Merhaba. Seni bilmem ancak ben iyiden iyiye baharın geldiğine ikna oldum. Tabii bunda 42. İstanbul Film Festivali’ni geride bırakmanın etkisi de oldukça fazla. Festival boyunca hazırladığımız özel sayılar ve podcast’lerle sinema dolu günlerimizden notlarımızı, heyecanlarımızı ve keşiflerimizi seninle paylaştık. Son festival sayımıza buradan, Festival Günlüğü adını verdiğimiz podcast serimizin yeni bölümüne de şuradan ulaşabilirsin.
📽️ Başrol Müzik geri döndü: Bir güzel haberimiz var. 2 Şubat’ta Kadıköy Sineması partnerliğinde Whiplash ile başladığımız tematik film gösterim serimiz Başrol Müzik geri döndü. Serinin yeni gösterimi The Irish Spirit desteğiyle 25 Nisan’da gerçekleşecek. Bu sayıdaki Duende Bulmaca’yı çözerek etkinliğe davetiye kazanmam mümkün.
Neler var bu sayıda?
🎧 İzleme Listesi: Lukas Dhont’un büyüme sancılarından Almanya’nın en güncel yapımlarına
🎤 Odak: Frank Ocean'ın yakın geçmişinden muhtemel yeni albümüne doğru
📝 Duende Bulmaca: Başrol Müzik gösterimine davet
🎬 Haftanın filmi: Close (Yön. Lukas Dhont)
💿 Haftanın albümü: HMLTD, The Worm
Bahara kavuşanlara,
Taner

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
Podcast: İzleme Listesi | God’s Creatures, Close, KINO 2023 seçkisi
Sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım

İzleme Listesi podcast'inde; sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım hakkında kısa bilgiler var.
Frank Ocean'ın yakın geçmişinden muhtemel yeni albümüne doğru
Frank Ocean'ın gizemler, çalkantılar ve projelerle dolu yakın geçmişine ve geleceğine yakından bir bakış.

Geçtiğimiz hafta sonu neredeyse altı yıllık bir aradan sonra Coachella Festival’da headliner olarak sahne alarak performans sergileyen Frank Ocean, üçüncü albümünün sinyalini vermiş olabilir mi?
2016 yılında yayımlanan Blonde isimli ikinci stüdyo albümüyle kısa müzikal kariyerine rağmen 21. yüzyıl müziğinin ikonlarından birine dönüşen Frank Ocean, sunduğu yenilikçi yaklaşımlarla yeni bir çağın açılacağına dair tıpkı peşinde konuştuğu sesler gibi tarifsiz hisler yarattı. Ancak beklenen olmadı. 10 yıl önce kayıtlarına başlanan, New York, Londra ve Los Angeles arasında mekik dokunarak üç yılda kaydedilen Blonde’un ardından albüm formatında yeni Frank Ocean müziğiyle karşılaşmadık. 2016 yılında Blonde'dan hemen önce görsel albüm olarak yayımladığı Endless'ın stüdyo versiyonu ve 2017'de Chanel'le başlayan, 2020'de Dear April'le sona eren bir tekli serisiyle yetindik.
Öte yandan Ocean, hâlihazırdaki 7 yıllık albüm sessizliğine yürüttüğü alternatif projelerle ara vermiş; müziğe içkin olan ama onun ötesine de birtakım platformlarda da boy göstermişti. 2017 yılında Apple Music Radio’nun Beats 1 radyo istasyonunda konuklarıyla sunmaya başladığı Blonded Radio programı ve 2019 yılında NYC'de açtığı ve "HIV önleyici ilaçlar var olsaydı 1980'lerin New York kulüp sahnesinin alabileceği hâle bir övgü" olarak tanıttığı PrEP+ kuir mekânı bunlar arasında yer aldı. Bu noktada; Ocean'ın yaratıcı zihin alanından, yeni müzik planları ve taze çalışmalarına esin kaynağı olan "Detroit, Chicago, tekno, house, French electronic ve benzeri gece hayatının yansımalarından" bahsettiği W Magazine röportajının 2019 yılında yayınlanmış olmasını tesadüfi bulmak da güç.
