Güzel bir Çarşamba’dan, Dünyahali ile herkese merhaba,
Yaşanan orman yangınları ve sel felaketleri ardından, iklim krizini daha fazla konuştuğumuz günlerden geçiyoruz. Yola birlikte çıkmak en güzeli, iklim krizi ile mücadelede ben ne yapabilirim sorusuna bir başlangıç haritası sunan derlememiz için tıklayabilirsiniz.
Haftaya görüşmek üzere,
Kübra Dağtekin
yenilenebilir enerji
Güneş ışığı, rüzgar, yağmur, gelgitler, dalgalar ve jeotermal ısı gibi karbon nötr ve doğal olarak yenilenen kaynaklardan edilebilen enerjiye yenilenebilir enerji denir.
Hayat Bir Mucizedir
Bu dünyada tüm canlılarla uyum içinde bir yaşam, mucizelerin en güzeli.

Özlem Altıparmak
Gözünü, gönlünü ve evini bir hayvana açmış kişiler bilirler. Her canlı bu hayatta eşsizdir ve ortak tek bir kelimenizin olmadığı bir canlıyla iletişim kurup, anlaşabilmek muhteşem bir duygudur. Kendi varlığınıza yüklediğiniz anlam, cana verdiğiniz değer ve doğayla kurduğunuz ilişki zaman içinde farklılaşır. Bakış açınızdaki bu değişim, o hayvanla sizin aranızdaki sevgi ile sınırlı kalmaz ve size felsefeyi, bilimi ve nihayetinde hukuku da sorgulatıp şu soruyu sordurur: Acaba hak, eşitlik ve adalet anlayışımız hayvanları da kapsamakta mıdır?
Artık yanıtlanması zor sorulardan biriyle başbaşayızdır ve bu soruya “hayır” yanıtı vermek canımızı acıtır.
İnsanlar tarafından ve insan için geliştirilen hukuk, muktedir tarafından kendi çıkarı doğrultusunda yazılır, kabul edilir ve uygulanır. Doğru, adil ve hukuka uygun anlayışımız da bu rasyonalite içinde şekillenir.
Kimin “hak sahibi” olarak kabul edildiği, içinde bulunulan zamana ve coğrafyaya göre farklılık göstermiştir. Bazı insanlar adeta insanlıktan çıkarılmış ve onlara hiçbir hak tanımamıştır. Hukukumuzun temeli sayılan Roma Hukukunda kölelerin mal olarak kabul edildiğini, mülkiyet hakkına konu bir eşya gibi pazarlarda alınıp satıldığını görürüz. Yine tarih boyunca kadınlar ve siyahlar pek çok kamusal haktan yasaklı sayılmışlar, eşit yurttaş olarak kabul edilmemişlerdir. Verilen mücadeleler neticesinde kölelik yasaklanmış, ırkçılık ve ayrımcılık suç haline getirilmiş ve insan hakları tanınarak zaman içerisinde geliştirilmiştir.
Peki, hayvanlar bu hak yelpazesinin ve gelişimin neresinde durmaktadır? İnsanın diğer canlılarla kurduğu ilişki biçimi, o canlıların hak statüsünü de belirler. İnsanlar, insan olmayan canlıları faydası ve becerisine göre kategorize eder ve kullanır. Besin, denek, giysi, yük taşıma, bir sirkte eğlence veya süs eşyası olarak kullanılması aklımıza ilk gelecek örnekler. Bu muameleleri bir insana karşı yapmayız ve hatta kendi türümüze yönelik benzer fiilleri işlersek en ağır suçlarla cezalandırılırız. Hayvan ise bir insan gibi haklara sahip değildir, hukuki kişiliği yoktur. İnsanın amacı için araçsallaşmıştır. Değeri, insan amacına hizmete göre belirlenir. Hukuk, hayvanın bu araç konumunu benimser, onu insan karşısında nesneleştirir ve bir “mal” olarak korur. Hayvanın zarar görmesi halinde de mal sahibinin yani insanın zararını tazmin eder.
