Spektrum'dan herkese merhaba,
Bu sayıda ben, 14 Mayıs'taki seçimin küresel siyasetteki önemini seçimli otoriteryanizmden çıkış bağlamında ele aldım. Ayrıca Millet İttifakı'nın Maltepe mitinginden izlenimlerimi yazdım.
Abdullah, Erzurum'da Ekrem İmamoğlu'nun mitingine yönelik taşlı saldırıyı destekleyen sosyal medya kullanıcılarının geçmişini araştırdı.
Gizem Sevinç Selvi ise Ankara Kocatepe Cami'deki cuma namazı çıkışında cami cemaatiyle seçimi konuştu.
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle,
Bartu Özden
Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
Seçimli otoriteryanizmden çıkış: Dünya Türkiye’yi izliyor
Millet İttifakı seçimi kazanırsa seçimli otoriteryanizmden çıkışın formülünü dünyaya hediye etmiş olacak.

Seçimli otoriteryanizm, dünyada yükselen bir trend. Benim de hocam olan ve “seçimli otoriter rejim” kavramını siyaset bilimi literatürüne kazandıran Prof. Dr. Andreas Schedler, temsilî demokrasinin kurumlarını keyfî şekilde kullanarak, demokratik normları sistematik şekilde aşındırarak ve seçimler dahil tüm demokratik süreçleri manipüle ederek otoriter pratiklerini hayata geçiren bu rejimlerin Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren dünyadaki en yaygın anti-demokratik rejim şekli haline geldiğini ifade ediyor.
AK Parti'nin otoriterleşme süreci
Zaman zaman, özellikle de önemli kırılma anlarında Türkiye’ye çok fazla odaklanıyoruz ve buradaki siyasi gelişmelerin küresel siyasi trendlerin içinde nereye denk düştüğü konusuna kafa yormuyoruz. Oysa Türkiye de bu seçimli otoriteryanizm trendinin dışında değil.
Schedler’in dersi için 2017’de “Türkiye’de Erdoğan ve AKP yönetiminde ortaya çıkmakta olan seçimli otoriteryanizm” başlıklı bir makale yazmıştım. Medyadaki tekelleşmeden Gezi protestolarının şiddetle bastırılmasına, devlet kurumlarında kadrolaşmadan siyasetin yargıya müdahalelerine özellikle 2011’den sonra rejimin gösterdiği otoriterleşme emarelerini anlatmıştım.
2017’den bugüne ise bu trend hızlandı. Aynı yıl kabul edilen anayasa değişikliği ile Türkiye’nin yönetim sistemi değişti. Muhalefetin “ucube tek adam rejimi” olarak tanımladığı Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde başbakanlık makamı kaldırıldı, TBMM’nin yetkileri azaltılırken yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’nın yetkileri artırıldı ve yargı bağımsızlığına ket vuruldu. İktidar partisi ile devlet arasındaki sınırlar daha da muğlaklaştı. “Türkiye otoriterleşiyor mu acaba?” sorusunun yerini “Türkiye, seçimli otoriter bir rejimdir.” tespiti kesin olarak aldı.
Otoriter yönetimlerin baskısı altındaki milletler Türkiye'yi izliyor
Türkiye, Millî Mücadele döneminde ulusal seferberlik ile işgalcilerin “geldikleri gibi gönderilebileceğini” tüm mazlum milletlere ispatlamıştı. Saltanatı ve halifeliği tarihe karıştıran, laik, üniter bir ulus devlet kuran ve hakimiyeti “kayıtsız şartsız millete” devreden “Türk devrimi”, henüz Avrupa’da kadın haklarından bahsedilmiyorken kadın-erkek bir arada ve eşit bir yaşamın var olabileceğini kanıtlamıştı. Türkiye’nin çok partili hayata sorunsuz geçişi, çoğunluğu Müslüman milletlerin de demokratik bir sistem kurabileceğini göstermişti.
