Üniversitenin ilk yılları. Kulağımda son ses Elena Ledda Pessa, Galatasaray'dayım. Şarkının da etkisiyle etrafımdaki her binayı, her insanı ilk defa görüyor ve fark ediyorum. Coşkuluyum. O zamanlar “kaybolma” eylemin kendisi; buluşmak için can attığım arkadaşıma bile bu sebeple bir saat geç kalmak beni onurlandırıyor.
Kaybolduğum sokağın sonu; Aslıhan Pasajı. Binanın üstüme yıkılmayacağının garantisini arıyorum. Nafile. Tam bu sırada pasajın nostaljik ve külüstür kimliğine tezat oluşturan sensörlü kapı açılıyor. Küf, kâğıt, merak, toz ve o koku. Artık sorgulamak için çok geç.
Anılar
İçerdeyim. Dokuz, on beş, kırk iki dakika; üç, dört, beş saat; yirmi sekiz gün, dört hafta sonu ve araya giren iki yılın sonunda yedi senedir süregelen bir tanışıklık. İlk gün dükkânına girer girmez sağdaki kitap yığınını devirdiğimde “Burada kitap düşürmüyorsan bir sorun vardır.” telkinini duyduğum Sahaf İsmail Abi. Sayesinde beni anladığına emin olduğum Küçük İskender, Birhan Keskin ve Sami Baydar. Hepsi burada.
Şimdi, iki yılın ardından tekrar Aslıhan'da. İndiğim merdivenlerin sonu; kollarını bana açmış eski bir dost, kavuşma. Tezgâhta duran kitap, fotoğraf ve pullar yabancı. Birinin yeni emanetleri, başkasının eskisi. Sahaf hâlâ emanetçi, geçen ve her daim şimdide kalan zamana eşlikçi, bulunduğu semtin belleği. Yirmi bir yıldır silinmeye çalışılan; sofralar, sohbetler, ideolojiler ve yaşam biçimleri. Evlerde kütüphane, günlük sayfaları, koltuk sırtları; sahafta raflar ve yığınlar arasında. Birkaçını, bugün Beyoğlu’da burnumuzda tüten anlarla değiş tokuş etmek üzere emanet alıyorum. Kulağımda Pessa, Galatasaray’dayım.
Kitapların ve rafların arasında. Beyoğlu’nun çok kültürlü kartvizitini elimde tutuyorum. Üzerindeki numaraları çevirdiğimde yanıt veren kim varsa sorulacak da bir o kadar soru var.
İstanbul, 16 Mart 2023
Rânâ
MAHALLELİ: İsmail İlbey. 1986’dan beri saat 16.10 itibarıyla 12.427.496.347’den fazla sabah dükkânının kepengini açtı, 28.956.746’dan fazla okurla sohbet etti, 7.273.542.922’den fazla çay ısmarladı, 4.721.768’den fazla kitabı yeni emanetçilerine ulaştırdı.
MAHALLE MAHALLE: Elimizde, birinci basım Attila İlhan O Karanlıkta Biz, ahşap taburelerde İsmail Abi’yi dinliyoruz. Beyoğlu'nun sahafları, Aslıhan Pasajı, Galatasaray'da neyi temsil ediyor?
KRİTİK: Sahafa kitaplar nasıl gelir? Toplayıcılar kimlerdir, topladıkları nedir?
SAHAF SÖZLÜĞÜ: Çaycı, örtü, koleksiyoner ve diğerleri.
ROTA: Aslıhan Pasajı'nda mesai boyunca: Ne, ne zaman, nerede?
İsmail İlbey
Aslıhan Pasajı’nda, hasır tabure üstünde, bir elde kitap bir elde çay. Karşıda İsmail İlbey, 1986’dan beri okuyor, okutuyor.

İsmail İlbey. Aslıhan Pasajı’ndaki Ayça Kitabevi’nin sahibi. 1985 yılında yolu mali müşavir olarak çalıştığı Tarhan Han’dan buraya düşüyor. Bir yıl kadar sonra da işinden ayrılıp pasajın içinde kendi sahafını açıyor.
