Merhaba,
Herkese iyi bayramlar! Bayramın üçüncü gününden yazıyor olmak benim için çok güzel. Çocukluğumdan beri bayramların son günlerini ayrı bir severim çünkü sakindir ve beklenmedik uzaktan tanıdık bir misafir gelir. Bu bayram ziyaretçim yok, aile evinde de değilim, yanımda da kimse yok, sizlerden başka.
✒Yedinci sayıya hoş geldiniz. Buraya yedi yazdığıma inanamıyorum, zaman cidden hızlı geçiyor. Üretim Kaydı yolculuğuna başlayalı on ay oldu. Aposto!’da ise üçüncü ayına giriyor. Yedi benim en sevdiğim rakamdır, sebebi yok. Bende bir uğuru var mı onu da bilmiyorum ama ezelden beri yediye zaafım var.
👀Geçtiğimiz sayı en fazla geri dönüş aldığım sayı olmuş olabilir, okuyanlar kendilerine dokunan cümlelerden ve favori Sezen şarkılarından bahsetti, pek tatlı oldu. Bu sayıda sizlerin üretime bakış açısını anlayabilmek ve bu vesile ile sizleri tanımak için minik bir anket bırakıyorum. Cevapların anonim kalacağı bu mini anketi doldurmanızı rica eder ve bana bu maili cevaplayarak ulaşabileceğinizi tekrar hatırlatmak isterim.
🌟Gündemin içinde üreten insanların işlerine dair haberler öylesine kayboluyor ki bu hafta üretenlerin sosyal ağlarda paylaştıkları üretim haberlerini derlediğim bir kanal açmaya karar verdim. Sevinçle duyurulan üretimlerin yirmi dört saati geçmeden bulutlarda asılı kalmasını sevmiyorum çünkü.
🙌Bu sayıda işlerini severek takip ettiğim iki şahane kadını konuk almanın heyecanını yaşıyorum. Unutma Bahçesi araştırma projesiyle yıllardır takip ettiğim Dilşad Aladağ ve Eda Aslan ile serginin açılması ve üretim süreçlerini kayıt altına aldıkları kitabın çıkması şerefine 2017’den günümüze doğru bir gezintiye çıktık. Aslında kitabın adından aldığım ilhamla bir tarihin peşinde pek çok zamana, durağa uğradık diyebilirim.
🎧Podcasti tüm podcast mecralarında ve Aposto!’nun web arayüzünde dinleyebilirsiniz.
Minik bir ipucu; arayüzde ekranın solunda podcasti görebilirsiniz.
Aşağı satırlarda görüşmek üzere.
Esra Ece Kuleci
Kapak illüstrasyonu: Pınar Öcel
- Bir mekân düşünün ki yedi yıldır etrafında vakit geçirmenize rağmen hiç haberdar olmamışsınız. Bir fısıltı gibi bazen de bir gölge gibi belirsizlikle var olmuş hayatınızda işte Unutma Bahçesi projesi o mekânın peşinde bir araştırmanın öyküsü.
- İlk kez duyanlar için: Unutma Bahçesi projesini sizlerle kısaca tanıştıracak olursam: Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’ni ve kurucu profesörlerinden Alfred Heilbronn ve bahçeden yolu geçmiş kişileri merkeze alan makale, sergi, belgesel, kitap gibi farklı disiplinlerden çıktıları bulunan ve uzunca bir üretim süreci olan çok katmanlı bir proje.
- Yine kaydı online değil de fiziksel olarak alıyormuşuz gibi hayal ettim kendimi bu sefer daha geriden başlayarak ilk fikir aşamasında bir kafenin kış bahçesinde araştırma fikirlerini dinlemişim sonra da sergi açılışı ve kitap tanıtımında gururla bakınmışım etrafa, ikisini köşeye çekip “Ee nasıl hissediyorsunuz?” diye sormuşum ve peşi sıra bu uzun soluklu kayıt çıkmış gibi. Şaşırmayın, biz kayıt bu vesile ile tanıştık. Aşağı satırlarda aslında sosyal medyanın böylesi projeler için ne kadar önemli olduğuna uzun uzun değineceğim için burada kısaca giriş yapıyorum.
