2023'ün ilk satırlarından merhaba. Siz bu satırları okurken, ben bir basın gösteriminde yılın ilk filmini izliyor olacağım. Sonraki haftalar hızla geçip gidecek: Berlinale, Oscarlar, İstanbul Film Festivali... Bir bakmışız yaz gelmiş. Keşif Sineması ise 18 Ocak'taki sezon finalinin ardından yılın ilk üç çeyreğinde istirahate çekilecek. Ama henüz bitmedi. 2022'nin son günlerinde çekilen bu fotoğraflarda ve kaydedilen bu bölümde yanımda kısa süre önce tanıdığım oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu var.
İlk buluşma. Saat 15.25'te telefonum çalıyor: "Tünel'in Karaköy tarafında mı, yukarıda mı?". 15.30'da yukarıda buluşuyoruz. Kahve ve bira arasında seçim yapmak hiç zor olmuyor. Tünel'den Galatasaray'a doğru yürürken hatıralarımız canlanıyor. Artık olmayan mekânlardaki, hafızanın pek de sağlam olmayan kilitleriyle korunmaya çalışan hatıralarımız. Kent hafızasının uçuculuğunun İstanbul için yeni bir şey olmadığından bahsediyor Cem; San Antuan Kilisesi'nin önünden geçerken yaklaşık 100 yıl önce kilisenin yerinde ahşap bir sirkin olduğunu öğreniyorum. Bir saat sonra Galata'ya doğru yol alıyoruz. Tanıdık bir yer görmenin ve hatırlamanın sevinciyle: "Burayı biliyor musun?" diyor yolda; "çıtır kabak tatlıları çok güzeldir."
Cem ve Emre, Tünel'den Şişhane'ye doğru inen merdivenlerde. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Aposto Premium. Keşif Sineması'nın bu sayısı sana ücretsiz olarak ulaşıyor. Serinin önceki bölümlerini okumanın yanı sıra 150'den fazla yayın ve podcast'i, özel dosyaları ve genişleyen derinlikli içerik kataloğunu keşfetmek için seni yeni abonelik modelimiz Aposto Premium'a davet ediyoruz.
Neler var bu sayıda?
🎬 Keşif Sineması: Cem'i keşfetmek, Cem'le keşfetmek.
🎧 Podcast: Cem Yiğit Üzümoğlu'yla anıların parçalılığı, duyguların evrenselliği, gitme isteği ve oyunculuk üzerine.
🍿 Beslenme çantası: Herzog'dan Koudelka'ya, Balkanlardan Üsküdar'a.
🎞 Bir yönetmen, bir sahne: Charlotte Wells'in Aftersun filminden.
Emre
Bireysel hikâyelerin evrenselliği üzerine: Cem Yiğit Üzümoğlu
"Anılar parçalı, bütünü hatırlamak çok imkânsız."

Cem'i keşfetmek. Cem'in çocukluğu Kadıköy'de, Haydarpaşa garıyla İdealtepe tren istasyonu hattında geçmiş. Sonra lise yıllarında Beyoğlu'na, üniversitede de Ankara'ya uzanmış. "Gerçekten hatırladığım, beni en çarpan film Süreyya'da izlediğim The Lord of the Rings: The Two Towers'tı. Hayatımda izlediğim en güzel şeylerden biriydi herhalde." diyor. İzlediği ilk film bu olmamış tabii. Hafta sonu babasıyla buluştuğunda İdealtepe'deki o sinemada filmler izlediklerini hatırlıyor. Artık olmayan o sinemada.
Evrensellik. Oldukça klasik bir tiyatro eğitimi veren bir okuldan, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olmuş Cem. Modern dans ve fiziksel tiyatro alanında kendini Polonya'dan Hindistan'a dünyanın farklı yerlerinde katıldığı atölye çalışmaları aracılığıyla geliştirmiş. Türkiye'de fiziksel tiyatro yapmanın ya da dansın ve bedenin daha ziyade bir anlatım unsuru olarak kullanıldığı oyunlarda yer almanın çok mümkün olmadığını söylüyor. Ama uluslararası atölye deneyimleri sayesinde oyunculukta evrenselliğin ne olduğuna dair bir fikir edinmiş: "Bir şeyi yapma isteği, arkasında bırakmış olduğu şeyler, bunları yapabilmek için gösterdiği fedakarlık ve içinde barındırdığı acı... Bir sanatçıyı büyük sanatçı yapan, evrenselleştiren şeyler bunlar."
