Saat 09.45. Yer; Lüleci Hendek’ten Lüleciler’e. Sokakta; mahmur kediler, ellerinde kahveleri Parizyenler, boyunlarında fotoğraf makineleriyle Cenovalılar, fırının odununu ateşe vermeye gidenler ve Tayfun Spor Kulübü’nde sabah ilk çaylarını içmek üzere yola koyulanlar. Ben, gündüz düşleri göre göre ofise yürüyorum.
Saat 15.55. Meclis-i Mebusan, Boğaz’a sıfır noktasında. Konserve tıkışıklığında kafe ve restoranlar yan yana, onların da pek keyfi yok bu durumdan. İçindekiler yalnızca bugün buradalar, yarın gidecekler. Keyifleri nicedir? Boğaz’a yakın olmak üzere, bedelini ödedikleri sandalyedeler. Nice olsun. Aslında göz alabildiğine deniz ama doğru yerden bakmasını bilene. Prenses Cruise, izin verdiğince. Ben, uzunca bir süre denizi göremeden vapura gidiyorum.
Tophane'ye inen yokuşlar
Saat 18.15. Boğazkesen’den İtalyan’a istikâmet. Defterdar Yokuşu’na doğru işte, öyle bilene. Lüleci’deki parkta çocuklar oynuyor. Cızbız köfte dumanaltı, önünde üç beş turist ve Adnan Amca. Galeride açılış için hazırlık var gibi. Kavuncu, rol çalıyor brandasıyla. O sırada gökyüzünde bir telaşe. Gün battı batacak. Sırtını Boğazkesen’e verip yokuşu ters ters çıkarsan 18.00 dolaylarının turuncusu ve Galata Kulesi arz-ı endam etmekte, dümdüz çıkarsan sağında Tophane-i Amire dimdik semti beklemekte, birkaç ağaç da nöbette. Ben, gökyüzüne baka baka eve doğru yol alıyorum.
Saat 21.03 oldu. Tophane, yaşamaya devam ediyor. 15. yüzyıldan da selam çakıyor, 21. yüzyılın bedellerine hapsolanları da hatırlatıyor. “Buralı” olmak, “oralı” olmak, ayırmak, birleştirmek, yerinden edilmek ve yerinden etmek ne demek soruyor. Dobra. Bazı anılar eskisi kadar taze değil. Unutuluyor. Unutturuluyor. Bazı cevaplar, çok açık; bazıları soruların arkasında saklanıyor. Ben, merak ediyorum.
Yıl 2022. Tophane, farklı gerçeklikleriyle yaşamaya devam ediyor. Bir arada, ayrı ve arada.
Takıl peşimize,
Elif
SOLİ
Seyahat ve kültür yayını SOLİ, şehirleri ve içindeki farklı kültürel toplulukları araştırmak üzere mahallelere ve mahallelilerin hikâyelerine odaklanıyor.
MAHALLE MAHALLE: Luca (Orlandi) sözü alıyor: “Şaşırtıcı ama Tophane, Beyoğlu’nu oluşturan 45 mahalleden biri değil. Şu an kahve içtiğimiz Frankeştayn Kitabevi Kılıç Ali Paşa mahallesinde bulunuyor. Tam yanında Pürtelaş, sonra da Tomtom ve Cihangir var. Buradan bakınca hepsi Galata’nın parçası,” diye başlıyor anlatmaya.
Editörün notu: Okur topluluğumuzu daha yakından tanımak, içerik stratejimizi okurlarımızın talep ve ihtiyaçlarına göre kurgulamak bizim için önemli. Buradan okur anketini doldurup bize bu konuda yardımcı olabilirsin.
Soyut ya da somut, Tophane var mı?
Tophane tam olarak nerede?

Mahalle: Tophane. Mahalleli & yazar: Luca Orlandi. Fotoğraflar: Deniz Sabuncu.
