Spektrum'dan herkese merhaba,
Bu haftadan itibaren giderek yoğunlaşan seçim gündemi sebebiyle yayınlarımızda ufak bir değişiklik yapıyoruz. Çarşamba günleri Spektrum'da ağırlıklı olarak Türkiye'de ve dünyada olup bitenlere dair haber analizlerine ve fikir yazılarına yer vereceğiz. Parti programlarını incelediğimiz Spektrum Pusula, seçime dek perşembeleri yayımlanmaya devam edecek.
Cuma günleri yayımladığımız Spektrum Kuş Bakışı'nın yerini ise kamuoyu araştırmalarına ve hafta boyunca seçime dair yaşanan gelişmelere yer vereceğimiz Spektrum Seçim 2023 alacak. Bu sayılarda Oy ve Ötesi, Teyit, Türkiye Raporu gibi önemli işler yapan, güvenilir sivil toplum kuruluşu ve şirketlerle işbirliklerimiz olacak.
Bu sayıda;
- Abdullah, Mevzular Açık Mikrofon ve Halk Meydanı programları üzerinden gençliğin siyasete bakışını inceledi.
- Paris'ten Pınar Kılavuz, Fransa'da emeklilik reformunu ve ülkedeki grev dalgasını anlattı.
- Minnesota'dan Deniz Kaptan, ABD'deki polis şiddetini konu aldı.
- Bizi Twitter ve Instagram'dan da takip edebilirsiniz.
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle,
Bartu Özden
Genç seçmen demokrasinin anahtarı mı?
Mevzular Açık Mikrofon ve Halk Meydanı programı gençler hakkında ne anlatıyor?

14 Mayıs’ta düzenlenecek seçimde yaklaşık 6 milyon kişi ilk defa oy kullanacak. 1997 sonrasında doğan yaklaşık 13 milyon genç seçmen toplam seçmenin %20’sini oluşturuyor. Birçok siyaset bilimci ve kamuoyu araştırmacısının seçimlerin kaderini belirleyecek büyüklükte gördüğü genç seçmen grubu, sahip oldukları oy potansiyeliyle tüm siyasi partilerin radarında.
Bir yandan AK Parti teşkilatları gençlik örgütlerini mobilize ederek genç seçmenlere ulaşmaya çalışırken diğer yandan Millet İttifakı partileri gençlerin demokrasi, refah ve özgürlük taleplerini dikkate alarak bu doğrultuda söylem ve politika önerileri oluşturuyor. Peki, genç seçmen dediğimiz grubu monolitik bir yapı olarak görebilir miyiz? Bir başka ifadeyle, aynı ideolojiye, taleplere ve gelecek tasavvuruna sahip yekpare bir gençlikten mi söz ediyoruz?
Yekpare bir gençlik mi?
Benim de demografik olarak içinde bulunduğum genç seçmen grubu 14 Mayıs’ta düzenlenecek genel seçimlerin kaderini belirleyecek gibi duruyor. Genç seçmenler hangi ittifakın seçimi kazanacağı konusunda bir fark yaratma potansiyeline sahip olsa da Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sosyal bir dönüşümün öncüsü olabilir mi?
Bu soruya kesin bir cevap vermek zor olsa da Babala TV'nin Mevzular Açık Mikrofon ve Halk TV'nin Halk Meydanı programlarına katılan gençlerin siyasete bakışını inceleyerek bir çıkarımda bulunmak mümkün. Bu iki program tabii ki Türkiye’deki her ideolojiden, kimlikten, inançtan ve sınıftan genci temsil etmiyor. Her iki programda da belirli ideolojik kamplar etrafında kümelenmiş gruplar görüyoruz.
Mevzular Açık Mikrofon'da kendini gösteren öfke
Mevzular Açık Mikrofon programına şimdiye dek HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, TİP Milletvekili Barış Atay, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, AK Parti MKYK üyesi Metin Külünk ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ gibi isimler katıldı. Bu programlara katılan ve siyasetçilere zaman zaman sorularını yönelten, sıklıkla da kendi görüşlerini ve çıkarımlarını dayatmaya çalışan genç vatandaşların hepsinde görülen ortak özellik “öfke”. Programda katılımcılar çoğunlukla Gergerlioğlu ve Atay’a Türklük-Türkiyelilik, Kürt sorunu, PKK ve Atatürk’e yaklaşımları üzerinden, Davutoğlu ve Külünk’e de Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik krizdeki ve sığınmacı sorunundaki rolleri nedeniyle öfke kustu.