Frank Ocean, 2019. | Fotoğraf: Tim Walker
"Ocean'ın albümsüzlüğü" bir kenara, onu neredeyse 6 yıldır sahnede de görmedik. Ta ki geçtiğimiz hafta sonu ilk hafta sonunu geçiren Coachella Festival’daki headliner performansına kadar. Kaldı ki bu tam bir kavuşma sayılmaz. YouTube partnerliğinde canlı yayınlanan festivalde Frank Ocean’ın performansı paylaşılmadı. Kusursuzluğa takıntılı bir karakterin beklenen dönüşünü kalıcı bir şekilde milyonlara açması beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu.
Başlıktaki soruya cevap vermeden önce 2000’li yıllarda popüler müziğe farklı tanımlar ekleten Blonde albümünü hakkında biraz daha konuşmakta fayda var. Gösterişli aranjmanlar ve katmanlı vokal armonilerine eşlik eden gitar ve klavye döngüleri albümün temel iskeletini oluşturdu. Blonde’u tipik bir R&B albümünden ayıran etmenlerin başında; Ocean’ın kalp kırıklıkları, kayıpları ve travmaları üzerine kurduğu vokal anlatısına eşlik eden tuhaf efektlerin hüküm sürdüğü, sürükleyici gitarların desteklediği ve düzensiz olduğu kadar uzun da bir alan kaplayan ritimsiz melodiler var. Öyle ki pek çoklarına göre Frank Ocean’ın yaptığı müzik R&B’nin sınırlarını çoktan aştı. Neo-soul’un esnek sınırları da albümü saramadı. Albümün deneysel dokusu için ancak "avangart soul" dendiğinde huzur sağlandı. 7 yılı deviren Blonde, hâlâ ilk günkü kadar kusurlu. Albümü zamansızların arasına taşıyan şey de bu.
Frank Ocean, albümünü kaydetmiş olabilir mi?
Yeni bir Frank Ocean albümü hayal etmeden önce kendisinin stüdyoya girip girmediğini bilmek oldukça önemli. NME’nin 2021 yılında yaptığı bir haberde Frank Ocean, stüdyoya girmekle kalmamış, yeni albümünü tamamlayıp plak şirketleriyle görüşmeye başlamış bile. Ancak şimdiye kadar hiçbir plak şirketinden Ocean’la anlaşma yaptıklarına dair bir bilgi gelmedi.
Bununla birlikte i-D Magazine’in 2022 yılında Rosalía ile yaptığı röportajda sanatçının son albümü Motomami’de yer alan SAOKO şarkısı içinde Frank Ocean’la birlikte stüdyoda olduğunu biliyoruz. Diğer yandan Ocean’ın Blonded Radio programının son bölümünde stüdyoda olduğuna dair açıklamaları var.
Fotoğraf: Willy Vanderperre
Frank Ocean'ın olası yeni albümünden neler beklenebilir?
Blonded Radio'nun en son bölümünde Frank Ocean, bir mikro dozlama uzmanıyla prodüksiyonunu kendisinin üstlendiği coşkulu ve elektronik seslerin yoğunlukta olduğu bir düzenleme üzerine sohbet etti. Mikro dozlama uzmanı, psikedelik bir yolculuk için doğru müzik seçmenin önemini aktarırken sözsüz prodüksiyonların beynin hızlı çalışmasına ideal eşlikçi olduğunu vurguladı. Bu açıdan baktığımızda Ocean’ın elektronik seslerin ön plana çıktığı, vokalsiz bir albümle dönmesi şaşırtıcı olmaz. Belli ki bu alana ilgisi var. Bu açıdan bakınca Endless'ın bazı bölümleri gibi ambient atmosferikliğinin öne çıktığı müzikal bir kurgu öngörebiliriz. Sıradaki albüm, sanatçının hayatına eşlik eden sözsüz bir film müziğine dönüşebilir.
