Bermondsey’nin gel-gitleri

Mahalle: Bermondsey. Mahalleli: Emre Akay. Mahalle fotoğrafları: Hazal Yılmaz
Bugün, Londra’nın kuzey doğusunu, az sonra varacağım güneyine bağlayan London Bridge üzerinden, suyu göz hizamda tutarak yürüyorum. Sağımda beni hedefimden kolaylıkla şaşırtabilecek Tate Modern’in bir zamanlar Londra’ya elektrik sağlama santrali olarak kurulmuş binası. 29 Ağustos’ta biteceğini takvime işaretlemiş olduğum Surrealism Beyond Borders sergisi aklımdan geçiyor yine. "Haftaya" diyorum, haftaya geleceğim. Şehirde yaşayanlara özgü, elimizin altındaki şeyleri kolaylıkla kaçırabilme, başka ülkelerden gelip de görmüş arkadaşlardan dinlemeye verilen isim. Yok. Şehir sözlüklerine girmeli. Olması gereken yöne, sola dönüyorum köprü bitiminde. Renzo Piano yapıtı The Shard gölgesi altına alıyor sıcakta bunalmış bedenimi.
Thames Kanalı’nın şehre taşıdığı Kuzey Denizi’nin hafif esintisi betondan yükselen ısıyı kesiyor. Yıllar öncesinden, Londra’da henüz yaşamıyor olduğum zamandan bir anımsama. Eldiveni çıkarınca parmakların hissizleştiği bir gün, Borough Market’teyim. Sıcak şarabı yudumlarken Brindisa sırasında bekliyorum. Patateslerin domates sosuna kavuştuğu anın kokusu sanırım sızıyor hafızama önünde geçerken. Brindisa eski anı, Padre’nin karnabaharlı taco’ları bugün radarımda. Kısa bir sıra. Bekleniyor. Küçük ısırıklar alarak atıyorum adımlarımı. Yürürken yemek yemeye verilen isim. Şehir sözlüğüne bu da girmeli. Citymapper varış süremi on iki dakika olarak belirliyor. Ben dokuzda yürürüm. Uzaktan görüyorum Emre’yi, buluşalım diye sözleştiğimiz köşede.
Emre, aynadan
Fotoğraf: Zeynep Özkanca
Mahalle kriterleri: Bütçe, ulaşım, komşular, yürüme mesafesi
Sol elimde afiyetle yediğim taco'dan arta kalan ambalajı, kullanılmış peçeteleri ve içinde yemeğin yağı kalmış kartonları geri dönüşüme mi atmalıyım, genel geçer çöpe mi? İkilemindeyim. İlerliyoruz bir yandan, kaldırımda. Hadi anlat diyorum mahalleni, tanışalım. Yürürken konuşmayı da sevenlerdenim.
“Yaklaşık 1 yıldır burada, Bermondsey’de oturuyorum. Yaşadığım yeri seçerken çok fazla kriter var: bütçe, ulaşım, binanın kendisi, komşular, günlük gereksinimlerin yürünür mesafelerde olması. Pratiklik ve vakit kaybetmemek çok önemli benim için. Tembelim, her şeyin yakın olmasını istiyorum. Bir de ses. Seslere çok hassasım. Ve pazar, pazar çok önemli çünkü yemek yapmayı seviyorum. Borough Market’in dibinde olmak şahane.
Merkeze yakın ama gürültülü değil, şehrin ortasında olsak da sakin, ekonomik, pratik ve renkli bir mahalle burası. Eski ve tarihî. Ama zaten genel olarak Londra her şeye rağmen tarihini çok iyi muhafaza eden bir şehir. Bizim oturduğumuz binadaki çatıyı taşıyan ahşap iskelet 200 yıllık mesela. Burası, gemilerin ilk uğrağıymış uzun yıllar boyunca. Bu sebeple binaların hemen hepsinin bir işlevi var. Bizimki buğday ambarı. Binanın merdivenlerini çıkarken evin içindeki kirişlerin altında otururken o tarihi, binanın hafızasını hissedebiliyorsun.“
