Fihrist
Analiz
Kriz Masası
ANGST İnsanları
?

🟣 ANGST 11: TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK

Türkiye'de kadın olmak ne demek? "İstanbul Sözleşmesi yaşatır" beyanının kesinliğinin farkında mıyız? Kişisel olan politik mi?

Doğduğumdan beri kadın atanan vücudumda bulunuyorum. Bir süre daha bu bedenin içinde, natrans kadın deneyimimle yaşamaya devam edeceğim kesin. Bu yolculuğu ayrıcalıklarımın farkında, mücadeleme sarılarak geçirmek istiyorum. Bunun için her gün sorgulamaya devam etmem, yüklendiklerime "Bunu da sırtlanmaya gerek var mı?" diye sormam elzem. 

Bazı günler deneyimlerimden yoruluyorum. Bazıları ayrıcalıklarımı mobilize etmem gerektiğini hatırlatıyor. Bazılarını da düşünmeden geçirebildiğimi sanıyorum fakat tetiklenecek binbir tür şey var — patriyarkal gerçekliğimiz, otoriter iktidar ikliminin tam ortası, 2002'den beri ilmek ilmek işlenen dönüşümün çöküş dönemi. İşte benim 20'li yaşlarım. Bütün bunların ortasında 22 Eylül 2020'de Medyascope'ta gerçekleşen bir yayında söylediğim gibi: "Ben kadınlardan ve queer feminizmden güç buluyorum."

Kadınkırımın tam ortasında, TERF'lerin nefret söylemlerinin kucağında, özneliğin yükü altında ve farkındalıkların ağırlığıyla bugün Türkiye'de kadın olmayı konuşacağız. Analiz'de Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği'nden Berfu Şeker'le otoriterleşme, İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet karşıtlığına eğiliyoruz; Kriz Masası'nda bağımsız gazeteci ve Herkes İstediği Gibi Yaşasın'ın yazarlarından Büşra Cebeci'yle Türkiye'de kadın olmayı irdeleyerek hikâyelere odaklanıyoruz; ANGST İnsanları'nda bianet'te kadın ve LGBTİ+ editörü Evrim Kepenek konuğumuz.

İllüstrasyon: Burka Bayram


İÇİNDEKİLER: 

FİHRİST: Türkiye'de kadın olmak 101

ANALİZ: Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği'nden Berfu Şeker'le otoriterleşme, İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet karşıtlığı

KRİZ MASASI: Herkes İstediği Gibi Yaşasın'ın yazarı, serbest gazeteci Büşra Cebeci'yle 

ANGST İNSANLARI: bianet'te kadın ve LGBTİ+ editörü Evrim Kepenek

İstanbul Sözleşmesi yaşatır,
Alara

Angst

Angst

Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.

Fihrist

 Kadınlık deneyimi: "Kadınlık, kendiliğinden bir varoluş değil, çeşitli ‘gereklilik’lerin karşılanması şartına bağlı bir mevki, bir hal, bir durum olduğunun ifadeleri aynı zamanda. Yani, kadını kadın yapan şeyin, doğumundan verili biyolojik özellikleri değil, kendisinden beklenenlerdir. (...) Kimi toplumsal cinsiyet teorisyenleri ‘kadınlık durumu’na hafıza der, kimi geçmiş yaşam pratiği, kimi öğrenilmiş bilgi, kimi şartlandırılmış bilinç. Bunların tamamının işaret ettiği noktada duran şey ‘deneyim’dir, kadınlık deneyimi."

İstanbul Sözleşmesi: 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi ismiyle anılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kısaca kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması ve bu amaçlar için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlanması ve bu konularda uluslararası iş birliğinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. 

  • Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olmasına rağmen Türkiye Temmuz 2021'de resmî olarak sözleşmeden çekildi.

Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareket (Anti-Gender Movement): Özellikle 2000’li yıllardan itibaren Avrupa ve ABD'de etkili hâle gelen hareketler. Bulundukları ülke ve coğrafyanın bağlamına göre eylemlerin odak noktaları değişmekle birlikte toplumsal cinsiyet eşitliğine, eşcinsel çiftlerin evlilik, üreme ve evlat edinme haklarına, kürtaj hakkına, okullarda verilen cinsellik eğitimlerine, üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet çalışmalarına karşı çıkılıyor.

