Merhaba. Dün harika bir akşam geçirdik. Bizimle birlikte Kadıköy Sineması’nda olan ve Meryl Streep’in doğum gününde, Başrol Müzik’in beşinci gösteriminde Mamma Mia!’yı izleyen herkese teşekkür ederiz. ABBA şarkılarını hep bir ağızdan söylemek, filmin coşkulu sahnelerine alkışlarla eşlik etmek bambaşka bir seyir deneyimiydi. Duende’nin adına yaraşır şekilde sanatla etkileşime geçen, eyleme çağıran bir buluşmaydı. Nicelerine...
Yan yana olmaya, sinemaya ve müziğe duyduğumuz hisleri paylaşmaya daha çok ihtiyacımız var. Bizleri hayata bağlayan, özenle koruduğumuz tutkularımızı daha görünür kılmaya mecburuz. Yakınlaştıkça, varlıklarımıza dolandıkça üretimlerimiz anlam kazanacak.
İstanbul’un müzik rehberi: Hafta içinde İstanbul yaz konser programına dair bir rehber hazırladık. Yaz aylarında İstanbul’da olmaya değecek harika bir program var. Detayları buradan okuyabilirsin.
Neler var bu sayıda?
🎧 İzleme Listesi: Ünlü arkeoloğun maceralarından bir Anadolu oteline, büyük umutlardan Onur Ayı gösterimlerine
🎥 Odak: Hafızanın muhafazası: Unutma Biçimleri (Yön: Burak Çevik)
💿 Haftanın albümü: Queens of the Stone Age, In Times New Roman...
🚀 Çıkışta: Bar Italia
Anlamlara,
Taner

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İzleme Listesi | Indiana Jones, Great Expectations, “Kim Daha İyi Bir Hikâye İstemez ki?”
Sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım.

İzleme Listesi podcast'inde; sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım hakkında kısa bilgiler bulacaksın.
Ünlü arkeoloğun maceralarından bir Anadolu oteline, büyük umutlardan Onur Ayı gösterimlerine; bu hafta sinemalarda, evde ve şehirde izleyebileceğin birçok seçenek var.
Hafızanın muhafazası: Unutma Biçimleri
Burak Çevik imzalı "Unutma Biçimleri" Türkiye'deki ilk gösteriminin ardından 14 yıl İstanbul Modern'de saklı tutulacak.

Film: Unutma Biçimleri
Yönetmen: Burak Çevik
Yapım yılı: 2023
Süre: 70 dakika
Burak Çevik Türkiye sinemasının biçimle, şekille, kalıplarla, türlerle oynamayı; kuralları bozmayı, sinemayı bir oyun alanına dönüştürmeyi en çok seven yönetmenlerinden. Üstelik paylaştığı öneri listeleriyle, kurucusu olduğu Fol Sinema Topluluğu’nun gösterimleriyle ya da film festivalleri için oluşturduğu deneysel seçkilerle; henüz ilk filmini çekmeden bile farkını ortaya koymuş biri. İlk iki uzun metrajlı filmi Tuzdan Kaide (2018) ve Aidiyet’in (2019) ilk gösterimleri, tam da onunkiler gibi yeni anlatım biçimleri deneyen filmlerin yer aldığı Berlinale Forum bölümünde yapılmıştı. “Her ailenin bir trajedisi vardır, bu da benimki…” cümlesiyle başlayan Aidiyet, kişisel bir trajedinin belgesel ve kurmaca arasında gidip gelen bir anlatımıydı. Suç dosyasındaki sanık ifadelerini deneysel görüntülerle birleştiren belgesel sinema dili, romantik bir sabah kahvaltısından bir katil yaratan kurmaca canlandırmasıyla devam ediyordu.
Yönetmenin yeni filmi Unutma Biçimleri de ilk gösterimini Berlinale Forum’da yaptı. Fakat bu kez film sadece sinema dili ve biçimsel anlamda değil, topyekûn varoluşuyla da bir deneysellik giymişti üstüne: Ayrıldıktan on dört yıl sonra bir araya gelip ilişkilerini ve onu neden bitirdiklerini hatırlamaya çalışan bir çiftin konuşmalarına tanık olduğumuz Unutma Biçimleri, Berlin’deki prömiyerinin ardından Türkiye’de tek bir kez İstanbul Modern Sinema’da gösterilecek ve on dört yıl boyunca İstanbul Modern’in koleksiyonunda saklı tutulacaktı. Böylece filmin konu edindiği hatırlama, hafıza ve bellek kavramları somut bir deneyimin parçası olacak; o tek gösterimde salonda bulunma şansı elde eden izleyici on dört yıllık bir performansın parçası olacaktı. O şanslı izleyiciler arasında olduğum için çok mutluyum.