Film müziği demişken Frank Ocean’ın proje çantasının içinde A24 tarafından desteklenen ve dağıtımı yapılan 2AM prodüksiyon şirketi için yapacağı bir filmin de bulunduğunu hatırlatalım. Ocean'ın yazacağı ve yöneteceği ilk film olarak dedikodulara karışan, muhtemel adının "Philly" olacağı söylenen yapım, çekim lokasyonu olarak New Mexico'yu mesken tutabilir.
Fotoğraf: Tim Walker
Frank Ocean çok yakında müziği bırakabilir mi?
Bu tamamen bir söylentiden ibaret. Twitter üzerinden sanatçının hayranları tarafından ortaya atılan Frank Ocean'ın müziği bırakacağı söylentisi görünüşe göre birçoklarınca ciddiye alındı. Ancak bu iddiayı doğrulayacak somut bir gelişme yok. Geçtiğimiz yıl The Week’e 2018’de kurduğu lüks mücevher markası Homer için verdiği röportajda Frank Ocean şu açıklamayı yapmıştı:
“Komik çünkü özellikle bu tür bir projede benim için önemli olan şeylerden biri, bugün popüler olduğumu hissettiğim şeye karşı koymaktı. Başımız hâlâ döndüğü ve çok fazla şeyle ilgilendiğimiz için buna tamamen karşı koyamadık. Şimdilik sadece elmas yapıyoruz. Sonrasında ne olacağı belli değil. Hayatımın yirmi yılı şarkı yazmak ve müzik kaydetmekle geçti. 12 yaşımdan beri stüdyodaydım. Benim varsayımım, sanatın ve iş dünyasının bir alanında geliştirdiğim bazı şeylerin bir sonraki alanda faydalı olacağı yönündeydi, ancak yine de yapmadan önce tam olarak ne yaptığım hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordum.”
Bu açıklamadan, Ocean’ın birçok şeyi bir arada yapmak yerine odaklı bir üretim motivasyonuna direksiyon kırmak istediği anlaşılabilir. Ancak müzik kariyerinin ötesinde kişisel manifestosunu destekleyen adımlar atan Ocean’ın yolunun tekrardan müzikten geçmemesi mümkün değil.
Fotoğraf: Willy Vanderperre
Frank Ocean'ın Coachella Festival şovu nasıldı ve nasıl olacak?
Bu soruya girişte de bahsettiğimiz üzere Ocean’ın canlı yayına izin vermemesinden ötürü görüş bildirmemiz mümkün değil. Bir saat gecikmeli başlayan performans için gelen yorumlar Ocean’ın anlaşılması zor ve tuhaf, ancak akılda kalıcı bir seti sahneye taşıdığı yönünde. Konseri önce tekli olarak, ardından da Nostalia, Ultra. mixtape'inin bir parçası olarak yayımladığı eskilerinden "Novocane" ile açan Ocean, görüşüne göre şovunun büyük bir bölümünü seyirciye sırtını dönerek geçirdi. Öyle ki sahne kaldığı süre boyunca performansının görüntülerinin yansıtıldığı büyük bir ekranın ardında gizlenerek çoğu seyircinin onu görememesine neden oldu. Bunun yanı sıra Ocean, headliner şovunu üç perdeden oluşturdu.
İlk perdede mikrofonu eline alan müzisyen, kataloğunu dolaşan ve Come On World, You Can’t Go! gibi yeni şarkılara da yer veren bir performans sergiledi. "Yeni bir albümden dolayı burada olmadığımdan bunun asıl sebebine dair konuşmak istiyorum. Tabii bu yeni bir albüm olmadığı anlamına gelmiyor." diyen Ocean, 202o yılında kaybettiği kardeşini ve Coachella'da Travis Scott ve Rae Sremmurd gibi sanatçıları izleyerek biriktirdikleri hatıraları anmak üzere sahnede olduğunu ifade etti.