O günden beri saat 16.10 itibarıyla 12.427.496.347’den fazla sabah dükkânının kepengini açtı, 28.956.746’dan fazla okurla sohbet etti, 7.273.542.922’den fazla çay ısmarladı, 4.721.768’den fazla kitabı yeni emanetçilerine ulaştırdı.
Haftanın 7 günü, hafta içleri 09.30-19.00, hafta sonları 11.00-19.00 arasında Aslıhan’da. Pasajda iki dükkânı var. Biri girişin sağındaki üçüncü dükkân diğeri de aynı yolun sonundaki biraz daha büyük olan. İkisinin de ismi aynı. Kirli beyaz sakalı, elinde kitabı ve yerinde durmayan adımlarıyla, gün içinde yolun sonundaki dükkânında değil de girişin oralarda muhtemel üniversite öğrencisi bir okurla konuşmayı tercih ediyor.
Emanetçi, arşivci, semtin belleği: Şimdi neresi?
Sahaf vazgeçilmiş anılara sahip çıkar, biriktirir. Yeniden hayata kazandıran, dönüştürendir.

Mahalle: Galatasaray. Mekân: Aslıhan Pasajı. Mahalleli: İsmail İlbey. Anlatıcı: Rânâ Mengü. Fotoğraflar: Deniz Sabuncu.
Galata’dan Galatasaray’a. Saint Antuan Kilisesi; Hazzopulo ve Aznavur Pasajları geçildi. Çiçek Pasajı az ileride. İstiklâl’de,Taksim ile Tünel meydanları arasında, Tepebaşı’ndan gelen Meşrutiyet Caddesi ile Tophane’den uzanan Boğazkesen Yokuşu’nun kesişme noktasında, tam anlamıyla dörtyol ağzındayız. Mahalleye adını veren, II. Bayezid zamanında yerleşim alanı olmayan bu bölgede sultanın sadık hizmetkârları olan sarayın içoğlanlarını eğitmek üzere kurduğu okul, günümüzün Galatasaray Lisesi, mahallenin hafızasını yaşatan en önemli bina önümüzde. Arkamızda, Şadi Çalık’ın 50. yıl Cumhuriyet Anıtı, Cumartesi Anneleri’nin buluşma noktası. Onun da arkasında Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi, içinde mahalleye bakan İlhan Koman’ın kollarını iki yana açmış kadın heykeli; Akdeniz. Akdeniz; yüz yirmi parça ve her biri bu iç denizi çevreleyen, farklı dilleri konuşan farklı kültürlere sahip ve farklı tanrılara inanan insan topluluklarını simgeliyor. Hepsi bir uyum içinde bir araya geldiğinde önce Akdeniz’i sonra Galatasaray’ı sonra da Beyoğlu’nu; bölgeninin dünü, bugünü ve yarınını oluşturuyor. Kulağımızda Taşkent’in “Biz kültür ve sanatın bankasıyız.” sözü. İstanbul’un, İstanbul’dan gelip geçenlerin, gelip de gidemeyenlerin, toplulukların, tarihin, geleneklerin vekültürlerin hafıza merkezindeyiz şimdi; Beyoğlu’da, Galatasaray’da.
Akdeniz
Emanet ettiğimiz hikâyeye sahip çıkmanın tek yolu: okumak.
Galatasaray meydanından sağa. Sonra sola. Avrupa Pasajı’nın bitişiğindeki Aslıhan Pasajı, namıdiğer Sahaflar Çarşısı kapısındayız şimdi. Kitap kokusu olarak bildiğimiz o küf kokusu eşliğinde katın sonundaki Ayça Kitabevi’ne doğru yürüyoruz. Ayça’ya gelene kadar bir berber, iki kırtasiye ve bir düğme dükkânı geçiyor yanımızdan. Duruyoruz. Bir ses, bir işaret belki dikkatimizi buraya yönlendirdi. 1984’ten beri Aslıhan Pasajı’nın gediklisi İsmail Abi karşılıyor bizi. Girişteki siyah beyaz fotoğrafları, film afişleri ve özenle dizilmiş, sayfaları sararmış kitapları geçip tavana değmek üzere olan kitap yığınları arasında birer tabure çekiyoruz kendimize. “Çay ister misiniz? Sahafın çayı meşhurdur, sohbeti o başlatır.”
