aposto-logoPazar, 4 Haziran 2023
aposto-logo
Pazar, Haziran 4, 2023
Aposto Üyelik
Zappa Zamanlar
Bugünkü Destekçimiz

Karanlığa karşı arılar ve alıç ağacı

Bugünkü yazının konusu doğrudan yaşamla, insanıyla, hayvanıyla, böceğiyle, çiçeğiyle dünyada yaşamı mümkün kılan koşulların dünü, bugünü ve devamıyla ilgili.
Mey Diageo ile birlikte

Kültürel mirasın destekçisi: Mey|Diageo Hem hüznü hem sevinci paylaşmaktan doğan sosyal kültürün, her dönemin ruhuna ayak uydurmayı kapsayan modern yaşam kültürünün ve son olarak ilhamını sanattan, felsefeden ve yemekten alan yaratma kültürünün süregelen temsilcisi olan Mey|Diageo ; kendisini bir içki şirketinden çok, kültürel bir mirasın taşıyıcısı olarak görüyor ve bu kültürlerden beslenirken aynı zamanda onları desteklemek için çalışıyor. Mey|Diageo özellikle üç alanda rakı kültürüne önemli katkıda bulunuyor; kültür arşivi oluşturulması, hem tüketici hem de yönetici olarak kadınlara öncülük fırsatı verilmesi, meyhanelerin hijyen ve kalite olarak modernleştirilmesi ve böylelikle itibarlarının artırılması. Mey|Diageo’dan kültürel destekler Başlı başına bir kültürü temsil eden rakı gibi önemli bir içki için; 2010 yılında Rakı Ansiklopedisi’ni, 2017 yılında Rakı Gastronomisi’ni, 2019 yılında Hayat Dudaklarda Mey kitabını, Tan Morgül’ün İstanbul Meyhaneleri belgeselini, rakı kültürünün duayen isimlerinden Vefa Zat’ın gastronomi dünyasına ışık tutan kitaplarını ve birçok meze kitabını destekleyerek bu kültürün gelişimine katkıda bulunuyor. Anasonisleri.com, Meyhanedeyiz.biz gibi oluşumların kurumsal sponsorluğunu üstelenen Mey|Diageo, değerli yeteneklere desteklerini sunarak tasarımcıları Beril Ateş ve Gamze Güven ile şişe tasarımları konusunda iş birliği yapıyor. Son olarak Mey|Diageo, Apéro Bülteninin Nisan ayında açık artırmaya çıkardığı, genç sanatçı Cenk Güngör imzası taşıyan dünyanın ilk rakı NFT’sini satın alarak kültür-sanat alanında attığı yenilikçi adımlara bir yenisini ekledi. Dahası: Sektör çalışanlarının hizmet standardını yükseltmek ve aynı zamanda şarap ve rakı kültürü hakkında bilgi edinmek isteyenler için Uluslararası Şarap ve Distile İçki Akademisi’ni (IWSA) kuran Mey|Diageo; IWSA kapsamında verdiği ücretsiz eğitimlerle sayısı on binleri geçen garson/sommelier ile buluştu. Mey|Diageo : Yüksek alkollü içki sektöründe çevre ve yönetim sistemini ISO 14001 standardını uygun olarak belgeleyen ilk ve tek firma olarak öne çıkan Mey|Diageo, faaliyetlerini sürdürürken kurumsal sosyal sorumluluğunu yerine getirme hedefinin ötesinde, " sorumlu bir sosyal kurum " olma hedefiyle çalışıyor.

Daha fazlasını öğren

Zappa Zamanlar'ın yeni sayısına hoş geldiniz...

