Zappa Zamanlar'ın yeni sayısına hoş geldiniz.
Bir önceki sayımızda seçimleri ve Türkiye siyasetini arkada bırakmaya çalışarak Evren M. Dinçer’in Atlar ve Otomobiller başlıklı yazısıyla biraz geleceği hayal etmeye çalışmış, yarını daha iyi kılmak için bugünden neler yapmamız gerektiği üzerine düşünce egzersizi yapmıştık.
Bu sayımızda ise bugüne dönüyoruz. Üç kısa hikâyemiz var.
- İlki, içinde yaşadığımız coğrafyanın belki de en can yakıcı, en iç burkan yeri olan Filistin ile ilgili. Savaşın, göçe zorlananların, yerinden yurdundan edilenlerin coğrafyası Filistin’e, Filistinli bir kadın sanatçının film kamerasından bakınca annesinin ve onun köyünün mutfağından pişen otlar çıkıyor karşımıza. Ama o otların toplanması yine bir çatışma, yine bir baskı hikâyesine dönüşüyor.
- İkinci hikayemiz bizim daha önce de üzerine yazdığımız, “ciddi” yayınlara çok girmeyen konularla ilgili: dışkı ve tuvalet. Bu kez tuvalet kıtlığının dünyadaki eşitsiz dağılımını konuşacağız.
- Son hikâyemizde ise haksız yere hapis yatan Hakan Altınay’ın hapishanedeyken yazdığı Medeni kitabını değerlendireceğiz.
Keyifli okumalar,
Biray Kolluoğlu, Evren M. Dinçer, Zafer Yenal

Zappa Zamanlar
“So many books so little time...” Frank Zappa’dan ilhamla: Zappa Zamanlar: Kitaplar ve podcastler üzerine uzunlu kısalı… Doğadan yemeğe, edebiyattan ekonomiye okuma ve dinleme notları…
Filistin’de Ot Toplamak
İsraillilerin aslında pek de yemediği, Filistinliler için ise çok değerli olan kengerin ve zahterin hikâyesi üzerinden çatışmanın ot hâli: Foragers (2022)

Filistin tahayyüllümüz bombalar, taşlar, yıkık evler, mermi izleri, silahlar, tel örgülerle bezeli. Savaşın hükmettiği bu yerlerdeki insanlar, ya üniforması tam, ayakları postallı İsrail askerleri, ya da ellerinde sopalar, taşlar eski bir kotla, bir markanın ismini taşıyan ve bu hâliyle görüntüyü hepten ironik bir hâle getiren tişörtleriyle, lastik terlikli gençler. Golan tepeleri savaşın coğrafyası. Ama bu hafta izlediğimiz “Foragers” (Toplayıcılar, 2022) filmi bu coğrafyayı bambaşka bir şekilde resmediyor.
Foragers, çok yukarılardan uzun uzun yemyeşil ağaçlar, otlar ve çiçeklerle dolu tepelere bakarak başlıyor. Dokümanter öğeleri, kurmaca ve arşivden devşirilmiş çekimlerle birleştiren filmin yönetmeni Jumana Manna kendi annesinin, akrabalarının, tanıdıklarının Golan tepelerindeki köyünde ot toplamalarını ve toplanan otların mutfaklarında ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Bu, çocukluğumuzun İzmir’inden çok tanıdık bir faaliyet. Annelerimiz, teyzelerimiz ve onlarla birlikte bizler de gittiğimiz pikniklerde, ki pikniklerin bir amacı da ot toplamak olurdu, bu iş için kullandığımız bıçaklarla arapsaçı, ebegümeci, radika, kuzukulağı, kekik ve daha neler neler toplardık. Sonra onlar ayıklanınca bazısı börek, bazısı yemek, bazısı salata olurdu. Otları ayıklamak daha çok yaşlıların işiydi. Anneanneler, babaanneler sükûnetle her birini tek tek elden geçirerek yaparlardı bu zor işi.
Kaynak: Foragers (2022)
Ama Jumana Manna’nın hikâyesi Filistin’de geçtiği için çocukluğumuzun hatıralarındaki bu zevkli faaliyetin üzerine çatışma ve savaşın koyu gölgesi düşüyor. Filistinlilerin çok severek yedikleri (anladığımız kadarıyla mesela İzmirliler için enginar kadar önemli) akkub (kenger) üzerinden dönen kavgayı anlatıyor film. İsrail’in Doğa ve Parklar Müdürlüğü kenger toplamayı yasaklamış. İsrailli tam donanımlı ve üniformalı devriye güçleri kocaman tekerlekli arazi arabalarıyla dağlarda gezip, eski püskü kıyafetleri ve ayakkabılarıyla ot toplayan köylülerin peşine düşüyorlar. Bu arada köylüler sadece kenger toplamıyor tabi. Yine mutfakları için çok önemli zahteri ve birçok başka otu da topluyorlar.
