Merhaba. Bu hafta sonu ikinci bir şansımız var. Birçok şeyi değiştirebilecek bir ikinci şans. Ve tek yapmamız gereken harekete geçmek, değişimin bir parçası olmak.
Disney'in yeniden-çevrimlerle düzeltmeye, çağa ayak uydurmaya çalıştığı ve farklı bir vizyon yarattığı filmleriyle ve zoraki olarak başladığı yeni hayatında kendini keşfetme imkânı bulan bir prense odaklanan bir diziyle, bu haftaki Duende Sinema da kıyısından köşesinden de olsa ikinci şanslara dokunuyor. Eylül 2020 - Ağustos 2021 aralığında 11 diziye yer verdiğimiz Televizyonda ne var? kanalı da ikinci bir şans elde ederek geri dönüyor.
Neler var bu sayıda?
🧜♀️ Odak: The Little Mermaid ve Disney'in yeniden-çevrimleri üzerine
👑 Televizyonda ne var?: Netflix İsveç'ten Young Royals
🗄️ Arşivden: Sezondan mini-dizi önerileri Swarm ve Beef
İkinci şanslara,
Emre
Daha duyarlı olmak için ikinci bir şans: Disney yeniden-çevrimleri
Haftanın filmlerinden The Little Mermaid, Disney animasyonlarının canlı aksiyon filmi olarak yeniden-çevrimlerinin en yenisi.

1997 baharı. Dalmaçyalı cinsi köpekler her yerdeler. Henüz 10 yaşındayım ama bir köpek-insanı olduğumu biliyorum ve onları gördükçe mutluluktan gözlerim parlıyor: Oyuncaklar, dergiler, televizyon reklamları, çocuk menüleri, çıkartma kitapları... Bu akımın, trendin ya da adı her neyse tek bir sebebi var: Klasik Disney animasyonu One Hundred and One Dalmatians'ın (1961, Wolfgang Reitherman) bir canlı aksiyon filmi olarak ete, kemiğe ve tüye bürünmüş olması.
Disney'in klasik animasyonlarını birer canlı aksiyon filmine dönüştürme fikrinin ilk denemelerinden olan 101 Dalmatians'ın (1996, Stephen Herek) yıllar sonrasında Alice in Wonderland (2010, Tim Burton) geldi. Filmin gişedeki ve eleştirmenler nezdindeki başarısında belki Tim Burton ve dünyasının, belki yıldızlarla dolu oyuncu kadrosunun, belki de teknik dallarda kazandığı iki Oscar ödülünün etkisi vardı. Sebep ne olursa olsun bu filmin ardından, 2010'ların ikinci yarısından itibaren Disney'in canlı aksiyon filmi olarak yeniden-çevrimlerinin bir fikir olmaktan çıkıp bir stratejiye dönüştüğü apaçık ortadaydı.
Sleeping Beauty'nin (1959) cadısına odaklanan Maleficent (2014, Robert Stromberg), The Jungle Book'un (1967) görsel efektlerde devrim yaratan yeniden-çevrimi The Jungle Book (2016, Jon Favreau), Cinderella (1950) ve Beauty and the Beast'in (1991) büyüsünü canlandıran Cinderella (2015, Kenneth Branagh) ve Beauty and the Beast (2017, Bill Condon)... Her yıla bir yeniden-çevrim stratejisine yeşil ışığın yakıldığı o ilk yıllarda tartışmaların boyutu küçük, kapsamı dardı. Pandemi ve Disney+ öncesi dönemde seri üretim ve seri tüketim hissi o kadar da belirgin değildi belki. Eleştiriler çoğunlukla olumlu, filmler kârlıydı. (Bu dönemde Beauty and the Beast, dünya çapında 1,25 milyon doları aşan gişesiyle öne çıktı.)