Kapak Görseli: Edward Saunders, The Hymenoptera Aculeata of the British Islands (1896) (Source: Wikipedia)

Zappa Zamanlar

Deniz Poyraz’ın katledildiği haberini bu yazı için çalıştığım sıralarda aldım. Büyük bir üzüntü ve öfke duydum, bu haberi duyan birçokları gibi muhtemelen. Bebeklerden katiller yaratan karanlık, bir masum cana daha kıymıştı. Telafisi yoktu. Çok düşündüm bu yazıyı tamamlayıp tamamlamamak, bu hafta yeni bir yazıyla devam edip etmeme konusunda. Kararsız kaldım. Karanlıktan ziyade yaşamdan yana saf tutmak, yaşamı savunmak için bu yazıyı tamamlamaya ve yayınlamaya karar verdim sonunda. Karanlığın karşısında aydınlığa sahip çıkmanın yolu, birlikte üretmeye devam etmekten, yaşama, sevgiye ve düşünceye sahip çıkmaktan geçiyor bence. Çünkü biz daha iyi bir dünya için çalışmayı sürdürdükçe, birbirimizle konuşmaya, dayanışmaya devam ettikçe karanlık bizi boğamaz, girdabına çekemez.

Bugünkü yazının konusu doğrudan yaşamla, insanıyla, hayvanıyla, böceğiyle, çiçeğiyle dünyada yaşamı mümkün kılan koşulların dünü, bugünü ve devamıyla ilgili. İki kitap var sizlere bahsetmek istediğim, birisi oldukça yeni diğeri daha eski. Yeni olan Amerikalı biyolog ve yazar Tor Hanson’a ait: Arıların Bildikleri: Ve Dünyamızdaki Yaşam için Önemleri (2020, Metis Bilim). Diğeri de Türkiye’de bitki sosyolojisi (fitososyoloji de dendiğini bu kitap sayesinde öğrendim) alanının kurucusu Hikmet Birand’a ait: Alıç Ağacı ile Sohbetler. Bu kitap ilk olarak Birand’ın 1972 yılında ölümünden sonra önce radyoda tefrika edilmiş ve daha sonra TÜBİTAK tarafından 1997 yılında basılmış. Bu yazıda kitabın TEMA’yla işbirliği içerisinde İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2017’de yapılan 3. baskısını kullandım. Daha güncel olanla, Arıların Bildikleriyle başlayacağım, Alıç Ağacı ile Sohbetler’le devam edeceğim.

Önce baştan uyarayım, arı deyip geçmemek lazım:

Büyük, pörtlek gözleri, zar gibi kanatları ve dikkat çeken antenleriyle, arılar ötekiliklerini pek gizlemezler. Genç arılar kurtçuklar gibi kıvrılıp durur, olgunlaştıklarında da bazı türler on binlerle ölçülen sayılar halinde kovandan ayrılır, bunların her biri zehirli ve muhatabına acı veren bir iğneye sahiptir. Kısacası, tam da korkmamız gereken böceklermiş gibi görünürler. Oysa insanlar tarihin her döneminde arılarla bağ kurma korkusunun üstesinden gelebilmiş, en azından bu korkuyu bir kenara bırakabilmiştir: Dünyanın bambaşka kültürlerinde, insanlar arıları seyretmiş, takip etmiş, evcilleştirmiş, araştırmış, içinde arıların geçtiği şiirler, hikâyeler yazmış, hatta hatta onlara tapmıştır. Başka hiçbir böcek grubu bize böylesine yakın olmamıştır; bu kadar önem verdiğimiz, bu kadar saygı duyduğumuz bir böcek türü daha yoktur. (20-22)

Tor Hanson, kitabının “Arının Arı Oluşu” ve “Arılar ve Çiçekler” adlı ilk iki bölümünde arıların çok uzun evrimsel-çevresel tarihini ve insanların (ve tüm diğer insansıların) hayatındaki yerlerini enine boyuna tartışıyor. Arıların Bildikleri, biyoloji, botanik, tarih, böcekbilim, genetik gibi birçok alandan beslenen çok zengin bir bilimsel arka plana sahip. Kemal Güleç’in özenli çevirisi sayesinde Türkçede de gayet iyi takip edebildiğimiz eğlenceli ve akıcı diliyle Hanson’ın arıların insanlar da dahil dünyanın farklı bileşenleriyle kurdukları ilişkilerin (ve bu ilişkilerin tarihinin) ayrıntılarını öğreniyoruz.