Yaşama yetişemeyenlere mucize çözüm: çay
Ayakta raflara göz atarak ara ara elimize aldığımız bir kitabın sayfasını karıştırmak üzere tabureye çökerek İsmail Abi’nin yolunun nasıl buraya vardığını dinlemeye devam. “Aslıhan Pasajı beni seçti. Tepebaşı’nda Tarhan Han’da mâli müşavirdim. Şirketim buraya taşındı ben de pasajla tanıştım. O zamanlar sahaflar yeni yeni geliyordu. Günde 1 TL’ye kitap kiralıyordum. Param yoktu, ertesi güne de para vermemek için her gün bir kitap okuyordum. Sonra pasajda dükkân boşaldı, komşu dükkânlardan arkadaşlarımın yüreklendirmesiyle Aslıhan’da kitabevi açarak buraya yerleştim.” Yıllardır bu işte olmasına karşın İsmail Abi hâlâ kendini sahaf olarak görmüyor. O bir kitapçı. Günümüzdeki sahafların donanımıyla eskilerin donanımı arasında çok fark olduğunu, eskilerin en az üç dil bilip konuşabildiğini vurguluyor. “Onlara bir kitap sorulduğunda sayfasının görseline kadar tarif ederlerdi. Şimdi sattığı kitabı okumamış insanlar sahaflık yapıyor. İnsanlar buraya bizden bir şeyler talep etmeye geliyor. Bir kitap, yazar ya da konu; elimizdekini bilmemiz gerekiyor. Kumaş satanlar nasıl tuttuğu kumaşın yüzde kaçının pamuk yüzde kaçının yün olduğuna hâkimse aynı donanım bizim mesleğimiz için de geçerli. Sahaf kelimesi sayfiye yani sayfadan gelir. Elinde tuttuğun şeyi oluşturan parçaya hâkim olmazsan burada tutunamazsın. Emanet ettiğimiz hikâyeye sahip çıkmanın tek yolu; okumak.”
Aslıhan'da kitap imzalanıyor
Komşusunun anısını yaşatanlar
Pasajlar; zamanında Ermeniler, Yahudiler ve Hristiyanlar’ın işlettiği dükkânlarla, İstanbul’un ilk alışveriş merkezleri. Anı, takas, paylaşım, birikim, kültür. “Sahaf vazgeçilmiş anılara sahip çıkar, onları biriktirir. Yeniden hayata kazandıran, dönüştürendir sahaf. Bir kitap, bardak, kolye ya da fotoğraf. Senin vazgeçtiğin her anı bizim için yeniden kurgulanmaya alan açan bir an ihtimali.” Her yerden gelen kitaba, eşyaya, değiş tokuş kültürüne ev sahipliği yapıyor Aslıhan. Evlerden, işyerlerinden, depolardan toplanıyor kitaplar, Aslıhan'a gelene kadar sokak sokak geziyor; bazen çöpün kenarındaki koliden son dakika tahliye ediliyor, dönüp dolaşıyor, Yol, Aslıhan'da sonlanıyor. Oradan okura emanet ediliyor. Ta ki bir kitaplığın köşesinde, bir koltuk arasında unutulana ve tekrar bulunana kadar.
Mahallede acelesi olanlar
Mütemadiyen hızlı adımlarla gelip geçiliyor Galatasaray’dan. Penceresinin önüne çiçek koyan evler, o telaşla ıskalanıyor. Çiçek Pasajı’ndan karşıya geçip köşeyi döndüğünde Levon Abi değil Izar Abi çay içiyor artık. Kaldırımlarda adım atanların vermeye yerindiği selamlar, kuramadığı renkli sofralar, yaşadıkları bu yeni hayat hangi doğrultuda değişiyor; mahallelisi, turisti kim oluyorsa onu muhafaza ediyor, fark ettirmek için de vitrininin baş köşesinde sergileyerek paylaşılan zamanın ve kültürün koruma merkezi hâline geliyor mahalle sahafları.
