Yeni sayıdan herkese merhaba,
6 Şubat'ta meydana gelen depremlerde hayatını kaybedenlerin üzüntüsünü yaşarken yaralılara acil şifalar diliyoruz. Hepimizin başı sağ olsun.
Bu sayımızda 1937 yılında İstanbul basınında genişçe yer bulmuş tifo salgınına yer veriyoruz. Farklı gazete kupürlerinden bu salgına dair istatistikleri, doktorların uyarılarını ve salgının toplumsal hayata etkisini derledik.
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle,
Aposto Ekibi
Kupür
Geçmiş gazete ve dergilerden yazılar, makaleler, röportajlar. İki haftada bir cuma neşrolunur.
Tifo vak'aları günde onu geçmiyor
Bir günde şehir içinde 800 tifo vak'asının kaydedilmesi demek İstanbul'un ölmesi demektir.

Dün bir gazete şehir içinde tifo vak'alarının pek ziyade çoğalmış olduğunu ve günde 800 tifo vak'ası kaydedilmekte olduğunu yazmakta idi. Bu hususta sıhhat işleri müdürü Ali Rıza şunları söylemiştir:
— Bir günde şehir içinde 800 tifo vak'asının kaydedilmesi demek İstanbul'un ölmesi demektir. İstanbulda günde azamî 10 tifo vak'ası kaydolunmaktadır. Tifo vak'aları Eminönü ve Fatih kazalarında ziyadedir. İstanbulun tekmil kazalarında tifo aşısı istasyonları kurulmuştur. Buralarda meccanen aşı yapılmaktadır.
Kasımpaşa deresinin üstü muhtelif zamanlarda bir çok para sarfedilerek kapatıldı. Fakat yukarı tarafında bir kısmın üstü elveym açıktır. Belediye, burayı gelecek sene kapatacaktır. Halbuki derenin üstü açık bulunan bu kısmındaki mahalleler her an tifo ile karşı karşıyadır. Bu itibarla burasının bir an evvel kapatılmasını belediyeden istedik.
Bedava aşı merkezleri
Merkez hükûmet tababetinde: Fatih hükûmet ve belediye baştababetinde. Eminönü, Beyoğlu, Beşiktaş, Sarıyer, Beykoz, Üsküdar, Kadıköy, Adalar, Bakırköy, Eyüp merkez hükûmet tababetlerile Eyüp dispanserinde, Edirnekapı sıhhat merkezinde, Fatih mıntakasında: Samatya, Şehremini, Eyüp, Unkapanı, Fener Karagümrük mevki hekimliklerinde, Eminönü mıntıkasının: Alemdar, Kumkapı, Beyazıd, Küçükpazar mevki hekimliklerinde her isteyen her müracaat eden vatandaşa bedava tifo aşısı yapılmaktadır.
Hekim Öğütleri
Tifo ve tifoyu yayanlar
Tifo hümması hâlâ her yerde çok görülüyor. Bilhassa her yaz ortaya çıkar; vakalar birdenbire çoğaluverir. Sebeplerini biliyoruz; o sebeplerden sakınmak da mümkün, o halde çok sürmeden defolup gitmesi lâzım. Korunmak için ne yapmalı?
İlkin aşılanmalı. Artık burada bir daha tekrara lüzum yok. Aşılananların tifoya tutulmıyacaklarına kesin olarak hükmolunabilir. Vaktile tifo orduları kırar geçirirdi, müdafaa kuvveti bırakmazdı. Aşının tatbikinden sonra birdenbire kökünden kesildi. Deri altına şırınga edilmek suretile yapılan aşılar müessirdir. Kimlere aşı yapmak lâzım geleeğini kestirmek de hekimlere düşer, ayrı bir meseledir.