Aslına bakarsanız 20 yılı aşkın bir süredir arılar dünyanın gündeminde. Maalesef çiçekle, balla değil, giderek dünya üzerindeki popülasyonlarının hemen her yerde azaldığıyla ilgili haberlerle arılar sık sık gazete haberlerine, dergi yazılarına, bilimsel makalelere konu oluyor. Hanson kitabının özellikle son bölümlerinde bu meseleyi enine boyuna tartışıyor.

Hanson’a göre arıların kitlesel yok oluşlarıyla ilgili ilk vakalardan biri 1990’ların sonlarında Amerika’da gözlemlenmiş. Bu yıllarda seracılıkta kullanılan yabanarıları arasında bir salgın patlak vermiş. Yapılan araştırmalar salgının Avrupa kökenli bir patojenle ilgili olabileceğini göstermiş, ama halihazırda bu alandaki incelemeler devam ediyormuş. Henüz test aşamasındaki Nosema teorisine göre, nosema bombi isimli bir mantar türü sadece arıları hasta etmekle kalmıyor, aynı zamanda onların çiftleşmesini de engelliyormuş. (203-204) Peki neden Avrupa? Çünkü Amerikalılar’ın o yıllarda yeni yeni yaygınlaşan seralarda kullanılmak üzere yetiştirilmek için 1990’larda Belçika’ya gönderdikleri kraliçe arıları dönüşte bu patojeni yanlarında getirmişler. Peki seracılık ve arılar arasında nasıl bir ilişki var? Tarım üretiminin, sebze meyve yetiştiriciliğinin birçok alanında olduğu gibi seracılıkta da arılar çok kullanılıyor. Arılar insanların asla yapamayacağı bir hızda ve verimlilikte tozlanmaya, yani bitkilerin üremesine sebep oluyorlar. Yani arılar olmadan bizim hayatımızı sürdürmemiz çok ama çok zorlaşır.

Yediğimiz içtiğimiz birçok meyveyi, sebzeyi, yemişi arılara borçluyuz. “Hacmi baz aldığımızda, dünya genelindeki tarımsal üretimin yüzde 35’inin arılara ve başka tozlaştırıcılara bağımlı bitki türlerinden elde edildiği görülüyor.” (180) Yani belki arılar olmadan da karnımızı doyurmaya devam ederiz ama daha az vitaminle, daha az mineralle, daha az besin değeriyle... Hanson’a kulak verelim yine: “Gıda reyonlarına, manavlara yaptığımız ziyaretler kesinlikle farklı olurdu örneğin, rengârenk onlarca çeşitten ziyade birkaç tahıl, bir iki kabuklu yemiş ve muz gibi eşeysiz üreyen türler arasında seçim yapmak durumunda kalırdık.” (181) Hanson’ın kitabından aldığım aşağıdaki listeden de görebileceğiniz gibi bugün insanlar sağlıklı beslenebiliyorlarsa bunu arılar sayesinde başarabiliyorlar. Çünkü elma, nar, çilek, portakal, marul, domates, kereviz, havuç , susam, sarımsak, maydanoz, mercimek gibi onlarca tarım ürünü varlığını arılar sayesinde sürdürebiliyor.

Bugün dünyanın birçok yerinde üniversitelerde, devlet kurumlarında, şirketlerde bilim insanları medyatik deyişiyle “Arıların Kıyameti’ni” (ya da bilimsel adıyla “Koloni Çöküş Sendromu’nu” inceliyor, arıların kitlesel yok oluşlarının arkasındaki nedenleri bulmaya ve bunlara çözüm üretmeye çalışıyor. (208) Baz istasyonların yaydığı sinyallerden tutun da iklim değişikliğine kadar birçok nedenin üzerinde duruluyor bu araştırmalarda. Bu nedenlerin hemen hepsi dünyada insanlar için yaşamın sürdürülebilirliğinin ancak canlı cansız tüm varlıkların, oluşların birlikte hayatta kalabilmesiyle mümkün olduğunu gösteriyor. Çoğulluk, farklı türlerin birlikte yaşamını sürdürebilmesi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dünyada yaşamın anahtarı. Verimlilik artışı, ekonomik büyüme, estetik güzellik gibi hedeflerle çevrenin içerdiği çoğullukları, farklılıkları yok eden her türlü müdahalenin yarattığı tahribat çok büyük.