Konumu, tarihi, kültürü, demografik yapısı, liderleri ve büyüklüğü, Türkiye’nin tarihin akışı içinde yalnız trendleri takip eden değil, zaman zaman trendleri belirleyen bir ülke olmasını sağladı. Bu, yalnız övünülecek bir tarih anlatısı değil, bugün ya da başka bir zaman, en karanlık anda en imkânsız gözükeni yapmak, yapmaya kalkışmak için cesaret bulunacak bir gerçekliktir.
İşte Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu da 6 Mayıs Cumartesi günü İstanbul Maltepe’de gençlere yönelik “Sizler otoriter bir yönetimi demokratik yollarla değiştireceksiniz. Sadece bizim siyasi tarihimize değil dünya siyasi tarihine de önemli bir armağan bırakacaksınız. Bu onur size yeter.” sözlerini söylerken bunu kast ediyordu.
Daha önce ABD’de Donald Trump, Brezilya’da Jair Bolsonaro, İsrail’de Binyamin Netanyahu gibi otoriter/popülist pratiklerle ülkelerini yöneten liderler demokratik seçimler sonucunda -gitmemek için manipülasyon dahil çok yol deneseler de- demokrat liderlere karşı seçim kaybedip görevi bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak ne ABD’de ne Brezilya’da ne de İsrail’de bu otoriter rejim heveslisi liderler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aksine otoriter rejimlerini kurumsallaştıracak sistem değişiklikleri yapamamıştı.
Viktor Orban’ın seçimli otoriter rejimi görece kurumsallaştırdığı Macaristan’da ise birleşik demokrat muhalefet, Orban’a karşı seçim kazanmayı başaramamıştı.
14 Mayıs’ta otoriterliği kurumsallaştıran, yargı bağımsızlığını yok eden, medyayı ve muhalifleri susturan, seçim güvenliği konusunda bile endişe yaratan bir iktidarın demokratik yollarla görevden uzaklaştırılması mümkün gözüküyor.
Türk milleti daha önce yaptığını bir kere daha yapıp küresel siyaset trendine yön verebilir. Seçimli otoriter rejimden çıkışın formülü Türkiye'de yazılabilir ve bu rejimlerin demokratik alternatiflerine kaybettiği küresel bir süreci tetikleyebilir. Türkiye, dünya demokrasi tarihine adını -bir kere daha- kocaman harflerle, “seçimli otoriteryanizmin yükseliş trendine son veren ülke” olarak yazdırabilir ve Millî Mücadele dönemindeki gibi mazlum milletlere yol gösterebilir.
Polonya’dan Rusya’ya, Macaristan’dan İran’a, Belarus’tan Mısır’a, Sırbistan’dan Özbekistan’a dünyanın dört bir yanında otoriter yönetimlerin baskısı ve keyfî yönetimi altında kıvranan milletler, Türkiye’yi izliyor. Türkiye’den saçılacak demokrasi ve özgürlük ışığının kendi yollarını aydınlatmasını bekliyor.
Erzurum’daki saldırıyı kimler destekledi?
Erzurum mitinginde İmamoğlu ve vatandaşlara yapılan taşlı saldırıyı sosyal medya hesaplarından destekleyen kişilerin AK Parti’de görev aldıkları ve geçmişlerinde FETÖ bağlantısı ve yolsuzluklar olduğu ortaya çıktı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı Ekrem İmamoğlu, dün Erzurum’da düzenlenen mitingde MHP ve HÜDA-PAR bayrakları taşıyan bir grup tarafından taşlı saldırıya uğradı. Mitinge katılan, aralarında yaşlı ve çocukların da olduğu vatandaşların da yaralandığı saldırıya polis müdahale etmedi. Taşlı saldırıda 17 kişinin yaralandığı açıklandı.
İmamoğlu ve mitinge katılan vatandaşlara saldıran grup, mitingin ardından da sokaklarda dolaşmaya devam ederek bazı binalara saldırdı, İYİ Parti’nin bayraklarını indirdi.
Mitinge düzenlenen organize saldırıya polisin müdahale etmemesi, Erzurum Valisi ve Emniyet Müdürü'nün saldırıyı engellemeye yönelik bir müdahalede bulunmaması başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere kamuoyunun tepkisini topladı. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı liderleri kamuoyunu sükunete davet eden açıklamalarda bulunurken iktidar kanadından İmamoğlu'nu provokatörlükle suçlayan ve saldırıyı destekleyen açıklamalar geldi.