Hukukumuz insan merkezli hak sahipliği anlayışıyla şekillenmiştir. Hayvanı bir mal, doğayı da insanın emrinde bir kaynak olarak gördüğümüz sürece, hayvanları koruduğunu iddia eden sayısız kanun ve düzenlemenin gerçek anlamda koruma sağlaması, hayvanlara yönelik şiddetin önüne geçmesi mümkün değildir. Çünkü insanın karşısına hayvanı koyarak faydayı ve acıyı tartacaksak, her daim kazananın insan olacağı kesin.
Şayet bir canlıya yönelik tutumunuzu, o canlının ait olduğu türe bakarak belirliyor ve insan dışındaki canlıların insana faydasından başka ahlaki veya hukuki değerinin olmadığını düşünüyorsak, yeni bir kavramla tanışmamızın vakti gelmiş demektir: “türcülük”. Tıpkı ırkçılık, cinsiyetçilik gibi türcülüğü de görünür kılmamız, diğer canlılarla ve türlerle kurduğumuz ilişki üzerine ayrıntılı düşünmemiz gerekir. Şekil ve renk değiştirebilen ahtapotlar, gece zifiri karanlıkta avlanabilen leoparlar, binlerce kilometre uçabilen göçmen kuşlar, eksi elli derecelerde yaşayabilen penguenler gibi eşsiz yeteneğe sahip milyonlarca farklı türle çevrili olduğumuz halde, en üstün ve biricik türün biz olduğumuzu düşünmemizin gerçek sebebi nedir?
İklim krizinin etkilerini artık çok şiddetli yaşıyoruz ve bu durum doğa ile kurduğumuz ilişkiyi tekrar sorgulamamıza sebep oluyor. Bizi türler arasında bir adım öne geçiren zekamızı kullanarak bir anlayış değişikliği yapmadığımız sürece, bu süreci geri döndürmemiz ve felaketlerin üstesinden gelmemiz mümkün değil. Bizi yok oluşa götürecek kibrimizi bir yana bırakıp, doğayla ve tüm canlılarla kurduğumuz ilişkiyi yeniden gözden geçirmemiz şart. Çünkü bu dünyada üstün ve biricik değil, baskın türüz biz.
“Hayat bir mucizedir” deriz çoğu zaman ve mucize dediğimizde içimiz ışıldar. Ama aslında insanı aciz bırakan şey demektir mucize. Yoksa o şey, gerçek bir “mucize” olmaz. Hayvanlarla ve doğayla kurduğumuz ilişkide eşsizliğimiz kadar acizliğimizin de farkına varırsak, işte o zaman gerçek anlamda mucize ile tanışmış olacağız. Çünkü bu dünyada tüm canlılarla uyum içinde bir yaşam, mucizelerin en güzeli…
Haberler
G20'de anket, Türkiye'de yağışlar, COP15

G20 ülkelerinde kamuoyu anketi yapıldı
“Global Commons Alliance” tarafından “Earth4All ve FAIRTRANS” ortaklığıyla hazırlanan, “IPSOS Mori” tarafından gerçekleştirilen uluslararası anketin sonuçları yayımlandı. Anket raporu, G20 ülkelerinde yaşayan kişilerin, Dünya’nın doğal kaynaklarının durumu ve kaynakların sürdürülebilirliği için gereken dönüşüm hakkındaki farkındalığını ortaya koyuyor.
Raporda öne çıkan bazı başlıklar şu şekilde:
- G20 ülkelerinde yaşayan insanların yüzde 73’ü “Dünya’nın geri dönüşü olmayan devrilme noktalarına yaklaştığını” düşünüyor.
- Bu düşünceye sahip kişilerin oranın en yüksek olduğu ülke, yüzde 86 ile Endonezya. Arkasından yüzde 85 ile Türkiye geliyor.
- “Gezegenin durumu hakkında çok endişeli olan” kişilerin oranı tüm G20 ülkelerinde yüzde 58.
- Türkiye’de ise bu oran yüzde 79 ile G20 ülkeleri arasında en üst seviyede.
- “Doğayı korumak ve onarmak için daha çok şey yapılmasını isteyen” kişilerin oranı yüzde 83.
- Oranların en yüksek olduğu ülkelerin, ekonomisi gelişmekte olan ülkeler olması dikkat çekiyor.
