"Dolapdere'de villalar, siteler yok. Camdan cama muhabbetler, turşucular, günaydınlar ve filozoflar var."

Trafik. Baki. Bahriye Caddesi'nin fırını önünde sıkışınca ekmek kokuları doldu arabaya. Kırmızı, yeşile dönüp durdukça ilerliyoruz olduğumuz alanda. Yüzüme sıcak ve asfalt çarpıyor. Ufuk, Sururi Parkı'nı geçtikten sonra biraz daha açıldı. Ne güzel isimler: Bahriye Caddesi, Sururi Parkı. "Geç kaldım, kalıyorum, kesin kalacağım," endişelerini bir kenara bırakıp sağımda ve solumda yükselen binaları izlemeye başlıyorum.
Eski yıllarda havaalanından dönerken gece yarısı açık manavlarından limonu, şeftaliyi kese kâğıdına doldurmak için durakladığım; tamponunda "Kaderimsin" yazılı, ışıltılı arabalarıyla fiyaka atan mahallenin gençlerine denk geldiğim Kasımpaşa'dan Dolapdere'ye uzanan yolda, şimdi Sheraton Otel, Yargıcı Genel Merkezi, Shopi go binası, Dirimart Galerisi, Evliyagil Müzesi, Pilevneli binaları dikili. Lastiklerin sergilendiği kaldırımların cansız mankenler dizili vitrinlerle birleştiği kavşakta, dadaist bir şeyler oluştuğunu düşünmeye başladığım noktada "Tamam," diyorum. "Geldik." Sağda, siyah boyalarla futbol topuna benzetilmeye çalışılan plastik top, araba altına kaçtığı için ağlayan çocuğu geçince Çin Lokantası'nın yanında ineyim.
Arkadakiler kızmasın, korna velvelesi başlamasın diye ani bir hamleyle çıkıyorum. Başındaki hasır şapkasıyla güneşten korunmaya çalışan oğlan "May I?" diyerek tutuyor kapımı. Sonra da henüz boşalttığım koltuğa oturup kırık Türkçesiyle "Gayrettepe lütfen," diyor. Pek centilmen. Durup dururken cinsiyet atamış oldum. Kibar... Birey? Dolapdere'nin eklektik kozmopolitizmine hoş geldim.
Dedesi semtin ilk sakinlerinden olan Rinaldo Marmara'nın kaleme aldığı Pangaltı (Pancalti) kitabında, 1860'larda mahalleye yerleşen, İtalya'dan gelen göçmen Giovanni Battista Pancaldi'den adını alan Pangaltı ve başlangıçta küçük bir Rum köyü olan, Rumca "at ahırları" anlamına gelen Tatavla, bugünkü adıyla Kurtuluş mahallelerinin kapı komşusu, Dolapdere sokaklarındayız bugün.
Hah! Ali (Özbatur) de geldi! Panayia Avangelistria Kilisesi'nin çanları bizim için çalar mı diye beklerken arabalar üstünden geçsin de çiğnesin diye yola serilen halıların olduğu sokaklarda gezeceğiz. Zil yerine "Çekilin!" diye bağıran çocukların arasından ilerleyip mural'lere, tag'lere, pencereler önündeki ortancaları çevreleyen ferforje korkuluklara bakarak yürüyoruz şimdi.
"Aliiii, eve gel!" diye bağırıyor bir başka Ali'nin annesi. Gazozu sağ elinde, sol eli cebinde, arkadaşlarına "Bay bay!" dedikten sonra sesin geldiği yöne ilerliyor öbür-Ali. "Acaba şu 1855 yılında siyasi sığınmacı olarak ülkesinden ayrılarak İstanbul'a yerleşen Polonyalı şair Adam Mickiewicz'in evi mi?" diye soruyorum. "Hayır. O Tatlı Badem Sokak'ta," diye mahallenin ünlülerini anlatıyor bize bizim-Ali.
Ali (solda) ve oto yıkamacı Mehmet Abi
Ali, 5 yıldır Dolapdereli. Taşındığı yıllarda Arter binası, Pilevneli Galerisi, Dirimart henüz yok. Sabah beşte kapıda kaldığı için balkonundan kendisininkine atlamak isteyen komşusu; mahalleli delikanlılar arasında sık sık çıkan kavga sesleri; camdan cama, sigara eşliğinde gıybet saatleri; "Gel bir çayımızı iç, içini dök," diyen oto tamircisi Mehmet Abi var.
Neden buradasın Ali?
Başlıyor sohbetimiz. Ali'nin müdavimi olduğu Kurtuluş'la Dolapdere'yi bağlayan Eşref Efendi Sokak'ta Kot Sıfır'dayız şimdi.
