Ayvalık'a 10 kilometre kaldığı yazıyor tabelada. Çocukluğumun tekerrür eden tatillerini anımsıyorum. O senaryoda varılan Yeni Foça fakat şu anda zihnimde canlanan duygu aynı. Her yaz geri dönülen yerlere yaklaştığında içinde hissettiğin his. Bunun bir adı olmalı diye sesli düşünüyorum, Elif Ayvalık'ta yapılacakları not aldığı deftere, Mor Salkım'ın hemen altına yazıyor. "Sarp'ların evi Fethiye Mahallesi'ndeydi değil mi?" diye soruyor. Onaylıyorum başımla. "AIMA'yı da unutmayalım." Yolun, varılan yer değil, tasarlanan süreç olduğunu düşünüyorum. Ayvalık heyecanımız arabanın arka koltuğunda, aramıza yerleştirdiğimiz çantaları masa gibi kullandığımız alanda, görülecek yer, konuşulacak insan isimleriyle şekilleniyor. Sonrası, hayatın planları sallamayan fevri akışı.
Başka Sinema Ayvalık Film Festivali'ne dört yıldır geliyorum, bir yılı pandemi sebebiyle fiziken yok: 2018/2019/2021. Gündüzleri tişörtle gezdiğim sokaklarda akşam kazakla dolaşıyor, Kuzey Ege rüzgârında üşüyor, geceleri Madra House binası önünde kimin kaç film izlediğinin sohbetleri arasında kayboluyor, kaçırdıklarımı ertesi gün veya sonrakinde yeniden yakalıyorum. Her sene, gelmeden birkaç gün önce Sarp ve Görkem'i arıyor, on dakikada üzerimizden geçmiş yılın, onun içerisinde es geçtiklerimizin özetini yapıyor, "Ayvalık'a varır varmaz arayacağım!" diyerek telefonu kapatıyorum. Bu, lafta kalan buluşma isteklerinden biri değil — otele eşyaları, kendimizi sokaklara attıktan sonra yaptığım.
Ayvalık'ın denize açılan iskelelerinden biri
İlk ne zaman tanıştığımı anımsayamadığım insanlardan Sarp. Asmalı Mescit Babylon'un asma katında sol arkada dönen muhabbetlerin ortasında mı, caz festivallerinde anonsların bilinmeyen yüzü olduğu zamanlarda mı, Le Cool İstanbul'un editörlüğünü yaptığı yıllarda mı, yoksa bir DJ seti sırasında "Çok iyi çaldın!" diye yanına gittiğim gecelerde mi? Hayat, pek çok noktada kesiştiriyor bizi. Belki de ondan Tünel'den Büyükada'ya, oradan Ayvalık'a uzanan yolculuğunun parçası oluyorum. Astro yanımızda uyuyor, Juno ışıkları kovalıyor, Roko heyecan içerisinde; Görkem Zoom toplantılarını bitirmiş, oturuyoruz yine, bir sonbahar gününde. Roman Mahallesi'nin köşesindeki neoklasik binanın kış bahçesinde yaşamın yavaşlamasını, göçtüğün yere yanında getirdiklerini; Ayvalık'ın soylulaştırılmasını; Tipota'nın makarnalarını, Onbeş'in vegan pizzalarını; ikinci kattan sokağa atılan çöpleri, o çöplerde yemek arayan hayvanları; evlerin eski ve zayıf altyapılarını, genelde üst katları ahşap ve alt katları taş olduğundan elden geçirmenin masrafını, terk edilince kendini bırakan ahşabı; 3500 Rum evi içinde Fırat (Aykaç)'ın çökmekten kurtardıklarını; Kuzey Ege'nin kalender, kapı önünde muhabbete dalan, hafta sonları düğün dernek neşelenen, sabah günaydınından sonra "Otur, bir çay iç," ısrarını esirgemeyen insanlarını konuşuyoruz. Eskiciler Pasajı'nda Giritli Hakan'a uğramamız gerek.
Kökleri zeytin ağacına benzediği için zamandan bağımsız yaşamını sürdüren arkadaşlıklara verilen bir isim olmalı. "Dönüş yolunda da bunu düşünelim," diyorum Elif'e. Belki de İstanbul'a gidiş yolumuzdur o. Ayvalık havasını soluduktan sonra vardığımız yer başka. Her yolculuktan sonra biz gibi.
Hazal
SOLİ
Seyahat ve kültür yayını SOLİ, şehirleri ve içindeki farklı kültürel toplulukları araştırmak üzere mahallelere ve mahallelilerin hikâyelerine odaklanıyor.