Sinema, tire, televizyon, taksim, tiyatro. Tiyatro odaklı bir oyunculuk kariyeri olan Cem, televizyon ve Netflix dizilerinin ardından bu yıl rol aldığı iki filmle birlikte Antalya Altın Portakal Film Festivali'ndeydi. LCV (Lütfen Cevap Veriniz) ile En İyi Erkek Oyuncu ödülünü Selahattin Paşalı'yla (Kurak Günler) paylaştı. Sinema ve televizyon deneyiminin tiyatrodan nasıl ayrıştığını sorduğumda, "Eğer televizyonda tek bir sahne için üç buçuk ay çalışabiliyor olsaydım televizyon da benim için tiyatro kadar değerli olurdu. Ama öyle değil." diyor ve ekliyor: "Televizyonun yalnızca şirketlere hizmet eden, reklam sektörü için var olan, popülarite [kazanmaya] ve toplumda bir yer inşa etmeye çalışan insanları şekillendiren bir propaganda aracı olduğuna inanıyorum." Cem için emek, sanattan önce geliyor. 'Sinema -televizyon/tiyatro' arasındaki en büyük fark, harcanan emekteki fark.
Cem, lise günlerini yâd ederek bir tramvayın üstüne atlayıp poz veriyor. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Bir adım geriden. Ekim 2022: Yerinde takip edemediğim Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin ödül töreninde her biri birbirinden etkileyici ödül konuşmaları arasında birinin sahibi benim için yeni bir yüz: "Bu zamana kadar bizi karanlıklar içerisine hapseden, kuraklıklar içerisine hapseden, geceler içerisine hapseden herkese inat bu [ödül], bu karanlık içerisinde aldığımız son ödül olsun. Gelecek sene aydınlıklar içerisinde buluşmak dileğiyle." diyor Cem Yiğit Üzümoğlu, Selahattin Paşalı'dan sonra çıktığı kürsüde. Kasım 2022: Ankara Film Festivali'nde Antalya'da izleyemeyip meraktan öldüğüm dört filmin ikisinde o oynuyor. İki gün içinde hem Karanlık Gece ve LCV (Lütfen Cevap Veriniz) hem de Kurak Günler'i izliyorum. Antalya jürisine paylaştırdığı ödül için hak veriyorum.
Cem ve Emre, Beyoğlu sokaklarında hatıralardan, kent hafızasından ve tabii ki sinemadan konuşuyorlar. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Cem'le keşfetmek. Neredeyse yirminci bölümüne gelmiş bir seride konuşacak yeni bir yönetmen bulmak kolay olmayabiliyor. Cem'e onu son zamanlarda en çok etkileyen filmi soruyorum oradan başlayabiliriz belki diye. Gelen Aftersun yanıtıyla her şey çok kolay çözülüyor ve Charlotte Wells'in sinemasını konuşmak için anlaşıyoruz. Etkisini biraz geç hissettiğim filmlerden biri Aftersun. Gözyaşlarımın seline sinema salonunda değil, salondan çıktıktan sonra asansörde yakalandıklarımdan... "Meğer içinde büyümesi gerekenlerdenmiş. Bir polaroid fotoğraf gibi bekletmek, işe yaramayacağını bile bile elinde yellemek gerekiyormuş asıl etkisini hissetmek için." diye yazıyorum Letterboxd hesabımda filmden çıktıktan, gözyaşlarımı sildikten birkaç saat sonra. Cem'in neden bu filmden etkilendiğini ise kayıt sırasında öğreniyorum. Çocukluğundaki tüm yazlarının babasıyla Fethiye'de geçtiğini söylüyor: "Ben burayı çok iyi biliyorum demiştim. Fethiye. Fethiye'de yaz. Fethiye'de yaz ve babayla."
