. Oyunculuk aklında hep varmış. Seçtiği lisans eğitiminin ona oyunculuk öğretmeyeceğinin bilinciyle İstanbul'a geldiği anda bir yandan da bir oyunculuk atölyesine yazılmış. Sinema eğitimi almanın her şeyden önce entellektüel olarak yararını gördüğünü, sinema tarihi ve film grameri derslerinin senaryo okurken işine yaradığını, sinemanın tekniğinden anlamanın bir oyuncu olarak kadrajını, ışığını, nerede durması gerektiğini anlamasına yardımcı olduğunu söylüyor. Oktay, mahallesi Arnavutköy'ü anlatıyor. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu Aynı kalmamak. " İnsan olarak da asla aynı kalmayan, durmadan değişen yaratıklar, varlıklar olduğumuz için ister istemez oyunculuğuna da sirayet ediyor bu insanın. " diyor Oktay, iki yıl önce oynadığı ilk dizilerden bugüne nasıl değiştiğini sorduğumda. Oynadığı ilk dizilerdeki rolleri o kadar ufakmış ki onlara oyunculuk diyemeyeceğini söylüyor: " Bir Nefes Daha o kadar ilk işim ki televizyonda oyunculuğu çok anlayamamıştım. Yirmi bölüm bir dizide oynamışlığım vardı ama her bölümde anca üç sahnem vardı. " Bir adım geriden. Kasım 2020, Chicago. Evlerimize kapandığımız, o çok uzakmış gibi gelen günler. Bir Nefes Daha 'nın Tallinn Film Festivali'ndeki gösteriminin ardından filmi merak ediyor, çevrimiçi izleme fırsatı yakalıyorum. Yıllar önce Deniz Seviyesi 'ni izlediğim Nisan Dağ'ın sineması bir kez daha çekiyor beni. Oktay'ı da ilk kez orada izliyorum. Eylül 2021, Ayvalık. Festivalin programında Bir Nefes Daha da var, filmin hemen öncesindeki festival davetinde Nisan ve Oktay'la tanışıyorum. Kasım 2021, Moda. Nisan, Keşif Sineması'nın beşinci konuğu oluyor. Tabii Oktay'ın da kulakları çınlıyor. Her şey çok güzel olacak. Oktay heyecan verici bir oyuncu seçimi süreci sonrası yaklaşık altı ay hazırlanmış Bir Nefes Daha 'daki rolüne. Bir projeye neredeyse başından sonuna dahil olmanın kendisi için çok değerli olduğunu söylüyor. Oktay'ın filmde canlandırdığı Fehmi, madde bağımlılığı ve potansiyel müzik kariyeri arasında kalan bir rapçi. Oktay da hazırlık süreci boyunca evde, ev arkadaşıyla kendi kendilerine rap yapıp kaydetmeye başlamış, hatta internete yükledikleri şarkılar bir albüme dönüşmüş. Sonrasında filmin Da Poet ve Hayki imzalı müzikleri ve şarkılarına da (tıpkı yönetmen Nisan Dağ gibi) katkısı olmuş onun da: " Biraz da o sürecin içinde olman lazım çünkü rap çok kişisel bir şey ve dinleyiciye geçmesi için senin onu kişiselleştirmen, dediğini kastetmen ve gerçekten yaşaman gerekiyor. O zaman iyi rapçi oluyorsun. " Tutkular. " Rap severim ama rapçilerin hayattaki tutkusu rap. Benim hayattaki tutkum rap değil, müzik konusundaki en büyük tutkum bile rap değil. " diye açıklıyor Oktay filmden sonra rap müzik yapmayı bırakmasını. Fehmi rolünün aynı zamanda çok büyük bir psikolojik yük altında olduğunu, önemli bir ikilem yaşadığını hatırlatıyorum. Rol aldığı dizilerden bir boksörü canlandırdığı Duran 'daki rolünün ise inanılmaz bir fiziksel çaba gerektirdiğini tahmin ediyorum ve yolun başındaki bir oyuncu olarak psikolojik ağırlığı olan rollerin mi, fiziksel gereksinimi olan rollerin mi onu zorladığını soruyorum. " İnan ki bana en zor gelen boş oturup beklemek! " diyor Oktay. Duran için altı ay boyunca haftada dört gün alması yeterli olacak dövüş eğitimine haftada altı gün gitmeyi tercih ettiğini söyleyince adanmışlığına hayran kalıyorum. Ekliyor: " Benim iki günümü daha vermem azıcık daha gerçekçi yapacaksa benim oynadığım karakteri, ben bunu istiyorum. " Oktay'la keşfetmek. Birlikte konuşmak için ikimizin de çok etkilendiği Sound of Metal 'ı seçiyoruz. " [İzledikten] sonrasında birkaç gün hâlâ beynimde yankılandı. " diyor Oktay film için. Ansızın işitme duyusunu yitiren ve hayatındaki bu kalıcı değişime adapte olmaya çalışan bir davulcunun yaşadıklarını konu alıyor film. Yönetmen ve senarist Darius Marder'in belgesel sinema ve kurgu kökenli olmasının etkilerinden başlayarak, filmin ses tasarımının ve kurgusunun duygu aktarımına, gerçekliğine etkisini konuşuyoruz. Başrol oyuncusu Riz Ahmed'in film için bateri çalmayı ve işaret dilini öğrendiği hazırlık sürecinden söz ediyoruz. "Aşk da bir bağımlılık değil mi?". Ben Sound of Metal 'i izledikten sonra filmi bir bağımlılık hikâyesi olarak okuduğumu söylüyorum. Ruben'in geride kalmış madde bağımlılığı değil; engelsiz ve işitebilen bir insan olmaya, işitmeyi gerektiren işine olan bağımlılığı söz ettiğim. Oktay araya girip Ruben'in kız arkadaşından da uzaklaşmak zorunda kalışını hatırlatıyor: " Aşk da bir bağımlılık değil mi? Bence bağımlılıkların en büyüğü aşk. " Sound of Metal ve Bir Nefes Daha 'nın, Ruben ve Fehmi'nin ortaklıklarına da dokunuyor sohbetimiz. Böyle kasıtsız kesişimleri seviyorum. En sevdiği sahneyi sorduğumda anlatıyor Oktay ve bitiriyor: " Hissetmemek için taş olmak gerekiyor. " Emre ve Oktay, Arnavutköy sokaklarında. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu Diyor ki... "Nisan'ın setinde hayatımda ilk kez oyunculuk deneyimledim [diyebilirim.] Ben eğer bu film yerine gidip bir dizi daha yapsaydım oyunculuğu bırakırdım, bu benim hayal ettiğim değil derdim. Ama Nisan'la çalıştıktan sonra oyunculuğun ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini gördüm ve dedim ki evet, benim istediğim de hayal ettiğim de buydu."

25 Oca 2023