Bakalım neler kayda geçmiş?
"Bir Yerin İzinde Pek Çok Yer"*
*Unutma Bahçesi projesinin Manifold'da yayımlanan kitabının ismi.

- Eda heykel ve resim, Dilşad ise mimarlık pratiğinden geliyor haliyle ilk merak ettiğim bu projenin ilk fikir aşaması ve bu ikilinin farklı pratiklerden gelmesine rağmen nasıl bir araya geldikleriydi ve tabii nasıl bir metot izledikleri meraklarım arasındaydı. Dilşad ve Eda’nın cümleleriyle sürecin başlangıcını kayıtlara geçiriyorum.
-Dilşad : 2017 yılında biz Eda ile ilk kez birlikte bahçeye gittik.(...)
O dönemde İstanbul da sadece bir yer olarak bildiğim ve bitkilerle olan ilgimden dolayı gittiğim bir yerdi. Eda ile birbirimizi tanıyorduk ve hep birbirimizin işlerini takip ediyorduk. İkimiz farklı alanlardan gelsek de hafıza, mekân pratikleri üzerinden üretimler yapan iki insanız. Ben Eda'nın özellikle böyle terk edilmiş bir mekânın da işleyebilecek bir pratiği olduğunu biliyordum. Ben sadece Eda’yı bahçeye davet etmiş oldum. "Birlikte bahçeye gitmek ister misin böyle bir yer var, görmek ister misin?" dedim. Bahçe bence çok kuvvetli ve hisleri tetikleyebilen bir mekândı.
Birlikte bahçeye gittikten sonra biraz da interneti karıştırıp ya gerçekten burası başka bir kuruma devredilmiş mi? Sonu ne olacak, başka fakültelerin taşınması sırasında gerçekleşen bazı kazaları da okuduk. Kaybolan balık türleri ya da bitkilerin bir yerden bir yere taşınmasındaki olanaksızlık kökler gibi şeyler. Böyle bir anda ilgimizi çektiği için galiba bahçeye daha da sık gitmeye başladık.
-Eda: Böyle hadi bir şey yapalım gibi bir motivasyonla gitmedik. Biz böyle haftada üç dört kez ziyaret ediyorduk. Bahçe artık evimiz gibiydi. Herhalde bir botanik bahçesine o kadar sık gitmezsiniz. Bir yandan bilimsel bir alan, zihnimizde canlanan haliyle kameraların olduğu daha böyle pîrüpâk bir mekân geliyor gözümüze ama tam tersine bir terk edilmişliği vardı mekânın. Bu ziyaretleri sık sık tekrarladık ve sonrasında ne yapabiliriz? dedik. Evet böyle bir bahçe vardı. Hafızada yavaş yavaş imgesi siliniyordu. Aktivist değiliz ve daha politik bir noktada konum alıp bir şeyler yapmaya çalışsak böyle iki cılız ses olarak yer alacaktık muhtemelen. Biz acaba kendi pratiklerimizle nasıl kaydedebiliriz diye düşündük. O noktada da büyük bir proje ile başlamadık önce en yakın arkadaşlarımızı hocalarımızı dostlarımızı davet ederek başladık. Bakın böyle mekân var, bunu birlikte ziyaret edelim mi? Bu mekânı gibi böyle dostane bir davet aslında bizimkisi. Sonrasında böyle bir uzun bir yolculuğa evirildi diyebiliriz. - Bilim sizi sınır dışı ederse: İçine girmek ve araştırmak istediklerini mekânın meşru olarak sıfatı bilimsel mekân olunca haliyle bu “bilim dışı” iki insanın burada ne işi var, neye bakacaklar, ne öğrenecekler ve ne biliyorlar ?
soruları aslında meraklı gözler tarafından sıkça karşılaştıkları duvar olmuş. Bu durum pek çok kapıyı ve materyali onlardan uzaklaştırırken bir yandan sınırlarla kendini daraltmayan insanlar sayesinde yeni kapılar da açmış. - Biz ne yapıyoruz?: Bir üretimin içinde olan insana sıkça sorulan sorudur. “Sen tam olarak ne yapıyorsun?” öyle ki bunu anlayacağını düşündüğünüz insana anlattığınızda bile bazen anlamlandıramamış gözlerle size baktığını görürsünüz. O an durup onun anlayabileceği şekilde nasıl anlatsam diye düşünürken bazen de "Hakikaten ben ne yapıyorum?" diye o soruyu kendinize yönelttiğiniz anlar olur. Merak ettim ve sordum. Eda ve Dilşad bunu bu kadar uzun bir sürecin içindeyken yaşamışlar mıydı ? Evet cevabını aldım.