Ama asıl kavga kenger üzerinden dönüyor. Kenger toplarken ve topladığı kengerleri doldurduğu plastik torbalarla dağlardan evlerine dönerken İsrailli devriyelere yakalanan Filistinli köylüler para cezasına çarptırılıyorlar. Kengerin toplanmasını yasaklamışlar çünkü köylüler çok topluyorlarmış, kökünü kurutuyorlarmış. İsrailliler ise bu işi modernize etmişler, kültür tarımını yaptırıyorlar. Kibutzlarda devlet güvencesiyle kültür kengeri eken İsrailli çiftçilerle de konuşuyor Jumana Manna. Onlar hayatından memnun tabii. Filistinli köylüler ise bir o kadar mutsuz ve durumdan şikâyetçi. Etraf kenger dolu, "Biz köküne zarar vermeden topluyoruz, yüzyıllardır da böyle topluyoruz, ne diye pazardan para verip alacağız?" diyorlar.
İnsan bu filmi seyrederken ister istemez son yıllarda en lüks lokantalara kadar girmiş “foraging” (toplayıcılık) dalgasını hatırlıyor. Rene Redzepi’nin Noma’sıyla doruğa ulaşan zengin ülkelerdeki yabani ot merakıyla birlikte düşününce Filistinlilerin ot toplarken çektikleri çile iyiden iyiye hem göze hem de yüreğe batıyor.
İsraillilerin aslında pek de yemediği, Filistinliler için ise çok değerli olan kengerin ve zahterin hikâyesi üzerinden çatışmanın ot hâline dair bu filmi izleyin deriz.
Kaynak: Foragers (2022)
- Bir öneri: Biz bu filmi Zeyno Pekünlü ve Köken Ergün'ün yürüttüğü online tartışma platformu Kırık’ta izledik. Bu inisiyatif, güncel sanatçılardan politik video işlerini zaman zaman toplayıp süreli gösterimler de yapıyor. Bu siteyi de düzenli olarak takip etmenizi öneririz.
Eşitsizliğin Tuvalet Hâli
1,7 milyar insanın kanalizasyona bağlı ve suyu olan tuvaletlere erişimi yok, 494 milyon insanın hayatında ise herhangi bir formda bir tuvalet bulunmuyor.

Yediklerimiz ayrı dert, çıkardıklarımız ayrı dert. Bu yazının konusu tuvaletler, ya da tuvaletlere erişim sorununun türlü hâlleri. Kimimiz için dert şehirlerde işe yetişmeye çalışırken, bir görüşmeye giderken, alışveriş yaparken bir tuvalet bulamamak, kimimiz için de üstü kapalı, akan suyu veya kanalizasyonu olan herhangi bir tuvalete hiç erişemiyor olmak.
İkincisinden başlayayım. Dünyada 8 milyar insanız. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu 8 milyar insandan 1,7 milyarının kanalizasyona bağlı ve suyu olan tuvaletlere erişimi yok. Bu grubun içinde 494 milyon insanın hayatlarında ise herhangi bir formda bir tuvalet bulunmuyor. Yani yarım milyar insan buldukları yerde, bir çalının arkasında, bir yapının köşesinde, bir derede tuvalet ihtiyaçlarını gidermek zorunda. Tabii bu durumun acı sonuçları oluyor. İnsanlık onuruna yakışmayan bir şekilde yaşamaya zorlanmanın yanı sıra her yıl 800 binden fazla insan, çoğu ishal ve diğer bağırsak hastalıklarından olmak üzere yetersiz sanitasyon ve hijyen koşullarına kurban gidiyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre tuvalet ihtiyacının açıkta giderilmesi hastalık ve fakirlik kısır döngüsüne katkıda bulunuyor:
“Açıkta dışkılamanın yaygın olduğu ülkeler yetersiz beslenmenin, fakirliğin ve büyük gelir farklılıklarının yanı sıra 5 yaşın altı çocuk ölüm sayılarının da en yüksek olduğu ülkeler.”
