Herkese merhaba,
Nasılsınız? Bu hafta sonu sanki yazın sıcak son günüymüşcesine Bomontiada'da festivallendik. 🎉 Beats by Girlz festivali sayesinde dolu dolu üç gün geçirdim, deneyimleme alanında davul bile çaldım.🥁 (En azından denedim 🤩)
Bu hafta beni "üretirken kayıtta kalmak" üzerine çok düşündüren bir sergi deneyimim oldu. Sergiyi gezerken Stanley Kubrick'in tüm çalışmalarına kronolojik bir bakışla bakabilirken, sergideki materyaller Kubrick'in düşünme biçimini anlamamızı sağlıyor. Senaryo notları, çekim planları ve edebiyat uyarlaması filmlerinde eserin yazarıyla mektuplaşmaları en çok ilgimi çeken nesneler oldu. Tüm bu deneyim 2001: Uzay Yolu Macerası filminin setine konuk olduğum hissiyle son buldu ve düşündürdü. Bu dijital zamanda, üretirken biz neyi ne kadar kaydedebiliyoruz? Mesajlaşmalarımız, senaryoların sonsuz sayıdaki draft'ları bulut sistemlerde saklanıyor, ileride nasıl sergilenir kim bilebilir. Merak edenlere, sergi 1 Mart'a kadar İstanbul Sinema Müzesi'nde görülebilir. 👀
Bu sezon Aposto stüdyosundan kayıt tuşuna bastığımızın haberini vermiştik. 🎉
Yeni sezonun ilk bölümünde mikrofonun karşısında yazar ve çizer Vuslat Çamkerten var.🎙
Neler kayda geçmiş bakmadan evvel zihnin için taze bir başlangıç yapmak istersen 👇🏻
Vuslat’ın kalemiyle tanışmam İletişim Yayınları sayesinde bizle buluşan “Görenler Olmuştur” öykü kitabıyla olmuştu. Öykülerindeki başarılı diyalogları nasıl bu kadar iyi yazabildiğini merak ederken sonraları adını Notos Dergi’nin çizimlerinde de görmeye başladım. Beni her öyküsüyle farklı görsel dünyaya götüren bu yazarımız meğer çizim de yapıyormuş. Vuslat ile tanışmak için heyecanlanırken, bu öykü kitabından önce bir roman yazdığını öğreniyorum ve okumaya başlıyorum. Romanın ismi “Ona Çok Benziyorum”.
Romanda genç bir çiftin ünlü bir yazarının deneyiminin peşine düşmesi ve soru hazırlama süreçlerini görüyoruz. Roman içinde ayrı bir roman var. İzmit doğumlu, ODTÜ Felsefe mezunu Vuslat’ın yazmaya nasıl başladığını, ilk romanının nasıl bu kadar acemilikten uzak olduğunu, diyalog yazımındaki başarısını, çizer olarak dünyasını ve eş zamanlı olarak farklı alanlarda nasıl böyle üretim yapabildiğini merak ediyorum ve tanışmak için adım atıyorum.
Üretim Kaydı’nın davetini kabul etmesiyle kayıttan önce Galata’da bir kafede buluşuyoruz. Hayranı olduğum bir yazarla tanışmak bu benimkisi, soru hazırlama süreçlerimden bahsederken hem romanında hem öykülerinde kendimi gördüğüm detaylardan bahsediyorum. Yazarımıza kitaplarımı imzalatıyorum, bana kendi çizimi bir kartpostalı imzalayıp hediye ediyor çizimdeki “dream within a dream” bana göz kırpıyor. Benim yeni sezona başlama heyecanım elimi ayağımı dolaştırırken Vuslat sakin. Aposto stüdyosuna adım atıyoruz. Kayıt dedikten sonrası aşağıda sizi bekliyor.
İmgeler hayaletler gibi zihnimizde dolanırken
Vuslat'ın "Resimler hayaletler gibidir." cümlesinin peşinden gidip imgelerin çizdiklerinde ve yazdıklarındaki karşılıklarına bakıyoruz.

Vuslat'ın "Resimler hayaletler gibidir." cümlesinin peşinden gidiyor, imgelerin çizdiklerinde ve yazdıklarındaki karşılıklarına bakıyoruz.