  • Bu hareketler kadın ve erkeğin özü itibarıyla birbirinden farklı, birbirinin tamamlayıcısı olduğunu ve heteroseksüel çiftlerin evlilik yoluyla kurduğu çekirdek ailenin doğal aile olduğunu savunuyorlar. 
  • Feminist ve LGBTİ+ hareketlerin hak taleplerinin doğal aile yapısına ve insan doğasına aykırı olduğunu öne sürerek bu alandaki hak kazanımlarının doğal aileyi tehlikeye attığını söylüyor; bu hareketlerin "sapkın" fikirler yaydığını söyleyerek kendilerini bu hareketlerin hak talepleri karşısında konumlandırıyorlar.
Analiz

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR

Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği'nden Berfu Şeker'le otoriterleşme, İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerine.

Berfu Şeker

“Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler sadece gerici değil, aynı zamanda giderek otoriterleşen hükümetleri destekleyen faşist eğilimlerdir.” — Judith Butler

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz ve meşru olmayan bir şekilde çekilmesi dünyada giderek artan otoriter eğilimlerin de sonucu. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasının otoriter liderler tarafından yönetildiği tahmin ediliyor. Çoğunluğun oyunu alanın, normatif kimlikler dışında kalan herkesi düşmanlaştırdığı, kutuplaştıran popülist dil aracılığıyla hem hedef hem de tehdit unsuru olarak işaretlediği bu politik ortamda, feministler ve LGBTİ+’lar hetero-patriyarkal toplumsal cinsiyet rejiminden başlayarak tüm sömürü, ezme ve ezilme biçimleriyle ilgili sistemsel dönüşüm talep ettikleri için en çok saldırı altında olanlar. 

İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu


Kolay değil, on yıllar süren mücadeleler sonucu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı zulme karşı pek çok kazanım elde ettik. Dünyanın çeşitli ülkelerinde kürtaj hakkı, eşcinsel evlilik ve trans hakları yasalar aracılığıyla tanınmaya devam ediyor — bunlarla ilgili küresel bağlamda politikaların üretimi için uluslararası mekanizmalar, sözleşmeler, kurumlar, uzman grupları oluşturuluyor.

Mücadele ve kazanılanlar

Bugün elde ettiğimiz kazanımların uluslararası alanda hak olarak tanınmaya başlandığı 90’lı yıllarda hem politik hem de düşünsel anlamda da önemli gelişmeler oluyordu. Queer kuram ve hareket, toplumsal cinsiyet kavramının tanımını genişleterek feminizmin öznesi tartışmalarını ve toplumsal cinsiyetin sınırlarını genişletiyordu ikili cinsiyet sisteminin eleştirisini gündemleştiriyordu. Heteronormatif edimleri performatif bir şekilde ters düz ederek gündelik hayatı dönüştürme pratiklerini hayata geçiriyordu. 

Birleşmiş Milletler bünyesinde 1994 ve 1995 yıllarında peş peşe düzenlenen iki konferansın sonucunda toplumsal cinsiyet kavramı ilk kez BM tarafından kullanılmaya başlanıyor ve kürtaj hakkı başta olmak üzere cinsel hakların insan hakları olduğu kabul ediliyor. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkması için yasalar, uluslararası sözleşmeler ve politikalar oluşturulmasına, dolayısıyla erkek egemen sistemin nüfus politikaları, cinsiyetçi yasalar ve kurumlar aracılığıyla bedenlerimiz üzerinde kurduğu iktidarının sarsılmasına yol açıyor.

Toplumsal cinsiyet karşıtlığı

Vatikan gibi ülkeler özcü tezlerini sarsan bu gelişmelerden oldukça rahatsız oldular çünkü onlara göre kadınlarla erkekler "fıtrata göre farklı" yaradılıştan gelen bu durum ve bunlara bağlı rolleri var ve birbirlerinin tamamlayıcısılar. Burada Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini hatırlamakta fayda var: “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcıdır).”

Toplumsal cinsiyet eşitliği düşüncesi bu görüşü derinden sarsıyor, bu sebeple tüm toplumsal  korkuların altında toplanabileceği “toplumsal cinsiyet ideolojisi” kavramını ortaya atarak toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin oluşması için küresel ağlar kurmaya başlanıyor. 