Dikilen sökükler, sarılan yaralar. Anıları saklamak üzerine ve hatıralar biriktirmek üzerine konuşuyoruz filmin çağrışımlarından yola çıkarak. Anıların parçalı, bütünü hatırlamanın imkânsız olduğundan bahsediyoruz. "Anlattığın hikâye ne kadar bireyselse ve o bireysel hikâye ne kadar gerçekse o kadar evrenselleşebiliyor. Belli temel kavramlara indirgediğinde her şey o zaman evrenselleşir hâle geliyor; arzu, acı, hırs, yalan, öfke, suçluluk..." diyor. Charlotte Wells'in sinemasının da yalnızca ilk uzun metrajlı filmi Aftersun'ın değil, ikimizin de o sabah izlediği kısaları Tuesday (2015) ve Laps'in (2017) de oldukça kişisel oluşu dikkatimizi çekiyor. Filmlerinde kullandığı yırtık kıyafetler, sökük dikişler ve kırık kollar gibi metaforların onun hayatındaki yoklukları, yırtılmaları, kırıklıkları ve açıklıkları gösterdiğini, bu filmleri çekerek söküklerini diktiğini, yaralarını sardığını anlıyoruz.
Diyor ki...
"Bir şeyi yapma isteği, arkasında bırakmış olduğu şeyler, bunları yapabilmek için gösterdiği fedakarlık ve içinde barındırdığı acı... Bir sanatçıyı büyük sanatçı yapan, evrenselleştiren şeyler bunlar."
"Anlattığın hikâye ne kadar bireyselse ve o bireysel hikâye ne kadar gerçekse o kadar evrenselleşebiliyor."
Cem Yiğit Üzümoğlu'yla anıların parçalılığı, duyguların evrenselliği, gitme isteği ve oyunculuk üzerine.

Keşif Sineması’nın ikinci sezonunun yeni bölümünde Rise of Empires dizisi ile Kin, Karanlık Gece ve LCV (Lütfen Cevap Veriniz) filmlerinden tanıyabileceğin oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu'yla fiziksel tiyatrodan televizyona, anıların parçalılığından duyguların evrenselliğine, kalan hatıralar ve gitme isteğine birçok konu üzerine sohbet ettik; Charlotte Wells'in sinemasını onunla keşfettik.
Keyifli dinlemeler!
Herzog'dan Koudelka'ya, Balkanlardan Üsküdar'a
Cem Yiğit Üzümoğlu'nun beslenme çantasından çıkanlar.

Bir film, bir yönetmen, bir sanat eseri, bir sanatçı, bir sokak ya da bir mekân. Beslenme Çantası’nı konuğumuza ilham veren "şey"lerle dolduruyoruz.
Cem'in beslenme çantasından unutulmaz bir canlı performans, bir rock albümü, belgesel sinema ve bolca Werner Herzog, fotoğraf kitapları ve bir koordinat çıkıyor.
- Rage Against the Machine'in 17 Aralık 2009'da BBC Radio'daki Killing in the Name performansı,
- Radiohead'in In Rainbows albümü,
- Stroszek (1977, Werner Herzog)
- Encounters at the End of the World (2007, Werner Herzog)
- Cave of Forgotten Dreams (2010, Werner Herzog)
- The Act of Killing (2012, Joshua Oppenheimer)
- Nikos Economopoulos'un In the Balkans: States of Transit and Transition kitabı
- Josef Koudelka'nın Gypsies ve Exiles kitapları
- Üsküdar sahilinde bir nokta, 41°00'51.9"N 29°00'39.4"E
Bazilikanın Karanlığı Yerebatan Sarnıcı’nda
Bazilikanın Karanlığı Yerebatan Sarnıcı’nda
Yenilenen yüzüyle herkesi yeniden büyüleyen, Tarihî Yarımada’nın incilerinden Yerebatan Sarnıcı, ilki 28 Aralık’ta gerçekleşen Night Shift: Bazilikanın Karanlığı etkinliğiyle ışık, koku ve mekân algısını bir arada yaşatmaya yeni yılda da devam ediyor.