Pis sular tifonun en mühim sebeplerindendir. En pis su, kuyu suyudur. Bir tifonun kirlettiği durgun veya akar sudan bir tifo salgını çıkabilir. Irmakta, denizde lâğım ağzına yakın yerlerde banyo edenlerden tifoya tutulanlar görülmüştür.
Bulaşık gıdalar bilhassa söylemeğe değer. Çok zamandan beri biliriz. İstiridye tifoyu bulaştıran belli başlı sebeplerdendir. Fransızca hekim gazeteleri: "Genç evliler tifosu" diye tifo vakarı yazdılar. Balayı gezintisine çıkan bazı gençler limanlara uğradıkça çiy olarak yedikleri istidiyelerden tifoya tutulmuşlar. İstiridyeleri satanlar, bayatlamasın diye bunları pis sularla ıslatırlar ve satılmıyan istidiyeleri limanın kirli sularına salarlarmış.
Sebze bahçelerinin sulanması ve gübrelenmesi de tifo bahsinde mühimdir. Bahçelere temiz su salmak ve toprağı şimik gübrelerle gübrelemek sayesinde Avrupada bostanlardan çıkan tifo söndürülmüştür.
Tifo salgınlarında suçlulardan biri de bulaşık sütlerdir. Süt bulaşık kaplara konmak, bulaşık su katılmak, tifo tohumlarını taşıyan ineklerden sağılmış olmak suretile bulaşmış olabilir. Süt çiy içilirse tehlikelidir; tereyağı ve taze peynir gibi ateş görürse tehlike kalmaz.
Dondurma şerbetler bazı defalarda tifonun meçhul kalmış sebeplerinden olmuştur.
Tifonun tohumunu taşıyanlar, tifodan yeni kalkanlar, çok defa başkalarına hastalığı bulaştıran bunlardır. Bunlar bilmiyerek işledikleri suçun bir cinayet olduğunu sanmazlar. Bunlar bir sanat sahibi ise yaptıkları şeyleri; yiyecek, içecek maddeler satan esnafsa sattıklarını parmakları ile kirlettiler. Sattıkları çiy yenilen şeylerdense yazık yiyenlere!...
Tifo çok kere kirli el hastalığıdır.
Tofu tohumu taşıyanların sebep oldukları sirayetten sakınmak çok zordur. Bunları tanıyamazsınız. Tanımış olsanız bile safra keselerinin muhtevisini; böbrek ve mesâne cihazlarını mikroptan temizlemek için emniyet edilecek bir usul yoktur.
Sinekler... Tifo tohumunu taşıyanlar arasında sinekleri unutmamak lâzım gelir. Ayaklarile, hortumlarile, pisliklerle, tifo basilini taşırlar. Tifoluların barsaklarından çıkan şeylerin üstünden basilleri alarak çok uzaklara yayarlar.
***
Söylediklerimizi şöyle kısaca toplıyabiliriz. Yukarıda gördük, tifoyu yayan sebepler çok. Lâkin hepsini birleştirirsek keyfiyet sadeleşir. Tifo hümması tifo hümmasından doğar, denebilir. Salgın başlarken bir tifolu veya tifo tohumunu taşıyan biri vardır. Eski tifoluları göz altında bulundurmak hastalıktan korunmak için birinci usul olacaktır. Şunu da söylemeli gayet basit birçok temizlik tedbirleri de tifodan hastalananların sayısını azaltır. Suların temizliği; istiridye ve buna benzeyen kabuklu deniz mahsullerinin - gerek tutuldukları yerlerde, gerek oradan naklolunurken - temizliği; sütlerin ve sütten yapılan şeylerin temizliği; bunlar yapılamıyacak şeyler değildir.
Şunu da unutmayınız. Bu yapılması lâzım gelen tedbirler yapılmaz; yahud eksik yapılırsa zararını çekecek sizsiniz. En sağlam tedbir, vücudumuzu tifodan müteecessir başlarken söyledim, bitirirken de tekrarlıyorum. Tifo aşısile aşılanmanız ve aşıyı deri altına yaptırınız. Bunu mutlak sizi tedavi eden hekiminizin kontrolü altında yaptırmalısınız; size tifo aşısı yapılabilir mi, yapılamaz mı, o bilir.