Unutma Biçimleri | Kaynak: İstanbul Modern Sinema
Unutmak ve hatırlamak
Anılarda yaşamak son derece tehlikelidir. Sadece geçmişe takılıp kalmaktan ya da geçmişi romantikleştirmekten kaynaklanan bir olumsuzluktan söz etmiyorum: Anılar, bireysel ya da kolektif hafızanın şekillenişi ve insan belleğinin doğası gereği objektif değil subjektif, kati değil akışkandır. Tehlikeyi bu yaratır. Nerede olduğunu hatırlamıyorum, bir yerde okumuştum: Aslında bir anı ya da bir olayı hatırladığımızda onun kendisini değil, onu en son hatırladığımızda şekillendirdiğimiz hâlini hatırlarız. Hem o ana dair hatırladığın gerçekler hem de onu en son hatırladığında kendi zihninde kurdukların, eklediklerin ve sildiklerinle şekillenen yeni hâlini… Bu döngü belki de her parçasını tek tek değiştirene, yepyeni bir anı yaratana kadar devam eder. Tıpkı filmde de üzerine konuşulan, Thesseus’un gemisi gibi: Zihnimizde canlandırdıkça birer birer tüm parçalarını yenilediğimiz bir anı, hâlâ yaşadığımız o anın kendisi midir? Ya da şöyle sormak gerek belki: O anı paylaşmış iki kişinin yıllar sonra hatırladıkları tamamen farklı olabilir mi?
Unutma Biçimleri’nin başvurduğu görsel çağrışımlar ve kavramsal imgeler Thesseus’un gemisinden dondurulmuş anıların buzlarını kırmaya, hafızasıyla övdüğümüz filden unutmabeni adını koyduğumuz çiçeğe uzanıyor. Yönetmenin görsel seçimleri, özgür bir alan yarattığı iki oyuncusu Nesrin Uçarlar ve Erdem Şenocak’ın diyalogları ve fikir paylaşımlarıyla zenginleşiyor.
Bana hissettiren filmler üzerine düşünmek, bana düşündüren filmler hakkında tanıdık duygular hissetmek her daim güzel. Unutma Biçimleri de bunu sağladı. Öte yandan belki de ilk defa o film aracılığıyla bir şeyler hissederken bir daha asla (asla değil tabii ama on dört sene boyunca) geri dönemeyeceğimi, herhangi bir sahnesini tekrar izleyemeyeceğimi bilmenin paniğini yaşadım. Unutmak istemedim belki. Oysa filmin amaçladığının tam da bu olduğunun farkındaydım: Unutmamak için hatırlamak, hatırlarken filmi kendi zihnimizde yeniden şekillendirmek ve nihayetinde filmi izleyen 150 kişinin hatırlama biçimleriyle başkalaşmış, 150 ayrı Unutma Biçimleri yaratmak.
Unutma Biçimleri | Kaynak: İstanbul Modern Sinema
Nerede izleyebilirsin? İzleyemezsin. Türkiye'deki ilk gösteriminin ardından 14 yıl boyunca İstanbul Modern koleksiyonunda saklı kalacak filmin 2037 yılına dek yeni bir gösterimi olmayacak.
Albüm incelemesi: Queens of the Stone Age, In Times New Roman...
In Times New Roman..., grubun diskografisinin en törpülenmemiş ve en direkt gitar primitifliği.

Albüm: Queens of the Stone Age, f
Süre: 47 dakika
Plak şirketi: Matador Records
Yayın tarihi: 16 Haziran 2023
25 yılıyla Queens of the Stone Age
20. yüzyılın sonunda başladıkları müzikal yolculuklarına 21. yüzyılın başıyla Rated R (2000) ve Dave Grohl ortaklığında yaratılan Songs for the Deaf (2002) albümleriyle hız veren Queens of the Stone Age (QOTSA), o zamandan beri nevişahıslarına münhasır bir gitar müziği üretti. Stoner rock olarak etiketlenen; bangırtılı ve kirli gitar manzaralarının çapraşık bir rock kompozisyonuna el verdiği riff zengini QOTSA müziği, kendini çağdaş alternatif rock'tan keskince ayrıştırdı. Bunda; grubun sıra dışı bir melodiklik, arena rock'a yaklaşan bir görkemlilik ve bunların ötesinde konumlanan ve sert bir müzikal dokuya yerleşen "rock 'n roll virtüözlüğü" gibi faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.