Bu küresel ağlar, akademi, BM, AB, sivil toplum, medya kuruluşları gibi alanlara girerek toplumsal cinsiyet karşıtlığı adı altında toplumsal paranoyaları toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ hakları üzerinden harekete geçirmek üzere sistemli ve örgütlü bir şekilde çalışıyor. Türkiye, Brezilya, ABD, Macaristan ve Polonya’da olduğu gibi bu düşünceleri savunan otoriterler iktidara geliyor ya da bu söylemleri benimseyerek iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.

Polonya'da kürtaj yasağı protestolarından, #StrajkKobiet
Fotoğraf: Omar Marques


Otoriterleşme ve İstanbul Sözleşmesi

2010’lardan sonra iyice görünürlük ve etki alanı kazanmaya başlayan toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler bazı yerlerde insan hakları karşıtı hareketler olarak da karşımıza çıkıyor. Devletlerin hesap verebilirliğini sağlamak üzere oluşturulan BM, Avrupa Konseyi gibi kurumlar toplumsal cinsiyet karşıtları tarafından hedef alınıyor. Millî egemenlik söylemleri altında patriyarkanın çıkarları koruma altına alınıyor.

Örneğin Macaristan, Slovakya, Bulgaristan, Latviya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler Vatikan’ın başlattığı, Rusya’nın ve ABD'nin yükselttiği toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerinden İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamadılar. Türkiye’yle yakın ilişkileri bulunan sağcı Polonya hükümeti Türkiye’nin hemen ardından sözleşmeden çekilmek için parlamentoya bir yasa teklifi sundu. Bu yasa kabul edilmese de Polonya’nın sözleşmeden çekilerek Aile Hakları Sözleşmesi oluşturma niyetinin olduğu biliniyor. 

Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanması, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerini geçirmesi nedeniyle “aile yapısını bozduğunu,” bunun “Batı’nın dayatması” ve “yerli ve millî bir sözleşme” yapılması gerektiğini savunan iktidarın söylemleri bu küresel hareketin söylemleriyle örtüşüyor.

İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı tek adamın kararıyla Türkiye’nin çekilmiş olmasını tüm bu küresel gelişmeler bağlamında da düşünmek gerekiyor. Bu hareketler tarafından hedef alınan feminist ve LGBTİ+’ların birlikte mücadele etmesi, ittifakların diğer hak temelli hareketlerle de kurulması elzem.

Judith Butler’ın da dediği gibi zaman, antifaşist dayanışma zamanı.” Zaman ulusötesi mücadele ağlarını güçlendirmenin, birlikte mücadelenin, kesişimsel yaklaşımların zamanı. Zaman queer feminizmin açtığı imkânları hayata geçirme zamanı.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Kriz Masası

HERKES İSTEDİĞİ GİBİ YAŞASIN

Bağımsızlığını hayatının her alanına yayan bağımsız gazeteci: Büşra.

Bağımsız gazeteci ve Herkes İstediği Gibi Yaşasın'ın yazarlarından Büşra Cebeci'yle Türkiye'de kadın olmak üzerine konuşuyoruz.


Röportaj: Alara Demirel

"Türkiye'de kadın olmak" senin için ne demek? Bu doğrultuda deneyimlerin nasıl şekillendi?

İçine doğduğumuz dünyada kadın olmak başlı başına bir mücadele alanı ya da sebebi. Yetişkinlik dönemimize erişene kadar çocukluk, ergenlik, ilk gençlik dönemlerimiz çoğumuzun içinde yaralar bırakıyor. Yama yapa yapa kendimizi büyütüp o hâlimizle de ciddi bir mücadelenin içerisinde yer alıyoruz, bu yamaların boyutuna göre de yer yer kimimiz daha agresifiz belki.

Şimdi hatırlıyorum da kız çocuğuyken "erkek gibi" giyinip erkek jargonuyla konuşurdum mahallede. Küçücük yaşta bile erkek çocuklarının konforlu alanının peşindeymişim sanki. Lisede eve daha geç girmek için bir markette çalışmaya başlamıştım, işten çıktığımda kendimi o kadar özgür hissediyordum ki günde 12 saat çalışmak da aylık 500 lira maaş da canımı sıkmıyordu.

Üniversiteyi bitirip İstanbul’a geldiğimde aileme “Zorunlu staj yapmam lazım,” demek zorundaydım çünkü benim yanlarından ayrılıp başka bir şehre yerleşmem hayali bile kurulacak bir şey değildi. Başarısız olma gibi bir seçeceğim yoktu — kadın olmanın bendeki en büyük yüklerinden biri buydu, sürekli “Başarısız olursan aile evine dönersin,” motivasyonuyla sırtlandım çoğu şeyi.