Dr. Rusçuklu Hakkı
Kaynak: Akşam, 1 Temmuz 1937, Sayfa 6.
Tifo yüzünden meyva yemeğe hasret kaldık
İstanbulun üç büyük hastahanesini dolaştım. Neler gördüm, neler işittim.

Röportajı yapan: Naki Bora
— Eyvah!.. felâket, tifo salgını başladı, artıyor, durdu derken; yine artmıya yüz tuttu diye bir aydır yüreğimizi oynatan, hepimizi göğsünden, kollarından aşı iğnelerile delik deşik ettiren bu âfet hakkında tanınmış doktorlarımız ne düşünüyorlar? Bu suali kendi kendime sorduktan sonra:
— Eh, dedim; günün meselesi kesilen bu işi anlamak bu okuyucular için faydalı bir iş sayılır. Öyle ya; kışın, hayalile geçindiğimiz bol taze meyvalı bu mevsimde tifo korkusile güzelim kayısı, şeftali, kavun, armut, çeşit çeşit erikler insanın iştahını gıcıklarken kendini bunlardan mahrum etmek bence, dünya cennetindeki cehennem azaplarından sayılır.
Önümüzde üzüm mevsimi var. Eğer bu korku daha uzun sürerse, söyle oh! deyinciye kadar bol bir üzüm yemekten de uzak kalacağız demektir. Aramızda öyle göbek sevenler tanırım ki buğulu bir çavuş üzümü salkımının kütür kütür tanelerini dişlerinde ezerken elindeki salkımın duruşunu, olgun ve dolgun vücutlu göz kamaştıran bir kadına değil, bin Venüse değişmez!...
*
Sıcak adamı oturduğu yerde su içinde bırakmıya yetip de artıyor bile... Kalorifer kazanından farksız tramvay arabasında sıcak ve sarsıntıdan oturduğum yerde biraz dalmışım. Kondüktörün:
— Hastahane!
Sesile kendime geldim. Evvelâ kapısını çalacağım sıhhat müesseselerinden «Gureba Hastanesi»ni seçerek işe başlamıştım. Kapıcıya sordum:
— Başhekimi göreceğim.
Beni yukarıdan aşağı süzüp görünürde hastaya benzer bir alâmetimi farkedemiyen kapıcı, elile çukurdaki hastane binasını gösterdi:
— Buradan dolaş, aşağı hastanededir.
Kapıcının gösterdiği yere gittim. Başhehim yoktu. Entaniye lâboratuvarı Şefi Osman Şerefeddini aradım, o da biraz evvel çıkmış. Başhekim odasının önündeki hademeden soruyorum:
— İçeride kimler var?
— Bayların hepsi içerde.
Kapıyı vurdum. Dört beş ağızdan çıkan "gel!" sesine uyarak içeri daldım!...
Odada beş altı iskemle vardı. Bunlardan hiç biri de boş değildi. Müessese doktorları öğle yemeğini sindirmek için olacak, burada tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Odanın ortasında beni görünce, birisi sordu:
— Kimi aradınız?
— Bay Osman Şerefeddini!...
— Ne yapacaksınız?
— Şu tifo salgını hakkında. Son...
Sözümü bitirmiye gerek kalmadı. Odaya koskoca bir tifo mikrobu girmiş gibi bana yan gözle bakan doktorlar bir anda toparlandılar. Bana ne aradığımı soran zat:
— Şimdi burada değiller... başka vakit teşrif edin!...
Diye atlatmıya kalktı... Nedense, şu tifodan doktorlar bizden daha çok korkuyorlar... Amma hastalığın kendinden değil, gazetecilere beyanat vermekten!...