Almanya seyahatlerinin ilkini maddi kaynakları doğru yönetmek adına uzun bir yolculuğu seçerek karayolu üzerinden gerçekleştirmişler. Dilşad o yolun keşmekeşliğinde gerçekten “Ben ne yapıyorum. Biz ne yapıyoruz? diye kendine sorduğu bir an olduğunu dile getirdi. - Yol ve yolculuklar: Bu yol sadece zamanın geri ve ileri düzleminde bir yolculuk ya da iki ülke arasında bağ kurmak üzerine değil. Aynı zamanda İstanbul’un semtleri arasında toplu taşımalarda da geçen bir yolculuk. Bu anları da hem İstanbul’un belleğine hem de kendi belleklerinde önemli yolculuklar olarak görüyorum. Bu yollar aslında sürekli olarak ziyaret edecekleri eve ve sorulara hazırlanarak geçmiş. Eda o yolculuklarındaki merak ve heyecandan bahsederken onları gören bir koltuktan ikisini çalışırken izliyormuşum gibi hissettim.
- Analog kayıtlar ve arşiv ziyaretleri: Analog materyallerin bellek görevi gören yanına ben resmen aşığım! Eda ve Dilşad’ın tüm bu süreçte insanların kişisel arşivlerine girdiklerini ki burada tasnif edilmiş bir materyalden bahsetmiyoruz. Kutular ve kutular içindeki anılar, kartpostallar, fotoğraflar ve mektuplar. Kişisel her fotoğrafın aslında kent belleği için verdiği verilere aşık olan ben, bu proje boyunca en çok buna merak kabarttım. Özel arşivlerden neyin ne kadar sunulacağı ve nelerin asla bizlerle paylaşılmayacağı, görünmez ipliklerle belirli sınırlar vardı çünkü. Kurt Beyle (Heilbronn) aile fotoğrafları ve arşivlerde gezinirken birbirlerini artık tanımanın verdiği etkiyle o sınırın kendiliğinden çizildiğini kayıtlara geçirdi Eda ve Dilşad.
- Üretirken günlük tutmak ve sosyal medya arşivciliği: Burada beni en mutlu eden şeylerden biri de Eda ve Dilşad’ ın aslında bu sürece dair çokça yazması ve fotoğraf çekmesi oldu. Bu üretimin sürecini de doğrudan bir üretime dönüştürmeleri tahmin edersiniz ki Üretim Kaydı’ nın en başından beri yapmak istediği ve yapılmasının çok önemli bulduğu şeyin vücut bulmuş hali. Öyle ki belli kurumlardan destek almadan üretmeye çalışan insanlar için evet en doğru mecra olmayabilir ama sosyal medyanın yine de görünürlük ve ses duyurma açısından ben de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu süreci onları takip edenler olarak sosyal medyadan izlerken yavaş yavaş çıktılara kavuşmayı bizler de heyecanla bekledik diye düşünüyorum.
-Hafızamdan bir filiz: 4 Aralık 2018 ‘de Ahmet Ersoy ve Ali Taptık’ın konuşmacı olduğu “Fotoğraflardan Ne Öğrenirim: Arşivin İleriye ve Geriye Doğru Arkeolojisi " isimli bir konuşmaya dinleyici olarak katılmıştım. Oradan aklımda kalan bir iki konu biz bunu konuşurken aklıma geldi, sosyal medyanın ve telefonlarımızdaki galerilerin bizim yerimize fotoğraflarımızı arşivlemesi, tasniflemesi ve hatta bazılarını silmemiz için önermesi.