Frank Ocean Coachella 2023'ün ana sahnesinde. | Fotoğraf: Getty Images üzerinden Visionhaus#GP/Corbis
İkinci perde, sanatçının mikrofonunu bıraktığı ve konserin odağına DJ Crystal Mess'in yerleştiği bir düzende geçti. Lost ve Slide gibi Ocean klasiklerin çalındığı perde, müzisyenin meşhur "yeşil oyuncak bebeğini" kucağına alıp salladığı anlara da sahne oldu. Performansın son ve üçünce perdesinde de arka planda duran Ocean, spot ışıklarının altına genç bir piyanist olan Josiah'ı davet etti. Şarkılarını dudaktan okuyan piyanist için Ocean "o, içimdeki çoçuğu sergiliyor" dedi. İkili Self Control ve Nikes şarkılarını birlikte söyledikten sonra Ocean, Aaliyah'tan At Your Best (You Are Love) şarkısının bir yorumunu gerçekleştirdi. Ve gece, müzik yasağı vaktinin gelmesiyle sona erdi.
Frank Ocean'ı -aralarında anlaşıldığı üzere Justin Bieber'ın da bulunduğu- ön sıralardaki hayranlarından başka neredeyse kimsenin görememesi, konserin geç başlaması ve yarıda kesilmesi gibi etmenler, yıllar sonra müziğin dev sahnelerinden biriyle canlı performansa yeniden merhaba diyen ikonun beklenen geri dönüşü değildi. Öte taraftan; Ocean'ı umursamaz, bencil ve biraz da mesafeli gösteren şovu, konser hazırlıkları sırasında sol bacağını iki yerden kıran müzisyenin performansını baştan yaratmak zorunda kalmasıyla alakalıydı.
Şovu hakkında "Kaotikti. Kaosto bazı güzellikler var. Sergilemek istediğim performans bu değildi ama yine de sahnede olmaktan keyif aldım, yakında görüşürüz." açıklaması yapan Frank, maalesef yine headliner olarak sahne alması planlanan Coachella'nın ikinci haftasonunda doktor tavsiyesiyle yer alamayacak. Son yılları gölgeler altında, dedikodularla kuşatılmış bir hâlde ve sessiz bir çalkantının tedirginliğiyle geçen sanatçının kısa bir özeti gibi geçen festival deneyimi sona erse de, Frank Ocean'ın müzik kariyerinin yeni bir köşe başında durduğunu söylemek hatalı olmaz. Heyecanla bekliyoruz.
Duende Bulmaca | Başrol Müzik X The Irish Spirit
Şubat ayında Whiplash ile başladığımız Kadıköy Sineması partnerliğindeki tematik film gösterim serimiz devam ediyor. Serinin yeni filmi The Boat That Rocked oldu. The Irish Spirit desteğiyle 25 Nisan Salı günü Kadıköy Sineması'nda gerçekleşecek parti ve gösterime davetiye kazanman için bulmacayı çözüp cevapları ekran görüntüsü olarak [email protected] adresine atman yeterli. Doğru cevap veren ilk 5 kişiye 2 kişilik davetiye bizden.
Duende X Kadıköy Sineması X The Irish Spirit: Başrol Müzik
Duende’nin “Müziğin sesini açmakla kalmayıp, müziği seyre dalma zamanı…” diyerek seni Kadıköy Sineması’nın kırmızı koltuklarına davet ettiği Başrol Müzik film gösterim serisi, şimdi yanına The Irish Spirit’i de alarak rotasını gelecek filme çeviriyor. Sırada The Boat That Rocked var.
Neler oluyor? Müziğin farklı türlerinden bambaşka hikâyeler anlatan filmleri Kadıköy Sineması iş birliğiyle yeniden izleyiciyle buluşturan Duende, İrlanda’nın ritimle yükselen havasını The Irish Spirit ile 25 Nisan, 4 ve 11 Mayıs günleri Kadıköy Sineması’nın sıraları arasında bir gezintiye çıkarıyor.
- 25 Nisan Salı | The Boat That Rocked: Ruha iyi gelecek bir dönem komedisi, radyo tınıları ve rock 'n' roll için haydutların peşindeyiz. Bu gösterimde sen de bizimle olmak istersen Duende’nin bugünkü sayısında yer alan bulmacayı çözerek davetiyeyi kapabilirsin.