Saldırıyı kimler engellemedi?
Mitinge düzenlenen taşlı saldırıya kolluk güçleri tarafından herhangi bir engelleme girişiminde bulunulmaması kamuoyunda büyük tepki topladı. Ekrem İmamoğlu da saldırıdan Erzurum Valisi ve Emniyet Müdürü'nü sorumlu tuttu. Saldırının ardından "Bugün Havuzbaşı Kent Meydanı, resmi olarak ilan edilmiş miting alanı değildi. Eğer resmi alan olarak ilan edilen bir miting alanı olmuş olsaydı, birçok daha fazla güvenlik tedbiri alıp bunu sağlayabilirdik." açıklamasında bulunan Erzurum Valisi Okay Memiş, Eski Başbakan Binali Yıldırım'ın oğlu Erkam Yıldırım'la birlikte yer aldığı fotoğraf karesiyle biliniyor.
Fotoğrafta Erkam Yıldırım'ın yanında Erzurum Valisi Okay Memiş ile İl Jandarma Komutanı da yer alıyor. Kamu görevlilerinin Yıldırım'la aynı fotoğrafta yer almasının kamuoyunda tepki toplaması üzerine Vali Memiş "Ortada göründüğü gibi bir durum söz konusu değil. Bize karşı lakayt bir tavır olursa ben bunu fark ederim" açıklamasında bulunmuştu.
Saldırıyı kimler destekledi?
Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda “Çakallara haddini bildiren tüm vatandaşlarımıza bin selam!” ifadelerini kullandı.
Erzurum Ülkü Ocakları binasına da miting öncesinde asılan afişte İmamoğlu', “YANLIŞ YERDESİN EKREM!” ifadeleri yer aldı.
Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, Twitter paylaşımında “Erzurum’da şeytan taşlamışlar…” ifadelerini kullandı.
AK Parti Erzurum teşkilatından da mitinge düzenlenen saldırıya destek mesajları verildi. Milletvekili adayları paylaşımlarını gelen tepkiler üzerine silmek zorunda kaldı.
AK Parti Erzurum Milletvekili Adayı Selami Altınok saldırının ardından “Teşekkürler Erzurum” paylaşımını yaptı, ardından da tweeti sildi. Selami Altınok, Aksaray Valisi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerinde bulunduktan sonra AK Parti’den milletvekili adayı oldu. Altınok’un, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’e devlet tarafından verilen koruma kararında imzası olduğu ortaya çıkmıştı.
AK Parti MKYK Üyesi ve Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı da saldırının ardından yaptığı paylaşımda “Demokrasilerde, terör yandaşları vatandaşlarla eşit muamele görmezler” diyerek İmamoğlu’nun mitingine katılan vatandaşları “terör yandaşları” olarak itham etti. Ayvalı da bu paylaşımını sonradan sildi.
Cemil Ayvalı, AK Parti'nin FETÖ ile yaptığı siyasi ittifakı kabul eden açıklamalarıyla biliniyor. Ayvalı, CNN Türk'te katıldığı bir programda “İktidara geldiğimde sanki kendi kadrolarım vardı da çok muktedirdim de böyle bir fanteziye mi girdim? Hayır. Bir tarafta darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı ve bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldık.” demiş ve “FETÖ ile AK Parti bürokraside geçmişte kol kola girdiyse, bunu da farklı darbecileri tasfiye etmek için yaptı” ifadelerini kullanmıştı.
Bu açıklamalarından ardından gelen tepkiler üzerine Ayvalı görevinden istifa etmişti.
AK Parti Ankara Milletvekili Emrullah İşler de saldırıya destek verenler arasında. Diğer AK Partili isimlerin yaptığı gibi İşler de paylaşımını gelen tepkiler üzerine sildi.
Emrullah İşler’in geçmişine bakıldığında ise terör örgütü lideri Fethullah Gülen’i öven paylaşımlarda bulunduğu görülüyor.