Bir an için dünyaya arıların gözünden bakmayı başarabilirsek bu durumu çok kolaylıkla anlayabiliriz. Hanson’ın kitabında çalışmalarına, düşüncelerine yer verdiği bilim insanlarından Diana Cox-Foster bunu başaranlardan: “İnsanlar bir parka yahut bir golf sahasına bakıp gördükleri manzaranın yemyeşil olduğunu düşünebilir, ama arılar için bu manzara taşlaşmış bir ormana, bir çöle benzer – içinde hayata tutunacakları hiçbir şey yoktur.” Keza bugün dünyadaki egemen tarımsal üretim sisteminin en önemli özelliğini oluşturan monokültür tarımının, yani tek bir ürüne odaklı zirai faaliyetlerin oluşturduğu manzaralar da arılar için benzer bir etki yaratır. Uçsuz bucaksız buğday, soya fasulyesi, pamuk, ayçiçeği tarlaları arılar için “devedikeni, katırtırnağı, gündüzsefası gibi nektar ve polen zengini yabani otlara” rastlayamadıkları ve bu yüzden de beslenemedikleri bir dünyalar aslında.

Arıların başına gelenlerden çıkaracağımız dersler çok büyük. Monokültürün insanların dünyasında yarattığı tahribatı düşünelim örneğin. Tek bir kültürün değerlerini, önceliklerini sahiplenen, etnomerkezcilik, milliyetçilik, ırkçılık gibi ideolojiler bugün toplumsal ilişkileri de biçimlendiriyor dünyada her yerde. Egemen kültürü kutsallaştıran ötekini şeytanlaştıran monokültürel siyasi yapılar tarihte de her zaman cinayetlere, katliamlara, soykırımlara sebep olmuş, insanları birbirine düşman etmiş. Böyle bir dünyada maalesef kimsenin huzuru yok. Yeni şarkılar duymak, yeni lezzetler tatmak, rengarenk bir dünyada yaşamak istiyorsak herkesin kültürünü korumamız, çoğulluğu sahiplenmemiz gerekiyor başka bir deyişle.

Hikmet Birand’ın Alıç Ağacı ile Sohbetler’i daha en başından itibaren dünyadaki tüm yaşamın evriminin ve bekasının nasıl bütün varlıklar arasındaki karşılıklı etkileşim ve uyum içinde şekillendiğini anlatıyor. Örneğin, Birand’ın konuşturduğu alıç Ağacı’nın şahane deyişiyle “hayat mayası” sularda tutmuş. İlk türeyen yaratıklarda “silindir, yumurta, prizma, ay, yıldız, biblo, vazo, avize, kısaca, geometrik imkân içinde var olan bütün şekiller kadar değişik ve çeşitli” farklılaşma sularda başlamış:

“[Ş]öyle böyle 600 milyon önce, yani 300-400 milyon yıllık bir hazırlık döneminden sonra mavimsi yeşil algler ve daha önemlisi, kamçılı yeşil algler türemişlerdi... Milyonlarca yıllar birbirini izlerken sularda küçük tek hücreli kamçılı yosunlardan, bir yandan daha büyük yosunlar, gözle görülen, bugünkülere benzeyen yeşil, kırmızı, kahverenkli büyük yosunlar, bir yandan da hayvanlar, süngerler, mercanlar, yumuşakçalar, denizanaları, yengeçler, balıklar türemiş, sularda oluş ve çözülüşle yaratıcı evrimin değişmez yasaları yürürlüğe girmişti.” (8-9)