Tek sabit üyesi Josh Homme (vokal, gitar) liderliğinde 2017'ye kadar 4 uzunçalar daha yayımlayan QOTSA, kendileriyle özdeş bir ses mirası kemikleştirmiş ve araya ...Like Clockwork (2013) gibi diskografilerinin en parlak işlerinden birini yerleştirmişti. Öte yandan Homme'un bir üçleme olduğunu açıkladığı albüm serisinin ikincisi Villians (2017), grubun vasat bir garaj rock standartına tutulduğu yaratıcı bir geri adım olmuştu. Tümüyle Queen'lerin prodüktörlüğünde üç farklı stüdyoda kaydedilen 8. QOTSA uzunçaları In Times New Roman... ise bu üçlemenin sonu, Homme'un tabiriyle yaşanmışlıklarından edindiği tecrübelerin bir özeti ve grubun diskografisinin en törpülenmemiş ve en direkt gitar primitifliği.
Queens of the Stone Age, In Times New Roman...
In Times New Roman...
Josh Homme, yakın geçmişinde çeşitli çalkantılı süreçlerin fırtınalı duraklarından geçti. Eski eşi Brody Dalle'yle 2019'da başlattığı ayrılık süreci çocukları için giriştiği bir velayet mücadelesine dönüştü. Dahası, tüm bu karmaşasın ortasında, 2022 yılında kansere yakalandı ve tedavisi için bıçak altına yattı. Homme'un "hayatımın en karanlık 4 yılıydı" sözleriyle ifade ettiği bu zaman dilimi Dalle odağında sevgiye, güvene, samimiyete ve sözlerin gücüne olan inancını yitiren müzisyenin kişisel bir kıyamet hâlini kolektif konu başlıklarına genişlettiği hayli mahrem bir albüme kapı araladı.
In Times New Roman...'ı, Brody Dalle ve Homme'un için çürük, yozlaşmış ve dekadans içerisinde apokaliptik bir geleceğe doğru koşturan modern toplumların güncel konjonktürü etrafında kurulan bir diskur üzerinden yorumlamak mümkün. Bir taraftan şahsi yaşamındaki "ötekine" olan inancını yitiren ve "Don't say you love me no more / Thought we were equals / Broken peoples keep score, yeah / Don't say you really care, as if you really do / Who would believe in you now?" diyen Homme, diğer yandan ise günümüzün başarı uğruna içselleştirilen kariyerist itaatçılığını hedef aldı:
Climb that ladder?
You gotta hold your tongue
You better turn a blind eye 'fore they take your other one
Kneel and bow
Take your licks
You gotta swallow your pride
Hope success comes quick
Back that up
Made to Parade, Queens of the Stone Age
Boneface'in Iron Maiden'ın görsel kataloğuna yakışabilecek sürreal ve grotesk kapak tasarımına bakın örneğin. Bir adamın dehşetengiz ve feminen kollarla sıkıştırıldığını; Straight Jacket Fitting şarkısında "kurtulmak için yüzleşilmesi gerektiği" salık verilen şeytanların bir sembolü diyebileceğimiz korkunç bir kurdun "yeni zamanları üstüne giyinen" Homme'un içinden baş çıkardığını görebilirsiniz. İşte bu tasarımda cisimleşen hâletiruhiyeyle In Times New Roman...; temelinde geriye dönüp bakan, yaşanmışlıkları muhasebe eden ve hayatın dip noktalarını tüm açıklığıyla deneyimleyen bir derleme. Öyle ki albümde müzikal kimlikten, ses motiflerinden ve belki de QOTSA'in en organik prodüksiyonundan daha ziyade öne çıkan şeyin kurguladığı anlatı olması da onun Homme'un yaşanmışlıklarını ve psikolojisini şeffaflaştıran akışı denebilir.
Öte taraftan, Josh Homme'un "Çiğ ve vahşi olan; ilk notasından itibaren tonuyla şiddet yayan bir albüm yapmak istedim." sözünde kristalize olan In Times New Roman...'ın müzikal kalitesi, anlatısının yüzleşmeci hiddetini ve amansız eleştirelliğini yansıttı. Belki QOTSA'in alametifarikası müziği radikal bir dönüşümden geçmedi. Ancak The Stooges'ın Fun House'ının garage rock'ının "kayıt kirliliği" (Bkz: Paper Machete) ve Black Sabbath'ın Paranoid'ini andıran (Bkz: Negative Space) eksantrik gitar riff'leriyle reverb dolu basların heybetli etkileşimi, Queens'leri hiç olmadığı kadar canlı bir müzikaletiyle, lo-fi bir yapımcılıkla tanıştırdı. Grubun kısıtlı olsa da dahil ettiği yaylı aranjmanlar ve synthesizer'lar, albümün geneline hakim olan ehilleştirilmemiş ve keskin rock 'n roll estetiğine eklemlenerek onu katmanlaştıran ses parçaları oldu.