Sohbetimize çocuk Vuslat'ı tanımakla başlıyoruz. Çocuk Vuslat'ın, hikâyeler anlatmak yerine hayal kurmayı ve başkalarının göremediği şeyleri görmeyi sevdiğini keşfediyoruz. O yaşlarda içine kapanık bir çocuk olan Vuslat, şu an o yaşlarına dönüp baktığında kendini melankolik bile bulduğu oluyormuş, kendi deyimiyle “yıldız gezginiymiş”.
Anlatma güdüsünün hikâye anlatıcılığıyla başlamadığını fark edince, o yaşlarda resim ile olan ilişkisinin peşine düştüm. Vuslat, üç yaşından beri çizim yapıyormuş, çizim yapmaya kadınlar ve elbiseler çizerek başlamış. Tasarımcı olmayı bile düşünmüş, hiç erkek çizmemiş. Hatta burunsuz çizdiği o kadınları birinin ona burun çizmeyi öğretmesiyle “burunlu” olarak çizmeye devam etmiş.
Çocukken merakla soru soran biri değilmiş ama geceleri uyumayıp hayaller kurarmış. Merakla başlamayan bir yolculuk nasıl felsefe okumaya evrildi merak ettim. 👀 Güzel sanatlar okuması gerektiğini hiç düşünmemiş, üniversite sınavına ODTÜ’de girince çok etkilenmiş. Felsefe de istediği bölümlerden biriymiş, böylelikle her ikisini birleştirdiği bu hayal gerçekleşmiş. Vuslat için çizmek kendini ifade etmesinde ilk keşfi diyebilirim, yazmaya nasıl başladığı bir sonraki sorum oluyor.
“Sözcüklerle çok ilgiliydim çocukluğumdan beri, sözcüklerin çağrışımlarını ve yankılarını seviyorum. Yazarak kendimi ifade etmeyi de seviyorum zaten resmin yetmediği yerde yazmaya, yazmanın yetmediği yerde çizmeye başlayarak devam etti bu yolculuk.”
Bu yolculuğun yazar olmaya karar verme anını merak ediyorum. 👀
“Buna bir kariyer olarak bakmıyordum, yazmanın verdiği ruh büyümesini seviyordum. Başka dünyalar yaratabilmek, o dünyada önce kendim gezebilmem sonra başkalarının gezebilmesi çok hoşuma gidiyordu. O yazmanın kapanıklığı ve karanlığı, sancısı hep ilgi alanımdaydı. Hatta bir anım var. Altı yedi yaşlarındayken bir kış gecesi koridorda yedi cücelerle karşılaşmış ve onlarla dans etmiştim. Bu harika bir deneyimdi. Hayaletlerle aram her zaman çok iyiydi. Tabii şimdi şimdi adladırabiliyorum ne olduklarını. O mümkün olanla olmayan arasında, görünenle görünmeyen arasındaki açık ve size sürekli frekanslar gönderen imgesel dünyayla aram her zaman çok iyiydi. Yazmaya devam edeceğimi biliyordum o yüzden, ama yazar olacağımı kesin olarak biliyordum diyemem.”
İlk romanı “Ona Çok Benziyorum” 2019 yılında yayımlandı. Konusu itibariyle edebiyat dünyasından pek çok diyalog içeriyor. Konu seçimini ilk roman için cesurca buldum ve konuya nasıl karar verdiğini sordum. Vuslat, bu cesur yorumuma öyle bir hisle yola çıkmadığını söyleyerek yanıt verdi:
“Bir yazar olarak anlatmak istediğim buydu ve onu anlattım. (...) Bir insanın hayatına sızmanın heyecan vericiliğine dair hep düşünüyordum ve böyle bir şey yazmak istiyordum. Kimin hayatına sızabilirim diye düşündüm ve büyük bir yazar yarattım, onu tanımaya başladım, Remzi Bayburtlu. Sonra da onun peşine genç ve tutkulu başka bir yazarı düşürmüş oldum. Böylelikle Mustafa doğdu sonra ona eşlik edecek Nilay bir hayalet olarak doğdu.”
Roman yazarken kafasında önce bir film gibi kurguyu döndürdüğünü dile getiren Vuslat, altı ay kadar hikâyeyi kafasında dolandırdıktan sonra bir buçuk sene gibi bir sürede de romanı yazmış. Romanın ikinci bölümünü Toronto’da yazdığını söylediğinde Türkçe konuşulmayan bir ülkede yazma deneyiminin nasıl geçtiğini sordum.