- 4 Mayıs Perşembe | Walk The Line: Johnny Cash’in hayatına bir yolculuk için beyaz perdeye giden tren yakında kalkıyor. Elvis Presley ve Jerry Lee Lewis’li turne anlarının yanında Joaquin Phoenix ve Reese Witherspoon uyumu seni bekliyor.
- 11 Mayıs Perşembe | Straight Outta Compton: 80'lerde Los Angeles'tayız. Compton'ın mizaçı sert sokaklarında N.W.A ile birlikte. Ice Cube, Dr. Dre, Eazy-E, DJ Yella, MC Ren ve hip hop’un ta kendisi bizlerle. Bu gösterimde yerini ayırtmak için kulağın bizde olsun.
The Irish Spirit’i buradan takip ederek gelişmelerden haberdar olabilirsin.
Close: Lukas Dhont'la Yakından Uzağa
Belçika'dan Lukas Dhont, En İyi Uluslararası Film dalında Oscar adayı Close'da kopan bir bağın yasını tutuyor.

Film: Close
Yönetmen: Lukas Dhont
Süre: 104 dakika
Yapım yılı: 2022
Belçika’dan genç ve kuir bir yönetmen Lukas Dhont, ilk filmi Girl ile yarıştığı 2018 yılındaki Cannes Film Festivali’nden üç ödülle ayrılmıştı: Seçkideki ilk-filmlerden birine layık görülen Altın Kamera, festivalin kuir ödülü Kuir Palmiye ve eleştirmenlerin verdiği FIPRESCI ödülü. Girl, balerin olma hayalleri kuran on beş yaşındaki trans genç kadın Lara’nın bir yandan cinsiyet uyum sürecinde bir yandan da balenin acımasız ve rekabetçi dünyasında maruz kaldığı psikolojik ve fiziksel zorlukları konu alıyordu. Dhont’un dört yıl sonra gelen bir sonraki filmi Close da prömiyerini Cannes’da yaptı; Dhont bu kez ana yarışmada yer alıp Grand Prix’yi Claire Denis gibi usta bir sinemacıyla paylaştı. Belçika’nın 95. Akademi Ödülleri için seçtiği film, En İyi Uluslararası Film kategorisinde Oscar adayı oldu.
Close | Kaynak: İKSV
Close, bir değişimin ve değişime yenik düşen bir yakınlığın hikâyesi. 13 yaşındaki Léo ve Rémi'nin yakın ilişkisi, okul başladığında sarsıntıya uğruyor. Rémi'nin Léo'ya dostluğun dışında hissettiği şeyler olduğunu anlamak çok zor değil, bunların karşılıklı olup olmadığıysa muğlak. Toplumun o toksik erilliğinin, tek normale tapınma saçmalığının henüz 13 yaşındaki çocukların bile kalbini kırdığını görmek can acıtıyor. Duyduğu fısıltılarla, kendilerine yönelen ima, bakış ve işaretlerle her gün biraz daha geri çekmeye başlıyor Léo kendini.
Rémi, Léo uzaklaştıkça karnından bıçaklanmış hissediyor ve bir gün onu okula başladıklarından beri ayrı düştükleri tek dünya olan hokey antremanında ziyaret etmeye gidiyor. Spordan zerre anlamasa, orada olduğunda birlikte vakit geçiremeyecek olsalar da üstelik. Bu ziyareti belki onun konserini izlemeye gelmiş Léo'ya bir iadeiziyaret olması, belki dışında kaldığı o dünyayı merak ettiği, belki de sadece Léo’yu özlediği için yapıyor Rémi. Léo ise sahanın kenarına yaklaşıp şöyle diyor ona: "Niye geldin ki?” Yakınlıklarının uzaklığa dönüşmeye başladığı anların hepsinin içinde Rémi’nin canını en çok acıtanın bu olduğunu tahmin edebiliyorum.