Taşlı saldırının ardından Erdoğan’ın videosunu paylaşarak “Sen her övgüye layıksın” diyen AK Parti Erzurum Milletvekili Adayı Mehmet Emin Öz hakkında geçmişte çeşitli yolsuzluk suçlamaları yapıldığı görülüyor. AK Parti Erzurum İl Başkanlığı döneminde partiye yapılan bağışlarla toplam değeri 1 milyon lirayı bulan 3 makam aracı satın alan Öz, bu araçları özel şoförlerinin üzerine kaydettirmiş. Bu yolsuzluk ortaya çıkınca da Öz hakkında parti genel merkezine suç duyurusunda bulunulmuş.
Mehmet Emin Öz'ün çocuklarının kamu kurumlarındaki hızlı yükselişi ve işe alım süreçleri de dikkat çekiyor. Öz'ün tıp fakültesinden mezun olan oğlu M.Ç. Öz, mezuniyetinin hemen ardından Erzurum'daki bir hasteneye pratisyen hekim olarak atandı, iki yıl içinde de hastanenin başhekim yardımcısı oldu. Emin Öz'ün diğer oğlu C. Öz de hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne araştırma görevlisi olarak atandı. ALES puanı diğer adaylardan daha düşük olan C. Öz'ün aynı pozisyona başvuran 10 kişi arasından seçildiği ortaya çıktı.
14 Mayıs’a günler kala, Kocatepe Camisi’nde bir cuma çıkışı
Seçime günler kala, Kocatepe’de bir cuma namazı çıkışında atmosferi gözlemledik

Kocatepe Ankara’nın önemli sembollerinden biri, ayrıca bugün şehrin en büyük cami. Öyle ki 2008’de dönemin belediye başkanı Melih Gökçek, Ankara’nın simgesi “Hitit güneşini" “at nalına" benzetmiş, şehrin Kocatepe Cami ve Atakule ile tasvir edilmesi gerektiğini söylemiş ve hakikaten o günlerde Ankara’nın amblemi değişmişti. Yeni amblem Kocatepe Camiydi, ardından 2010’da şehrin kaldırımlarında gülümseyen bir kedi belirecekti, yeni amblemdeki Ankara kedisi.
Ankara’da Cumhuriyet döneminde inşa edilen, TDV verilerine göre 20.000 kişilik cemaat kapasitesiyle başkentin en büyük cami olan Kocatepe’nin farklı sembolik anlamları da var.
Caminin tasarımını ilk olarak Ankara Eski Büyükşehir Belediye Başkanı ve mimar Vedat Dalokay yapmış; ancak bu tasarım kimi kaynaklara göre “fazla modern” bulunmuş, kimi kaynaklara göre ise o dönem için yeni ve denenmemiş bir sistem önerdiğinden uygulanabilir bulunmamıştı. Neticede üçüncü kez proje yarışması yapıldı ve iki mimar, Hüsrev Tayla ile Fatih Birleşik Uluengin’in projesi birinci oldu. Ardından 1967’nin ekim ayında, tam da Miraç Kandili’nde Kocatepe’nin temeli atılsa da mali güçlükler sebebiyle işler zorlaştı. 81’de Diyanet Vakfı’na devredilen Kocatepe’nin inşaatı alışılmıştan biraz daha uzun sürdü; cami, yapımına niyet edilen 1962’den tam 15 yıl sonra, 1987’de dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından açıldı. Ne var ki bundan altı yıl sonra, Nisan 1993’te Kocatepe’de Cumhurbaşkanı Özal’ın cenaze namazı kılınacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden biri kabul edilen 14 Mayıs seçimlerine dokuz gün kala, bu sembolik mekânın, Kocatepe’de bir cuma çıkışının atmosferini merak ettik.