Bu anlatıya Tophane'yle çevresine dair kurgusal ve oldukça ilginç bir hikâyeyle başlamak istiyorum. 19. yüzyılda birçok fantastik roman yazan ünlü yazar Jules Verne’in kitaplarında İnatçı Kereban burada, İstanbul’da geçer. Bütün kurgu ana karakterin maceraları etrafında şekillenir: Keraban isimli Türk bir erkek. Kitabın ilk bölümü Tophane’nin konumu hakkında yanıltıcı bilgiler verir çünkü Jules Verne Türkiye’ye hiç gelmemiştir. Hatta kitaplarının büyük çoğunluğunu seyahat etmeden, yaşadığı ülkede yani Fransa’da yazmıştır. Keraban hakkındaki bu kitap ve Karadeniz çevresindeki küçük seyahati yalnızca okuduklarına dayalıdır. Zavallı Jules Vernes Karaköy ve Tophane’nin meydanlarını karıştırmış, yerlerini değiştirmiş! O hâlde konuşalım, Tophane tam olarak nerede, kâğıt üzerinde var mı?
Luca
Mahalleyi ne tanımlar?
Şaşırtıcı ama Tophane, Beyoğlu’nu oluşturan 45 mahalleden biri değil. Şu an kahve içtiğimiz Frankeştayn Kitabevi Kılıç Ali Paşa Mahallesi'nde bulunuyor. Tam yanında Pürtelaş, sonra da Tomtom ve Cihangir var. Buradan bakınca hepsi Galata’nın parçası.
Tophane’nin sınırlarını düşünürsek sanırım deniz kenarından Boğazkesen’e, oradan Galatasaray Lisesi’ne kadar uzanan küçük bir üçgen çizebiliriz. Genel olarak bir semti mahalle olarak karakterize eden şey -bu durumda olduğu gibi- duygusal aidiyet. Benim için semt daha çok idari görevlerle tanımlanan yerken, mahalle duygusal ve sosyal bağların olduğu alanı kapsar. Belki de bu anlamda Tophane'yi mahalle olarak düşünmeliyiz.
Tophane: askerî bir tersane
Tophane’nin tarihle bağı güçlü, özellikle 1453’te İstanbul’un Fethi’nden sonra. Osmanlı zamanında Tophane deniz kenarındaki konumu nedeniyle ordu tarafından tersane olarak kullanıyordu, Matrakçı Nasuh’un 1537 civarında yaptığı Osmanlı gravürlerinde Tophane-i Amire’yi ve etrafına duvar örülmüş Galata’nın Boğaz kıyılarına yakın alanları gözlemleyebiliriz.
Tophane-i Amire
Genellikle iki-üç katlı ahşap evlerden oluşan mahalle son yüzyılda neredeyse yok oldu, yerini anonim ofisler, şirket inşaatları ve içinden boydan boya geçen büyük bir otoyol aldı ama birçok sembol yapı hâlâ burada, önünden geçtiğimiz sokaklar arasında. Bunların belki de en dikkat çekeni Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yaptırılan Kılıç Ali Paşa Camii. Genelde Kaptan-ı Derya gücünü göstermek için kendine ait yapılar isterdi, özellikle de denize yakın bir cami. 1. Mahmut döneminde inşa edilen Osmanlı Barok stilinin iyi örneği Tophane Çeşmesi; Tanzimat Fermanı’ndan birkaç yıl önce 2. Mahmut ülkeyi modernize etme fikrini pekiştirmek amacıyla yaptırdığı için önemli olan Nusretiye Camii; İstanbul’un ilk saat kulelerinden, 1852’de Abdülmecit döneminde mimar William James Smith tarafından yapılan, bugün yaya bölgesinin ortasında duran Tophane Kasrı burada karşımıza çıkan eserlerden en önemlileri. 1930’larda Salı Pazarı depoları kuruldu, baraka olarak kullanıldılar, ardından Ford fabrikasına dönüştürüldüler, 1950’lerde Sedd Hakki Eldem’in modernist stilde inşa ettiği yeni depolara yer açmak için yıkıldılar. Deniz kenarında bugün Galataport, yeni İstanbul Modern, MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi dikkati çeken inşaatlar arasında.
Sahille aramıza duvar ören Istanbul Modern
Fotoğraf: Elif Bayram
Farklı gerçekliklerle bir arada var olmak
Tophane’de azınlıklar çoğunluktu, bölgede yaşayan Müslüman nüfus azdı. Bu fenomeni mimari açıdan eski haritalarda bile görebilirsin. 19. yüzyılın ortasındaki resimlere bakarsan, orta çağdan kalma ahşap evler, şehir surları, kiliseler ve manastırlar dikkatini çeker. Bugün karşımıza çıkanlar 19. yüzyılın ikinci yarısından ve 20. yüzyılın başından etkilenmiştir. Cumhuriyet’in ilanından önce bu bölge limanları nedeniyle özellikle de yabancılar ya da ticaretle uğraşan Levantenler için gitgide önem kazandı, yoğunlaşan nüfusa çare; ahşap evlerin yerini apartmanların doldurması oldu.