- Listede Endonezya, Güney Afrika, Çin, Meksika, Brezilya ve Hindistan ardından yüzde 89 ile Türkiye geliyor.
- “Bireylerin üzerine düşenler konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı” anketin dikkat çeken sonuçları arasında.
- İnsanların yüzde 59’u “önümüzdeki yüzyılda hızlı bir enerji dönüşümü ihtiyacı hakkında bilgi sahibi” iken,
- “Büyük ekonomik ve toplumsal dönüşüm gerekliliğinin farkında olan” kişilerin oranı sadece yüzde 8.
- Kişilerin gözünden eyleme geçilmesinin önünde ekonomik sebepler, “bilgi eksiklikleri ve altyapı yetersizlikleri” bulunuyor.
Türkiye’de Yağışlar Normallerin Altında
“Meteoroloji Genel Müdürlüğü” tarafından Ekim 2020 ve Temmuz 2021 arasını kapsayan 10 Aylık Yağış Raporu yayımlandı.
Rapora göre:
- Türkiye geneli 10 aylık su/tarım yılı yağışları son 60 yılın en düşük seviyesinde.
- Yağışlarda normal duruma göre yüzde 23’lük bir azalma gerçekleşti.
- Marmara Bölgesi hariç tüm bölgelerde normallerin altında yağış düştü.
- En fazla azalma yüzde 39 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kaydedildi.
COP15 2022’ye ertelendi
“Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı COP15” pandemi sebebiyle üçüncü kez ertelendi. Son yapılan açıklamaya göre Konferans iki bölümde yapılacak:
- İlk bölüm, 11-15 Ekim 2021 tarihleri arasında sanal bir açılış oturumu şeklinde gerçekleştirilecek, idari ve teknik konular görüşülecek.
- İkinci bölüm ise 28 Nisan-8 Mayıs 2022 tarihleri arasında Çin’in Kunming kentinde yüz yüze olarak yapılacak. Bu bölümde, 2020 sonrası küresel biyoçeşitlilik çerçevesi son durumuna getirilip taraflar tarafından kabul edilecek.
2021 Temmuz Ayı Sıcaklık Rekoru Kırdı
“Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi” (NOAA) verilere göre, temmuz ayı ölçülmüş en sıcak ay olarak kaydedildi.
- Tüm dünyada kara ve okyanus sıcaklıkları 20. yüzyıl ortalamalarının 0,93 derece üstünde gerçekleşti.
- Bir önceki rekor 2016'da kırılmış, 2019 ve 2020 yıllarında tekrarlanmıştı.
- Kuzey yarım kürede kara sıcaklıkları eşi benzeri görülmemiş şekilde arttı.
- Ortalama sıcaklık, 20.yüzyıl ortalamasının 1,54 derece üstünde gerçekleşerek 2012’deki rekoru geride bıraktı.
- 2021 Temmuz ayı Asya kıtası için en sıcak Temmuz, Avrupa’da ise en sıcak ikinci Temmuz olarak kaydedildi.
Dünyahali, Yuvam Dünya ve Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi iş birliğinde, BMWi’nin desteğiyle yayınlanmaktadır.
BMWi sürdürülebilir mobilite için kapsamlı çözümler sunar.
Yeni Nesil Umut Tüccarları
Zaman daralıyor.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Panelinin geçtiğimiz hafta açıklanan raporu önemli bir noktayı tartışılmaz biçimde ortaya koydu: İklim değişikliğinin sebebi insanlıktır. Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana artan oranda yaktığımız kömür, petrol ve doğal gaz atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına yol açtı. Bu karbondioksit ise bir battaniye gibi gezegenimizi sararak ısının dışarıya kaçmasını engelledi. Böylelikle atmosferimiz gittikçe ısınmaya başladı.
Aynı rapor; ısınmanın yaşamakta olduğumuz etkilerinin kaçınılmaz olduğunu ve doğanın kendisini tamir etmesinin binlerce yıl alabileceğini de ortaya koyuyor. Ayrıca, eğer bizler bu şekilde karbondioksit salmaya devam edecek olursak yaşayacağımız etkilerin gelecek yıllarda çok daha kötüleşeceğini de belirtiyor.