Caminin girişinin tam karşısında bugün AK Parti Ankara İl Başkanlığı binası var; sokaklar haliyle AK Parti bayraklarıyla dolu. Kimileri tarafından sıklıkla “Atatürk’ün Çankaya’sı” olarak anılan Çankaya’nın göbeğindeki Kocatepe Cami’nin önünde de farklı profiller dikkat çekiyor; lise çağındakiler, esnaf, alternatif bir tarza sahip muhtemel üniversiteliler, yaş almış ve daha muhafazakâr görünenler, örtülü ve örtüsüz her yaştan kadın…
Cemaat kalabalık, en üst katta kadınlara ayrılan bölümde oturanları başımla selamlayarak (ve gülümsemeyle karşılık alarak) içeri giriyor, etrafı izlemeye, imamı dinlemeye başlıyorum.
Kocatepe Cami imamı çevre sorunlarından, iklim krizinden söz ediyor; “İsrafı önlemeliyiz” diyor, “çevremize duyarlı olmalı, ihtiyacımız kadar tüketmeliyiz”. Ardından “Allah devletimizi, milletimizi kötülüklerden, afetlerden korusun; birliğimizi, bütünlüğümüzü bozmasın" diyerek bitiriyor sözlerini. Bu iç görülü vaazın ardından namaz başlıyor; sonrasında kalabalık dağılırken caminin dışında birkaç kişiyle sohbet etme olanağı buluyorum. Şanslıyım ki ne televizyonda ne de Twitter’da sık rastlamadığımız türden fikirlerle karşılaşıyorum.
Bir emekli: “7 bin 500 lira maaş alıyorum, doğalgazı bedava yapsa ne olur, yapmasa ne olur?”
İlk kez oy kullanacak, 18’lerindeki iki genç, bir orta yaşlı emekli ve biri başörtülü, diğeri örtüsüz iki genç kadın sorularımı yanıtlıyor… Hepsinin ortak şikâyeti, ekonomi bu haldeyken yapılan seçim masrafları. 61 yaşındaki emekli Mustafa Bey, “Şu masrafları yapacak halde miyiz, yarın hepsi çöp olacak, dünyanın neresinde böyle bir sistem var?” diye soruyor. Kendini “koyu bir Atatürk taraftarı” olarak tarif eden Mustafa Bey, mutfakta yangından da öte, “dehşet bir şey” olduğundan dem vuruyor. “Doğalgazı bedava yapmış, yapsa ne olur yapmasa ne olur? Ben 7 bin 500 lira emekli maaşı alıyorum, onlar koltuk derdinde. Beni düşünen mi var?" ifadelerini kullanıyor. HDP desteği içine sinmese de Kılıçdaroğlu’na oy vermek niyetinde. Atatürk CHP’sinden vazgeçmeyeceğini vurguluyor üstüne basa basa.
İlk kez oy kullanacak bir öğrenci: “Sinan Oğan’ın bu seçimde bir şansı olmasa da gelecek vadediyor”
Üniversiteye hazırlanan bir gençle, Emre ve ismini paylaşmak istemeyen arkadaşıyla konuşmaya başlıyoruz bu kez. Emre umutlu hissettiğini söylüyor, “Şu anki durum çok kötü, düzelmesi gereken şeyler var ve düzelecek.” diyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’yla ilgili hislerini sorduğumda beni düzeltiyor; “Sadece iki aday yok ki, ben Sinan Oğan’ı çok başarılı buluyorum." diyor. Bu seçimde Muharrem İnce ve Oğan’ın çok bir şansı olmadığını bildiğini, ama Oğan’ın gelecek için umut vadettiğini söylüyor. İlk turda oyunu Sinan Oğan’a vereceğini, seçimin ikinci tura kalması halinde ise Erdoğan’ın karşısında kim olursa ona gideceğini anlatıyor.
İlk kez oy kullanacak bir başka öğrenci: “Bu zamanda Alevilik-Sünnilik konuşmak anlamsız, ben bu kitaba neden 170 lira verdim, önce onu konuşalım”
Caminin dışındaki alanda sohbet ettiğimiz bir diğer genç, üniversiteye hazırlanan Yusuf Ali, önünde bulunduğumuz alan itibarıyla biraz kapalı konuşacağını söyleyerek başlıyor söze. “Bir laf var ya” diyor, “Bu seçim cennetin kapılarını açmaz ama cehennemin kapılarını kapatabilir.” Sonra sesini iyice alçaltıyor, bir saltanat rejimi olduğunu söylüyor, Türkiye’ye bir yenilik gerektiğini söylüyor. O da kendini Sinan Oğan’a yakın hissediyor, milliyetçiliğin, ideolojinin dışında gençler olarak liyakat istediklerinden söz ediyor. “Mevzular Açık Mikrofon” programını izlemiş, Oğan’ın en muhalif görüş karşısında dahi birleştirici bir dil benimsediğini savunuyor.