Dırıltılar-Zırıltılar
“İtalyanca, Almanca, Osmanlıca, Ermenice, Yunanca, Fransızca, İngilizce, Danca ve Rusça kitaplar var bizde. Kurtuluş’a komşu olduğumuz için Ermenice eserler hep bulunur. Kapanan evler ya da çevredeki dinî yapıların buluşma noktasıyız aslında. Yanımızdaki mahallelerin sahip olduğu çok kültürlülükten kaynaklı bunca farklı dillere sahip kitap arşivimiz. Birlikte yaşadığımız komşumuzun emanetine sahip çıkıyoruz bir nevi.” Bu konuşmadan beş dakika sonra Aksel giriyor içeri. Üniversitede, tezi için Jamanak, Ermenice ժամանակը, zhamanaky (İstanbul'da yayımlanan Ermenice günlük siyasi gazete.) alıyor kucak dolusu. İnternette aradığı bilgileri bulamadığından, bulsa bile içeriğin eksik kaldığından yakınıyor. Sonra da İsmail Abi’ye teşekkür ediyor. “Bizim meslekte söz verilmez. Aradığın bir kitabı ertesi günde bulabilirsin bir ay ya da bir yıl sonra da. Bu yüzden de ‘karşıya veya komşuya bakabilirsin’ cevabını çok sık duyarsın Aslıhan’da. O çocuğun kısmetiymiş bu gazeteler. İşine yarar umarım.” diyor kapalı kapının arkasından gidişini izlerken.
Aşkın Zaferi
İstanbul’un hafızası
Bir çay daha konuyor kalın ciltli İngilizce-Fransızca sözlüğün üzerine. Biz; ayağı ahşap, oturma kısmı hasır örgülü taburelerde. Gelenlerin aradığı kitapların isimleri kulağa çalındıkça defterin bir köşesine not düşünülüyor.
“Albertine Kayıp, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde serisinin yedinci kitabı. İlk kitabını okumadan sonuncusunu almanı önermem. Halil Cibran’ın Ermiş kitabını sevebilirsin belki.” Anlaşıldı. Önce Kayıp Zamanın İzinde serisinin ilk kitabı Swannların Tarafı'nda okunacak belli ki. Sahafların herhangi bir kitapçıdan farkı da budur. Yol haritası belli olsa dahi rotaya yeni bir başlangıç noktası ya da soluklanacak duraklar ekler. Kiminde yeni bir yazarla tanışırsın kiminde yol başka hikâyelere doğru kıvrılır. Rota değişir, dönüşür.
Sırça Köşk
30-35 yaşlarında ABD’li birinden bahsediyor İsmail Abi. Sık sık gelip Ayça Kitabevi’nin girişindeki siyah beyaz fotoğrafların hepsini alırmış. Neden? “Bu soruyu ben de sordum merak edip. Fotoğraflar, ait olduğu kültürün aynasıdır. Çok çeşitli fotoğraflar geliyor buraya. Askerlik, düğün, sünnet, gezi. İstanbul’un kültürünü, yaşayanının profilini öğrendiğini anlattı onlar üzerinden. Sanırım İstanbul’u sevdiğinden karşı kaldırımdaki insanın saygı duyduğu, değer verdiği şeyleri fark etmek istiyor. Tam anlamıyla birlikte yaşayabilmek için bakmaya değil görmeye çalışıyor.”
Beyoğlu; İstanbul’un hafızası, deposu, arşivi. Sokak isimleriyle, kapanan pastaneleriyle; yürürken burnuna gelen yemeğin kokusunun, yolda selam verdiğin komşunun değişmesiyle Beyoğlu’na her gün yeni bir kültür giydirilmeye çalışılarak kimliksizleştiriliyor. Oysa kiliseler, camiler, konsolosluklar, kültür merkezleri, müzeler, sokakta yürürken görülen hayvanı sevmek için durulduğunda verdiği tepki, evlerin terasında içilen içkiler, kurtarılan ya da kurtarılamayan meselelerin toplamı; Beyoğlu, Galatasaray. Bu arşivin koruyucularından belki de en önemlisi hakkında yazılmış kitapları, mektuplara yapıştırılmış pulları, çekilmiş fotoğraflarıyla sahaf ve pasajlar.
Bir zamanların Türkiye'sinin konuşulduğu sofralar
Bir zamanların Türkiye’si; Galatasaray Aslıhan Pasajı’ndaki gibi bulunduğu yeri mahallelisinin bile fark etmesine alan açmayarak; meydanda duran tabelada, bitişiğindeki pasajla arasında 60 metre olduğunu yazarak hikâyelerini, tarihini duyurmayarak ve orayı sadece ayağı takılanın uğradığı bir yer hâline getirerek saklanamaz. O Türkiye bugün sahaflarda. Yırtılmış bir fotoğrafta yan yana duran, sarılan, birbirlerinin gözünün içine bakan Niko ve Ayşe’de; hep birlikte kurulan, sokağa taşan o sofraların anlatıldığı romanlarda, porselen bir oyuncak kedi heykelinin altındaki “kızıma” notunda. 30 yıldır tatil yapmamış İsmail Abi’nin “Aslıhan Pasajı’na gelmek denizde yüzmek kadar ferah.” cümlesinde. O bir zamanların Beyoğlu’su, Galata’sı, Türkiye’si bugün bize emanet edilen kitapların, arasındaki anıların ve değerlerin öncülüğünde tekrar kuruluyor.
Toplayıcılardan toplayıcılara
Bir kültür arşivi nasıl oluşur?

Toplayıcılıktan oluşan bir kültür arşivi olan sahaflar, onlar için toplayan hurdacı, arabacı veya kâğıt toplayıcılarının hüviyet değiştirmesi ve internet kullanımının artması sonucu ağır ağır ilerleyen uzun soluklu bir tehdit altında. Sahafların birikiminin en büyük paydaşlarından biri; toplayıcılar. Bu kişiler; kitap sahipleri, koleksiyonerler ya da apartman görevlileri olduğu kadar aynı zamanda sokakta topladıkları ürünlerden geçimlerini sağlayan hurdacı ve kâğıt toplayıcıları da. Onlar; çöpten, kapanan bir evden ya da kaldırımdan bulduklarını dönüştüren, tekrar kazandırarak kaybolmasını önleyen anı bekçileri. Fakat son yıllarda toplayıcıların sahaflara eskisi kadar uğramadığını öğrendim. Konuştuğum sahaflar bunun temelde iki nedeni olabileceğinden bahsediyor.
Birincisi; dil bariyeri. Kolektif yaşamın parçası olduğu hâlde yapılması tercih edilmeyen çeşitli “pis işler*” var. Bu meslekler; saygınlıktan uzak, zaman zaman görülmeyen, zor ve ağır olmasının yanı sıra yapan kişiyi mental olarak da yıpratan iş kolları.
Günümüzde bu işleri yapanlar hâlâ hak ettikleri saygınlığı göremiyor, işlerinin maddi karşılığını alamıyor. Geçmişte toplumun en yoksul kesiminin yaptığı işlerin bazılarını bugün toplumlarda göçmenler veya dezavantajlı kesimler yapmayı sürdürüyor. Burada da benzer bir durum söz konusu. Türkiye’de bu işleri genellikle Türkçe bilmeyen göçmenler yapıyor. Toplayıcıların çoğu, elinde tuttuğu şeyi okuyamadığından, koruyamıyor.
Eylül Kitabevi’nden Mehmet Ağkuş’a göre sahaf kültürü oluşamadığından adını bile bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz eserler ıslatılıp kâğıda dönüştürülerek yok oluyor. Yaptığı işi “Biz bir şey satmayız, emanet alırız. Emanetçinin bıraktığı şeyi başka bir emanetçiye bırakırken konakladığı yeriz, köprüyüz.” ifadeleriyle tanımlayan Mehmet Abi gibi sahafların arşivlerinin asıl kaynağı toplayıcılar şu an dil bariyerinden belki de ulaştıracakları kaynağı bile bilemiyor.
Unutuyorum hatırlamak isterken
İkinci olası nedense; teknolojinin yaygınlaşması. Bir süre kâğıt toplayıcısı olarak çalıştıktan sonra bir buçuk yıl kadar Aslıhan Pasajı’nda tezgâh açmış şimdi de Beyoğlu’daki Lamelif Sahaf’ın sahibi Oktay Abi’ye göre “Toplayacıların hepsi bir gün o işi bırakabilmek için çalışıyor.” Kendi isteğiyle çöp karıştırmaktan mutlu olan biriyle daha önce tanışıp tanışmadığımı soruyor bana bu cümlesinden hemen sonra. Susuyorum. “Bir yerde işe girebilmek için belirli meziyetlerin olmalı, bunlar toplayıcılara öğretilmeli ancak böyle bu düzen değişebilir.”
“Yükte hafif pahada ağır şeyler toplar toplayıcılar. Kâğıt ucuz, en az 200 kilo toplamak lazım ki kazandığın emeğine değsin. Artık teknoloji sayesinde herkes bilinçlendi, kimse çöpe kitap atmıyor. Onun yerine kitap sahibi internet sitesinde kendi kitabını satıyor ya da toplayıcılar bina görevlileri vasıtasıyla ev sahiplerinin istemediği kitapları alarak sahaflara taşıyor. Günümüzde bu şekilde dönüyor sistem.”
Yrd. Doç. Dr. Emin Toroğlu’nun “Hurdacılık sektörünün kırsal göçlere etkisi” makalesinde şehirlerde yaşayan hurdacıların %30,5’inin bu işi mahallelerde dolaşarak yaptığını vurguluyor. Teknolojinin yaygınlaşmasıyla toplama eyleminin bir kısmı dijitale taşınsa da toplayıcılar bugün hâlâ sahafların en büyük destekçilerinden.
Editörün notu: Yabancı kaynaklarda 3D'ler olarak anılan “Dirty, dangerous and demeaning” Türkçe çevirisi: kirli, tehlikeli ve aşağılayıcı olan kavram, Asya’da türetilmiş bir Amerikan neolojizmidir ve genellikle sendikalı mavi yakalı işçiler tarafından gerçekleştirilen belirli emek türlerini ifade eder. Terim Japonca 3K: kitanai, kiken, kitsui (sırasıyla kirli, tehlikeli, zorlu) ifadesinden geliyor. Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için; Metis yayınlarından Eyal Press’in Pis İşler kitabı okunabilir.
Aslıhan Pasajı özelinde kavramlar içerir. Kelimelere dönüp yeniden bakmayı gerektirir.
Çaycı: Sahaflar çarşısının bel kemiği. Dağıttığı çayla sohbetin başlamasını sağlayan kişi. Erdal Abi. Aslıhan Pasajı aynı zamanda onun evi.
Efemera: Ivır zıvır olarak bilinen eşyaların hepsi. Biriktirilmek amaçlı toplanan, başlangıçta değersiz olarak görülse de sonradan koleksiyonerler sayesinde değeri artan ürünler. Fotoğraf, harita, kartpostal, mektup, sigara kâğıdı, taş plak, pul, film afişi ve bir sahafta bulunabilecek her şey bu kategoriye ait. Pek de gizli olmayan bilgi: Nar Sahaf’ın bir müşterisi sünnet fotoğraflarını toplayarak albüm serisi oluşturuyormuş.
Gizlenen bir koleksiyon
Koleksiyon: Ticari amaçla imal edilen, üretimi bittikten sonra aynı kalitede üretimi devam etmeyen her türlü satın alınabilir eşya.
Koleksiyoner: Topladığı, biriktirdiği ürünün değerine değer katan, tarzı koleksiyonundan anlaşılan kişi.
Sahaf: Okuyan, arşiv tutan ve koruyan, aynı zevklere sahip kişiler arasında köprü kuran, emanetçi, rehber. Farklı isimlere sahip bu kişilerin ortak özelliği dinlemeyi ve soru sordurmayı çok iyi bilmeleridir.
Örtü: Pasaj içindeki sahafların kepenk niyetine vitrindeki kitapları kapatmak için kullandıkları güvenlik sistemi.
Tereke: Ölen kişiden kalan her şey. Sahafların emanetlerinin büyük bir kısmını oluşturuyor.
Toplayıcılar: Hurdacı, arabacı ya da kâğıt toplayıcısı. Buldukları eşyaları sahaflara getirerek kültür arşivinin devamlılığını sağlıyorlar. Sahafların yolunu gözlediği kişiler. Bir sahaf sözü: “Kitap arabada değerlenir.”