-Dilşad' ın bu konuda söylediği bazı noktaların özellikle kayda geçmesini istiyorum.
"Biz Eda ile kariyerinin çok başında iki insanız ve ciddi uzun soluklu bir proje yapmaya çalışıyoruz. Belirli sosyal kültür statüleriniz yoksa ekonomik kaynağınız yoksa iki kariyerinin başındaki orta sınıf insan olarak kolay kolay bir şey yapamaya biliyorsunuz. Yani bir noktada kendi tanıtımınızı kendiniz yapmanız gerekiyor. PR kelimesinden hoşlanmıyorum ama bu projenin dile gelip başkalarına ulaşabileceği alan açmanız gerekiyor. Kariyerinin gerçekten iyi noktalarına gelmiş insanların, çok daha rahat manevralar yapabildiği bir kültür sanat ortamında bize söylediğimizi anlatmak ve ulaşamayacağımız belki de mail atsak ulaşamayacağımız kişilere ulaşma imkanı sundu. Bence çok değerli bir şey." - Edebiyat Fakültesi Kat 3: Manifold'dan yayımlanan "Bir Yerin İzinde Pek Çok Yer" isimli kitap başta da bahsettiğim gibi sürecin kendisine odaklanan günlük aslında Manifold'un web sitesinde seri halinde yayınlanan süreç daha sonra kitap haline geliyor. Her anı çok kıymetli ama bu süreçte benim lisans eğitim hayatımda yedi yılımı geçirdiğim üçüncü kata dair söyledikleri, katın fiziksel ve duygusal betimlemesini yaptıkları sayfalar belleğime kalın harflerle kazındı.
- Arşivcilik üzerine konuşmuşken serginin kurulmasına yakın Kurt Beyle olan tatlı bir anılarını Dilşad'ın cümleleriyle kayıtlara geçirip, bu kanalı sonlandırıyorum.
" En son sergiyi kurarken Kurt Bey annesinin sergide de gösterdiğimiz herbaryumunu getirdi. Bir bavulla getirdi onu ve üzerinde etiketi vardı,
Kurt Bey'in eşi de O etiketi çıkartalım kötü duruyor, dedi. Almanya'da kişisel verilere de çok önem veriliyor zaten isim, soy isim vs. var etikette. Bu amaçla çıkartmayı teklif etti. Kurt bey bunun üzerine şöyle dedi. 'Yediğimiz yemeğin bile fotoğrafını çektiler. Her şeyi belgeliyorlar. Bunu çıkarmayalım, bunu da kesin saklarlar.' Hani biraz böyle analog veya dijital sürekli belgeleme halimiz vardı. "
Hafızanın Tohumları ve Üretimin Durakları
Zamansal düzlemde hafızaya ekilen tohumlar, duraklar, duraksamalar ve tohumları filizlendiren destekler.

- Unutma Bahçesi ismi Latife Tekin'in romanından ödünç alındı.
- 2018 yılı SALT Araştırma Fonları’yla desteklenen “Unutma Bahçesi: Yerin Belleği ve Yıkımın Topoğrafyası” sunum kaydını SALT Online YouTube kanalından izleyebilirsiniz.
- "Bir Yerin İzinde Pek Çok Yer" isimli kitapta yer alan metinlerin ilk versiyonu 09.02.2019-08.03.2020 tarihleri arasında Manifold'da yayımlandı. Yayın Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında SAHA tarafından desteklendi.
Kitabın tasarımını Esen Karol üstlenirken redaksiyonunu İpek Şoran gerçekleştirdi. Dış kapağının bir postere dönüşmesi detayına burada övgüler yağdırmak istiyorum. Ayrıca sanatsal yayımlarda matbaanın da önemini ve desteğini göz ardı etmeden Ofset Yapımevi'nin de adını burada kayıtlara geçirelim. - “Unutma Bahçesi” sergisini 6 Haziran'a kadar DEPO' da ziyaret edebilirsiniz.
- Kurt Bey Eda ve Dilşad'ın Almanya'ya olan ikinci büyük seyahatini hem organize hem de finanse etmiş. Kurt Bey'in onları ağırlarken ve o kutuları açarken projenin bir parçası haline geldiğini ve bu sürecin bir kolektif üretime dönüştüğünü dile getirdiler.