Bugün cebindeki 200 liranın 30 lirasıyla döner yemiş, kalan 170 lirayla soru bankası almış. Sesini biraz daha kısarak “Elhamdülillah” durumlarının yerinde olduğundan; ama depremzedelerin ve darda olanların yerinde olmak istemeyeceğinden bahsediyor. Ona göre bu seçim en çok depremzedeler ve alt gelir grubu için kritik. Altılı Masa’dan Ali Babacan’ı makul, Akşener’i biraz uyumsuz buluyor. “Soğan bir yiyecek, TOGG bir araba, böyle bir karşılaştırma olabilir mi?” diye soruyor. Kılıçdaroğlu’nun Alevilik meselesine hiç takılmıyor, Alevilik Anadolu’ya aittir derken 21. yy.’da bu konuda konuşmayı anlamlı bulmuyor. Önceliği belli, “Ben bugün bu kitaba neden 170 lira verdim, önce ona cevap versinler.” diyor.
Genç bir kadın: “TOGG çabasını takdir ediyorum, ama önce karnımızı doyurmamız lazım”
Caminin önündeki bankta küçük oğlu ve arkadaşıyla birlikte oturan 36 yaşındaki genç kadına yöneliyorum bu kez. Başörtülü bir devlet memuru Elif Hanım. Tıpkı ilk sohbetteki gibi o da seçim için yapılan masraflarını çok lüzumsuz bulduğunu dile getiriyor. Asılı AK Parti bayraklarını göstererek “Bunlar mı fikrimi değiştirecek?” diye soruyor, “Üstelik ekonomi bu haldeyken… Deterjan mı satın alıyoruz?” Mitinglerle falan da ilgilenmediğini anlatıyor Elif Hanım, ekonominin içinde bulunduğu durumdan çok şikayetçi. Çocuğu için bir gelecek görmek istediğini, onun için güvenli bir ortam arzuladığını söylüyor, çocuğunu tam gün kreşe göndermek isterken bunu yapamadığını, yarım gün gönderebildiğini ifade ediyor.
Elif Hanım Türkiye’de artan mülteci sayısından da şikayetçi, demografik yapının değişmesinden ve 20 yıl sonra tüm bu değişimin yeni sorunlar ortaya çıkarmasından endişe ediyor. “Bizde mazluma sahip çıkmak, komşu açken tok yatmamak esastır; ancak ihtiyaç sahibi olanlar kadar olmayanlar da burada” diyor. “Savaştan kaçan kadını, çocuğu anlarım ama ne olduğunu bilmediğimiz bir sürü adam ülkemize neden giriş yapıyor?” diye soruyor. Ekonominin bir serumla düzelecek bir hastalık olmadığı benzetmesini yapıyor.
Değişimden yana; Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye oy vereceğini söylüyor. Aleviliğin, Sünniliğin tartışma konusu olmadığını savunuyor, “Türkiye’yi Müslüman olmayan bir lider dahi yönetebilir; özel hayatı da beni ilgilendirmiyor.” diyor, “O onun özel hayatı. Benim için olan mühim olan yaptığı iş, mühim olan dürüst çalışması.” İkinci tur ihtimalinin sıkıntı yaratabileceğinden ve güvenlik açığından endişe ediyor. Soğan-TOGG tartışmasını doğru bulmuyor; “TOGG çabasını takdir etmek lazım, ama önce karnımızı doyurmamız gerekiyor.”
Maltepe mitinginin ardından
Millet İttifakı'nın İstanbul mitingi muhalefetin kazanma iddiasını ortaya koydu.