“Zorlayıcı olan yanımda çok fazla Türkçe kitap götürememiş olmamdı, orada tabii büyük bir çeşitlilik var, bir yazar olarak ben de bunu gözlemlemeye çalışıyordum. Romanın ikinci bölümünü yazarken her gün her sabah aynı saatte aynı kafeye gidip yazıyordum. İlk defa kendi masam hariç bir yerde yazıyordum bunun sayesinde başka yerlerde yazma esnekliğini de kazandım. Çok komik bir olay da yaşadım bir posta tesliminde, kurye adımdan ötürü 'Türk müsün?' diye sordu ben de 'evet' cevabını verince, yüzüme neşe içinde bakarak 'Mustafa' dedi. Çok enteresandı, romanımın ana karakterinin adını yüzüme bakarak söylemişti, ilginç ve güzel bir deneyimdi.”
Vuslat'ın Toronto'daki yazı masası
"Görenler Olmuştur" öykü kitabındaki öykülerin bir kısmı Vuslat’ın romanı yazdığı süreçte yazılmış.
"Toronto’da yaşadıklarımın da birikmişliği varmış bu öykülerde. Öyküde daha kıvrak olduğumu düşünüyorum. Dosyaya girmeyen öyküler de oldu bu dönemden tabii. Her zaman hikâyelerimi en iyi nasıl yazabilirim diye düşünüyorum."
Öykülerin her biri beni görsel bir dünyaya da götürdü. Birer kısa film tadındaydılar, diyalogların başarısı da bu hisse katkı sağlıyordu bence. Bu yüzden Vuslat'a öykülerini yazarken zihninde görsel bir dünya hayal edip etmediğini sordum.
"Benim öykülerim serüvenli öyküler. Ben de yazmadan evvel bir film gibi kafamda tasarlayıp beklediğim olgunluğa erişmeden yazmak için masaya oturmuyorum. Bir çağrışımla başlayıp hemen yazmıyorum. Bazen öyle oluyor ki o filmi izleye izleye yazmayacak seviyeye geliyorum o hazzı yaşayınca. Diyaloglar için çok çalışıyorum evet, karakterleri çok iyi yaratmaya çalışıyorum en başından. Mesela 'Peruk' öyküsündeki ressam 'Ne düşünür? Nasıl konuşur?' diye düşünüyorum. Karakterlerim de krizlerinden konuşarak çıkmak zorundalar. Böyle şeyler okumayı sevdiğimden böyle yazıyorum. Konuşmadan meseleler çözülemez."
“Büyük Umutlar” öykünün başlığı okuduğum an bana Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anımsattı. İlhamının oradan mı geldiğini soruyorum.
“Tanpınar'dan değil Charles Dickens' dan, 'Great Expectations' eserinden.
Hatta resim yapmayı bıraktığım bir dönemde filmini izlemiştim, beni çok etkilemişti. Bu öykünün ilhamı oradan. Hayat bazen size yaptığınızı yapmamayı da gösteriyor.”
Kitabın kapak çiziminin Vuslat'ın ellerinden çıktığını düşünenler olabilir -benim gibi- ama çizim ona ait değil. Kitabın editörü Emre Bayın ona bu teklifle gelse de Vuslat, kapağı başka bir gözün yapmasını istemiş.
Kapak illüstrasyonu İsmail Sertaç Yılmaz'a ait. Sertaç'ın, Vuslat'ın hem erkek arkadaşı hem de iş partneri olduğunu öğrenince de illüstrasyona karar verme sürecinin nasıl ilerlediğini merak ettim. Sertaç, tek bir resim yapmış ve Vuslat da gördüğü an evet bu demiş.🌞 Resimde pek çok öyküden imgeleri görebiliyorsunuz.
Vuslat, hem yazar hem de çizer olduğu için zihninde beliren imgeyi ifade etmek için aklına ilk hangisinin geldiğini çok merak ediyor ve soruyorum.
"Galiba çizerken tasarlamıyorum, aklımı devre dışı bırakarak elimin götürdüğü yere gidiyorum ama yazarken öyküleri önden kurguluyorum, aklıma gelen imgeye sorular sorarak yazma serüveni başlıyor. Sözcüklerle daha çok hemhâl oluyorum.”
