Zappa Zamanların yeni sayısına hoş geldiniz...
Keyifli okumalar,
Zafer Yenal
Ateşli, taşkın, zor bir yaz geçiriyoruz. Türkiye’de ve dünyada daha birçok yerde. IPCC’nin bu hafta yayınlanan raporuna göre karbon salınımını hemen şimdi radikal şekilde azaltacak önlemler almaya başlasak bile önümüzdeki 30 yıl böyle yazlar geçirmeye devam edeceğiz. Bir başka deyişle yeni dünya gerçekliğimiz bu. Sadece insanlar etkilenmiyor elbette olan bitenden. Yangından, selden, salgından etkilenen canlı cansız hemen her şey bu süreç içerisinde değişiyor, dönüşüyor. Bugüne kadar hep olduğu gibi… Bugünün temel farkı şu: insanlara kurtuluşun, huzurun tek başına olmayacağını, olamayacağını gösteren birçok alamet belirdi.
İnsanlar çok uzun zamandır, özellikle de 18. Yüzyıldan beri, yeryüzünde sadece kendileri yaşıyormuş gibi, kendileri dışındaki tüm canlıları, oluşları, maddeleri sadece kendileri için, kendilerine hizmet için varmış gibi düşünüyorlar. Bu ana fikirden hareketle bütün dünyayı yeniden tasarlamaya çalışıyorlar. Yollar, köprüler, barajlar, kanallar bu yeniden şekillendirme çabasının bir parçası. Pazarlar, fabrikalar, borsalar, laboratuvarlar, müzeler, parklar, bahçeler de… Biz daha sağlıklı, daha uzun, daha konforlu hayatlar yaşayalım, bunun için çabaladık hep.
Bugün yaşadıklarımız artık bu çabanın beyhude olduğunu gösteriyor. Olduğu haliyle ve arkasında yatan felsefeyle devam ettiği takdirde bu çaba dünyayı yaşanabilir bir yer olmaktan çıkarıyor. Burada çok kritik olan nokta, yeryüzünde yalnız olmadığımızı, var olan diğerleriyle ilişkimizi salt araçsal bir düzlemde sürdüremeyeceğimizi kavramak. Bu kavrayışta insan-dışı canlıların failliğinin, eyleyiciliğinin farkına varmak ve bunu teslim etmek çok önemli.
Ağacı, çiçeği, arısı, kurdu, kuşu, pirinci, mantarıyla diğer bütün canlılar, edilgenliklerini boynu bükük bir şekilde kabullenmiş olarak, biz onlara, onlara rağmen, bir şeyler yapalım diye yaşamıyorlar. Bilakis, belki daha sessiz, belki çok daha yavaş, belki çok daha belli belirsiz ama hepsi bir şekilde, kendi yetileri çerçevesinde bu dünyada etkinler. Bütün bu yaşananlarla bir taraftan kendileri değişirken, dönüşürken, etraflarını da değiştiriyor, dönüştürüyorlar.
Diğer canlıların varoluşlarını ve onlarla ilişkilenmemizi sadece edilgenlikleri üzerinden tanımladığımız, onların failliklerini görmediğimiz sürece endişeler, korkular, felaketler bitmeyecek. Bugün ve yarın daha yoksullar, daha siyahlar, daha Güneyliler ve onların çocukları bunları daha çok yaşayacak, yarından sonra da herkes…
Geçen haftalardaki yangınlarla birlikte yine ormanları, ağaçları hatırladık. Tabii ki kimileri ağaçları, ormanları hiçbir zaman unutmamıştı. Unutmayanların arasında, orman yağmasına direnen Akbelen’deki köylüler, Muğla’daki arıcılar, yıllardır ormanlarının yanışını içi yanarak izleyen Dersimliler de var… Ormanları kesip yerine termik santrali, turizm tesisleri, golf sahaları açma planları yapan turizm, enerji, madencilik şirketleri de… Ağacı, ormanı nasıl bildiğimizi ve onları unutmayanların arasında kimlerle saf tuttuğumuzu/tutacağımızı etkileme potansiyeli yüksek bir kitaptan bahsedeceğim bu yazıda. Burada tartışacaklarımızın aynı arılı ve alıç ağaçlı yazımda olduğu gibi insan-dışı canlıların failliğini kavramamıza yardımcı olacağını düşünüyorum.