Gelecekte iklim krizinin çok daha derinleşmemesi için acilen sera gazı salımlarını azaltmamız gerekiyor. Raporun daha sonra açıklanacak olan bölümlerinde bu azaltımın ne hızda yapılması gerektiğine dair bölümler de yer alacak. Ama Paris Anlaşması’yla birlikte görülen o ki, atmosferin ortalama sıcaklığındaki artışın 1.5 dereceyi ’yi geçmesi istenen bir durum değil. Eğer bu limiti aşacak olursak, yeryüzünün çeşitli bölgelerinde çok sayıda insanı etkileyecek felaketler sıkça görülmeye başlayacak.
Küresel ısınmanın 1.5 dereceyi aşmaması için de, karbondioksit salımlarımızı 2030 yılına kadar net sıfıra indirmemiz gerekiyor. Net sıfır, ağaçların ve okyanusların emebileceğinden fazla karbondioksit salmamak anlamına geliyor. Ancak bunu başarabilmek hayatımızda çok büyük değişiklikler yapmamızı gerektiriyor. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde bu değişiklikleri yapabilmek mümkün, ancak insanlık kendisini bu denli zorlamak istemiyor. Özellikle de devletler bu büyük değişiklikleri devreye sokacak olurlarsa, halklardan ciddi tepki alabileceklerinin bilincinde oldukları için kısa vadede ellerini taşın altına sokmak istemiyorlar. Oysa bu problemin ciddi biçimde uluslararası arenada konuşulmaya başlandığı 1990 senesinde gerekli önlemler alınmaya başlanmış olsaydı, bugün hayat tarzlarımızı ciddi biçimde değiştirmeden problemi çözmek mümkün olabilirdi. Ancak geçmiş hataların üzerinde fazla durmadan, bugün yapmakta olduğumuz hatalara dönelim.
Devletler hala hayat tarzlarını ciddi biçimde değiştirmenin kendilerine getireceği siyasi maliyetin bilincinde olarak, bu büyük değişime gerek kalmadan mucizevi bir çözüm bulma arayışındalar. Aslında bu, kişilerin davranışını da büyük ölçüde yansıtıyor. Tam korkunç bir hastalık insanları öldürmeye başladığında bir aşı bulunuyor ve insanlık büyük bir felakette kurtuluyor. Hollywood filmleri de bizi senelerdir buna alıştırdı. Sonunda mutlaka bir kahraman ya gücüyle, ya da teknolojiyi kullanarak büyük kötülüğü yok edip insanlığı huzura kavuşturuyor. Ancak gerçek dünyada ne yazık ki öyle kahramanlar yok. Bu dünyada hepimiz çocuklarımız için kahraman olmak zorundayız. Fakat, kimileri insanlara böyle bir umut satarak para kazanmayı da amaç ediniyorlar.
Umut tüccarları bizlere diyor ki:
“Siz bildiğiniz gibi yaşamaya devam edin, biz sizin saldığınız tüm bu karbondioksidi atmosferden toplayıp bertaraf etmeyi biliyoruz. Sadece, bu işin teknolojisini gerçekleştirmek için biraz kaynağa ihtiyacımız var.”
Bu tüccarların en önünde de fosil yakıt şirketleri geliyor. Bu şirketler iklim krizi nedeniyle aslında 10 yıl içerisinde tüm işlerini bırakmak zorunda olduklarının bilincindeler. Ancak bunu yapmaktansa diyorlar ki:
“Siz bizden petrol almaya devam edin, bunun için sizin paranızı güzelce alalım. Ama bu da yetmez, devlet de bize milyarlarca dolar versin ki sizin para verip aldığınız petrolü yaktığınızda saldığınız karbondioksidi de atmosferden geri toplayalım.”
Beş yaşındaki çocuğa anlatsanız bunu, herhalde “aynı işi yapmanın başka bir yöntemi yok mu?” diye soracaktır. Evet, bir yöntemi var:
Bu şirketlerin dediğini yapmaktansa, yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak.