In Times New Roman…, Josh Homme’un inişli çıkışlı ve olaylı son yıllarının gölgesinde ilerleyen; onun zihninin ve psikolojisinin sınandığı anları ayyuka çıkaran ve bu hâliyle münzevi olanı kamusal alana taşıyan bir uzunçalar. Öte yandan aldatılmış, ihanete uğratılmış, bir ötekisine dair inancı ve umudu baltalanmış Homme’un kasvetli bireyselliğini toplumsal bir satire döktüğü; günümüz dünyasının ve çağdaşlarının trajik durumlarını hedef tahtasına da koyan bir çalışma. Müzikal olarak ise, sabrı tükenmiş sinirli bir insanın şeytanlı âhvalini filtrelemeden yansıtan, Queens of the Stone Age’in en yontulmamış gitar gürültülerini özdeşleştikleri girift ve debdebeli bir kompozisyonda buluşturan yeni, ancak konforlu bir yaratım.
Go Ons ile #DurveAndaKal
Toplantılar, mesailer, bakılması gereken acil e-postalar derken sence de bir şeyi unutmuyor muyuz? Mesela kendimize biraz #DurveAndaKal demeyi? Söylemesi kolay dediğini duyar gibiyiz; ancak gerçekleşmesinin zor olmadığına inanıyoruz. Eve dönerken gözümüzün ucuyla bile bakmayı hatırlamayıp kaçırdığımız leziz gün batımlarını düşün. Bazen onların karşısında durup anda kalman bile sıkışmışlıklarını hafifletebiliyor.
En basitinden, biraz eğlenmek için neden cuma akşamlarını beklediğimizi düşün? Mesela Go Ons #CumaGibiÇarşamba yaşamayı öneriyor. Tavsiyesine kulak veriyor ve kendimizi Go Ons’un ilham bulduğu Akdeniz kültürünün kollarına bırakarak #DurveAndaKal mottosunu gerçekleştirebilmek için en şanslı olduğumuz güne; 21 Haziran Çarşamba’ya, Gümüşlük’e gidiyoruz.
Neler oldu?
Go Ons, 21 Haziran Çarşamba günü Limon Gümüşlük’te gerçekleştirdiği etkinlikte yılın en uzun gün batımını kutlamak üzere konuklarıyla bir araya geldi. #DurveAndaKal mottosunu içselleştireme fırsatı bulan davetliler, dünyanın en iyi barları arasında olan Locale Firenze ekibinin hazırladığı kokteyller ve Limon Gümüşlük lezzetleriyle buluşurken hem en uzun günü bu defa #CumaGibiÇarşamba tadında kutladılar hem de en uzun gün batımının keyfini çıkardılar. O güne dair Sertab Erener’in “bu an hiç bitmesin” dedirten akustik performansından mı yoksa Akdeniz’in sunduğu bütün güzelliklerin meyvesi Sicilya limonuyla hazırlanan lezzetlerle kutlanan yazın gelişinden mi bahsetsek karar veremiyoruz. Kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki; Akdenizlilerin şen kahkahalarla doldurduğu, uzun uzun oturulan afiyetli masalarının verdiği #DurveAndaKal hissiyatı, bu harika günün her dakikasında hissedildi.
Sıkıldığımız, sıkıştığımız her anda Go Ons yanımızda, sen yeter ki #DurveAndaKal.
🚀 Çıkışta: Bar Italia
Bar Italia, müziklerini kendi öznelliklerinin bir uzantısı yapan 3 arkadaşın bireyselliklerinden devşirdikleri bağımsız bir kolektiflik örneği.

Günümüzün eklektik gitar müziğinin ses manzaraları etiketlerden, kategorizasyonlardan ve köşeli tanımlamalardan azade. Bu, iletişim ve internet çağının müziğin klanlarını ortadan kaldırdığı, janrların hükümranlığına son verdiği ve yerine çok yönlü bir esin havuzunu getirdiği hâlihazırdaki konjonktürümüzün bir yansıması. Bundan mütevellit herhangi bir müzik-kültür devriminin ihtimali iyice azalırken, bir zamanların dönüştürücü müzikal yenilikçilerinden ilhamla özgün karışımlar üreten müzisyen ve müzik gruplarının bereketliliğine de şahit oluyoruz.