Sözcüklerle hemhâl olmak deyince, konu Vuslat'ın çocuklar için felsefe atölyelerine geliyor. Çocuklar sayesinde dilin her alanını keşfetmek mümkün, çocuklarla olmak yazar Vuslat’ı nasıl besliyor? diye soruyorum.
“Felsefi olarak sürekli aktif olmak besliyor tabii çünkü dediğim gibi imgeye sorular sormalıyım, bu sorular da iyi sorular olmalı ki iyi yanıtlar getirsin. Çocuklarla çalışırken de onların o esnekliği, renkli dünyaları maceraperest dünyaları okur ve yazar olarak besliyor. Onlar çok bariyersizler, sayelerinde daha sansürsüz olabiliyorum."
Vuslat okumayla ilişkisini de üretime dönüştüren isimlerden, "benimle oku" isimli atölyesini düzenlerken ayrıca İsmail Sertaç Yılmaz ile birlikte okuma ve yazma deneyimi üzerine de atölyeler düzenliyor. Atölyelere katılmak isterseniz buraya ışınlanabilirsiniz.
Zaman zaman da karşımıza Notos Dergi'de bir yazarın dünyasını bize atmosferik çizimlerle hissettirirken çıkıyor.
Biraz da bugünlerin kaydı diyorum ve yeni sezonda kaydı bitirmenden evvel, her konuğa aynı iki soruyu yöneltmeye karar veriyorum.
📌 Son zamanlarda etkilendiğin ya da ilham aldığın, seni üretim üzerine düşündüren konser/kitap/dizi/film/resim var mı?
“Ben bir şeyi üretirken, izlediğim okuduğum ve baktığım her yerde zaten onu arıyorum.”
📌 Üretenler olarak göç kavramını hiç konuşmadığımız kadar konuşuyoruz. İstanbul ve üretmek için neler söylemek istersin? Besliyor mu seni?
"Ben hareketliğin verimine inanıyorum, İstanbul bu anlamda hareket edebilmeyi kısıtlamaya başladı, bu da beni zorluyor mesela."
• Vuslat'tan öğrendiklerim arasına ilk olarak esnemeyi, başka bir ülkede bile dilin sınırsızlığını keşfetmeyi koyuyorum.
- "Hayat bazen size yaptığınızı yapmamayı da gösteriyor." cümlesini kendime not düşüyorum.
The Poet House 1 Mart 2019 günü kuruldu ve ilk nesnesini 11 Haziran’da üretti. Sertaç'ın The Poet House'ın hikâyesini anlattığı söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz.
- Vuslat, gerçek bir hikâyeden esinlenerek bizi “sonu gelmiş ülkede” var olmaya devam eden gizli bir karakterin dünyasına götürüyor. Öykünün bu anlarını da Sertaç resimliyor. “Hiçbir şeyin sahibi değilim artık ben bu şehirde. Ne bir ağrının ne bir sevgilinin, ne gök gürültüsünün ne de bir istilanın."
- Vuslat'ın ilk romanının arka bahçesini yazdığı “Ona Nasıl Benzedim” isimli bir slowbook ise yine The Poet House etiketiyle sınırlı sayıda koleksiyonluk yayımlandı.
"Resimler hayaletler gibidir. Onlara her baktığımızda dönüşür, değişir ve başka kılıklara girerler ve böylece bizi de başka hâllere sokarlar." diyor, Vuslat.
"Resimler hayaletler gibidir." - ghost needs
🎭 Tiyatro sezonunu açmış bulunmaktayım. Hemen izlediğim oyunları burada kayıtlara geçirelim. 👇
📌 Galata Perform'un yeni oyunu "Kalanlar" multimedya ile tiyatronun kesişimine dair farklı bir teknikle karşımıza çıkıyor. Oyunun yazarı Itır Karabulut, yönetmeni ise Yeşim Özsoy.
📌 Nadir Sönmez'in yazdığı, yönettiği ve oyuncuları içinde yer aldığı, aynı zamanda film olarak da karşımıza çıkan "Ama", "olmayan dekoru" ve diyaloglarıyla, tiyatronun temsil gücünü bana yeniden hatırlattı.
📌 Uzun zaman sonra izlerken nefes almakta zorlandığım bir oyun izledim, Ha-Ha Tiyatro yapımı, Berkay Aygören'in yazıp yönettiği "Babamın Doğum Günü Partisi" beni sahnede daha çok izlemek istediğim üç yetenekli oyuncu ile tanıştırdı.