Borough Market'te curcuna, hafta sonuna bir kala
Tanner Street Park’ta tenis oynayanlar çekiyor dikkatimi. Biri turuncu ayakkabılarıyla parlıyor. Bakışlarımı gezdirince çimde uzanmış kitabını okumakta olan, yanına fötr şapkasını park etmiş kız; bankın kenarında birbirlerine sokulmuş ikili, ip atlayan çocuk görüş hizamda. Devam ediyor Emre: "Ev hissi mahalleden gelmedi benim için hiçbir zaman. Belki çok mahalle değiştirdiğim için hayatımda. Evde olma hissi insanlardan ve evdeki rahatı sağlayan nesnelerden geliyor olabilir belki. Evdeki espresso makinası olabilir ya da köşedeki bakkalla olan muhabbet. Bakkal muhabbeti dünyanın her yerinde paha biçilmezdir herhâlde."
"Burada da su veriyor belki de evde olma hissini."
Suyla ilişkisini soracak oluyorum Emre'ye: kanal kenarında bir mahalle olan Bermondsey ve su ilişkisini. "Burada da su veriyor belki de evde olma hissini. Su, yakın, önümüzde. Şehirle ilişkini değiştiriyor bence. Sanırım bir huzur katıyor ister istemez akan su. Burada suyun kahverengi olması durumu biraz değiştiriyor tabii. Aslında temiz, nehir yatağındaki balçıktan dolayı rengi bu. Değişmiyor ama güneşin yansımasıyla. Pantonesine takılmayıp aksını takip edersen ufak sahiller çıkıyor karşına, inip taş toplayıp bir Roma akçesi bulmayı deniyorsun sen de. Bu ana nehir hattı haricinde de Londra kanallarla örülü bir şehir. Suyun kenarında koşan, bisiklete binen, gün batımı izleyen, piknik sandalyelerini atıp akşamüstü birasını içen, teknelerini yıkayıp çamaşırlarını asan çok insanla karşılaşıyorsun. Pek bilmediğim bir şeydi Londra’nın suyla sıkı fıkı ilişkisi burada yaşamaya başlamadan önce.”
Suyun üzerinde, Thames River'dan gökyüzüne kadar
Eski bir polis karakolu olan, mezarlığın hemen yanındaki The Watch House’un önünden geçiyoruz o sırada. Ellerinde kahveleri, ev anahtarları boyunlarındaki ipe takılı mahallelileri görünce burayı "Müdavimiyim" listesine kaydediyorum. “Çok gezdim hayatımda. Bir şehirdeki ilk zamanlar hep büyüleci gelmiştir. Fakat o büyünün yavaşça alışkanlık ve ezbere dönüşmesi de büyülemiştir beni ya da ilgimi çekmiştir. Bazı yolları artık ezbere yürüyorum, daha az etrafıma bakarak. Ayaklarım götürüyor beni Southwark Park’a mesela."
Dean Swift Pub'ına vardırıyor o sırada bizi Emre’nin içindeki ezber. Dışarıda sigara içenlere merhaba dedikten sonra giriyoruz içeri. Bira siparişi verecekken “Elinizdekini alayım mı?” diye soruyor barmen. Ambalaj. Atmamışım.
Related Keywords
karnabahar
Hazal Yılmaz
Londra
London Bridge
Tate Modern
Şehir
Renzo Piano
The Shard
Thames Kanalı
Kuzey Denizi
Brindisa
Padre
taco
Liked this story
Add to Saved
Add to Read Later
Share
Published in

🚣♀️ Suyun ev hissi verdiği mahalle
Newsletter & Author

Soli
Her hafta bir mahalle, bir mahalleli! Seyahat ve kültür yayını Soli, her hafta bir mahallenin esnaflarının, binalarının, sokaklarının, insanlarının hikâyesini anlatıyor.

Hazal Yılmaz
Editor @ Aposto