6 Mayıs Cumartesi günü Millet İttifakı’nın İstanbul Maltepe’deki mitingini izlemeye gittim. Aposto ekibinden Deniz Sabuncu da bu yazıda kullandığım harika fotoğrafları çekmek için oradaydı.
Alana gitmeye çalışanların trafiği kilitlemesi sebebiyle Marmaray’ı kullandım. Yenikapı istasyonundan itibaren bayraklı, pankartlı insanların doldurduğu trenden indiğimizde milim milim adım atılabiliyordu. İzdihama rağmen marşlar söyleyen, sloganlar atan, keyfi çok yerinde bir kalabalık vardı. Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Marmaray’a ise Erdoğan posterleri yerleştirilmişti.
Mitingin başlama saati olan 17.30’da polis aramasından geçip alana girdiğimde hıncahınç bir kalabalık vardı. Bütün alan doluydu, insanlar alanın dışına da taşmıştı. Sahnenin zor görüldüğü bir yerde, oldukça arkalarda kaldım.
Alanda CHP flamalarının yanı sıra İYİ Parti ve Saadet Partisi bayrakları oldukça görünürdü. Yeşil Sol Parti bayraklı bir grup da vardı. Bulunduğum yerdeki insanlar sık sık “Patates soğan güle güle Erdoğan”, “Hak hukuk adalet”, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganları atıyor, elleriyle kalp işareti yaparak fotoğraf çektiriyor, Türk bayrakları ve “Sana söz” yazan mavi flamaları sallıyordu.
Gençler, başörtülü kadınlar, emekliler bir aradaydı. Farklı partilerin bayraklarını taşıyanlar birbirleriyle şakalaşıyordu. Kampanya şarkısı olarak seçilen “Haydi kazanalım” her çaldığında insanlar sözlerine eşlik ediyor ve motive oluyordu. Sahnenin üstüne yazılan dev “İlk turda bitirelim” mesajları, ortak mitingin amacını da özetliyordu.
Konuşmalardan öne çıkanlar
Kısa bir süre içinde konuşmaların başladığı mitingde sözlerine “Selamunaleyküm kıymetli İstanbullu kardeşlerim” ifadeleriyle başlayan Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin aksayan yönlerini depreme müdahaledeki gecikme üzerinden anlattı.
“Mülakat çöpe, liyakat memleketin gündemine. Milletin iktidarında böyle olacak.” diyen Ekrem İmamoğlu, Gezi davası tutuklusu Tayfun Kahraman’ı anarak “Suçsuz yere hapiste olan herkes için adalet sağlanacağını” söyledi. “Kazanıyoruz” diye haykıran İmamoğlu, kalabalığı heyecanlandıran bir konuşma yaptı.
Mansur Yavaş, “14 Mayıs'tan sonra insanlar şununla karşı karşıya kalacak; kiracı-ev sahibi, kredi kartları, pahalılık, enflasyon, uyuşturucu, mülteci... Bunların konuşulmasını istemiyorlar. Seçim zamanı mevsimlik birazcık milliyetçilik sosu, birazcık muhafazakarlık sosu, insanlar bunlaı tartışsın başka bir şey konuşulmasın istiyorlar.” dedi.
Konuşmasında ekonomiye yoğunlaşan DEVA Partisi lideri Ali Babacan, iyi ekonomi için "hak, hukuk, adalet ve demokrasi" olması gerektiğini söyledi. “Endişeye mahal yok. Toparlayacağız" ifadelerini kullandı.
Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal “Kendilerini vazgeçilmez zannedenlere, kendi varlıklarını kaçınılmaz kadere dönüştürmek için Türkiye'yi risklere mahkum edenlere, kaynaklarını bir avuç insana sunanlara karşı elbette 'yeter' diyeceğiz!” cümleleriyle kalabalığa seslendi.
Gelecek Partisi lideri, 14 Mayıs için “siyasi darbe girişimi” ifadesini kullanan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ve “14 Mayıs’ta bu ülkeyi yabancı istilacılara bırakmayacağız.” diyen eski Başbakan Binali Yıldırım’a sert sözlerle yüklendi. Tarım ve hayvancılık konusunda iktidarı eleştirdi, gıda enflasyonunun sebeplerini anlattı.