Osmanlı dönemindeki azınlıklar topluma tamamen entegre olmuştu çünkü Osmanlı toplumu çok kültürlü ve çok dinliydi. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra meydana gelen dönüşümler bunu değiştirdi. Gayrimüslim toplulukların yerini kırsal bölgelerden, çoğunlukla köylerden gelen, özel becerileri olmayan göçmenler aldı. Bu önemli bir sorundu çünkü burada yaşayan gayrimüslimler mahalleye mükemmel bir şekilde entegre olmuşlardı, kendi uzmanlıkları vardı, alanlarında ustaydılar. Birçok gayrimüslim inanılmaz vergiler (nam-ı diğer Varlık Vergisi) altında ezildi ve evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bütün bu hızlı değişim cumhuriyetin ilk yıllarından 1960'lara kadar devam etti.
Tophane'nin evleri
1960’lı yılları takiben Tophane'nin terk edilmiş evlerini işgal eden ya da boş arsalara derme çatma, kaçak binalar inşa eden yeni göçmenler bölgenin sosyo-ekonomik koşullarını değiştirdi. Osmanlı döneminde çok önemli olan Tophane-i Amire anıtsal yapı olarak önemini yitirdi ve kültür merkezine dönüştürülmek üzere Mimar Sinan Üniversitesi'ne verildi, güçlü hafızası olan bu bina kamusal kullanıma açıldı. Bu, en azından topluluk ve mahalle için bir kazanımdı.
Bir diğer Tophane evi
Bugün Tophane’de öğrenci, sanatçı ve yabancıdan oluşan yeni bir komün ruhu var. Geçmişte tipik Türk mahallesindeki günlük yaşamı yeniden yaşatmak; kamusal alanları, küçük ölçekli mahalle yaşamının çağdaş yolunu ve ilhamını arıyorlar. Bu sebeple Tophane'de giderek daha fazla galeri, stüdyo ya da etkinlik dikkatimizi çekiyor.
Soylulaştırma mahalleyi parçalıyor mu?
Geçmişte, belki on yıl önce, Tophane İstanbul'da olası bir sanat bölgesinin ana arteri olma potansiyeline sahipti ancak daha muhafazakâr olan yerel halktan bazı tepkiler geldi. Açılışlarda galeriler alkol servisi yapıyordu ve birçok sakin bundan hoşnut değildi, direndiler. Galeriler birbiri ardına mekânları terk etti. Bugün Büyükdere35, Tütün Deposu, performistanbul, Collect Gallery ve Guga Contemporary gibi birkaç tane kurum hâlâ Tophane’de varlığını sürdürüyor.
Tophane..!
Günümüzde yabancılar ve genç nesil yeniden yerleşmeye başladı, eski ve yeni arasında birlikte yaşama hâli görebiliyorum ama yine de ideal değil. İstanbul Modern gibi pahalı kafeterya menüsüne sahip, halkın erişiminin zor olduğu özel müzeler, kamusal alan fikrine aykırı düşebiliyor, yerel toplulukları dışlayan tek yönlü bir gelişmeye dönüşebiliyor. Bölgede halkın birbirleriyle ve ziyaretçilerle iletişim kurabileceği ortak alanlar inşa edilmeli, soylulaşma daha demokratik ve yatay bir şekilde tanımlanmalı diye düşünüyorum.
Deniz ve mahalle arasındaki filtre
Tophane, Beyoğlu çevresindeki birkaç sahil şeridinden. Şehirlerde yeşil (parklar) ve mavi (deniz) alanlar kent sakinlerinin sosyalleşmesine yardımcı olmak içindir. Galataport ve İstanbul Modern’e ev sahipliği yaptığı iyi niyetli soylulaşma bakış açısında bile olsa, ne yazık ki bu yapılar filtre ve engel görevi görerek denize erişimi kapatıyor. Denize ulaşmak, hatta sadece bakmak için bile metal dedektöründen geçmek zorunda kalıyor, gece bağımsız sahile varamıyorsun. Kurallara tabi olduğun bu bölge, ne özgür ne de halka açık. Kontrollü bir yarı kamusal alan.