Bahsedeceğim kitabın yazarı Suzanne Simard. İsmi, Finding the Mother Tree: Discovering the Wisdom of the Forest (2021, Penguin) [Ana Ağacı Bulmak: Ormanın Bilgeliğini Keşfetmek]. Suzanne Simard orman ekolojisi alanının öncü bilim insanlarından [British Columbia Üniversitesi’nde orman ekolojisi profesörü.] Yaklaşık 40 yıldır ormanlar ve ağaçlar üzerine düşünüyor, araştırıyor, yazıyor. Çalışmaları birçoklarına ilham olmuş, dünyanın birçok yerinde birçok bilim insanı yetiştirmiş, ekoloji alanında yeni perspektiflerin şekillenmesine katkıda bulunmuş. Ürettikleriyle ormanlar, ağaçlar üzerine doğru sayılan yanlışları ortaya koymuş.
Finding the Mother Tree, Simard’a ve ormanlara yakışır çeşitlilikte, zenginlikte bir kitap. Kitapta Kanada British Columbia’daki çocukluk yıllarından itibaren Simard’ın kendi hikayesi de var, yaptığı araştırmaların, çığır açan buluşlarının hikayeleri de... Tabii bir yandan yine kitap sayesinde orman ekolojisi alanındaki tartışmaları, paradigma kaymalarını, bilimsel gelişmeleri öğreniyoruz. Yani ağacın ve insanın ormanda başka türlü türlü canlıyla birlikte varoluşuna dair muazzam bir anlatı var elimizde. Öğreten, duygulandıran, heyecanlandıran...
Bu kitaptan Amerika’daki National Public Radio’da yayınlanan Fresh Air programının podcast’ini dinlerken haberim oldu. Simard, ormancı bir aileden geliyor ve akademik hayata girmeden önce bir kereste şirketinde çalışmış. 1970’lerin sonunda ormancılık şirketlerinde çalışan pek az kadından birisi olmuş. Daha sonra akademik hayatının yanı sıra Kanada’daki ormancılıkla ilgili kamu kurumlarında da çalışmaları var. Çalışmalarının sadece üniversite sınırlarında kalmaması, “kolaycı, otoriter ve tek kültürcü” olarak tanımladığı endüstriyel ormancılığı ve ana akım orman işletmeciliğini dönüştürmek için de hep yoğun gayret göstermiş. Çünkü tek-kültürcü endüstriyel yaklaşımlar [köknarları keseriz, yerine ladin dikeriz; kerestesi daha çok kazandırıyor, daha çabuk büyüyor!] her yerde olduğu gibi ormancılıkta da akla zarar, dünyaya zarar bir sürü sonuç üretiyor.
Simard’ın çalışmalarının orman ekolojisi alanını dönüştüren en önemli bulgusu, ağaçların “sosyal canlılar” olması. Simard’a göre, köknarlar, ladinler, huşlar, çamlar, porsuk ağaçları kendi aralarında farklı şekillerde iletişim kuruyorlar, ilişkileniyorlar ve dayanışıyorlar. Bu süreçte birbirleriyle haberleşmek için büyük ölçüde köklerine yakın yerlerde, yeraltındaki mantar şebekelerini kullanıyorlar. Simard, bu mantar şebekelerini beyindeki nöral ağlara benzetiyor: Bu ağlar sayesinde birbirlerine kimyasal sinyaller (“mantar zarları boyunca dizilen iyonlar tarafından oluşturulan sinyaller”) gönderebiliyorlar. Mantarlar ve ağaçlar arasında tam anlamıyla simbiyotik bir ilişki var: karbonhidratlar karşılığında mantarlar ağaçlara besin sağlıyor.