Maleficent (2014, Robert Stromberg) | Kaynak: The New York Times
Aladdin'in (1992) yeniden çevrimi Aladdin (2019, Guy Ritchie) ve yapım aşamasındaki diğer filmlere dair açıklamalar yapıldıkça, yönetmen ve oyuncu seçimleri duyuruldukça, filmlerden görseller ve tanıtım videoları yayınlanmaya başladıkça tartışmaların kapsamı sinemanın duvarlarını yıkmaya başladı. Disney'in ve izlediği stratejinin karşısında iki kesim vardı: İlki daha iyi niyetli olan, Disney animasyonlarıyla büyümüş ve alıştıkları dünyanın farklı bir şekilde tasvir edilmesi açısından değişime açık olmayan nostaljik ve duygusal kitleydi. Filmlerin birer yeniden-yorumlama değil, bire bir yeniden-çevrimler olmasını arzuluyorlardı. Diğeri ise aslında ABD'deki politik atmosferin toksikliğinden beslenen tehlikeli ve tehditkâr bir kesimdi: Güçlerini Trump'a olan desteğin artmasından ve ırkçı-muhafazakâr beyaz kitlenin sesinin yükselmesinden alıyorlardı. Dertleri Disney'in mirasıyla değildi; etnik çeşitliliğe, farklı cinsel kimliklerin temsiline, cinsiyet eşitliğine filmlerin dışında da tahammül edemiyorlardı.
İlk kitle sesini tanıtımlarda gözüken Aladdin'in giyinik oluşuna ve Cin'in mavi olmayışına çıkarırken, ikinci kitlenin derdi Aladdin'i Mısır kökenli Mena Massoud'un, Cin'i ise Will Smith'in canlandıracak olmasıydı. Eğlence endüstrisinin güncelinde Disney dışındaki cephelerde "Siyah elf mi olur? (buraya cinsiyetçi küfür gelecek)" argümanlarıyla ateşlenen tartışmalardan "Siyah peri mi olur?" (Peter Pan & Wendy (2023, David Lowery)), "Siyah denizkızı mı olur?" (The Little Mermaid (2023, Rob Marshall)) sorularıyla Disney de nasibini almaya başladı.
Disney ise yeniden-çevrimleri ikinci birer şans olarak görüyor ve bazı filmlerini daha kapsayıcı olmak için adeta baştan yaratıyordu. Özellikle 2000'ler öncesi animasyonlarındaki cinsiyetçi ve ırkçı öğeler, replikler ve şarkı sözleri değiştiriliyor; bu da karşıdaki kitlenin tepkisini büyütüyordu. Mulan (1998) yeniden-çevrimi Mulan (2020, Niki Caro) değişimin zirvesiydi. Çin kültürünü karikatürize eden Mushu karakteri ve "I'll Make Man Out of You" ve "A Girl Worth Fighting For" gibi cinsiyetçi şarkılar filmden çıkarılmakla kalmadı, filmin bir müzikal değil, tamamen epik bir drama filmi olmasında karar kılındı.
The Jungle Book (2016, Jon Favreau) | Kaynak: IMDb
Disney yeniden-çevrimlerinin en yenisi; 1989 yapımı animasyonun yeniden-çevrimi The Little Mermaid de süregelen yenilenme, değişim ve dönüşümün iyi bir yansıması. Öte yandan filmdeki değişiklikler, eklemeler ve uzantıların sadece günümüz hassasiyetlerine ve evrensel değerlere saygı duyulması amacıyla yapılmadığı hissediliyor. Yeniden yorumlamaya yönelik bir arzunun ve zoraki olarak değil, sanatsal kaygıyla yapılan bir şekillendirmenin varlığı belirgin. Ariel rolündeki Halle Bailey "Siyah denizkızı mı olur?" tartışmalarına yeteneğiyle cevap verirken denizinsanlarının çeşitliliği filmin evrensel mesajıyla da destekleniyor. Animasyonun en sevilen şarkılarından olsa da rızayı göz ardı eden ve izleyiciye yanlış mesaj veren "Kiss the Girl" başta olmak üzere birkaç şarkıya yapılan ufak dokunuşlar dışında filme yeni, özgün şarkılar da eklenmiş. Önceki yeniden-çevrimlerde olduğu gibi sadece ödül sezonunda En İyi Özgün Şarkı kategorisinde de bir yarışçı olmak için eklenmiş, eğreti şarkılar da değil bunlar. Filmin yapımcıları arasında yer alan Lin-Manuel Miranda'nın yazdığı dört şarkı, hem Disney'in mirasından ve Miranda'nın stilinden eşit derecede besleniyor hem de hikâyenin akışına, karakterlerine ve ruhuna uyum sağlıyor.