O kadar uzun bir süre başarısız olmaktan korktum ve kimseye belli etmemeye çalıştım ki hâlim kalmadığında bile kendimi, ruhumu, bedenimi çok fazla zorladım. “Bunu yapabilir misin?” denen hiçbir şeyi geri çevirmedim; öğrenmek için çabaladım, öğrendikçe iş yüküm arttı; kendimi daha fazla zorladım; daha fazla şey yapabildiğimde takdir yerine daha yetersiz görülmeye başladım çünkü artık daha fazla efor sarf etmem bekleniyordu. 

Erkeklerin hâlâ epey egemen olduğu bir sektördeyim ve kadın olarak burada yer almak gerçekten zor. Başarılı olmak için yaptığınız her şey, bir erkek tarafından rahatlıkla “Kadın olmanın pozitif ayrımcılığı” olarak adlandırılabiliyor. Yoruldum deme hakkınız, zayıf olma hakkınız elinizden alınıyor. Fark ettim ki önceden “Ne kadar güçlüsün!” dendiğinde bu hoşuma giderdi. Şimdi bunu duyunca söyleyenin ağzına bir tane çarpasım geliyor. Hayır, güçlü olmak zorunda değilim, siz bana insan gibi davranmak zorundasınız,” diye bağırmak istiyorum.

Büşra


Feminist politika gündelik pratiklerine nasıl yansıyor? Kendini bu hareketlerin neresinde konumlandırıyorsun?

Dediğim gibi, deneyimlerimiz sonucu kimimiz daha agresifleşebiliyoruz. Bu bir savunma mekanizması belki de. Bu gibi savunma mekanizmaları, etrafımızdaki insanları, o insanların bize karşı tavrını belirliyor. Artık karşımıza geçip apır sapır konuşma hakkını çoğu kişi kendinde bulamıyor ve her meseleye rahat rahat salça olabiliyorum. 

Bunun için de daha iyi bir meslek düşünemiyorum — gazetecilik biçilmiş kaftan. Başka kadınların hikayelerini anlatmak, paylaşmak, kimisinin de yüzüne çatır çatır vurmak gibi bir yerde konumlanıyorum bu noktada. Örneğin nafaka mağduru erkekler ağlıyor mu? Çoğu kadının bırakın nafaka talep etmeyi, hayatta kalabilmek için köşe bucak nasıl saklandıklarını bu “aşırı mağdur” erkek bireylerin suratına çarpıveriyorum.

Asla unutamadığım bir röportajım vardı. Kadın şiddet gördüğü kocasından kaçıp, boşanma davası açıyor, "Erkek çocuğu göreceğim!" diye yeri göğü inlettikten sonra çocuğu bir inşaattan atmaya çalışıyordu. Bu anın haber videosunu izleyip günlerce kendime gelememiştim. Sadece bir röportajla bile bu erkeklerin tüm iddiaları çökmüştü. 

Kadın nafaka bile talep edememişti; çocuk için mahkemece belirlenen 100 TL bile bu erkek tarafından asla ödenmemişti; “Biz çocuklarımızı polis kontrolünde görüyoruz,” diye zırlayan erkeklere bunun ne kadar doğru bir uygulama olduğu bir örnek üzerinden bile kanıtlanmıştı. Mesleğim bu noktada benim için müthiş bir mücadele zemini ve bu alanı tutmaya devam etmek beni de mesleğe ve hayata bağlıyor.

Gazetecilik deneyimin, kendi hikâyeni mikro-tarih anlatıcılığı değerinde paylaşışın bana "Kişisel olan politiktir," söylemini hatırlatıyor. Bunun hayatına yansıdığını düşünüyor musun?

Akla mantığa uymayan her şey haber değeri taşıyor ve ben haberlerimi çoğu kez kendi hayatıma mercek tutarak buluyorum. Ortalama bir insanım; ortalama bir kadının yaşadığı hayattan fazlasını yaşamıyorum, korkularımız ve endişelerimiz, çoğu derdimiz gerçekten ortak. Biliyorum ki hiçbir şey bana özgü değil, benim başıma gelenin bin türlüsü bir sürü insanın başına geliyor. Birden fazla hikâyeyle ortaya çıkan ürün de bunu tüketen pek çok insanı hem doyuruyor hem de aynı sorunla cebelleşen insanı güçlü kılıyor. 