Çözüm çok kolay, ancak ne yazık ki gözümüzün önünde gerçekleşmeyen pek çok pazarlıkla milyarlarca dolar, “havaya daha fazla karbondioksit salabilmemiz için” bu şirketlere veriliyor. Onlar da sözüm ona bu salınan karbondioksidi yakalayıp toprağın altına gömecekleri ya da başka bir amaçla kullanacakları bir yöntem geliştirecekler.
Size bir sır vereyim mi? Biz atmosfere yılda 50 milyar ton karbondioksit salıyoruz.
O kadar karbondioksidi ne bir yere gömebilirsiniz, ne de o kadar karbondioksitten gerekli bir ürün üretebilirsiniz. 50 milyar ton karbondioksidi tekrar işe yarar hale dönüştürmek korkunç miktarda enerji gerektiriyor. Atmosfere karbondioksit salmadan o kadar enerjiyi üretmeyi beceriyor olsaydık, zaten bugün atmosfere karbondioksit salmıyor olurduk. Ama ne yazık ki umut tüccarları devletlere bu umudu pazarlıyorlar, devletler de o umuda güvenerek gerekli adımları atmakta yavaş davranıyorlar. Zaman daralıyor. Umut tüccarlarını bırakıp gerçek çözümlere yönelmenin vakti geldi de geçiyor bile.

“Başka Bir Dünya Mümkün” teması ile 16 Eylül’e kadar sürecek olan 49. İstanbul Müzik Festivali kapsamında, 19 Ağustos akşamı “Fazıl Say” çok anlamlı bir konser verdi. Dünya prömiyerini bu konserle yaptığı piyano sonatı “Yeni Hayat”; Türkiye'de ilk kez seslendirilen “Kaz Dağları” ve “Yürüyen Köşk” adını taşıyan eserleri ile “Doğanın Sesi” oldu. Pek çok felaketi yaşadığımız son günlerde müzik iyi geldi.
“Yeni Hayat” sonatı, pandemi dönemi yeni hayatımızı; “Kaz Dağları” ise, Kaz Dağları’ndaki ağaç katliamı ve gönüllülerin direnişini anlatıyor. Fazıl Say 2019 yılında destek vermek için Kaz Dağları’na piyanosunu götürerek bir ağacın altında bir konser vermişti. “Yürüyen Köşk” Atatürk’ün anısı için, Atatürk’ün doğa sevgisini anlatan eseri.
Fazıl Say “Bu gezegende insanlar, bitkiler, hayvanlar, hep beraber gelecek için bir şey bırakmak istiyorsak, var olanı korumak zorundayız. Yaşatmaktan yana olmalıyız. Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum” diyor.
Takip Ediyoruz
İklim Grevi, İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödülü

Küresel İklim Grevi “Sistemi Yok Et!”
24/09/2021
İklim krizi kültür değişimi gerektiriyor.
İklim İçin Gençler / Youth for Climate Turkey bu kültür değişiminin öncü örnekleri. Uzun zamandır konuya dikkat çekmek ve seslerini duyurabilmek için ulusal ve uluslararası ağlarda gençlerin gösterdiği çabalar inanılmaz.
Karar alıcıları iklim krizi konusunda harekete geçirme talebiyle okul grevine çıkan dünyanın dört bir yanından genç iklim aktivistleri, bu yıl “Sistemi Yok Et” sloganıyla 24 Eylül’de iklim grevi düzenleyecek.
İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödül Programı
Son başvuru tarihi 1 Eylül!
İYİ BAK DÜNYANA: "HAYATA DEĞER"
Toplumsal sorunlara ilgi duyan ve çözüm arayan gençlere çağrı yapıyoruz.
İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödül Programı, Kale Grubu’nun kurucusu İbrahim Bodur’un anısını ve değerlerini yaşatmak amacıyla 2017 yılında hayata geçirildi. Kale Grubu'nun, daha adil, daha eşit, daha yeşil ve daha kapsayıcı bir dünya için kendini sorumlu hisseden ve harekete geçme cesareti gösteren sosyal girişimcilere destek olmayı hedeflediği İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödül Programı başvuruları devam ediyor.
Detaylı bilgi ve başvuru için ibrahimbodurodulleri.com web adresini ziyaret edebilirsiniz.