Suzanne Simard ve ağaçları
Ormanların sağlıklı kalabilmesi, ağaçlar arasındaki bilgi akışı sayesinde mümkün olabiliyor. Aynı zamanda mantar şebekeleri yardımıyla farklı ağaç türleri güneş ışığı için yarışmaktan ziyade karbon transferi yoluyla birbirlerine destek oluyorlar. [Gelecek bültende bu simbiyotik ilişkinin diğer tarafında yer alan mantarları ayrıntısıyla konuşacağız.]
Anladığım kadarıyla Simard’a kadar orman ekolojisi alanında ana çıkış noktası ağaçlar arasında rekabet fikri olmuş. Ağaçların birbirleriyle hep rekabet içinde olduğu düşünülmüş: güneş ışığı için, besin maddeleri için, yer için... Halbuki Simard araştırmalarıyla, ağaçların davranışlarına yön veren temel ilkenin rekabet değil karşılıklılık olduğunu gösteriyor. Bu karşılıklılığın, iletişimin, dayanışmanın bitmesi (ya da insan eliyle bitirilmesi) demek, aynı zamanda ormanın da bitmesi anlamına geliyor.
Simard’ın kitabına ismini veren ana ağaçların özelliği sadece çok yaşlı olmaları değil. Bu ağaçlar aynı zamanda “orman iletişiminin, korumanın ve duyarlılığın toplandığı görkemli merkezler.” Ana ağaçlar bir yandan da sincaplarıyla, kuşlarıyla, böcekleriyle ağaç-dışı canlılara da kucak açan, onlara yurt olan biyoçeşitlilik alanları...
Simard’a göre yaşlı ağaçlar kendi soyundan gelen fidanları, genç ağaçları ayırt etme yetisine sahip. Böylece ana ağaçlar ölürken (ki ağaçların ölmesi on yıllar alabiliyor) “nesilden nesile akrabalarına bilgeliklerini aktarıyor ve neyin onlara yardım ettiğinin, neyin zarar verdiğinin, kimin dost, kimin düşman olduğunun ve sürekli değişen bir ortama nasıl uyum gösterip, hayatta kalacaklarının bilgisini paylaşıyor.” Bu bilgi akışı ormanın canlı kalma kapasitesini ciddi şekilde artırıyor. Simard bu bulguya dikkat çekerek, ormanlardaki yaşlı ağaçların vakti gelmeden kurtarma kesimine tâbi tutulmasını eleştiriyor. Bugünlerde Türkiye’de bu konunun ne kadar hayati bir mesele olduğunu farkına varmamak imkansız sanırım. Çünkü yangınların ardından hemen yeni fidanlıklardan, fidan ekiminden bahsedilen bir ortamda bu işin bir ucunun da yangından hasar gören ağaçların kesimine gittiği çok net.
Simard’ın görselini paylaştığı yaklaşık 1000 yaşındaki büyük anne kırmızı sedir
Simard 2000’lerin başında meme kanseri geçirmiş ve bu dönemde özellikle ağaçların yaşlandıkça ve ölüme yaklaştıkça kendi soyundan gelen daha genç ağaçları tanıma ve onlara yardım etme yetisi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış. Yine aynı dönemde ağaçların kendilerini ve kendileriyle birlikte aynı ormanı paylaşan diğer ağaçları korumak için ürettikleri bileşimler de Simard’ın ilgi alanına daha çok girmiş. Çünkü fark etmiş ki bugün kemoterapinin ana ilaçlarından biri olan “taxol” porsuk ağaçlarının ürettiği bir savunma bileşimiymiş. Bugünlerde bir doktora öğrencisiyle birlikte porsuk ağaçlarının yüksek kaliteli taxol üretme yeteneklerinin komşuluk yaptıkları eski sedir ve akçaağaçlarla ilişkili olup olmadıkları üzerine çalışıyorlarmış. Yani, Simard’ın ağaçların “sosyalliği”ne dair vurgusu bitmek bilmediği gibi, öğrendikçe (ve öğrettikçe) bu konunun yeni boyutlarını gündeme getiriyor.