"Aile evinden çıkmayı planlıyordum. Uzun yıllar Gümüşsuyu'nda yaşadım. Beyoğluluyum. Okula orada gittim. Gençliğimle ilgili ilk anılarım Pera sokaklarında. Dersten çıkardık. Tophane'de adam bıçaklanırdı, onu hastaneye götürürdük. Keşmekeş hayata alışkınım. Bakınmaya başladım. Nerede yaşarım? Cihangir'de ev tutsam, iki gün sonra 'Bu bina yıkılacak, çıkın,' diyecekler; evim, elimde kalacak. Gayrettepe, Balmumcu'da biraz daha uygun fiyatlı evler var. Ama yok. Gitmek istemedim oralara. Birçok kültürün ortasındaki Dolapdere çıktı karşıma. Mahalle hayatına sahip ama steril değil. Bir tarafı tanıdık, bir tarafı canlı. Oto tamircileri ve inşaat alanları ortasında, o zamanki okulum İstanbul Bilgi Üniversitesi var mesela. Yürüdüm, bakındım. Oldu. Dolapdere'ye taşındım.
İlk zamanlarımda yeni yer korkusu vardı. Burada birey olarak kendimi ne kadar dışa vurabileceğimi bilemiyordum. Kapalı bir mahallecilik olduğunu, dışarıdan gelenin kabul edilmeyeceğini sanıyordum. Alakası yokmuş. Şimdi Dolapdere'nin herkesi kucaklayabilecek bir çorba olduğunu düşünüyorum. 90'lar jenerasyonunun içine doğduğu bir hayat tarzı var burada. Manavın 'Günaydın,' der, 'Fırından taze çıktı ekmek,' diye seslenirler arkandan. Masalar, sandalyeler, çocuklar, kucağa açılan piknikler, müzik, zaman zaman kütüphaneler sokağa taşar. Kapı önü sohbetleri vardır. İçeride yan gözle dizi izlenirken sigara tüttürülür mesela, çekirdek çitlenir. Tenekede ateş yakılır ve etrafında muhabbet edilir. Bir yerden bir yere giderken merhabalaşıp çay içilir. Bizim mahallenin oto tamircisi Mehmet Abi, sabahları 'Gel, börek yiyelim,' der. Fill'e uğrarım. Serkan Abi'yle felsefe konuşuruz.
Geçenlerde keyfim yoktu bir gün. Mehmet Abi çok zorladı. 'Gel, otur,' diye. Ben kaçmaya çalıştıkça 'Otur be,' dedi, çayı söyledi o sırada. Havadan sudan konuştuk. Üstü kapalı, içten gelen bir dayanışma, unuttuğum insani bir taraf vardı, değerli hissettim. Biz sürekli iş konuşuyoruz diye düşündüm eve gittiğimde o gün. 'Ne haber, nasılsın?' demeyi unutuyoruz. Hayatı akıtmıyoruz. O iyi niyeti burada bulmak iyi geliyor bana. Etrafındaki insanları tanımaya açık oluyorsun. 800 daireli distopik apartmanlar yok burada. Aynı eşikten geçtiğin 200 kişiyle paylaştığın tek bir adres yok. Kınalı Keklik Sokak'ta oturuyorsun mesela. Bir pencere açıyorsun, o sırada karşı komşun da camda. Gelene geçene bakınıyor. Birden hayatlarımız birbirine açılıyor, aradan mesafeler kalkabiliyor, apartman kapıları kapandığında birbirinden ayrışmıyor. Ben Dolapdereliyim. Kimliğimin parçası buralı olmak. Buradan bir gün taşınabilirim ama sebebi Dolapdere'yi bırakmak değil, başka bir Ali olmak olur."
O sırada Gökçen devreye giriyor yandan. Sigarasını tüttürürken bizi duymuş. Mahallenin "Elalem ne der?" kaygısıyla yaşayanı sınırlayabilen hâlinden bahsediyor. "Bazen iyi geliyor," diyor, "kimsenin seni tanımadığı binalarda, birbirinin aynı, okul forması gibi sosyokültürel yapıların belli olmadığı sitelerde, betonlarda yaşamak. Doğduğun mahalle sende hem aidiyet hem de onunla gelen sıkışmışlık yaratabiliyor," diye devam ediyoruz sohbete. Yaşamayı seçtiğin mahalle, kan bağı olmayan ailen gibi belki de. Onun içinde buluyorsun kendini, şimdini ve geleceğini.
Kot Sıfır'ın Pearl Jam çalan zamanından çıkıp Despina'nın, Niko'nun yaşadığı Tatavla apartmanları önünden geçerek ilerliyoruz. "İleride belli ki olay var, şu yandan kaçalım," diyor Ali. Adana Ocakbaşı'na bir bakalım.
Related Keywords
Sururi Parkı
Kasımpaşa
Dolapdere
Sheraton Otel
Yargıcı Genel Merkezi
Shopi go
Dirimart Galerisi
Evliyagil Müzesi
Rinaldo Marmara
Pangaltı
İtalya
Giovanni Battista Pancaldi
Tatavla
Liked this story
Add to Saved
Add to Read Later
Share
Published in

Dolapdere, Ali Özbatur
Newsletter & Author

Soli
Her hafta bir mahalle, bir mahalleli! Seyahat ve kültür yayını Soli, her hafta bir mahallenin esnaflarının, binalarının, sokaklarının, insanlarının hikâyesini anlatıyor.

Hazal Yılmaz
Editor @ Aposto