“Bir oy Kemal’e, bir oy Meral’e” diyen İYİ Parti lideri Meral Akşener, “Yeşildağ ailesinin bir ferdi bir kaset yayınladı. O kasette nasıl hırsızlık yapıldığı anlatılıyor. Antalya Havalimanı, 2007'de işletmesi satışa çıkıyor. Bir firma 5 milyar avro veriyor. Buna karşılık o firmanın dosyasından evrak çalınıyor, yakınlardan birine 3 milyar avroya veriliyor. Ali Yeşildağ'ın iddiasına göre 1 milyar avro senin cebine girmiş.” sözleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yolsuzluk üzerinden eleştirdi. Akşener’in kısa tuttuğu konuşmasının ardından kalabalıktan “Hırsız Tayyip Erdoğan” sloganları yükseldi.
CHP lideri ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise “Yaklaşık 800 bini aşkın genç İstanbul'da ilk kez oy kullanacak. Sizler otokratik yönetimi demokrasiyle değiştireceksiniz. Bu onur size yeter.” cümleleriyle gençlere seslendi. “Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Hiçbir yoksul elektriği suyu doğal gazı kesilmeyecek. Bu ülkeyi cennet gibi yapacağız ve birlikte huzur içinde yaşayacağız.” ifadeleriyle sosyal devlete ilişkin sözler verdi.
Kalabalık az mıydı?
Mitingin ardından AK Partili sosyal medya kullanıcıları, 2018’de CHP’nin adayı olan Muharrem İnce’nin aynı meydandaki mitinginin daha kalabalık olduğuna dair paylaşımlarda bulundu. Oysa bunun sebebi büyük oranda mitingin uzunluğuydu.
Başlama saati olarak duyurulan 17.30’dan önce alan dolmuştu. Kılıçdaroğlu, 7 Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayının konuşmasının ardından sahneye çıktığında ise saat 20.00’yi geçiyordu. Serin havada saatler süren konuşmalar, kimi vatandaşların alandan ayrılmasına sebep olmuştu.
Millet İttifakı ortak mitinglerine devam edecekse, liderlerin konuşmalarını daha da kısaltması gerekiyor. Aksi takdirde iktidar yanlılarının eline gereksiz bir koz veriliyor.
Öte yandan, 2018’deki İnce kampanyası Kılıçdaroğlu’nun bugünkü kampanyası kadar birleştirici ve kapsayıcı değildi. Sadece bir “CHP adayı” kampanyasıydı ve belki CHP’nin tabanını daha iyi mobilize etse, miting alanlarına sevk etse de homojen kalabalık diğer parti tabanlarında endişe yaratıyordu. Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu bugün çok daha çeşitli kalabalıklara, geniş bir toplumsal kesime sesleniyor. Mitingler de haliyle buna göre şekilleniyor.
Kazanma umudu
Mitingin ardından Marmaray istasyonuna yürüyüş, başlı başına ayrı bir miting havasındaydı. Sloganlar devam ediyor, bayraklar sallanıyor, marşlar söyleniyordu. İnsanların kazanmaya dair ümidi her hallerinden belli oluyordu.
Görülen o ki gerçekten de Kılıçdaroğlu kazanmaya oldukça yakın. Maltepe mitingi de bu iddiayı ortaya koydu. Ancak seçim ilk turda sonuçlanmazsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki hafta boyunca tüm devlet imkanlarını da seferber ederek yapabileceği hamlelerin toplumda yaratabileceği karşılık, muhalefetin temkinli olmaya devam etmesini zorunlu kılıyor.
Marmaray’dan indikten sonra, biraz daha oyalanıp trene binen vatandaşların rastgele bir istasyonda arıza gerekçesiyle indirildiği, arızalı olduğu söylenen trenin vatandaşlar indikten sonra yoluna devam ettiği anların görüntüleri sosyal medyada yayıldı. İnsanlar saatlerce ulaşım sıkıntısı çekti. İktidarın, muhalefetin mitingine katılan vatandaşların hayatını zorlaştırmaya yönelik cezalandırıcı tutumu tepki topladı.