Kıymetli doktorlarımızı fazla kurcalamıya lüzum görmedim. Yüzlerindeki mana bana:
— Haydi Allah aşkına... şu yemek üzeri sohbetimizi böyle korkulu suallerle zehir etme!
Der gibi geldi... Usulca kapıdan çıktım.
*
Yolumun üstünde Haseki hastanesi... onun değerli Başhekimi Nazmi Aziz Selcan vardı. Böyle bir yazı için üstadı çiğneyip geçemezdim tabii!..
Ötedenberi intizam ve mesaisindeki fevkalâdeliğile meşhur bu biricik kadın hastahanemizin önünde dehşetli bir insan ve otomobil kalabalığı göze çarpıyordu. Tam ben kapıdan girerken bir belediye hasta otomobili bir kadın hasta getirdi: Sararış yüzünde ölümün değilse bile, öldürücü bir hastalığın sarı ve vakur manası dolaşan bir genç kadın hasta!
— Nesi var?
Tek kelimeli bir sözle müthiş cevabı verdi:
— Tifo
*
Sertabibin odasına giden kübil koridorda bir hademe kolumdan tuttu:
— Heşt, nereye gidiyon?
— Başhekimi göreceğim.
— Göremezsin...
— Neden? Namahrem midir?..
— Namahrem falan bilmem. Göremezsün didük ua!..
— Ben yabancı değilim; Bay Nazmi Azizi tanırım da...
Hademe bir dakika düşündü; öyle ise get... nah şu odada...
Bu yüksek makamdam (?) müsaade alınca meselenin birinci kısmı halledilmiş oldu... Başhekimin odasına saldım.
Kıymetli doktorumuz Bay Nazmi Aziz, yazı masasının başında oturuyor, önünde ufacık bir acaip bez torba var... Arada sırada bu torbayı alıp başının üstünde tutuyor, sonra yine yerine bırakıyor.
Kısa sözle maksada geçtim.
— Son 24 saatte 37 musap gösteren tifo salgını hakkında...
Burada da sözüm kesildi. Başhekim o esnada bir çay fincanı içersinde önüne getirilen yoğurdu kendine doğru çekerken:
— Ben, dedi, bu hususta söz söyliyecek vaziyette değilim, beni mazur görün, çünkü daha dört gün evvel beni oğlumu bu hastalığın öldürücü ellerinde kaybettim...
18 yaşında genç bir münevver olan Kâmuranın ölümü beni de müteessir etti. Önündeki acaip torbayı tekrar başına götüren başhekim, sözüne şunları da ekledi:
— İşte, rahatsızlığım meydanda... Şu (buz) torbasile bu yoğurt kâsesi arasına sıkışan sıhhatim dört gündür hayli sarsıldı... Size bu hususta malûmat verecek entaniye lâboratuvarı şefimiz Esat Beyi görün rica ederim.
Ciğeri yanan babayı fazla deşemezdim. Lâboratuvarın yolunu tuttum.
Hastahane kapısının dışındaki muztarip çehreli ziyaretçi kalabalığına mukabil iç bahçede baştan ayağa beyaz elbiselerile küme küme şakalaşan -zâhir zaman 2,5 olmasına rağmen paydos vakti olacak- bir çok hemşirenin sesleri, kahkahaları neş'eli bir hava yaratıyor, genç hemşireler, çiçekli bahçeye üşüşmüş kelebek sürülerini andırıyorlardı.
Bunlardan birine lâboratuvarı sordum. Elile bahçenin uzak bir köşesini göstererek:
— Şuraya doğru yürüyün de sorun.
Dedi ve bir saniye için, kendisini arkadaşlarının sohbetinden ayırdığıma muğber olmuş gibi bir çehre ile hemen arkasını dönüp şakrak sürüye karıştı.
Lâboratuvarda Bay Esat yerine Teşrihi Marazî mütehassısı (Halis) i buldum. Üstadla tanıştığım halde söz tifo bahsine geçince mikrop koynuna girmiş gibi bir isticalle:
— Yok, yok: ben bu işlere karışmam... hasta, dünyadaki günlerini tamamladıktan sonra bana gelir... Ben de keser, biçer rapor veririm... Tifodan falan anlamam...
Cevabını yapıştırdı.
Daha salgının ilk günlerinde hariciye koğuşunda bir daireye 22 yatak açtıran Bay Nazmi Aziz, bu yatakların hemen o gün dolduğunu ve müracaat eden hastalara şimdilik randevu verildiğini ve bunların yatak boşaldıkça tedricen yatırılacağını öğrendikten sonra hastahanenin intizamına, mensup ve müstahdemlerinin bu sıhhat ince ve nezaketlerine hayran olarak oradan ayrıldım.
*
Cerrapaşadayım...
Başhekimin merdivenlerini çıkarken, uzaktan, sevimli doktor Üstad Rüştü Çapçı'nın sesini duydum:
— Ziver Bey... biraz gelir misin lütfen!
Üstadın kapısındayım... içerde başasistan Zivere aşı tatbik ediliyor. Hem de bizzat, üstad Rüştü Çapçının nazik ellerile!...
Kapıdan çıkan baş asistana "geçmiş olsun"u bastırdıktan sonra odaya girdim... Üstadla karşı karşıyayım... Başhekim kendine hâs ince nezaket ve yüksek misafirperverliğile karşılıyor:
— Buyurun bakalım... Galiba aşı istiyorsun. Haydi gel, her şey hazırken...
Saygı ile durduğum uerden sözünü kestim:
— Hayır üstadım, aşı için değil; bugünkü iz'acım, şu tifo meselesi...
Üstad gülerek ilâve etti:
— Yoo, bu işde yaya kaldın... gazetecilere beş defa beyanat verdim... artık beyanata paydos...
— Üstadım ben beyanat istemiyorum; sade, bugünkü havadislerde son 48 saatte 37 âşikâr musap kaydedildiğine göre, alınan tedbirlerin faydalı neticesi nedir, sizce bu tedabir kâfi vâfi midir, yoksa alınması icabeden başka tedbirlere de lüzum var mıdır?
— Alınan tedbirler kâfi ve vâfidir; bu hastalığın vâfi çaresi aşılar, kâfi çareler de biz hekimler ve ilâçlardan ibarettir.
— Pekâla üstadım, şu son 48 saatlik musabın artmasına ne buyurulur?
— Eh, elbet 800.000 kişilik bir şehide önlenen bir âfet üstüne bir kova su dökülen bir ateş gibi, bir anda kökünden kesilmez ya!... Alınan tedbirler sayesinde hastalığın seyri önlenmiştir; 10-15 gün içerisinde de kökünden silinip kalkacağına emin olabilirsiniz!..
— Yeni musaplar geliyor mu? Aşı işlerile hastane el'an meşgul müdür?
— Bugün gelen beş hastayı yatırdık... Aşı işine gelince, cayır cayır aşılıyoruz; biraz evvel baş asistan Ziveri kendi elimle aşıladım...
Üstad bir dakika düşündü, sonra gözlerini üstümde dolaştırdı:
— Hem sen aşı oldun mu? Sualini fırlattı... Lâtife için "hayır" diyecek oldum... Masanın başından fırladı:
— Ne? ne dedin? Halka verir telkini diye tam bu senin yaptığın işe derler, haydi bakalım aç göğsünü...
Diye masa üzerinde duran iğnelere sarıldı... Güç halle üstada teminat verdim.
Müsaade alıp odasından çıkarken, nâzık ve (??) doktorumuz, bu işin hulâsını yaptı:
— Alınan tedbirlerin kâfi olduğunu öğrendin ya... Ortada korkulacak bir şey kalmamış, hastalık seyrini kaybetmiştir... Hele aşıyı olduktan sonra çok sevdiğim taze meyva ve çiğ sebzeleri korkmadan yiyebilirsin!...