Uluslararası örgütler bu soruna daha yeni yeni el atıyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2010 yılında temiz ve güvenilir içme suyuna ve sanitasyona erişimi bir insan hakkı olarak tanımış, 2013 yılında 19 Kasım'ları Dünya Tuvalet Günü olarak belirlemiş ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'na “herkes için erişilebilir su ve atık su hizmetlerini ve sürdürülebilir su yönetimini güvence altına almayı” da eklemiş. Birleşmiş Milletlerin koyduğu hedef şu:
“2030’a kadar herkesin yeterli temizlik ve sıhhi koşullara eşit biçimde erişiminin sağlanması ve kadınların, kız çocuklarının ve kırılgan durumda olan kişilerin ihtiyaçlarına özel önem göstererek kamuya açık alanlarda dışkılamanın sona erdirilmesi.”
Kaynak: Birleşmiş Milletler
Dünyanın zengin ülkelerinde de bir tuvalet derdi var. Onların sorunu şehirlerde yeteri kadar kamuya açık tuvalet olmaması. New York Times yazarı Jen A. Miller, Kamusal Tuvalet Endeksi (Public Toilet Index) rakamlarına dikkat çekiyor. Buna göre İzlanda her yüz bin kişiye 56 kamu tuvaletiyle bu hizmeti en iyi sunan ülke. Ardından 46 ile İsviçre, 45 ile Yeni Zelanda geliyor. Bu oran Almanya’da 21, İngiltere’de 15, ABD’de 8. Türkiye’de kaç dersiniz? Sadece 1. Her yüz bin kişiye sadece bir kamusal tuvalet düşen diğer ülkeler arasında Benin, Mali, Uganda, Kamboçya, Çad da var. The Guardian gazetesinde geçen senelerde çıkan bir başka yazıda kamusal tuvalet sayılarının artacağı yerde düştüğünün altı çiziliyor. Britanya Tuvalet Birliği (British Toilet Association) başkanı son 10 yılda kamusal tuvaletlerin yüzde 50 azaldığını belirtiyor.
Mesele tuvaleti yapıp yerleştirme meselesi değil sadece. Kim temizlik ve bakımından sorumlu olacak? Güvenlik nasıl sağlanacak? Kamusal bir alanda mahrem bir alan sunan kamusal tuvaletler, seks işçiliği, uyuşturucu kullanımı gibi tuvalet ihtiyacı dışında başka faaliyetler için de kullanılabiliyor.
Tuvalet meselesinin de yine bir toplumsal cinsiyet boyutu var. Birçok şehirde kamusal pisuvarlar çok daha yaygın. Ama bunları sadece engeli olmayan ve penisi olan kişiler kullanabiliyor. Bir de genellikle kadın ve erkek tuvaletlerine aynı ölçülerde fiziksel mekân ayrılıyor ama erkek tuvaletlerinde aynı büyüklükteki mekâna çok daha fazla sayıda pisuvar yerleştirilebiliyor. Bu satırları okuyan kadınlar neden bahsettiğimizi, yani kadın tuvaletlerinde hep daha uzun olan kuyrukları gayet iyi bilirler. Bir de kadınların menstruasyon dönemlerinde de tuvalet ihtiyaçları olduğunun altını çizelim. Kısacası kamusal tuvaletlerin sayısının az olması, kadınların kamusal alandaki varoluşlarının da kısıtlanması, kamusal hayata katılmalarının engellenmesi demek. Elbette meselenin LGBTİ+'ları etkileyen boyutları da çok yakıcı, çünkü dünyanın çoğu yerinde trans kadınların kadınlar tuvaletini kullanmasıyla ilgili tartışmalar yaşanıyor ve cinsiyetsiz tuvaletlere çok çok nadir olarak rastlanabiliyor.
Tokyo. Fotoğraf: Satoshi Nagare / The Nippon Foundation
Kamusal tuvalet sorununu kamusal sanat yaklaşımıyla çözmeye çalışan ve çok çarpıcı tasarımlı tuvaletleri olan Japonya bu konu gündeme geldiğinde öne çıkan örneklerden. Mesela bu tuvaletlerden bir tanesi camdan bir yarım küre ama içine girip de kapıyı kilitlediğinizde dışarıdan içerisi görünmez hâle geliyormuş.
Kısacası, tuvalet işi ve doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, cinsiyetiyle küresel olarak çok boyutlu bir iş. Buna da işte eşitsizliklerin tuvalet hâli diyebiliriz.
"Medeni", Muhabbet ve Güven
Hakan Altınay, yeni ve farklı bir toplumsal oluş ve birliktelik hâlinin imkânlarını sorguluyor.

Bugün sizi bu kitabı okumaya özendirmek istiyoruz: Medeni (İletişim Yayınları, 2023) . Kitabın yazarı Hakan Altınay. Üçüncü Gezi Parkı davasında Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Yiğit Ekmekçi ve Mine Özerden ile birlikte Altınay, 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir yılı aşkın bir süredir Silivri Cezaevi’nde. Hakan cezaevine girmeden önce kuruluşundan bu yana muazzam emek verdiği Avrupa Siyaset Okulu’nun direktörlüğünü yapıyordu.
Medeni kelimesinin kökünde şehirlilik var. Altınay’ın ifadesiyle, “şehirli olmak birbirimizle teması yoğun olan tanıdık ve tanımadık akranlarla müşterekleri yönetebilme irfanına sahip olmak demek… Siyasinin temel derdi güç ve iktidar iken, medeninin odağı müşterekler ve muhabbet. Derdi güç olan siyaset için dikey, hiyerarşik ilişkiler önemliyken, odağı müşterekler olan medeni için irfan, yatay ilişkiler, akranlık ve dostluk önemli.” Seçim sonrasının insanı yer yer nefessiz bırakan siyasi ikliminde bu sözler kulağa epey naif gelebilir. Halbuki Medeni, geleceğe dair umut devşirmeye çalıştığımız bugünlerde üzerinde düşünmeye değer güçlü ve ufuk açıcı bir perspektif sunuyor.
Altınay çalışmasında türlü türlü dertlerden mustarip dünyamızda yeni ve farklı bir toplumsal oluş ve birliktelik hâlinin imkânlarını sorguluyor. Nöropsikolojiden antropolojiye, tarihten davranışsal ekonomiye, siyaset bilimine birçok alandan beslenen kitabın merkezinde dayanışma, muhabbet, çoğulculuk, sorumluluk ve erdemlilik gibi kavramlar var. Altınay, derdim “kişisel çıkarın önemi, bencilliğin meşruluğu konusunda bu kadar bombardımana tutulan insanların dünyanın her yerinde insanların hakkaniyete olan inancını tespit etmek” diyor. (Sf. 95)
Altınay’a göre günümüz toplumlarının temel belası kutuplaşmayı sadece eşitsizliklerin tepe yapmasıyla açıklayamayız. Sosyokültürel farklılıklar, sosyal medyanın bugün aldığı yeni biçimler gibi nedenlerle artık toplumlar güven ve iyi niyet üretemiyor. (Sf. 25)
Peki çözüm nerede?
Altınay, çözüme giden yolun daha fazla temas, daha samimi muhabbetlerden ve araçsal alışverişlerden uzak durmaktan geçtiğini söylüyor. Bu çerçevede 2014’ten beri faaliyetlerine devam eden Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu’nu örnek gösteriyor. Bu okulda yılda iki kere çok farklı ve birbirine zıt siyasi eğilimlerden gelen genç siyasetçiler (partililer, STK’lılar) bir hafta boyunca birlikte Türkiye gündemine damgasını vuran birçok farklı meseleyi alanlarının uzmanları eşliğinde tartışıyorlar. “Hiçbir sorun çıkmıyor diyemem ama çıkan sorunların korkulandan çok daha az olduğunu ve çözümlerin de hiç zor olmadığını söyleyebilirim.” (Sf. 27)
Kısacası, çoğulculukla uyumlu iyi, niyet ve güveni üretecek ve sürdürecek mekanizmalar oluşturmak çok elzem. Çünkü selamlaşarak, hediyeleşerek ve bayramlaşarak yeterli iyi niyet üretemeyeceğimiz kesin. (Sf. 35) Esas mesele, muhabbete, mekândaşlığa ve ortak sorumlulukların tartışılmasına açık ve güven temelli ilişkilere elverişli ortamlar oluşturmak.
Kaynak: Hande Yalnızoglu Altınay/Twitter
Müşterekler ve nesiller
Kitapta üzerinde en çok durulan kavramların başında belki de “müşterekler” geliyor. Şehirli çoğulculuğa giden yol müştereklerden ve müşterekleri çoğaltmaktan geçiyor dersek abartmış olmayız. “Müşterekler hepimizin iştirakiyle hayata geçen, hayatta kalan, kök salan ve gelişen yetkinlikler olabilir mi?” Altınay’a göre topluma bilgi ve irfan müşterekleri üreticisi olarak bakmak çok önemli kapılar açıyor. (Sf. 100-101)
Burada, kitapta birçok yerde geçen irfan kelimesinin anlamlarını düşünmek faydalı olabilir. İrfan, Arapça rf kökünden geliyor ve “bilme, bilgi, özellikle pratik bilgi, usul ve örf bilgisi” anlamlarını taşıyor. Arif, marifet (maarif), maruf, örf (araf), tarif (tarife) kelimeleri hep buradan geliyor. İrfan kelimesiyle teorik olduğu kadar pratik, birbirinden öğrenmeye dayalı bilme ve eyleme biçimlerine yapılan vurgu önemli. Böylece Altınay kuşaklar arasındaki sorumluluk ilişkilerinin pek çok alandaki yaygınlığına ve bunun devamının önemine dikkat çekiyor. Yani Altınay için müşterekler kavramı, kuşaklar arası borçlanma ve sorumluluk ilişkisini de kapsıyor. Bu nokta önemli. Zira nesiller arası bilgi ve beceri aktarımına da vurgu yaparak bizce Altınay güncel müşterekler tartışmalarına yeni bir boyut kazandırıyor.
Aslında geç modern toplumların üyeleri olarak nesiller arası ilişkisellikleri kale alan bir düşünme biçimine oldukça yabancı olduğumuzu söyleyebiliriz. Modern öncesi toplumların döngüsel zaman anlayışı çerçevesinde gelecek kapalı, insanlar bugüne sıkışmış bir zamansallık içerisinde yaşıyorlar. Modern dönüşümlerle birlikte gelecek açılıyor, yarın fikrinin ortaya çıkıyor. Ama burada da ekonominin kısa dönemli kârlar etrafında örgütlenmesi nesil kavramı hiçbir zaman hayatileşemiyor, anaakım ekonomik ve siyasi tahayyüllere içkin hâle gelemiyor. Altınay ise “hür ve mesul vatandaşlık” (Sf. 44-48) kavramıyla nesiller arası sorumluluk ilişkisinin müştereklerinin üretilmesinin ana bileşenlerinden birisi olması gerektiğini vurguluyor:
“Hakikatle küçümseyici, kurnaz, hoyrat, seçici, “ihmalkâr” bir ilişki kurmak gelecek nesillerin ufkunu karartacağı için gelecek nesillere karşı sorumluluğa uymaz, onlara ihanet, böyle bir şeye hakkımız yok.” (Sf. 63)
Medeni, ince sayılır, toplam 106 sayfa. Ama kısalığı sizi yanıltmasın, içerdiği tartışmaların derinliği ve kapsamlılığıyla kütüphanenizi epey ağırlaştırmaya aday bir kitap.
Bu sayıda öne çıkan konulardan ilhamla eski sayılarımızda yayımladığımız bazı makalelere dönmek isterseniz;
- Eklektik Bülten #10'da Boğaziçi Dik Duruyor demiş, üniversite direnişinin 568. gününden bildirmiştik: "Bu süreçte hocalar olarak nöbet kadar düzenli yaptığımız bir eylem de yazmak ve konuşmak oldu."
- Sıkıntı var. Hem de çok! başlıklı sayımızda Tanıl Bora'nın Zamanın Kelimeleri (2018, İletişim Yayınları) kitabından yola çıkarak günümüze ve günümüzün diline damga vuran sözcükleri tartışmıştık.
- "Etrafımızı saran ot ve çiçeklerin neden farkında değiliz?" diye sorduğumuz Eklektik Bülten #9'da “Bitki Körlüğü” üzerine düşünmüştük.
Bültenimizin hazırlanmasında bize her zaman olduğu gibi büyük destek veren editörümüz Ege Öztokat’a çok teşekkür ederiz.
Bitirirken her zamanki hatırlatmalarımızı yapalım: Bu yayını çevrenize iletebilir, https://aposto.com/n/zappa-zamanlar adresi üzerinden kayıt olabileceklerini söyleyebilirsiniz. [email protected] adresinden bize ulaşabilir ve düşüncelerinizi, okuma ve dinleme önerilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz.
Hepinize şimdiden iyi haftalar dileriz.