Deniz ve mahallenin iç içe gözüktüğü o an
Şehirlerde ek mimari yapılar her zaman kullanıcı odaklı olmalı. Galataport; yüksek fiyatları, süslü mağazaları ve gösterişli restoranlarıyla pahalı. Bu, toplum için bir şeyler yaratma isteğinin zıttı. Bugün Beyoğlu'da yaşayan insanların geçmişine ve mikrokozmosuna baktığınızda, genel olarak - ama özellikle Tophane mahallesinde - bu soylulaştırma projesinin hedefi olmadıklarını görüyoruz. Üzücü. Asıl ihtiyaç diyalog yaratmak, bağlantıları geliştirmek olmalı. “Tophaneliler” yalnızca yemek yiyemiyor, alışveriş yapamıyor değil aynı zamanda farketmeden bölgeden uzaklaştırılıyorlar da. Tophane'nin tesisleri ve altyapıları, sadece yerel yöneticiler ve özel yatırımcılar tarafından kitlesel turistler ve üst sınıf vatandaşlar adına itilen tüketim için değil, aynı zamanda ona en yakın mahalle olan Tophaneliler, geniş bir yelpazede Beyoğlu halkı ve belki de tüm İstanbul halkı tarafından da kullanılmalı. Kıyı açık ve özgür olmalı çünkü Boğaz herhangi bir şirkete ait değil; Boğaz topluma, eğlence alanlarına ücretsiz sahip olmak için devlete vergi ödeyen vatandaşlara ait.
Yayan bir Tophane yaratabilir miyiz?
İstanbul 16 milyon, hatta daha fazla nüfusa sahip bir şehir ama Beşiktaş'tan Karaköy'e kadar uzanan 4-5 kilometrelik alanda birçok kültürel tesis yoğunlaşıyor: Deniz Müzesi, Dolmabahçe Sarayı, İstanbul Modern, MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Tophane-i Amire Kültür Merkezi ve biraz ileride Galata Kulesi… Turistik atraksiyon sıkışık bir trafiğe sebebiyet veriyor çünkü bu yerlere ulaşmak istiyorsan tramvay, diğer toplu taşıma araçlarından ziyade araba, taksi veya özel ulaşım araçlarını kullanman gerekiyor. Sorunu çözmek için bazı büyük müzeleri İstanbul'un çeşitli bölgelerine taşımanın hem Tophane’yi hem de İstanbul’un genelini geliştireceğini düşünüyorum. Örneğin Kartal ya da Pendik gibi nüfusu 1 milyon civarında, neredeyse İtalya'nın Milano şehri büyüklüğünde olan büyük bölgelerde ve belediyelerde, kültürel girişim ve kalıcı yapı için yer bulunabilir.
Tophane'yi gerçekten yaşayanlar: yayalar
İstanbul kadar büyük bir kentte her şeyi tek bir bölgede yoğunlaştırmaya ne gerek var? Belli ki bu faaliyetler tamamen kâr amaçlı yapılıyor. Neden mi? Çünkü örneğin MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne girmek için para ödüyorsun, sonra Galataport'ta biraz dolaşıyorsun, bir şeyler atıştırmak ya da su içmek için para harcıyorsun. Burada tüketmek birinci amaç hâline dönüşüyor, soylulaştırmanın kültürel yönleri ikincil kalıyor. Bir şehirde toplumu birbirine bağlayan şey; kültür olmalı.
Mahalle günlükleri
Fotoğraf: Elif Bayram
Bir mimar ya da planlamacı olarak düşündüğümde söyleyebilirim ki turistik mekânları tek bir bölgeye toplamak ancak toplu taşımayı daha erişilebilir hâle getirerek mümkün olabilir. Beyoğlu, sadece Taksim çevresindeki dolmuşlardan oluşan ulaşım sistemine sahip. Cihangir'e, Tophane'ye veya Galata'ya yürümeyeceksen tek seçeneğin tramvay ve metro hattı, ki bu da İstanbul çapında bir şehir için yeterli değil. Kılıç Ali Paşa Hamamı çok hoş, güzel restorasyon ama çevresi barlar, kafeler ve çoğunlukla otoparklarla dolu. Antik Roma döneminden 17-18. yüzyıla kadar uzanan başyapıtların bulunduğu Roma'nın merkezinde otopark hayal edebiliyor musun? Tarihî merkezler, anıtlar ve sembolik yapılarla bütün olarak düşünülmeli, izole ve tek tük 'Disneyland'ler gibi değil!