Yeni şarkılardan "Wild Uncharted Waters" sadece genç kadınların değil, genç erkeklerin de ebeveynleri tarafından kısıtlanabildiğini, kalıplara sokulmaya zorlanabildiğini göstererek animasyondakinden farklı bir Prens Eric portresi çizilmesine olanak sağlıyor. The Little Mermaid baskıcı babasından kurtulmak ve evden ayrılmak için beyaz (atlı) bir prensin kendisini kurtarmaya ihtiyacı olan denizkızının değil, ebeveynlerine ve muhafazakâr düzene ses çıkarmak için birlik olan farklı ırklardan iki gencin hikâyesine dönüşüyor.
The Little Mermaid | Kaynak: Disney Türkiye
Disney yeniden-çevrimlerine yapılagelen eleştirilerden belki en haklı olanı, filmlerin animasyonlara oranla hem gerçek hem de mecaz anlamda karanlık oluşu. Bu durum The Little Mermaid için de geçerli. Parlak sarı ve tombul balık Flounder'ın soluk sarı ve yassı bir balığa dönüştüğü, yengeç Sebastian'ın ya da Ariel'in saçlarının parlak kırmızısının matlaştığı ve sualtının masmaviden siyaha çalan bir renge dönüştüğü fiziksel bir karanlık bu filmde de hâkim. Sadece Disney animasyonlarıyla büyümüş olanlar için değil, renkli ve büyülü bir dünya beklentisiyle filmi izleyenler için de rahatsız edici. (Ülkemiz sinema salonlarındaki projeksiyon ampulü konusundaki tutuma girmiyorum bile.) Öte yandan MARVEL karanlık ve epik süper kahraman filmlerinin imajını renkli dünyasıyla sarsarken Disney animasyonlarının da tersi bir yeniden-markalaşmaya gitmesi belki o kadar da şaşırtıcı ve rahatsız edici olmamalı. Keza hikâyelerin karanlıklaşması, mücadelelerin zorlaşması da hedef kitlesi çocuklar olan filmler için gerekli. Çünkü hayatın 90'lardaki kadar tozpembe, geleceğin 90'lardan bakıldığındaki kadar parlak olmadığı apaçık ortada.
The Little Mermaid | Kaynak: Disney Türkiye
The Little Mermaid (2023, Rob Marshall), 26 Mayıs Cuma günü gösterime giriyor.
Bir prensin büyüme sancıları: Young Royals
Netflix İsveç yapımı Young Royals, kraliyet dramalarını lise dramalarıyla harmanlıyor.

Wilhelm, lüks banyosunda. Kollarını lavaboya dayamış, aynaya bakarak derin bir nefes alıyor. Güzel yüzü yara bere içinde. Kapı çalıyor: "Prens Wilhelm? Araba burada." Jump-cut. Arabadayız, Wilhelm'in istemediği bir yere doğru yola çıktığı belli. Dışarıdan deklanşör sesleri geliyor. Flash-back. Elektronik müzik, kalabalık; önceki gece. Kulüp çıkışında Wilhelm, herkes cep telefonlarıyla kaydederken bir kavgaya karışıyor. Arabada, Wilhelm'in kulaklığında son ses çalan şarkı "I think it's wrong, I think it's bad, I think it's lame, I think it's horrible" diye bağırıyor. Kulaklığını çıkarmasını işaret eden danışman; biraz sonra sarayda yapacağı, ilk kez gördüğü özür konuşmasını uzatıyor: "...bu sebeple ailem ve ben derhâl Hillerska Yatılı Okulu'na kaydolmama karar verdik."
Young Royals | Kaynak: Netflix
Kraliyet dramalarındaki, yaldızlı yaşamların ardındaki karakter bunalımlarını ve bireysel çatışmaları düşün. Bir de ergenliğin, büyüme sancılarının ve cinsel uyanışların dönüştürdüğü gençlerin bir araya tıkıldığı okullarda geçen lise dramalarını. Odağına 16 yaşındaki İsveç prensi Wilhelm'i alan Young Royals, işte tam bu iki kategoriyi birbirine yakınlaştırıyor.