Özdağ'ın ise Türklük vurgusu ve sığınmacıların geri gönderilmesi vaadiyle genç seçmenler arasında güçlü bir popülariteye sahip olduğu görüldü. Yani, genç seçmenlerin hem iktidara hem de ana akım muhalefete büyük bir öfkeyle yaklaştığını söylemek mümkün.
Halk Meydanı programına katılan gençlerin ideoloji ve kimlik yelpazesi daha geniş. Genelde muhalif siyasetçilerin ve konukların katıldığı programda, Babala TV’dekinin aksine hem Kürt sorununu daha objektif şekilde tartışan hem de siyasetçilere daha objektif sorular soran bir kitlenin yer aldığını söylemek mümkün.
Toparlamak gerekirse, kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan gençler özellikle HDP ve TİP milletvekillerine vatandaşlığın Türklük temelinde yorumlanmasını eleştirmeleri, Türkiye’de bir Kürt sorununun olduğunu dile getirmeleri, devleti, orduyu ve polisi kutsamamaları ve PKK’ya açık şekilde "terör örgütü" diyememeleri nedeniyle öfkeliler ve onları dinlemek yerine aforoz etmeyi tercih ediyorlar. Kürt milliyetçisi gençler ise iktidara HDP’ye uyguladığı siyasi baskı, aşırı milliyetçi söylemleri ve Kürt sorununu inkar eden yaklaşımları; muhalefete ise bu konularda doğrudan ve güçlü bir söylem üretememeleri nedeniyle öfke duyuyor.
"Siyaset konuşmak ağırıma gidiyor"
Her iki programda da gözlemlediğim bir diğer önemli olgu da genç vatandaşların “Türkiye gündemiyle çok fazla meşgul olmalarından” ve “sürekli siyaset konuşmalarından” rahatsız olmaları ve bunu hak etmediklerini düşünmeleri. Mevzular Açık Mikrofon programına katılan genç bir seçmen “19 yaşında siyaset konuşmak benim ağırıma gidiyor. Marmaray’la gelip burada soru sormaktansa kendi arabamla gezmeyi yeğlerim.” diyor ve salondan büyük bir alkış kopuyor. Bu bireysel serzeniş aslında genç kuşakların önemli bir bölümünün siyasete yaklaşımını temsil ediyor.
Genç vatandaşlar Avrupa veya ABD’deki yaşıtlarının hayatlarına bakarak içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve refah kaybı nedeniyle siyaset kurumuna öfke duyuyor ve siyasetle ilgilenmeyi normalde tercih etmeyecekleri bir zorunluluk olarak görüyor. Kendilerini bu kadar siyasete boğan nedenin ise iktidar partisinin kötü politikaları ve muhalefetin beceriksizliği olduğunu düşünüyorlar.
Genç seçmendeki bu algı aslında demokrasinin toplum nezdinde yeterince içselleştirilememesiyle yakından ilişkili. Söylemde toplumun büyük bir kesimi demokratik bir sistemle yönetilmeyi istese de siyasete bu denli dahil olmak, siyasi kararları takip etmek istememek bir çelişki oluşturuyor. 21 yıllık AK Parti iktidarının sonucunda bugün içinde bulunduğumuz otoriter rejimin vatandaşların siyasete yeterince angaje olamamasından ve muhalefet yapmanın tamamen siyasi partilere bırakılmasından kaynaklandığını göz ardı ettiğimizi düşünüyorum.
Toplumsal muhalefeti sadece protestolara indirgemek de bu yanılgının bir sonucu. TBMM’de onaylanan bütçenin nasıl harcandığını, hangi projeye ne kadar kaynak aktarıldığını veya mülki idare amirlerinin görev ve yetkilerinin nerede bittiğini bilmeyen, bunları öğrenmek istemeyen bir toplumda demokratik bir rejimin kurulabilmesi neredeyse imkansız. Kurulsa bile sürdürülebilir olması mümkün değil. TİP Milletvekili Barış Atay, kamu bütçesinden yandaş şirketlere ayrılan payla ilgili bir katılımcıyla konuşurken “Asıl siz niye bilmiyorsunuz bütçenin nerelere harcandığını?” diye serzenişte bulunuyordu. Bu durumun, Türkiye’deki yolsuzlukların, yasal ihlallerin ve otoriterleşmenin temel unsurlarından biri olduğuna inanıyorum.
Kuşak genç ama zihinler yaşlı
Türkiye’deki genç seçmenleri tektipleştirerek milyonlarca insanı aynı ideolojiyi benimseyen, aynı gelecek tasavvuruna sahip ve aynı talepleri dile getiren bir yapı olarak görmek doğru değil. Genç kuşağın farklı talepleri ve kimlikleri var.