- Sergi metnini Aslıhan Demirtaş hazırlarken çevirileri Marina Papazyan, Mert Sarısu, Aslıhan Demirtaş birlikte gerçekleştirmiş.
- Sergi ayrıca Anadolu Kültür ve Goethe Enstitüsü tarafından da desteklenmiş.
- Sergide sergilenen materyallerin arşiv sahiplerinin isimleri Erdal Üzen, Feza Günergun, Alev Heilbronn, Kurt Heilbronn ve Necdet Sakaoğlu.
- Sergiye bir de hemşerilikten marangoz desteği alınmış. (Böyle detaylar beni çok umutlandırıyor.)
- Eda'nın üretim süreçlerini günlük olarak tutmasına dair söylediği bu detaya burada yer vermek istiyorum. "Evet serginin hissi geçer ama geride anlatılamayan bir sürü hikaye vardır. Ona da bir şekilde alan açmak gerekiyor. Yani o insanların da hakkını teslim etmek gerekiyor. Biraz o hassasiyetle bunları kaydetme fikri ilerledi diyebiliriz. Bizim o kolektif araştırma ve üretim sürecimizi bir şekilde paylaşmamız gerekiyordu çünkü biz de unutmak istemiyorduk ve defterimizde de kalsın istemiyorduk. "
- Günlük tutmak üzerine bu kadar konuştuğumuz bir sayıda Patti Smith'ten bahsetmeden edemeyeceğim. Kendisi kısa zaman önce mail üzerinden bir bülten yayınlamaya başladı. İlk zamanlar daha günümüze dair anılar ve kayıtlar beklerken yayınlanmış kitaplarında okuduğum tanıdık hatıralarına denk geldim, evet hatıraları tanıdıktı ama pek çok noktada bilmediğimiz detayları içeriyordu. Merak etmeye başladım; Patti bunları o yıllarda mı yazmıştı ve kitabın editörü anıları belli uzunlukta tutmak istediğinden yer mi vermemişti yoksa Patti şu günlerde hafızasını yoklayıp hatıralarının yeni çehrelerini mi keşfetmişti, bilmiyorum. Yine geçtiğimiz hafta Mubi'de yayınlanan Blue(2017) belgeselini izledim. Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı'nın üretirken karşılaştıkları sorunları ve duyguları bugün o yıllarda etrafında olan insanların sözlü anlatılarıyla dinlemek üretim süreçleri üzerine daha çok konuşmamız gerektiğini bana tekrar hatırlattı.
- Analog kayıtların önemine ve günümüze sağ salim ulaşabilme kabiliyetine tekrar aşık oldum.
- Akademinin sınırları, sınırlılıkları bir şeyin tez olarak sunulamıyorsa değersiz addedilmesinden artık yıldım ama bu sınırları yıkmanın da mümkün olduğunu gördüm.
- Yol ve yolculuk önemli ama en önemlisi yol arkadaşı. Eda yılmadan yeni bir adım atarken Dilşad bazen kapanan kapılara küsmüş bu noktada kolektif üretimde birbirine farklı bakış açıları sunabilmenin önemini kendime not ediyorum.
- Üretirken kaydetmek, yaşanan zorluklar ve mutlu anları çevreyle paylaşmak sözlü tarih ve üretim belleği çok önemli. Sevgili üretenler lütfen not edin.
- Alan dışı diye bir kavramın bu yüzyılda tez vakitte yok olmasını diliyorum.
- Uluslararası Çevrimiçi Doğaçlama Dans Festivali 24-30 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek detaylara buradan ulaşabilirsiniz.
- İlk sayıda tanıştığınız Hakan'ın yeni bir söyleşisi yayınlandı buradan okuyabilirsiniz.
- Yeni keşfim olmasa da bahsetmeyi hep unuttuğum keşfim Punkt. Mag'i buradan takip edebilirsiniz.
- Üretim Kaydı'nı sosyal mecralarda da takip etmek isterseniz.
İnstagram ve Twitter üzerinden takip edebilirsiniz.