"Neden nasıl yaşayacağıma ben karar veremiyorum? Ben normal bir hayat istiyorum." Hayır. Bu cümle Netflix'in İngiliz kraliyetinin son yüzyılını Kraliçe II. Elizabeth'in yaşamı üzerinden aktaran, televizyon tarihinin en pahalı prodüksiyonlarından The Crown'dan bir alıntı değil. Ama olabilirdi de. Young Royals'ın odağındaki, 16 yaşındaki İsveç prensi Wilhelm gençlik ateşinin ve gece hayatının etkisiyle yaptığı hatanın bedelini ağır ve ivedi bir şekilde ödemek zorunda kaldığında, kraliçeye (yani annesine) bu cümlelerle isyan ediyor. Fakat The Crown takipçilerinin çok iyi bildiği gibi ne kendi kararlarını alması ne de normal bir hayat yaşaması mümkün. Üstelik veliaht prens olmasa, en azından bu yük abisi Erik'in üzerinde olsa da...
Young Royals | Kaynak: Netflix
Mevzu nedir? Netflix İsveç yapımı Young Royals; Wilhelm'in (Edvin Ryding) isteği dışında ve hiçbir söz hakkı olmadan okulundan, yaşadığı şehirden ve arkadaşlarından koparılarak yatılı okula yollanmasıyla başlıyor. Varlıklı ve soylu ailelerin çocuklarının, kasabanın yerlisi bir avuç gençle bir arada okuduğu Hillerska Yatılı Okulu, Wilhelm için birçok sorgulamayı beraberinde getiriyor. Genç prens bir yandan ailesinin ve kendisinin temsil ettiği monarşiyi ve ailesini, diğer yandan da her ergen gibi arkadaşlık ilişkilerini ve cinsel kimliğini sorguluyor. Sessizce atması beklenen çığlıkları yetmezmiş gibi, kendisinden beklendiği şekilde soylu ve varlıklı bir kıza değil, sınıfsal ve kültürel olarak farklı bir aileden gelen bir oğlana, Simon'a (Omar Rudberg) gönlünü kaptırıyor.
Wilhelm bir prens gibi davranmadığı ya da bir prens gibi davranması beklenmediği her an gerçek özgürlüğü hissediyor. Oysa bu çok zor: Saraydan ve şehirden uzaklaşmış olsa da abisinin eski okulu olan Hillerska'nın kapısından girdiği anda onun bir parçası sanki hâlen koridorlarda dolaşıyor. Wilhelm'den sanki onun yerini doldurması bekleniyor.
Young Royals | Kaynak: Netflix
Bu bir kraliyet draması. Çünkü genç veliaht prens kendini hiç beklemediği anda farklı sorumluluklar altında buluyor, kraliyetin bir üyesi olarak gençliğini dilediğince yaşamasının önünde tüm ülkeyi ilgilendiren engeller var ve karşısında durmasına rağmen sahip olduğu otoriteyi kullanmaktan da geri durmuyor.
Öte yandan bu bir lise draması. Öğrenciler arasındaki sınıf çatışmaları, cinsel kimliklerini keşfeden ergenlerin kendileri, hisleri ve arzularıyla çatışmaları, yüksek beklentilere sahip ebeveynlerin adeta boğdukları evlatlarıyla çatışmaları… Ekonomik sıkıntılarını gizlemeye çalışan zenginler, sınıf arkadaşları kadar varlıklı ailelerden gelmese de onların kolayca yaşadığı hayatı yaşamaya çalışanlar, ebeveynlerinin hayalindekinden farklı birer birey oldukları için onlara yalan söylemek zorunda kalanlar… Zorbalıklar, uyuşturucu ya da alkolle tanışmalar, çıplak fotoğrafları ya da ilk cinsel deneyimleri sosyal medyada yayılanlar… Hillerska bazen Sex Education'ın Moordale High'ını, bazen Elite'in Las Encinas'ını bazense 13 Reasons Why'ın Liberty High School'unu anımsatıyor.