Öte yandan, bazı konularda aynı düşünce kalıplarına hapsolunduğu da bir gerçek. HDP ve TİP gibi birçok insan tarafından marjinal olarak görülen siyasi parti temsilcilerinin vaatlerini ve ideolojik duruşlarını anlamak yerine onları aforoz etmeye çalışmanın Türkiye’nin geleceğine hiçbir yararı olmayacağı kanaatindeyim. Yüzyıllardır devam eden Kürt sorununun 2023 'te bile hala açık ve objektif bir şekilde tartışılamaması, genç kuşakların bu konuyu 40 yıl öncesinin ideolojik kodlarıyla tartışmaya çalışması, bir siyasetçinin Atatürk’e ilişkin görüşleri veya vatandaşlık tanımına olan eleştirisi nedeniyle öfkeyle dışlanması Türkiye toplumunun hala 1970-80’lerin ideolojik kodlarıyla hareket ettiğini gösteriyor.
Bu sebeple, genç seçmenleri oy deposu monolitik bir kitle olarak görmektense otoriter rejimin çizdiği siyasi sınırların dışına çıkarak genç kuşaklar arasında objektif tartışma ve ortak bir gelecek tasavvurunun nasıl oluşturulabileceğini düşünmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de demokratik bir rejimin yeniden inşası ve devamlılığı için gençlerin geçmişin ideolojik kodlarından sıyrılarak tartışılmayanı tartışması, konuşulmayanı konuşması ve siyasetin sınırlarını genişletmesi gerekiyor. Son olarak da siyasetle ilgilenmeyi kaçınılması gereken bir yük değil, bir vatandaşlık görevi olarak benimsemek gerekiyor. Çünkü “hak verilmiyor, alınıyor."
Fransa'da emeklilik reformu ve grev dalgası
Fransa'daki grevden dünya neler öğrenebilir?

Pınar Kılavuz - Paris
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2017 seçimlerinden beri ajandasında yazılı olan emeklilik reformunu -halka rağmen- hayata geçirmek istiyor. Önce Gilets Jaunes (Sarı Yelekliler) eylemleri daha sonra COVID-19 nedeniyle ertelemek zorunda kaldığı reform bu kez tartışmaya kapalı.
Başbakan Elisabeth Borne tarafından Bakanlar Kurulu’na sunulan reform tasarısıyla 62 olan emeklilik yaşı kademeli olarak 64’e çıkartılacak. Hükümetin savunma tezleri ekonomik ve demografik. Çünkü emeklilik yaşının kademeli olarak 64’e uzatılması, devlet bütçesi için 2027 senesine kadar 7,7 milyar avro, 2032’ye kadar ise 18 milyar avro tasarruf anlamına geliyor.
Fransa’nın değişen demografik yapısı ve 55 yaş üstü kişilerin istihdam oranının diğer ülkelere nazaran düşük kalması reform savunucularının öne sürdüğü tezler arasında. (2019 verilerine göre; 60-64 yaş aralığındaki kişilerin istihdam oranı Fransa’da %34 iken Almanya’da %63, İsveç’te %70 ve avro bölgesinde %47)
Ek olarak, toplumda beklenen yaşam süresinin uzaması (2022’de kadınlar için doğumda beklenen yaşam süresi 85,2 erkekler için 79,3). Fakat engelsiz yaşam belirtisini ele aldığımız zaman durum değişkenlik gösteriyor. Çünkü 2020 yılı verilerine göre bu sağlıklı yaşam süresi erkekler için 64,4 (yani hükümetin öngördüğü yasal emeklilik yaşı), kadınlar için ise 65,9.
19 Ocak’ta 2 milyon kişi sokaklarda bu reforma karşı hakkını ararken, Cumhurbaşkanı Macron ve beraberinde 11 bakan İspanya-Fransa Zirvesi için Barselona’daydı. Macron, “Bu reform iki dönemdir seçim programında var, aylar önce seçim yapılmamış gibi davranamayız.” diyerek Nisan 2022’de halkın kendisini seçtiğini, böylece seçim programını da onayladığını hatırlattı
Peki Macron kimin sayesinde, neden seçildi?
Macron, “zaferini” sadece kendi seçmenine borçlu değil. Seçimlerin hemen ardından “herkesin Cumhurbaşkanı olacağını” söylemiş, kendisine oy veren başka parti seçmenlerine de teşekkürlerini iletmişti. İkinci turda karşısında olan Marine Le Pen ise seçim programında emeklilik reformu konusunda Macron’un tam zıttı bir plan çiziyordu. Le Pen, “Boyun Eğmeyen Fransa ve Fransız solu sayesinde seçilen Macron, Cumhuriyetçilerin desteğiyle emeklilik yaşını 64 yapmayı deneyecek. Fransızlar bize güvenebilir, bu adil olmayan reforma karşı duracağız” demişti. Macron, Le Pen’e karşı ülkeyi radikal sağa teslim etmemek adına seçilmişti.