Aslıhan Pasajı’nda mesai boyunca
Ne, ne zaman, nerede? Pasajda tezgâh tezgâh, dükkân dükkân, zamanla yarışan ve zamanı kaybeden rota.
Ayça Kitabevi: Bir müşteri. İçeri girdi: eğer yazarın adını yanlış biliyorsa ve kitapla alakası olmadığını hissettirirse kibarca kapının yerini gösterir İsmail Abi. Dükkânda Celal Esad’ın Eski İstanbul kitabının 1328 yılı ilk basımı var. Osmanlıca. Okumasını bilene. Hâlâ orada olması olası.
Destine: Tütsü kokusunu takip edenin kolaylıkla bulabildiği sahaf. İçeride binbir çeşit efemera özellikle de deniz kabukları var.
Doğa Sahaf: Cem Karaca’nın Nem Kaldı? plağı hâlâ orada olabilir de olmayabilir de. Gidip bir bakmak lazım.
Eylül Kitabevi: Girişte sağda, yerde Cihannüma’nın 27-28. sayfaları arasında bulunan 1732 yılında Müteferrika Matbaası’ndan baskısı çıkmış bir Dünya haritası var. Hikâyesini merak eden için Mehmet Abi muhtemelen anlatmak için oradadır.
Kozmos Sahaf: 12.46 henüz açılmamış. Örtünün arasından görüldüğü kadarıyla Attila İlhan’ın Yağmur Kaçağı kitabının ilk baskısı dosya içinde duruyor. Kozmos ise pasajın sonunda, merdivenlerin başında.
Örtünün altındakiler
Nar Sahaf: Siyah beyaz ve renkli dialar. Işığa tutup görmeden önce tahmin yürütmek mümkün.
Sanat Kitabevi: İstanbul mahalle ve sokak gravürleri için. Tezgâhta dosyalar dolusu seçenek var. Galata sokaklarına dair bir gravür artık orada olmayabilir.
Servi Ciltevi: Enes ya da Servi genellikle dükkânda (Ona göre dünyadaki en güzel ağaç servi, bu yüzden kendine servi diye seslenilmesini seviyor.) dergi veya kitap ciltliyor. İçeride Bulak Matbaası’nda basılmış 1835 yılına ait 5. cilt Mesnevi’nin kitap kurtları tarafından yenilmiş kapağı asılı.
Yağmur Kitap: Çocuk kitapları için. Asa Lind’in Kumkurdu kitabını Ayça Kitabevi’nden almıştım. Serinin ikinci kitabı Daha Fazla Kumkurdu’nu arıyorum. 16 Mart Perşembe Saat 18.32. Henüz bulamadım.
Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, pazar. Saat 09.45, 12.00, 15.09, 18.12. Her ziyarette gelenlerin ve gidenlerin değiştiği pasaj: Aslıhan. Hangi kitap kokusunun katip edileceği hangi dükkândan tura başlanacağı, hangi sahafa neyin sorulacağı, vitrindeki siyah beyaz fotoğraf ve kartpostallardan hangisinin anısına sahip çıkılacağı ziyaret edene ve o ana bağlı. “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız” Evet. Aynı sahafta iki kez aynı kitabı bulamazsın. Evet. Alışverişin edilen sohbetle değiştiği kültürle tanışmaya, kendi akışını bulmaya, Aslıhan Pasajı’na. İlk durak?
8907
Antalya Erenköy Halk Kütüphanesi’ndeki 813.42 numaralı okur,
Sami Baydar’ın 1990 yılında yayımlanmış Dünyadan Çıkış Yolları kitabın 2017 yılında Aslıhan Pasajı’ndaki Ayça Kitabevi’nden İsmail Abi sayesinde elimize geçti. Altını çizdiğin yerlere yenilerini ekledik. Sırrın bizimle güvende, aklın kalmasın. 1991 yılında yayımlanan öyküsünün devamını okumak istersen Dünyada Anılara Bakıyorum şu anlık bizimle birlikte. Okumak istersen: s[email protected]