Filmin olay örgüsüne ve duygusal yüküne dair sürprizleri bozmamak için daha fazlasını söylemek istemiyorum. Fakat söz konusu duygusal yükü üzerinde çok iyi taşıyor Lukas Dhont'un sineması. Tüm büyüsüne ve huzur dolu renk paletine rağmen masumiyetin yitişini, trajedilerle büyümeyi, toplumun beklentilerine yenik düşen mutluluk ihtimalini, pişmanlığın altında ezilmeyi tüm gerçekliğiyle yüzüne vuruyor.
Close | Kaynak: İKSV
Nedense bazen kuir sinemanın kendine toplumsal, sınıfsal ya da kültürel olarak ezilen, dezavantajlı baş karakterler seçmesi, o karakterlerin dış etkenlerin ya da toplumdaki diğer bireylerin fiziksel ya da psikolojik şiddetine uğraması gerektiği düşünülüyor. Fakat bu düşünüş şekli toplumsal ya da ekonomik olarak avantajlı; içinde bulunduğu toplum tarafından kabul görmüş ve rahat ettirilmiş bireylerin duygularını hiçe sayıyor gibi geliyor bana. Genelin hâkim olduğu bir örnek vermek gerekirse, Call Me by Your Name’deki açılma sahnesinin kabullenici bir babanın duygusal konuşmasıyla sonlanması ya da söz konusu ailenin varlıklı ve eğitimli olması, Elio’nun içinde fırtınalar kopmadığı açılma ve kendini kabullenme sürecinin zorlu olmadığı anlamına gelmiyor. Bu hikâyenin edebiyata ya da sinemaya taşınmasını gereksiz ya da değersiz kılmıyor.
Lukas Dhont’un henüz iki filmden oluşan filmografisi de bu çizgide ilerliyor: Girl’de Lara’nın yaşadıklarının temelinde cinsiyet kimliği nedeniyle dışlanması ya da zorbalığa maruz kalması yok. Aksine Lara, destekleyici bir aileye ve cinsiyet uyum sürecine ergenliği sırasında başlayabildiği bir sağlık hizmeti erişimine sahip. Yaşadıklarının esas sebebi öz-kimlik arayışı ve balenin onu fiziksel olarak zorlayışı. İki beyaz çocuğun etrafında dönen Close’un hikâyesi de dış etkenlerin yarattığı baskıdan, şiddetten ya da ayrımcılıktan değil, bunun gerçekleşme ihtimalinin yarattığı korkudan kaynaklanıyor. Dhont, Léo’nun kendisine sunulan rahat ailevi ve toplumsal koşullara rağmen başkalarının ne düşündüğünü neden gereğinden fazla umursadığını merak ediyor ve nihayetinde bunun neden olduklarının onda yarattığı pişmanlıkla ilgileniyor.
Nerede izleyebilirsin? Close, bugün Mubi kataloğuna eklendi. Yönetmenin önceki filmi Girl de birkaç haftadır Mubi’de.
Benzer işler:
- Little Men (2016, Ira Sachs)
- SummerStorm / Sommersturm (2004, Marco Kreuzpaintner)
🪱 Albüm İncelemesi: HMLTD, The Worm
HMLTD ve içinde yaşadığımız, içimizde yaşattığımız solucanlar

Albüm: HMLTD, The Worm
Süre: 41 dakika
Plak şirketi: Lucky Number Records
Yayın tarihi: 7 Nisan 2023
Batı öldü ve şafakta bir savaş göründü
HMLTD ya da Happy Meal LTD, 2016 yılında bir dizi tekli yayımlayarak başladıkları müzikal yolculuklarında ilk albüm denemelerini 2018'de yayımlanan Hate Music Last Time Delete kısaçalarlarıyla yaptı. Drag queen personalarından yansıyan göz alıcı görünümleriyle glam müziğinin punk, art pop ve synthpop janrlarıyla dirsek temasına giren modern bir temsili olarak adını öne çıkardı.