Şimdiye dek aldığım çoğu geri dönüş bu şekilde, Artık kendimi yalnız hissetmiyorum,” diyen pek çok insan var, mesaj kutularım buna benzer mesajlarla ağzına kadar dolu. Tüm bunlar elbette beni de güçlü kılıyor çünkü yalnız ve tuhaf hissetmenin ne olduğunu ben de çok iyi biliyorum ve bu noktada okuyucuyla güzel bir alışverişimiz var. İki taraf da birbirini güçlü kılıyor.

"İranlı ve Türkiyeli kadınlara, onların mücadelesine yakışması dileğiyle." — Büşra


Herkes İstediği Gibi Yaşasın ve Türkiye’deki iktidarın otoriterleşmesi ve kutuplaştırıcı siyasete devam etmesi bağlamında nerelerde ortaklık görüyorsun?

Kitabın ortaya çıkışı asla bir dine, ideolojiye bağlı insanları incitmek, eleştirmek, yargılamak için değil. Amaç tam da bahsettiğin gibi otoriterliğini her gün iyiden iyiye hissettiren muhafazakar iktidarın kutuplaştırıcı söyleminin kadınları nasıl bir yalnızlığa, çaresizliğe ittiğini ve baskı altına aldığını göstermek. Bu noktada çok içime de sindi çünkü biz sadece var olan durumun fotoğrafını çekip insanlarla paylaştık. 

Durum öyle absürd ki üzerine doğru düzgün yorum yapmaya bile gerek kalmadı. “Neler oluyor?” veya “Biz ne yaşıyoruz?” sadece derli toplu anlatarak ve aktararak pek çok insanın hayatına dokunabiliyorsunuz. Bu kitabın bana öğrettiği şey bu.

Kitapta sadece başörtüsünü çıkaran kadınların öyküleri var — sunuş ve sonuç bölümünde özellikle üzerinde durduğum, uzun zamandır gözlemlediğim bir mesele daha bulunuyor. Muhafazakar iktidar, “kolladığını” ve haklar “lütfettiğini” iddia ettiği başörtülü, dindar kadınların üzerinde nasıl bir baskı oluşturuyor?

Başörtülü olmanın sadece bundan olmaktan ibaret olmadığını, kadınların her eylemlerini dizginleyen, belirleyen; kamuya, yargılamaya, eleştirmeye açık hâle getiren bir nesne olduğunu açık açık anlatmak benim için çok önemli — birçok kadının da sırf bu sebeplerden başörtüsüne veda ettiği hikâyelerde de açıkça görülüyor. 

Kadınlar, var oldukları her alanda bu lütfedildiği iddia edilen haklarının yüzüne vurulmasından bıkmış hâlde. “Makul” başörtülü olmamak, çoğu zaman başörtüsüz olmaktan daha zor çünkü o örtü büyük bir kesim ve iktidar için “sen bizdensin”in göstergesi hâline gelmiş durumda. Çok fazla kadın bu algı kırmak için inanılmaz bir direniş gösteriyor.

Editörün notu: Büşra Cebeci'nin YouTube kanalına buradan ulaşabilirsin.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
ANGST İnsanları

EVRİM KEPENEK

Kadın ve LGBTİ+ editörü.

ANGST İnsanları'nda iklim krizi, azınlık hakları, kimlik politikaları, döngüsel ekonomi ve aktivist kültürlerle ilgilenen, bunları kendi meselesi hâline getirenleri yakından tanıyoruz. Beşinci konuğumuz bianet'te kadın ve LGBTİ+ editörlüğü yapan; bianet erkek şiddeti çetelesini hazırlayan ve toplumsal cinsiyet odaklı habercilik tarzını yaymaya çabalayan Evrim Kepenek.


Röportaj: Alara Demirel

Temsil meselesi, bir gazeteci olarak gündelik pratiklerine en yansıyan meselelerden biri. Kendini bu hareketlerin neresinde konumlandırıyorsun ve bunu haber diline nasıl yansıtıyorsun?

Türkiye’de maalesef hayatın her alanında olduğu gibi kadınlar “değersizleştiriliyor” ve “yok sayılıyor.” Kadın gazeteciler de öyle — daha doğrusu öyleydi. Özellikle Feminist Hareketi’nin mücadelesi ve kadın gazetecilerin bu sorunu dillendirmeleri ile bu konuda adımlar atıldı. Geçmişe göre şu anda kadın gazeteciler daha güçlü bir şekilde medyada yer alıyor. Birçok alternatif kanalda kadın gazetecileri de yönetici olarak görmeye başladık. Bu da sözünü ettiğim durumun iyileşmenin kanıtı gibi. Elbette yetmez, yetmiyor. 