Simard kitabın giriş bölümünde eserindeki savların bilimselliğinin altını çiziyor. Bu savlar, “masal, fantezi, uçuş, büyü ya da bir Hollywood filmi hikayesi” değil. Hepsi kılı kırk yaran bilimsel süreçlerle kanıtlanmış, hakemli dergilerde yayınlanmış ve bilim camiası tarafından çokça okunmuş tezler... Simard’ın şu sözlerini duymak özellikle önemli:
Bilimsel kanıtları görmezden gelmek imkansız: orman bilgelik, duyarlılık ve şifa için oluşturulmuştur.
Bu, ağaçları nasıl kurtarabiliriz üzerine bir kitap değildir.
Bu, ağaçların bizi nasıl kurtarabileceği üzerine bir kitaptır.
Finding the Mother Tree ilginizi çektiyse, “Ana Ağaç Projesi” başlıklı web sitesini ziyaret etmenizi kuvvetle öneririm. Simard’ın kitabının sonsözünde belirttiği gibi, web sitesine yön veren ilke, “ana ağaçları yaşatmak ve böylece iklim değişirken ormanlar arasındaki bağlantıları sürdürerek ormanların canlı kalmasına katkıda bulunmak.” (s. 331) Bu web sitesi Simard ve meslektaşlarının British Columbia’da değişik iklimli 9 ayrı yerde farklı özelliklere sahip ormanlarda devam eden araştırmalarıyla ilgili. Çevresel stresler altında ağaçlar için en uygun ekim ve hasat bileşimlerini bulma hedefi güden bu araştırmayla ilgili gelişmelere, yeni bilgilere web sitesi üzerinden ulaşmak mümkün.
Simard, “Ana Ağaç Projesi’nin” nihayette “karmaşıklık bilimi” diye tanımladığı felsefeye hizmet etmesini bekliyor. Simard’a göre, çok uzun zamandır ormancılık pratikleri “aşırı kolaycı ve otoriter” eğilimlerin etkisi altında; ormanlara bütün karmaşıklıkları içerisinde yaklaşılması, “uyumlu ve bütünselci” ormancılık pratiklerini de beraberinde getirebilir.
Finding the Mother Tree çok akıcı, sürükleyici ve herkesin anlayabileceği bir dilde yazılmış. Umarım en kısa zamanda Türkçe’ye çevrilir. O zamana kadar başta Simard’ınkiler olmak üzere orman ekolojisiyle ilgili güncel yaklaşımları (ve tabii ki ağaçları ve komşularını!) daha fazla tanımak isterseniz Peter Wohlleben’in Ağaçların Gizli Yaşamı: Ne Hissederler, Nasıl İletişim Kurarlar? Sırlarla Dolu bir Dünyada Keşifler’i (Kitap Kurdu, 2016) okuyabilirsiniz. Eminim zaten bilenleriniz vardır, Wohlleben’in Simard’la birlikte yaptığı 2018 tarihli harika bir belgesel de var. Belki bir ara tanıtım videosuna bir göz atarsınız.