Hikmet Birand’ın Alıç Ağacı ile Sohbetler’i bundan yaklaşık 50 yıl önce daha dünya “antroposen” kavramıyla tanışmadan önce yazdığını hatırlayalım. Kitaptaki esas anlatıcı, o zamanlar baharda elvan elvan bozkır çiçeklerine bürünen, iğdelerin açtığı, kekiklerin sürdüğü, burcu burcu kokuların yayıldığı Ankara’da Dikmen sırtlarındaki bir alıç ağacıdır. Bu seçim bile tek başına Birand’ın dünyayı anlama ve yönlendirme çabalarında insan merkezli yaklaşımlara karşı geliştirdiği eleştirel tavrın ve entelektüel/bilimsel konumlanışın bir tezahürü olarak görülebilir. Bu yönüyle Alıç Ağacı ile Sohbetler içinde bulunduğumuz çevre krizine karşı antroposen terimi etrafında şekillenen eleştirel yaklaşımın habercisi öncü bir metin. Alıç ağacına göre insanların içinde, “toprağın kadrini kıymetini bilmeyenler, toprağa hor bakanlar” vardır. Halbuki toprak da canlıdır:

-- Ne diyorsunuz, toprak da canlı mı? Nedir öyle ise toprak?

-- Elbette canlı. Toprak yer kabuğundaki kayaların iklim ve canlıların etkisi ile aşınıp ufalanmasından hâsıl olan, içinde sayısız canlıların barındığı, yaşadığı, üstü kendi yetiştirdiği bir bitki örtüsü ile örtülü olan, yer kabuğunu bir örtü gibi kaplayan ince bir tabakadır. Aslı cansız, yani ama bak diyorum ki içinde canlı varlıkların yaşadığı bir ortam! ... Nihayet onun için de yaşayan canlılar da toprağın sanki bileşimine katılmış, onunla bir olmuş sayılacakları için toprak, organik ve mineralojik kısımlardan bileşen canlı bir sistemdir, hiçbir zaman cansız, durgun olmayan dinamik bir sistem... Ne biz olmazsak toprak olur, ne de topraksız biz... (86)

Birand’a göre tarih toprağına iyi bakmayan, onu korumayan insanların yaşadığı felaketlerle doludur:

Geçmişte ünlü, mutlu, ülkeler vardı ki şimdi namlarından şanlarından eser kalmadı. Anadolu’nun güneyinde Babil denen zengin, abadan bir ülke vardı. Bizim Fırat Nehri bu ülkeden de geçerdi. Kral Nebokodonosor’un açtırdığı kanallarla, tarlalar, bağlar, dillere destan olan bahçeler sulanıyor, Babil adeta zenginlik ve mutluluk içinde yüzüyordu. Lakin Anadolu’da o zamanlar MÖ. 7. yüzyılın ilk yarısında, Fırat’ın mecrasında yakılan kesilen ormanlar yüzünden başlayan erozyonla Fırat’a sürüklenen kum toprak, Babil’de su kanallarını doldurdu. Bağlar, bahçeler sulanamaz oldu, hepsi kurudu ve fırtınaların savurup getirdiği kumların altına gömüldü... (130)

Birand’ın konuşturduğu alıç ağacının yerinde Ankara’da bugün muhtemelen ya bir bina var ya da bir yol geçiyor. En iyi ihtimalle belki bir park vardır o tepelerde... Çünkü son 40-50 yıl içerisinde Ankara’nın tamamında olduğu gibi önce gecekondular, sonra apartmanlar, siteler derken Dikmen tepeleri bugünün Sokullu’sunu, Öveçler’ini içini alacak şekilde hızla betonlaştı. Gökçek zamanında inşaat süreci insanların yerine otomobillerin önceliklerini gözetecek şekilde şahikasına ulaştı. Ormanlar kesilerek yerine viyadükler, çevre yolları, saraylar yapıldı.

Bir yandan arıların bildikleri diğer yandan alıç ağacının anlattıkları, ancak insan dışı başka varlıkların yaşam hakkına sahip çıkarsak bildiğimiz dünyanın devamının mümkün olabileceğini söylüyor. Arı olsun toprak olsun bu varlıklardan birinin bile kaybı ortak yaşamın sürdürülebilirliği için çok ciddi tehditler içeriyor. Bu tehditlerin kaynağını monokültürel yaklaşımlar ve antroposen eğilimler oluşturuyor. Karanlığa karşı aydınlık için verilen mücadelenin olmazsa olmazları içinde canlı cansız bütün bileşenleriyle yaşama sahip çıkmak var...