Öte yandan HMLTD, drag queen görsel-kültürünü sahiplenen heteroseksüel erkek müzisyenler olarak kuir mirasını istismar etmek, onu salt bir gösterişçilikle basitleştirmek ve dahasıyla eleştirildi. Vice'ın müzik yayını Noisey'de "HMLTD Kuirlik Turistleri mi Yoksa Gitar Müziğinin En Büyük Umudu mu?" yazısıyla merceğe alınan grup, müziklerini görsel kimliklerinden bağımsız ele alınamaz hâle getiren bir ikiliğin içine sıkıştı.
Lucky Number plak şirketi etiketiyle yayımladıkları ilk albüm West of Eden (2020) ise grubun bu ikiliğin dışına taşan ve "patriarkaya içkin olan toksik erilliğe alternatif olmak üzere" üretilmiş janrlar arası görkemli bir müzikal deneyimdi. HMLTD'nin glamour'unun noksan olmadığı, punk'ın alt türü birçok müziğin de grubun ses denklemine girdiği West of Eden, Batı'nın ölümüyle başlayan ve bir savaşın/mücadelenin yaklaşmakta olduğunu duyuran bir albümdü. İşte o yaklaşmakta olan mücadele, grubun kataloğunun açık ara en iyisi olduğunu düşündüğüm The Worm albümünde ve onun alegorik hikâye anlatıcılığında vuku buldu.
Rüyalarla gerçeklerin, Ortaçağ'la modern zamanların, feodaliteyle kapitalizmin geçişkenliklerinde akışkanlıklar yaratan; tasvir ettiği distopik evrenin kolektif karanlığından ve geleceksizliğinden bireysel aydınlıklara ve özgürlüğe yelken açan The Worm'un yapımcılığını grubun temel yaratıcı gücü Henry Spychalski ve arkadaşları Achilleas Sarantaris, Saigon Fury ve Seth Evans gerçekleştirdi. Geniş bir gospel korosu ve 16 kişilik bir yaylılar orkestrasının da içinde olduğu 47 müzisyeni işe koşturan, toplamda da 11 ismin yaratıcı müzik yazarlığını bir araya getiren albüm, (kapağından da anlaşılacağı üzere) insanlıkla hilkat garibesi amansız bir Solucan'ın karşı karşıya geldiği konsept bir kıssa.
HMLTD, The Worm
İçinde yaşadığımız, içimizde yaşattığımız solucanlar
Dev bir Solucan Ortaçağ İngiltere'sini ele geçirdi ve Henry Spychalski'nin absürt, apokaliptik ve savaş dolu rüyası gerçeğe dönüştü.
Rüya diyorum zira The Worm, Spychalski'ye anakronik ve alegorik bir hikâye yazdıran bir rüyadan esinlenerek ayyuka çıktı. Albümün giriş şarkısı Worm's Dream'de tabir edilen ve ortasına fırlatıp atıldığımız distopik bir enkaz yığını, bizi insanların karnından çıkarak hayatta kalmanın bir yolunu düşündükleri o pembe şeyle, Solucan'la karşı karşıya bıraktı. Ve Solucan, albümün etrafında kurulduğu; hem müzikal hem de anlatısal anlamda karanlıkla aydınlık, sessizlikle gürültü, endişeyle dinginlik arasında mekik dokuyan bir hikâyenin başrolü hâline geldi.
The Worm, Londra'nın alternatif ve niş gitar sahnesine sıkıştırılan, glam punk/art punk etiketleriyle tanımlanabilir kılınan HMLTD'nin müzik kataloğunundan öngöremediğim bir şekilde ayrıştı. Bunda, girişte değindiğim ve bir Solucan'ı merkezine alan, albümün 9 şarkısı ve 41 dakikalık süresi boyunca anlatılan metaforik öyküsü kadar; bu öyküye eşlik eden ve grubun daha önce hiç keşfetmediği müzikal alanlara ve kahramanlara uzanması da etkili oldu.
İyi de, nedir bu Solucan?