Yapılan son araştırmalara göre halkın %72’si bu reforma karşı. Sol partilerin destekçileri bu emeklilik reformuna karşı çıkıyor. Boyun Eğmeyen Fransa destekçilerinin %84’ü, Sosyalist Parti destekçilerinin ise %59’u reform karşıtı. Aşırı sağcı Ulusal Birlik destekçileri ise %66 oranında reform karşıtı.
Macron’un Renaissance partisi sempatizanlarının %82’si, merkez sağdaki Cumhuriyetcilerin ise %73’u bu reformu destekliyor. Macron, sağ seçmen ile genişlettiği tabanını avantaja çevirmeyi hedefliyor.
Halk-muhalefet-sendika ilişkisi
Fransa’da hükümete yine emeklilik reformu konusunda geri adim attırabilmiş ve tarihe geçmiş bir toplumsal hareket var. 1995'te yine emeklilik reformuna karşı 3 hafta ülke çapında grevler yapılmış, toplam 6 milyon kişi grev yapmıştı.
2022 senesinde ise 2 milyon kişi genel grevin ilk günü sokaklardaydı. Grevin ikinci ayağı olan 31 Ocak’ta katılım 2,8 milyon oldu.
Eğer kararlı görünen hükümet geri adım atarsa yeni bir tarihi an olacak. Seçimlerin ilk turunda birleşmeyen (ya da birleşemeyen) sol, seçimler sonrası kurduğu ittifak ile muhalefet yapıyor. Sendikalar da yine 12 sene sonra ilk kez fikir birliği içinde, 19 Ocak eylemlerinde hep beraber reform karşısında halk ile el ele yürüdü. Halk ve muhalefet birbirinden destek alıyor.
2019 verilerine göre Fransa’da sendikalaşma oranı %10,3. Fakat grev yapmak ya da hak mücadelesi vermek için sendikalı olma şartı yok. Bu veriler bizi, -aslında daha çok da sendikaları- “Neden bu kadar düşük oran?” sorusuna cevap aramaya yöneltiyor.
Hükümetin kararlılığı
Başbakan Borne yaptığı son açıklamada “Reform tartışmaya kapalı.” dedi. Grevlerin ve eylemlerin başından beri Hükümet Sözcüsü Olivier Veran “Grevler bizi korkutmuyor.” derken Cumhurbaşkanı Macron da grevin bir hak olduğunu ama kendilerinin de kararlı olduğunu hatırlatıyordu.
Macron, son kez Cumhurbaşkanı olarak seçildi, yani gelecek seçimlerde aday olamayacağı için oy kaygısı taşımıyor. Fransa’da Cumhurbaşkanlığı süresi 5 sene, bir kişi üst üste en fazla iki kere seçilebiliyor. Eğer reform yasalaşırsa 2027 seçimlerinde aday olacak kişilerin ajandasındaki en önemli noktalardan biri emeklilik reformu olabilir.
İkinci grev dalgası başladı
19 Ocak’ta öğrencilerden çalışanlara tüm meslek gruplarından insanlar sokaktaydı. Gösteriler ve yürüyüşlerin yanı sıra gündelik hayati durduran eylemler de gerçekleşti. Daha yeni petrol rafinerilerindeki krizi atlatan Fransa’da enerji sendikaları grev çağrısında bulundu. Şehir içi ve ülke içi ulaşım en düşük seviyede gerçekleşti. Trenler ve uçaklar iptal oldu. Rafinerilerde ve dağıtım depolarında blokaj oldu. Elektrik idaresi çalışanları barajlardaki elektrik üretimini azalttı.
31 Ocak günü ikinci genel grev yapıldı. Greve toplu taşımalar, okullar, havalimanları, belediyeler, enerji sektörü, kayak merkezleri ve postane çalışanları katıldı. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, belediye binasının sembolik olarak kapalı olacağını açıklamıştı. Fransa genelinde başka belediyeler de bu harekete katıldı. 7 ve 11 Şubat tarihlerinde de yeniden grev yapılacak.
Ne muhalefet, ne de halk “Nasılsa istediklerini yapabilirler, nasılsa bu reform geçer” diyerek öğrenilmiş çaresizliğe kapılmıyor. Darısı Türkiye’nin ve tüm dünyanın başına.