Nina Cristante, Jezmi Tarik Fehmi ve Sam Fenton'dan oluşan ve 2020 yılından beri verimli bir tempoyla 3 stüdyo albümü paylaşan Londra'dan Bar Italia, bu müzik gruplarından biri. Geçtiğimiz 10 yılın bağımsız pop'unun deneysel dahilerinden Dean Blunt'ın müzikal işbirlikçilerinden Inga Copeland'le (Bkz: The Narcissist II ve Hype Williams) kurduğu World Music şemsiyesi altında gölgeli bir başlangıç yapan Bar Italia, üyelerinin yan projelerinde izlerini sürebileceğimiz çeşitli müzikal motiflerin buluştuğu müşterek bir deney. Cristante'nin World Music'in kataloğuna son albümüyle giren solo projesi NINA'nın hipnotik ve rüyalar âleminde gezinen pop müziği; Tarık Fehmi ve Fenton'ın (Double Virgo) DIY estetiğiyle büyüttüğü minimal bir rock 'n' roll'un lo-fi ses manzaralarına Bar Italia'da kavuştu zira.
Bar Italia, Tracey Denim
2020 yılında Quarrel albümüyle başlayan ve ardından Bedhead'le (2021) devam eden bu ortaklık, grubun iki hafta önce yayımlanan ilk Matador Records etiketli albümü Tracey Denim'le yeraltının karanlığından çıktı; nevişahsına münhasır nice örnekle dolu güncel gitar müziğinin kalabalığında parıldayan bir görünürlüğe uzandı. Öte yandan Bar Italia'nın müzik endüstrisinin profesyonel pratikleriyle mesafelenmeleri (Tracey Denim'in yazar, yapımcı ve mühendis kadrosu grup üyelerinden oluşuyor.), keşfetmesi çetrefilli medya varlıkları ve müziklerinin bağımsızlığını kişisel bir mesele hâline getiren yaklaşımları, onları gizemli bir kimliğe büründürdüğü kadar müzikal dünyalarını da şekillendirdi.
Öyle ki Tracey Denim'in shoegaze'le özdeş kimi grupların (Bkz: My Bloody Valentine) flu görselliklerini negatif bir fotoğrafa transfer eden kapağı bir tarafa; yumuşak gürültülerin eşlikçiliğinde ve kırılganca tınlayan çoklu vokallerinin alışverişinde kurulan soyut ses dokuları diğer tarafa, grubun muamma olanın büyüsüyle inşa ettikleri Bar Italia mefhumu nitelikli prodüksiyondan verilen kasti ödünlerin getirdiği estetize kusurların bir kahramanı âdeta.
Nina, Jezmi ve Sam'in esinlerinin izini sürmek zor değil. Sonic Youth'un alametifarikası gitar gürültüleri, shoegaze'in uçucu psychedelia'sı, Blonde Redhead'in kederli indie rock atmosferikliği ve dahası, Bar Italia'nın hibrit kompozisyonlarının ipuçlarıyla dolu. Ancak bu esinler, grubun özgün filtresinden geçen; nihayetinde de nostaljik bir tekdüzeliğe sıkışmayan öğeler sadece. Ve bu hakikat, müziklerini kendi öznelliklerinin bir uzantısı yapan üç arkadaşın bireyselliklerinden devşirdikleri bağımsız kolektifliğin de temel sebebi.
• The Smile, geçen senenin A Light For Attracting Attention'ından sonraki ilk müzikleri Bending Hectic'i paylaştı. Detaylar ise burada.
• Ed Power; The Independent'ta kaleme aldığı "How Gen Z fell for and reinvented quiet-loud indie rock" başlıklı makalede, HotWax ve Bleach Lab gibi Gen Z gruplarının nasıl Pixies, Hole ve Nirvana gibi kült projelerin ses mirasını günümüze taşıdığını aktardı. Yazıyı buradan okuyabilirsin.
• James Briggs, The Guardian'da yayımlanan "‘From Ibiza to the Norfolk Broads’: my 2,700-mile bike ride into Bowie’s Life on Mars?" başlıklı içeriğinde David Bowie'nin Life on Mars? kaydının 50. yılına ithafen onun tüm Avrupa'ya yayılan ilham haritasında bisikletiyle nasıl yolculuk ettiğini paylaştı.
• Duende, yeni podcast serisi Hikâyeleriyle Şarkılar'a başladı. Birçok müzisyen ve müzik grubundan nice şarkının yazılış öyküleri, yaratıcı zihinlerin kişisel ve kolektif yaşanmışlıklarından nice anekdotları dinleyebileceğin serinin ilk bölümü Joy Division'ın ikonik şarkılarından She's Lost Control'ü sahneye taşıdı.