Bitirirken her zamanki hatırlatmalarımı yapayım: Bu bülteni çevrenize iletebilir, apos.to/n/zappa-zamanlar adresi üzerinden ücretsiz kayıt olmalarını söyleyebilirsiniz. [email protected] adresinden bana ulaşabilirsiniz, düşüncelerinizi, okuma ve dinleme önerilerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Hepinize şimdiden iyi bir hafta dilerim. 4 Temmuz’da görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

Bugünkü Destekçimiz

Kültürel mirasın destekçisi: Mey|Diageo

Hem hüznü hem sevinci paylaşmaktan doğan sosyal kültürün, her dönemin ruhuna ayak uydurmayı kapsayan modern yaşam kültürünün ve son olarak ilhamını sanattan, felsefeden ve yemekten alan yaratma kültürünün süregelen temsilcisi olan Mey|Diageo; kendisini bir içki şirketinden çok, kültürel bir mirasın taşıyıcısı olarak görüyor ve bu kültürlerden beslenirken aynı zamanda onları desteklemek için çalışıyor. 

Mey|Diageo özellikle üç alanda rakı kültürüne önemli katkıda bulunuyor; kültür arşivi oluşturulması, hem tüketici hem de yönetici olarak kadınlara öncülük fırsatı verilmesi, meyhanelerin hijyen ve kalite olarak modernleştirilmesi ve böylelikle itibarlarının artırılması.

Mey|Diageo’dan kültürel destekler

 Başlı başına bir kültürü temsil eden rakı gibi önemli bir içki için; 2010 yılında Rakı Ansiklopedisi’ni, 2017 yılında Rakı Gastronomisi’ni, 2019 yılında Hayat Dudaklarda Mey kitabını, Tan Morgül’ün İstanbul Meyhaneleri belgeselini, rakı kültürünün duayen isimlerinden Vefa Zat’ın gastronomi dünyasına ışık tutan kitaplarını ve birçok meze kitabını destekleyerek bu kültürün gelişimine katkıda bulunuyor.

Anasonisleri.com, Meyhanedeyiz.biz gibi oluşumların kurumsal sponsorluğunu üstelenen Mey|Diageo, değerli yeteneklere desteklerini sunarak tasarımcıları Beril Ateş ve Gamze Güven ile şişe tasarımları konusunda iş birliği yapıyor.

Son olarak Mey|Diageo, Apéro Bülteninin Nisan ayında açık artırmaya çıkardığı, genç sanatçı Cenk Güngör imzası taşıyan dünyanın ilk rakı NFT’sini satın alarak kültür-sanat alanında attığı yenilikçi adımlara bir yenisini ekledi.

Dahası: Sektör çalışanlarının hizmet standardını yükseltmek ve aynı zamanda şarap ve rakı kültürü hakkında bilgi edinmek isteyenler için Uluslararası Şarap ve Distile İçki Akademisi’ni (IWSA) kuran Mey|Diageo; IWSA kapsamında verdiği ücretsiz eğitimlerle sayısı on binleri geçen garson/sommelier ile buluştu.

Mey|Diageo: Yüksek alkollü içki sektöründe çevre ve yönetim sistemini ISO 14001 standardını uygun olarak belgeleyen ilk ve tek firma olarak öne çıkan Mey|Diageo, faaliyetlerini sürdürürken kurumsal sosyal sorumluluğunu yerine getirme hedefinin ötesinde, "sorumlu bir sosyal kurum" olma hedefiyle çalışıyor.

İlgili Başlıklar

bitki sosyolojisi

fitososyoloji

Tor Hanson

Arı

Türkiye

Hikmet Birand

Alıç Ağacı ile Sohbetler

TÜBİTAK

+2 more

Bülteni beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Zappa Zamanlar Yayınını Takip Et

“So many books so little time...” Frank Zappa’dan ilhamla:  Zappa Zamanlar: Kitaplar ve podcastler üzerine uzunlu kısalı… Doğadan yemeğe, edebiyattan ekonomiye okuma ve dinleme notları…

0%

;