Young Royals | Kaynak: Netflix
Azla yetinmek. Young Royals'ın Rojda Şekersöz, Erika Calmeyer, Kristina Humle ve Lisa Farzaneh'in yönettiği altışar bölümlük iki sezonu, ergenlik çığlıklarını iyi seçilmiş renkler ve müzikler eşliğinde aktarıyor. Bir Z-kuşağı dizisinden beklenen şekilde mesajlaşmaları ve sosyal medyayı bölümlerinde yaratıcı kurgu oyunlarıyla dâhil ediyor. Dizinin azla yetinen bir hâli var: Sezonların bölüm sayısı, bölümlerin uzunluğu da bu hâlin bir sonucu; romantizm ve cinselliğin gerçek hayattaki kadar mütevazı ve doğal kullanımı da. Wilhelm ve Simon arasında yaşananları anlamak için çoğu zaman kısa bir bakışma, hissedilen bir nefes ve anlık göz göze gelişler ya da ten temasları yetiyor. Dizinin yan karakterleri de tam kıvamındalar: Ne altı bölümlük sezonlara sığmayacak kadar derin ve büyük ne de Wilhelm'in hayatında bir figüran olmak dışında işlevleri yokmuş kadar yüzeysel ve küçük. Özellikle dizinin kötüsü olmasına rağmen gözlerinizi alamayacağınız August (Malte Gårdinger) ve dizinin ilk bölümüyle son bölümü arasındaki dönüşümüne gülümseyeceğiniz Felice (Nikita Uggla) esas hikâyeyi zenginleştiriyor.
Nerede izleyebilirsin? Üçüncü ve son sezonu bu yıl sonunda yayınlanacak Young Royals'ın ilk iki sezonunu Netflix'te bulabilirsin.
Benzer işler:
- The Crown (2016 - 2023, Peter Morgan)
- Elite (2018 - ..., Darío Madrona, Carlos Montero)
Değişmeyen dayanıklı şıklık: Girard-Perregaux Laureato 42
Girard-Perregaux Laureato 42
Çok az tasarım uzun yıllar boyu gücünü ve cazibesini sürdürebilir. 1975’ten bu yana ikonik duruşunu koruyan Girard-Perregaux’nun Laureato modeli, zamansız tasarım harikalığıyla ilk günden beri odada ilk göze çarpan detay olmayı başarıyor.
Laureato 42: Yarım asırlık geçmişinde tarzından ödün vermeden hep daha iyi özelliklerle bezenen ikonik model; paslanmaz çelik kasası, klasik lacivert kadranı, dayanıklı harmonik yapısı, ayırt edici ve spor şıklık sunan sekizgen çerçevesiyle çağın ötesinden sesleniyor. 10,68 mm gibi mütevazı bir yüksekliğe sahip olan saat gömlek kollarının altından kolaylıkla kendini gösterirken çelik kordonu rahatlıkla takılacak bir kullanım sunuyor. Ne diyebiliriz ki; moda değişiyor ama Laureato'nun tarzı dayanıklı ve şık olmaya devam ediyor.
Calibre GP01800: Laureato'nun kalbi Girard-Perregaux’nun Ar-Ge laboratuvarında tasarlanıp geliştirilen Calibre GP01800'ün ritmiyle atıyor. Otomatik mekanizmanın ana plakasında dairesel süslemeler ve çeşitli gravürlerin bulunması, 54 saatlik güç kapasitesi ve köprülerin klasik Côtes de Genève ile tasarlanması gibi pek çok rafine ayrıntıyla zenginleştirilmiş olduğunu belirtmemiz şaşırtıcı olmamalı.
Kalbinin onun için atacağı ikonik bir model arıyorsan Laureato 42’yi bu bağlantıdan inceleyebilirsin.
Beef | Kaynak: Netflix Türkiye
Televizyonda ne var? kanalıyla keşif niteliğinde ve gündem dışı öneriler verirken, gündemdeki yapımlara odaklandığımız Haftanın Dizisi kanalında geçtiğimiz haftalarda Prime Video'nun Swarm ve Netflix'in Beef adlı mini-dizilerine yer vermiştik: