Yerel Kadın Muhabir Ağı Bülteni'ne hoş geldiniz!
Kadınların iş hayatına girmesi, erkek egemen alanda çalışan kadınların mücadelesi kadınların mücadele tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kadınlar erkek egemen alanlarda çalışıyorsa toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kalıp yargılarıyla yüz yüze gelmekte, varlığını ortaya koymak için çeşitli bedeller ödemektedir. Kadın gücü erkek gücü kıyası, kadınların iş hayatında hırçın ve verimsiz görülmesi önkabulü, süt izni, ebeveynlik iznindeki eşitsizlikler gibi sebeplerle kadınlar hem iş arkadaşları hem de patronları tarafından çıkarılan birçok zorlukla mücadele etmiştir ve edecektir de.
Ülkemizde mecliste kendi çalışacakları katta kadın görevli istemeyen partiler olduğu sürece, süt izni alacağı muhtemel görüldüğü için favorisini erkek çalışanlardan seçen patronlar olduğu sürece, kadınların iş hayatındaki yeri devlet, kanunlar, işveren politikaları ile topyekün desteklenmediği sürece kadınlar çalışma hayatındaki varlığı için dik durmaya devam edecektir.
Bu haftaki bültenimizde erkek egemen alanda çalışan kadınlarla görüştük, yaşadıklarını ve tecrübelerini anlamaya çalıştık. Keyifli okumalar dileriz!
Ceren Kurt & Özlem Kadıköylü
Akademideki "cam tavan" üzerine bir söyleşi
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Dr. Öğr. Üyesi Gizem Bilgin Aytaç, akademide cinsiyet eşitsizliği üzerine konuştu.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Dr. Öğretim Üyesi Gizem Bilgin Aytaç, Yerel Kadın Muhabirler Ağı’na konuştu. Akademide kadın olmaktan bahsettiğimiz söyleşimizde “uluslararası güvenlik” kavramı içinde kadın konusuna değindik.
Aytaç, Uluslararası İlişkiler gibi erkek egemen bir alanda, güvenlik gibi yine erkeklerin egemen olduğu bir konuda üretiyor. Öncelikle kendine bunun zorluklarını sordum:
Aslında kadın akademisyen sayısı çoğaldı Türkiye’de. Özellikle sosyal bilimlerde, akademisyen olmanın cazibesi çok arttı. Ama yüksek seviyelere çıkma yani doçent olma, profesör olma daha düşük. Türkiye’de tüm kadınların yaşadığı o “cam tavan” akademide de var. Hele de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde bu daha zor. Bu alanlarda üretim yapabilmek için saha çalışmaları da yapmak gerekiyor ama olmuyor. Mesela ben 10 sene önce Irak’a gittim, sonra çocuğum oldu ve daha gidemediğim için hâlâ beni besleyen şey Irak çalışmam… Sosyal bilimlere verilen desteğin az olmasının da payı var tabii. Eğer güvenlik alanında ana akım teoridense feminizm gibi eleştirel teorilere biraz daha eğilimliyseniz tıkanabiliyorsunuz çünkü uluslararası örgütler, politika yapıcılar, üniversite bileşenleri çok anlamlı bir yere koymuyorlar bunu.
Ama yine de kadın hareketinin tabandan alana girdiği, politika yapmaya yöneldiği her ses duyuluyor. Kadın hareketi ister siyaset bilimi ister uluslararası ilişkiler olsun örgütlü şekilde baskı yaparsa, karar yapıcıları zorlarsa alandaki hâkimiyet değişiyor. O yüzden umutsuz bir yerden bakmıyorum. Evet, akademide kadın olmak zor ama yanınıza yol arkadaşlarınızı alırsanız birçok engel aşılabilir.
Kadınların, akademide sayılarının artmasının politika üzerinde nasıl bir etkisinin olacağını sorduğumda Aytaç şöyle yanıtlıyor:
Uluslararası İlişkiler zaten dış politikada popülist-milliyetçi alana karmış durumda. Dolayısıyla Türkiye’deki popülist siyaseti de artık sadece iktidar üzerinden okumuyorum. Muhalefet de iktidar da zamanın ruhuyla iki kutuba kaymış durumda. Böyle bir yerde göç çalışmak da feminizm çalışmak da güç. Artık 11 Eylül ile değişen dönemde değiliz, o koşulları taşımıyoruz.
Bu konuda bölgesel çatışmaların devam etmesi ve Batı’nın kendisini koruma siyasetinin kadınların kendini temsil etme sürecini zorlaştırdığını da ifade ederek, araştırmacı adına alanların genişlediğini ancak feminizm gibi alternatif teorilerin saha çalışması yapmasının zor olduğunu çünkü sivil toplum kuruluşlarının da çatışma alanlarından etkilendiğini vurguluyor.
Aytaç, merkez siyasetin içinde sivil toplum eğer öteki konumundaysa, bunun örgütlenmeye de etki ettiğini; bunda hem pandeminin, hem de dönemin konjonktürel koşullarının etkisi olduğu belirtiliyor ve devam ediyor:
Sosyal medya bu anlamda özgürleştiriyor. Sosyal medya olmasaydı İran’da kadınların sesi bu kadar duyulmazdı. Keşke daha fazla duyulsaydı. Biraz da duymak isteyen kulaklar gerekli tabii. Uluslararası örgütler duymak istiyor mu istemiyor mu? Bunun alternatifi, karar mekanizmalarında daha fazla etki edecek güce sahip olmaktır.
Ben de bu konuyla devam etmek istiyorum. Kadın temsiliyeti hâlâ gerek dünyada gerek Türkiye’de sorun olmaya devam ediyor ve sağlanabilmiş değil. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Kadın hareketi yediği baskılarla sürekli dönüşebilen bir şey. Bu konuda Queer teorinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Avrupa’daki cinsiyet eşitliği düzenlemeleri Türkiye’deki ilişkilerin yansıması anlamında çok görünür değil. Toplumsal cinsiyet artık 90’lardaki ya da 2000’lerdeki gibi değil. Batı’da çalışan konfeksiyon işçisinin de durumu, temsiliyeti benden farklı mı çok emin değilim. Bir kere o temsiliyet için ekonomik özgürlük gerekli ve içinde bulunduğumuz küresel krizde bu alanın sağlanması çok zor. Liberal feminizmin tıkandığı bir noktadayız aslında. Fırsat eşitliğinin sağlanabilmesi için ekonomik eşitlik, sınıf ve cinsiyeti kapsamalı. O yüzden dediğine katılıyorum, hiçbir yerde eşitlik kavramı, ne retorik ne de norm olarak tam anlaşılmış değil. Ama kadınlar bunu yerine mutlaka getiriyor. Dağılıyoruz, yeniden toplanıyoruz.
Türkiye’deki en soğukkanlı kavrayış Queer teoride bence. Ötekileştirilmiş bir hareket olsa da öyle… Artık 80’lere, 90’lara dönmeyeceğiz. O yüzden bence umuda ihtiyacımız var… Kadınların sesini duymak zorundalar. En birleşik sesi kadınlar verir. Türkiye’nin feminist dış politikaya ihtiyacı var. Sorunlar o kadar fazla ki sivil toplum her şeyi kümeledi. Günün sonunda direniş mutfaktan başlıyor. Taksim kapatılsa da kadınlar yine buluşur. Çünkü kadınların kaybedecek bir şeyi kalmadı artık. Kadınlar güvenlik istiyor, hayatta kalmak istiyor ve bunu isterken de sabahtan akşama kadar çalışıyor; tarlada çalışıyor, fabrikada çalışıyor, akademisyen olarak çalışıyor. Bunun bir sınıfı yok.
Hemen hemen her kadının yaşadığı bir “feminist uyanışı” dönemi var. Bazılarımız kendi deneyimlediklerimiz sonucunda o uyanışı yaşıyoruz bazılarımız da dışarıdaki kadınların yaşadıklarını algılayarak o uyanışı yaşıyor. Güvenlik de o anlamda duygusal olarak yıpratıcı bir alan bence. Sizi güvenlik alanında çalışmaya iten etmenler neler oldu?
Hem bireysel hem toplumsal etmenleri var. 80’lerde doğan bir çocuktum ve annem feminizm çalışan bir kadındı. Bence bu en büyük sebep. Ama dönüp baktığımda gördüğüm etmen kaygıydı. Üçüncü dünyanın güvenlik sorunlarıydı. Bu alanda üretim yapan kadınları okudum. İstanbul Üniversitesi Siyasal’da okumuş bir kadındım, Türkiye’de boşluk olan bir alan olarak gördüm.
Asistan oluyorsunuz, doktora yapıyorsunuz, artık akademisyen oluyorsunuz, sesiniz yine duyulmuyor. Ona rağmen “futbol siyasetinin” domine ettiği bir alanda, hepimizin feminist olması gerektiği düşüncesine vardım, sesimizi duyurmak zorundayız. Türkiye’de Avrupa Siyaseti çalışan kadınlar genelde feminizm çalışırdı, dış politikada çalışan kadın akademisyenleri buldum. Tabii, Şirin Tekeli’nin bölümünün asistanıyım… Onun eğitiminden geçen hocalarım oldu. Akademik feminizmi Türkiye’ye getiren isimdi o. O geleneği devam ettirenlerden biriyim.
Tüm kadın akademisyenler birbirini etkiliyor, bir kız kardeşlik ilişkimiz var. Feminist bakış interdisipliner olmayı gerektiriyor, kapsayıcı olmayı gerektiriyor. Yalnızca devletlerin alanı olarak okuyorsunuz, bu yüzden güvenlik çalışmaktan korkmayın… Kadınları dinlediğimiz zaman güvenlik korkulacak bir şey değildir, gereklidir.
Son olarak, erkek egemen alanlarda çalışan kadınlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Öfkemizde, kırgınlığımızda, yılgınlığımızda çok haklıyız ama her şey 8 Mart’ın sloganında var zaten: Öfkeni örgütle… Kadınlar olarak örgütleneceğiz.
İnşaatta çalışan kadınlar için temel zorluk "güven sıkıntısı"
Kereste tüccarı olarak çalışan Newroz Ürün ile söyleşi

İnşaat ve kerestecilik sektöründe çalışan Newroz Ürün, erkek egemen alanlardaki başarılarıyla ilgili Yerel Kadın Muhabirler Ağı'na konuştu.
Newroz Ürün hakkında:
Şırnaklı olan Ürün, 90’lı yıllarda ailesiyle Van’a yerleşiyor ve eğitim hayatına burada devam ediyor. İki üniversite bitiren Ürün, sosyolog olarak bir kamu kuruluşunda çalışmaya başlıyor. Fakat daha sonra KHK kararı ile mesleğinden ihraç ediliyor ve bir yıl cezaevinde kalıyor. İhraç edildikten sonra kerestecilik sektöründe uluslararası çalışmaya başlıyor.
"Zorlukların temeli güven sıkıntısı"
Bir kadın olarak erkek egemen alanda çalışmaya nasıl yöneldiniz diye soruyoruz, şöyle cevaplıyor:
Kerestecilik sektörüne bilerek ve isteyerek yönelmedim, tamamen bir tanıdığımın telefonu üzerine, tesadüfen yöneldim. Ama bu alana yöneldikten sonra aslında çok da zor olmadığını öğrendim. İlk süreçlerde evet, teknik anlamda bazı zorluklar yaşadım ama bu iş alanında çalışmaya başlayınca başarılar da birbirini takip etti. Türkiye’de bir çok il, ilçe, kasaba ve köyden kereste temin ettim. Ukranya’dan ve Belerus’tan da. Bunları Orta Doğu'nun belli bölgelerine ve Avrupa’ya gönderdim.
Van Doğu Anadolu İhracatçılar Birliği şubesi, Newroz Ürün'ün Van'da ihracat yapan tek kadın olduğunu söylüyor.
İnşaat ve kerestecilik sektöründe bir kadın olmanın nasıl zorluklar ve tepkiler ile karşılaştınız sorumuza şöyle yanıt veriyor:
Erkek egemen alanlarda çalışıyoruz, zorlukların temeli güven, işi aldığımız firmalar işi bitiremeyeceğimizi ve başaramayacağımızı düşünüyorlar, fakat bir kadın olarak o işi büyük bir titizlik ile yaptığım için gerçekten erkeklerden daha iyi bir başarı sergiliyoruz.
Zorluğu şudur, alanını gerçekten çok daraltıyorlar. Sen uygulamanı yaptığında, mesela hak edişini yapacaksın orda bir muhatap alınmama durumun var, çünkü buna alışılmamış, buna alıştırıncaya kadar 'Sen hangi firmanın elemanısın? Pazarlamacı mısın? Ya da müdürü müsün?' diye soruyorlar. 'Hayır, iş benimdir' dediğin zaman, büyük bir şaşkınlıkla karşılıyorlar. Tümüyle muhatap alınma anlamında bir zorlukla karşılaşıyorum ama sonrasında onlar da karşılarında bir kadını muhatap olarak görmeye alışıyorlar.
Erkek egemen alanlarda çalışacak kadınlara mesajını sorduğumuzda ise şunları söylüyor:
"Aç gezen tilki,tok yatan tavuktan iyidir" yazısı gerçekten benim hayat felsefem. Çıkmak, gezmek, araştırmak, imkânlar oranında ilişkilenmek lazım. Sonuçta inşaat sektörü kapitalizmin bel kemiklerinden biridir. Bu yüzden de insanlar bu alana yatırım yapıp, zamanla yarışıyorlar. Ne kadar kısa sürede bitirirlerse o kadar kısa zamanda paralarını alırlar. Bu anlamda zamanı iyi değerlendirir ve işinizi sağlam yaparsanız, çok iyi başarılara imza atarsınız.
"Kim demiş şoförlük erkek mesleği diye?"
Taksi, otobüs, şimdi tır... Melahat Bademci 14 yıldır direksiyon başında.

Yazı: Gülbin Çakmak
Melahat Bademci 14 yıldır direksiyon başında. Taksi, otobüs derken bir süredir tır şoförlüğü yapıyor. Bademci, ''Kadın olmak hayatın her alanında zor ama bizi güzelleştiren mücadele devam ettiği sürece zor diye bir şey olmuyor.''
Bademci, Yerel Kadın Muhabirler Ağı'na şoförlük hayatını anlattı.
Mesleğe ne zaman başladınız?
2009'da Ankara'da taksi şoförü olarak başladım.
Neden şoförlüğü tercih ettiniz?
Direksiyon başında olmayı seviyorum. Ve "Neden mesleğim olmasın ki?" dediğimde başladım taksiciliğe. Kendi işimin patronu da olmak istedim açıkçası. O gün bugündür direksiyon başındayım.
Mesleğinizin sizi değiştirdiğini düşünüyor musunuz?
Elbette değiştirdi. Konuşmam, el kol hareketlerim, bir erkeksilik oluyor, oldu. Bir bakıma olmakta zorunda. Ben mesleğe ilk başladığım yıllarda kimse yanıma yanaşamıyordu. Asık suratlı, sert mizaçlı bilinirdim ki hâlâ da öyle. Bu bir nevi kendimi dışarıya karşı koruma kalkanıydı aslında. Sert durunca kimse size bir şeyleri söyleme cesaretini bulamıyor, ama bazen o da çözüm olmuyor.
Yolcularınızın ilk tepkileri nasıl oluyordu?
Şaşırıyorlardı, o yıllarda bu kadar çok kadın yoktu direksiyon başında. Bazen soru soruyorlardı, bazen de mizacımdan dolayı konuşmaya çekinenler oluyordu.
Meslektaşlarınızın çoğu erkek, onların tepkileri peki?
Yolcular gibi tepki vermediler. Karşılıklı çekinsek de sonra beraber durakta oturup çayımızı içip, sohbetimizi yapıyorduk. Trafikte görünce şaşırsalar da bir yerden sonra normalleşti durumum.
Sektöre ilk başladığınızda ne gibi zorluklar yaşadınız?
İnanın ben hiç zorluk yaşamadım. Ankara'da taksi şoförlüğü yaptım uzun yıllar. Üç yıl Yalova'da otobüs şoförlüğü yaptım. Sahil şehri, tursitlerin tercih ettiği bir yer olmasına rağmen Ankara'dan daha çok garipsendim orada. "Aa, kadın şoför" şaşkınlığı, Yalova'da "Kadından şoför mü olur!?"a evrilmişti. Bu beni şaşırtmıştı.
Şoförlük kadınlar için zor bir meslek mi?
Kadın olmak hayatın her alanında zor ama bizi güzelleştiren mücadele devam ettiği sürece zor diye bir şey olmuyor. İşinizi benim gibi severek yaparsanız, kendinize güvenirseniz her türlü zorluğu aşarsınız. Aşılıyor bir şekilde.
Taksi, otobüs, tır derken artık uzun yol şoförü kadın arkadaşlarımız var, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Hoşuma gidiyor. Taşıma sektörü de erkek egemenliğinin bittiği bir sektör artık. Çalıştığım firmada (Ekol) 17 kadın tır şoförüyüz biz, yalnız değilim. Sayının tüm firmalarda artmasını istiyorum.
Bir süredir tır şoförlüğü yapıyorsunuz, taksi şoförlüğünü özlüyor musunuz?
Hiç özlemiyorum. Taksi, dolmuş şoförlüğü yaptım, tır şoförlüğü kadar rahat değillerdi. Aracım benim evim gibi. Kimse de şoförlüğümü eleştiremez, iyi bir şoförüm. Trafik ve bazı müşteri profilleri beni taksiden soğutmuştu, bu yüzden özlem duymuyorum.
Mesleğinizle ilgili keşkeniz var mı?
Benim bir keşke'm var, keşke 2009 yılında ehliyetimi yükseltmiş olsaydım ve tır şoförü ehliyetini keşke 2009 yılında almış olsaydım.
Mesleğinizi diğer kadın arkadaşlara tavsiye eder misiniz?
Kesinlikle tavsiye ediyorum. Her mesleğin dediğim gibi zorluğu var ama güzel bir meslek bence. 1960'ların Şoför Nebahat’ları, hayatın her alanında daha çok olalım. Biz çok oldukça güzelleşecek çünkü her şey.