Venedik bunun mükemmel bir örneği. Şehrin girişinde büyük bir otopark var, burası lagünü anakaraya bağlayan köprüden hemen sonra konumlandırılmış. Bu nedenle eski şehir sınırları içinde bir yere gitmen gerekiyorsa deniz yoluyla toplu taşıma araçlarını kullanmaya teşvik ediliyor veya mümkün olduğunda yürüyorsun. Başka yol yok. Bu sistem şehri koruyor ve aynı zamanda başlıca turistik bir cazibe merkezi hâline getiriyor. Bana sorarsan İstanbul Modern'den Tophane'ye kadar bir yaya yolu olmalı, Amsterdam'daki gibi yaya yollarının ortasına tramvay hattı kurulabilir.
Şimdi nereye gidiyoruz?
Luca'yla mahalle turundayız
İşin tarihî kısmını düşününce, özgün mimarisi için fabrika binası gibi görünen ama 16. yüzyıldan kalma başyapıtlardan Tophane-i Amire’yi seçeceğim.
Nostaljik bir gezi için, İstiklal Caddesi'nden aşağı inen sokaklarda dolaşmak istedim. Kumbaracı ve Postacı’yı düşünüyorum. Bu sokaklarda Osmanlı sosyetesi tarafından inşa edilmiş binalar ve hâlâ korunan Ceneviz surlarının daha az bilinen kalıntıları var.
Daha önce bahsetmediğim ama kesinlikle eklememiz gereken bir yapı daha var: Kırım Kilisesi. Birleşik Krallık’ın Rus İmparatorluğu’yla savaşan Osmanlı’ya yardım etmesinin ardından Kırım Savaşı'nda ölen Birleşik Krallık askerlerinin anısına 1858-1868 yılları arasında Padişah Abdülmecid tarafından bağışlanan arsa üzerine kurulmuş. Gördüğün gibi tarih her zaman tekerrür ediyor.
Galata'nın Boğaz'a ve Tophane'ye bakan yamacındaki bu küçük ve güzel kiliseyi kendi gözleriyle hiç görmemiş olan ve projeyi yerel müteahhitlere gönderen George Edmund Street tarafından tasarlanan, Gotik mimariye benzeyen bir Anglikan Kilisesi.
Koç Holding tüm sanatseverleri Bienal’e davet ediyor
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen ve 2007 yılından bu yana sponsorluğunu Koç Holding’in üstlendiği 17. İstanbul Bienali devam ediyor.
Bir yıl ertelenmesi ve pandemi koşulları altında düzenlenmesi nedeniyle; ölçeği, yöntemi ve hedefleri açısından bizi farklı bir deneyimle karşılayacak olan Bienal’i 20 Kasım’a kadar ücretsiz olarak ziyaret edebilirsin.
- Nerelerde? 17. İstanbul Bienali, bu yıl aralarında kitapçılar, sahaflar, hastaneler, huzurevleri, kafeler, metro durakları ve Açık Radyo'nun da bulunduğu şehrin pek çok farklı noktasında konumlanıyor.
Dahası: Vehbi Koç Vakfı çatısı altında faaliyet gösteren kültür kurumlarından Topluluk şirketlerinin bu alanda yürüttüğü çalışmalara kadar kültür sanata desteğini hız kesmeden sürdüren Koç Holding, İstanbul Bienali sponsorluğunu 2036 yılına kadar uzatmış olmanın mutluluğunu paylaşıyor. Koç Holding’in bu yıl Bienal’i karşıladığı, “Sanatla Değiş, Dünyayı Dönüştür” söylemini sahiplenerek sanatın iyileştirici ve dönüştürücü gücüne dikkat çeken filmini buradan izleyebilirsin.
Geçen yine mahallede birileri üzülmüş
Fotoğraf: Elif Bayram
Belki defalarca yürüdüğümüz o kaldırımlarda bu kez durduk. Tophane'nin geçmişini, şimdisini ve hayalimizdeki geleceğini konuştuk. Cenovalı mimar Luca'yla mahallede -ya da bizim için mahalle olmuş o yerde- dolaştık. Bir adım ileri bir adım geri derken eski sahiplerini andık.
Haftaya nerede ve kiminle sınırları eğip büküyoruz merak ediyorsan biz yine seni aynı yer ve saatte elimizde bol köpüklü sade bir Türk kahvesiyle bekliyoruz.