Kuruluşlarından bu yana Batı dünyasında kristalize olan kapitalist, patriyarkal, bireyleri kolektif uzamlardan izole eden toplum şartlarıyla dertli olan HMLTD, bir parçası oldukları (ve olduğumuz) gerçekliği karşılarına aldı ve müziklerini janrların kısıtlayıcılığından kurtardı. The Worm'un içinde yaşadığımızı, içimizde yaşattığımızı ilan ettiği Solucan metaforunun -muhtemelen- simgelediği ve Demokles'in kılıcı gibi tepemizde dikilen mefhum, Henry Spychalski'nin albüm hakkındaki şu sözleriyle aydınlığa kavuştu:
"Bize anskiyetin ve depresyonun yalnızca maddi ve biyolojik olduğu, doğru tedaviyle sökülüp atılabilecek parazit bir solucan olduğu anlatıldı. Sanıyorum ki bizi kuşatan dünyayı yansıtan şartlar da bunlar: Çok daha büyük bir Solucan'ın içimizde yarattığı koloniler; yani kaçışı olmayan kapitalist gerçekliğin ve onun yarattığı yaklaşmakta olan kıyametin yol açtığı psikolojik tahribat."
HMLTD, son albümlerinde müziklerini tasarladıkları sıra dışı ve ürkünç sinematik evrenlerine bir soundtrack olarak kullandı. Günümüzün kapitalist alternatifsizliğinin buhranlarını kimi zaman kolektif bir boyutta, kimi zaman da bireysel bir münzevilikte yaşayan grup, kısa bir film tanında dinlenebilecek albümlerinde odağa taşıdıkları kıyamet (ve nihayetinde kurtuluşu hayal etmeyi salık veren anlatılarının) pasajlarına müzikal esinlerin çok renkliliğini sığdırdı. The Worm'un Solucan masalı, HMLTD'yi janrların jenerik ses ipuçlarıyla değil, kelimerin tasvir ettiği zaman-mekânların çevre sesleriyle buluşturdu.
Atonal free jazz'dan minimal piyano baladlarına, yaylılar orkestrasının barok pop'undan rock'ın operasının debdebeli vokal performanslarına, gospel korolarının soul'undan kilise organlarının ulviliğine genişleyen ses paletiyle albüm; içimizdeki solucanı, solucanın içindeki bizlerle yüzleştirdiği yolculuğunda inişli-çıkışlı bir müzikal deneyim vadetti. Yok oluşla kurtuluş, karanlıkla aydınlık, feodalizmle kapitalizm, kolektiflikle bireysellik durakları arasındaki seyahat, HMLTD'nin yalnızca alelalede bir gitar grubu değil; fikir beyan etmekten ve taraf olmaktan kaçınmayan komüniter bir müzik deneyi olduğunu ortaya koydu.
• Son albümü The Worm'da yok oluşla kurtuluş, karanlıkla aydınlık, feodalizmle kapitalizm, kolektiflikle bireysellik durakları arasındaki seyahat eden HMLTD, yalnızca alelalede bir gitar grubu değil; fikir beyan etmekten ve taraf olmaktan kaçınmayan komüniter bir müzik deneyi. Albüm incelemesinin tamamı burada.
• "Çıkışta" serimiz başladı. İlk konuğumuz Birleşik Krallık'ta (BK) farklı şehirlere ve bölgelere yayılan; özellikle Londra ve onun sahnelerinden The Windmill Brixton'ta yeşererek Black Midi, Squid ve Shame gibi grupları yeraltından anaakımın ışıkları altına taşıyan alternatif gitar sahnesinin yıldız parıltılı yeni adayı cowboyy oldu.
• 42. İstanbul Film Festivali sona erdi. Festival yarışmalarında ödül kazananlar, Here incelemesi ve Nobel ödüllü yazar Annie Ernaux'nun İstanbul ziyaretine dair notlar burada.
• Yeni bir seri daha: Dünyanın dört bir tarafından plak şirketlerine yakından bakacağımız "Müziği Üretenler"in ilk sayısı yayında. İlk konuğumuz müziği duymak için beklemeye tahammülü olmayan Londra'nın Speedy Wunderground'u oldu.