Wohlleben de ormancılık mesleğinden geliyor. Yıllardır ormanlarla ve ağaçlarla ilgili yapılan bilimsel çalışmaları herkesin anlayabileceği bir dille akademi dışındakilere aktarmayı kendine misyon edinmiş. Bunu başarmış da: Ağaçların Gizli Yaşamı dünyanın birçok yerinde en çok satan kitaplar arasında. Bu kitaptaki şu paragraf belki sizleri bu kitabı okumaya daha heveslendirebilir:
[A]ğaç neden bu kadar sosyal bir varlıktır? Neden kendi türüyle gıda paylaşmak suretiyle rakiplerini besler? Sebep, insan toplulukları için geçerli olanla aynıdır çünkü birlikte çalışmanın faydaları vardır. Bir ağaç tek başına orman olmadığı gibi yine tek başına istikrarlı bir iklim oluşturamaz. Rüzgara ve hava durumuna karşı korumasızdır. Ancak birçok ağaç, hep birlikte, aşırı sıcak ve soğuğu hafifleten bir ekosistem yaratabilir, bol miktarda su depolayabilir ve yine bol miktarda nem üretebilir. Ağaçlar bu korumalı çevrede uzun süre yaşayabilir. Bu hedefe ulaşabilmek için, topluluk ruhu her ne pahasına olursa olsun devam ettirilmelidir. Eğer her ağaç yalnızca kendisi ile ilgilenseydi, pek çoğu ileri yaşını göremezdi. Sürekli ölümler üst bölümlerde geniş boşluklar oluşmasına sebep olur ve bunun sonucunda fırtınaların ormanın içine girerek daha fazla ağacı devirmesi kolaylaşırdı. Yaz sıcağı orman zeminine ulaşır ve onu kuruturdu. Sonuçta ağaçların tümü bunun bedelini öderdi. (17)
Ağaçlar belki insanlardan daha çok farkındadır sosyal olmanın, çeşitliliğin, başkalarıyla karşılıklı etkileşimin yararlarının, kim bilir? Yine aynı şekilde rekabetin, tek çeşitliliğin, bencilliğin zararlarının. Ne de olsa hem insanlardan çok daha uzun zamandır bu dünyayı tanıyorlar, hem de çoğunun ömrü (eğer insanlar müsaade ederse tabii), deneyimi çok daha uzun... Hem ağaçların failliğini tanımak hem de onların anlattıklarına kulak vermek dünyanın kurtuluşuna giden yolda en önemli adımlar arasında.
Bu yazıyı hazırladığım sıralarda Gazete Duvar’da Alberta Üniversitesi’nde sosyoloji alanında doktora çalışmalarını sürdüren İpek Oskay’la bir söyleşi yayınlandı. İpek Oskay, sesekolojisi, sosyal bilimler ve sanatsal yöntemleri bir araya getiren açık arşiv ses haritaları platformu, sesol.org’un da koordinatörü. Bu söyleşide İpek Oskay yangına rağmen ağaçların yaşamlarının devam ettiğini vurguluyor ve yanmış ağaçların hayata tutunmaya çalışırken çıkardıkları sesleri nasıl kaydettiğini anlatıyor. Söyleşiyi mutlaka okumanızı ve Oskay’ın kaydettiği sesleri dinlemenizi tavsiye ederim. Ağaçların anlattıklarını dinlemeye buradan da başlayabiliriz...
[Güneydoğudaki söndürülemeyen yangınları tartıştığım “Yangın Yeri: Sönmeyen Ateş, Görmeyen Göz” başlıklı yazımı yayınladıktan sonra bu konu hakkında yazılmış, toparlayıcı, aydınlatıcı, iyi araştırılmış bir makaleye rastladım. Human Ecology dergisinde geçtiğimiz Temmuz ayında yayınlanan, Pınar Dinç’in yazarları arasında olduğu bu yazı Dersim’deki orman yangınlarının ekolojik ve siyasi boyutlarını tartışıyor. Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.]
Bitirirken her zamanki hatırlatmalarımı yapayım: Bu bülteni çevrenize iletebilir, apos.to/n/zappa-zamanlar adresi üzerinden ücretsiz kayıt olmalarını söyleyebilirsiniz. [email protected] adresinden bana ulaşabilirsiniz, düşüncelerinizi, okuma ve dinleme önerilerinizi benimle paylaşabilirsiniz.
Hepinize şimdiden iyi bir hafta dilerim. 29 Ağustos’da görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.