Kaynak: Son Telgraf, 15 Temmuz 1937, Sayfa 5-6.
Tifo ve Korku
Tifo gidiyor fakat tifo gine gelirse?

Yazan: Hikmet Münir
Gazetelerde okuyorsunuz değil mi? Önce "tifo azalıyor" denilmişti. Sonra "azaldı", diye yazıldı. Nihayet "hemen bitmiş gibidir" şeklinde ilân edildi.
Ve şimdi "bitti" deniyor.
Biraz gözlerimizi arkaya çevirelim.
Aşı istasyonları... gazetelerde sütün sütün yazılar. Yüreğimizde bin helecan. Yiyeceğimiz şeyleri delicesine yıkamak, kaynatmak, soymak, kabak haline getirdikten sonra bin endişe ile yiyebilmek...
Ve bin türlü tavsiyeler:
Kimi tifonun meyveden, kimi sebzeden, kimi kedilerin ayaklarından, kimi havadan, kimi sudan geldiğini söyliyor... Bardağı ağzımıza götüremiyoruz. Tifoya yakalanmaktan korkuyoruz... Musluğa yaklaşamıyoruz; aynı endişeyle... Kedimizi sevemiyoruz.
Meyveyi mahvedip öyle yiyoruz... Canım salatalara veda ettik... Bütün bunlar, henüz bir kaç ay evvel tifo denen menhus hastalık yüzünden şehrimiz ahalisinin düştüğü feci buhranın birer acıklı safhasıdır.
***
Şimdi "tifo bitti" deniyor.
Ya tifo yine gelirse...
Tifo yine gelirse, yukarıki hazin sahneler tekrar canlanacak demektir. "Tarih tekerrürden ibarettir"derler. İstanbulun sıhhat tarihi de, sürekli bir tekrarlanmadan ibaret mi olacak?...
Bana kalırsa biz buna meydan vermemeliyiz. Vermeyebiliriz de...
Geçmekte olan senemiz içinde, tifo menhusuna karşı ne tedbir almıştık?
Ne gibi tedbirlerle ona karşı koymak imkânını araştırmış, bulmuş , üzerinde karar kılmıştık? Onları da daima gözden geçirmeliyiz.
Şehirin kanalizasyon tertibatının mükemmel olması lüzumuna işaret edildi. Suların temiz tutulmasına ehemmiyet vermek icabettiği ileri sürüldü. Halka sıhhî telkinlerde bulunuldu. Bazı çeşmelerin kapatılmasına ve temiz suları en fakir ahalinin semtlerine kadar ulaştırma yollarına baş vuruldu. Bu işler, burada kalmamalıdır.
Tifonun dünkü müthiş hücumu, bugün bir taraftan kış mevsiminin, bir taraftan evvelce almış olduğumuz muvakkat bazı tedbirlerin tesiriyle kesilmişken gelecek yazın güzel, güneşleri günlerini emniyetle ve endişesizce bekleyebilmeliyiz.
Gelecek yaz mevsimi ile birlikte; TİFO GERİ GELMEMELİDİR!
Kaynak: Kurun, 20 Ekim 1937, Sayfa 6.
Kaynak: Cumhuriyet, 4 Mart 1935, Sayfa 14.
İstanbul Doktorlarının Tifo Hakkında Sıhhiye Müdürlüğündeki Toplantısı. Kaynak: Talat Öncü Arşivi.
Dr. M. Mesrop, 1937 Yılında Öğrenciye Tifo Aşısı Yapıldığına Dair Rapor.
Kaynak: Talat Öncü Arşivi.
İstanbul Gureba Hastanesi-Ord.Prof.Dr.E.Frank
Kaynak: Talat Öncü Arşivi.
• Ramazan