Nasıl ki Türkiye’de kadın hareketi önemli bir muhalefetse ise kadın gazeteciler de medyada bir devrim sürecinin içinde ve ilerleyişinde. Haberde kurduğumuz dil çok önemli — şiddeti yeniden üretmemeli, kadınlara ve çocuklara yeniden zarar vermemeli. Bu dilin niyetini ortaya koyarsak sonrası zaten yansıyor dilimize.

Türkiye'de kadınlık deneyimine sahip bir gazeteci olmak gündelik hayatına nasıl yansıyor? "Bugün de bununla ilgilenmeyeyim," diyemediğin bir gündemde kendini nasıl koruyorsun?

Korumuyorsun — rüyamda öldürülen kadıları, istismar edilen çocukları görüyorum. Bu benim hayatımı çok derinden etkiliyor ama bu sorun değil. Çünkü kadınlar ve çocuklar Türkiye'de büyük bir risk altında ve tam da bu nedenle bu sorunların üzerine gitmek, daha da görünür yapmak gerekiyor.

Artık otobüste, sokakta veya yemek yerken — her yerde — meselelere kadın erkek eşitliği açısından bakıyorum. Yani ben haberimi yazarken sadece benden bir şeyler almıyor, beni de güçlendiriyor. İki yönlü bir habercilik. “Özel alan politiktir,” ilkesi kadın bir gazeteci olmakla birebir örtüşüyor. Hiçbir konu benden bağımsız değil; hiçbir konu tam olarak benimle de ilgili değil. Bir sistem sorunu var ve bu sistematikleşmiş patriyarka sorununu gündeme getiriyorum. Zor ve zahmetli ama yapılması gereken bir habercilik. 

Evrim


Şanslıyım ki bianet’in kurulduğundan beri toplumsal cinsiyete dayalı bir yayın politikası, birikmiş bir bilgi var — ben üzerine yenilerini ekleyip paylaşıyorum. Diyorum ya, bu konuda şanslıyım ve destekleniyorum. Bu verilen kıymetinin farkındayım. Okur da aynı şekilde beni destekliyor. Bunu hissetmek çok iyi geliyor insana, çalışma gücü veriyor. Elbette “Bir dur," dediğim günle de, anlık durmalarım da oluyor. Bunu gün içinde de zaman zaman yapıyorum.

Hakkımda bir soruşturma açıldı ve farklı farklı kadın hareketlerinden destek mesajları geldi. Bu inanın çok önemli ve insanı ertesi gün daha güçlü uyandırıyor — tüm destekçi kadınlara ve LGBTİ+’lara özel olarak teşekkür etmek istiyorum. 

Kadın hakları ve LGBTİ+ haberlerini köşene taşıyorsun. Türkiye'de bu konuları ele almak nasıl bir deneyim? Seni en zorlayan ayrıntılar neler?

Bu soru çok kıymetli. Beni zorlayan elbette bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün yeterince olmaması ve haberin kıymetinin bilinmemesi. Köşemde kadın bir akademisyenin sorununu gündeme getirdiğimde devlet yetkililerinden “Bu haberi yayından kaldır!” diye telefon alabiliyorum. Habere “Bu bir haber ve bir kadının derdi gündeme getiriliyor. Bu sorunu araştırıp çözeyim. İyi ki bu gazeteci sorunu gündemime taşıdı,” diyerek bakmıyor. Yaşadığım en büyük sorun bu. 

Tam bu nedenle sanki yazılarımın “ağlaklık” olarak algılandığını hissediyorum. Oysa onların amacı “Burada bir sorun var, çözün,” demek üzere kurulu. 

Her daim dayanışmayla.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
?


❓ Instagram'da da aramıza katıl, soruları birlikte soralım: @ANGSTNEWSLETTER

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Angst

Angst

Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.

YAZARLAR

Angst

Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.

İLGİLİ BAŞLIKLAR

toplumsal cinsiyet

Kadınlık deneyimi

kadınlık

Yönelik

ayrımcılık

İstanbul Sözleşmesi

İstanbul

Avrupa Konseyi Sözleş

+22 more

İLGİLİ OKUMALAR

0%

;