Nedir? Suzin Maçoro eşliğinde sınırlı sayıda katılımcıyla gerçekleşen Night Shift: Bazilikanın Karanlığı etkinliği, katılımcılara sarnıcın büyülü atmosferinde tarihin derinliklerinden gelen şifalı ses ve ritimlere kulak verme imkânı sunuyor.
Neler var? Toplam bir saat süren etkinlik, saat 20.00’de katılımcıların mumlarıyla birlikte sarnıca doğru yürüyüşüyle başlıyor. Mum ışığı ve farklı kokular eşliğinde kendilerini çağıran sesi takip eden katılımcılar, sese ulaştıklarında kendilerini bekleyen minderlere uzanarak 30 dakikalık bir yolculuğa çıkıyor.
Not alalım: Ocak ve şubat ayları boyunca devam edecek olan Night Shift: Bazilikanın Karanlığı geceleri, 10 Ocak, 12 Ocak, 19 Ocak, 27 Ocak, 2 Şubat, 9 Şubat ve 16 Şubat’ta Yerebatan Sarnıcı’nda olacak.
Bu büyülü ses yolculuğuna katılmak için biletlere buradan ulaşabilirsin.
Keşif Sineması'nda konuştuğumuz o filmlerden birinde unutamayacağın sahnelerden biri…
Charlotte Wells'in Aftersun'ında 11 yaşındaki Sophie ve 31 yaşındaki babası Calum, yaz tatili için geldikleri Fethiye'deler. Çok yakın olmayan bir çocuk ve babasının yakınlaşma çabalarına tanık oluyor; yirmi yıl sonrasında Sophie'nin zihninde kalan hatıralarıyla, yıllara yenik düşmemiş video kayıtlar ve fotoğraflarla bir "bakış" izliyoruz filmde. Bu hatıralardan birinde Sophie ve Calum teknedeler. Ege'nin turkuvaz sularına şnorkelle dalıyorlar. Calum, henüz kendisi de büyüyememiş bir yetişkin olarak kızına gözlüğünü fırlatıyor. Gözlüğün pahalı olduğunu, belki de kendini daha iyi baba gibi hissedebilmek için özellikle belirtmiş bir süre önce. Sophie gözlüğü yakalayamıyor. Gözlük denizin dibini boyluyor. Tekneye geri çıktıklarında Sophie kendini özür dilemek zorunda hissediyor.
Hemen ardından Sophie'nin teknede yalnız olduğunu ve kamerayı kendine çevirdiğini görüyoruz. Sophie mutlu. Bir denizatının parmağına dolandığından, dalış eğitmeninin bir ahtapotu nasıl kafasına koyduğundan heyecanla söz ediyor. Sonra "Bu arada..." diyor Sophie: "...babam Calum Aaron Patterson şu anda bir tüplü dalış turunda. Ama evet, aslında dalış lisansı falan yok. Çünkü ufak bir yalan söyledi." Kıkırdıyor: "Ama evet, bir şey olmaz. Sorun olacağını sanmıyorum, bir şey olmaz." Sophie gülerken bizim tek düşündüğümüz Calum'un sorumsuzluğu, babalığa hazır ve yetkin olmayışı, ona ölümle kumar oynatacak vazgeçmişliği ve filmin o anından itibaren zirveye çıkan, korkunç bir şeyler olacağı hissidir. Er ya da geç korkunç bir şey olacağından eminizdir.
Çağıl Bocut, Azra Deniz Okyay, Fatma Çolakoğlu, Nazlı Bulum, Barış Gönenen, Nefes Polat, Uğur Yüksel, Barış Diri ve şimdi Cem Yiğit Üzümoğlu. Keşif Sineması, yirminci ve ikinci sezonunun son bölümüyle önümüzdeki hafta sona eriyor. Yeni bir konukla, bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
👀 Bizi takip et: Duende'yi Instagram (@duende.magazine ), Twitter (@duende_magazine) ve Letterboxd'dan (@duendemagazine) takip et.
Cem'in küçükken gitmek istediği bazı yerlerin üzerini boyadığı, yerküre şeklindeki masa ağırlığı | Fotoğraf: Deniz Sabuncu