ABD gündemi: Irkçılık ve polis şiddeti
ABD'de polis şiddeti kaynaklı ölümler ülkenin demokrasi iddiasıyla tezatlık oluşturuyor.

Ocak ayında ABD gündeminde polis şiddeti dolayısıyla hastaneye kaldırılıp üç gün sonra hayatını kaybeden 29 yaşındaki Tyre Nichols vardı. Tennessee eyaletindeki Memphis şehrinde 7 Ocak günü polis tarafından durdurulan Tyre Nichols, polis memurlarının açıklamasına göre "tehlikeli araç kullandığı için" durduruldu, fakat motorundan inip kaçmaya çalıştığı için gözaltına alındı. Memphis otoritelerinin sonradan yayınladığı görüntüler, olay sırasında polis memurlarının Nichols’ı ağır bir şekilde darp ettiğini gösteriyordu.
Bu yazımda, olayla ilgili polislerin soruşturma süreçlerini ve 2020 yılında George Floyd’un öldürülmesinden bu yana polis şiddetinde gözlemlenen artışı konu alacağım.
Sistematik ırkçılık
ABD'de siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda ayrımcılığa uğrayan farklı gruplar mevcut. Bunların içinde sistematikleşmiş ayrımcılığa uğrayan en büyük gruplardan biri ise siyahlar. ABD'nin siyasi tarihinde, demokrasi ve insan hakları anlayışının daha kapsayıcı olması için belli dönemlerde hükümeti ve eyalet otoritelerini zorlayan Afro-Amerikan kökenli halk, ülkede hala sistematik olarak ayrımcılığa uğruyor.
Çoğu ABD şehri yapısı gereği ekonomik ve sosyal olarak beyaz ve siyah Amerikalıları birbirinden ayırırken, siyahlar belediye başkanlığı, polis amirliği ve senato gibi yerel ve federal düzeydeki otoritelerde de temsil edilme şansını nadiren bulabiliyor. En çarpıcı ayrımcılık göstergelerinden biri de polis şiddetine uğrayan vatandaşların çoğunun Afro-Amerikan kökenli olması.
Video kaydı soruşturmaya yol açtı
Shelby Başsavcılığı video kaydının paylaşılmasını "kamunun anlaşılabilir bir isteği" olarak değerlendirdi. Böylece kayıtta hem şiddeti uygulayan hem de şiddet uygulamamasına rağmen iş arkadaşlarını izleyen polis memurları olduğu da açıkça görüldü. Nichols ailesinin avukatı, video kaydının 1991'de Los Angeles şehrinde polis şiddetine uğrayan Afro-Amerikan kökenli Rodney King’in görüntülerine benzerliğinin altını çizdi.
Soruşturma sürecinde de ayrımcılık belirtileri
Kaydın ortaya çıkmasından sonra Nichols'ı darp ettiği görülen iki polis memuru için soruşturma açılırken beş polis memuru kovuldu ve tutuklandı. Tutuklanan beş eski polis memurunun da Afrika kökenli olması, öte yandan olay yerinde şiddet uygulayan beyaz Amerikalı polis memuru Preston Hemphill’ın soruşturma devam ederken sadece görevden alınması dikkat çekti.
George Floyd sonrası polis şiddeti
2020'de Minnesota eyaleti, Minneapolis şehrinde polis şiddeti sonucu hayatını kaybeden George Floyd’un ardından birçok şehirde protestolar düzenlenmiş, Black Lives Matter (Siyahların Yaşamları Değerlidir, BLM) isimli sivil toplum hareketi öne çıkmıştı.
Öte yandan, Floyd’un ölümünün ardından Minnesota Belediye Meclisi’nden dokuz üye, Minneapolis Polis Departmanı'nın bütçesinin azaltılması ve var olan polis departmanının "güvenliği geliştirmek için yeni, dönüştürücü bir model" ile reform edilmesi için önemli adımlar atmakta kararlı olduklarını belirtmişti. Yerel medyanın geçen seneki haberine göre azalan bütçe, iki yıl içinde pandemi ve yeni işe alımlar gibi sebeplerle tekrar eski düzeyin de üstüne çıktı.
İki yıl içinde beklenenin aksine gerçekleşen değişimler sadece bütçe konusuyla sınırlı değil. The Washington Post'ın topladığı verilere göre Floyd’un ölümünden sonra BLM hareketinin artan görünürlüğüne rağmen Afro-Amerikan kökenli vatandaşların uğradığı polis şiddeti ve polis şiddeti kaynaklı ölümler geçtiğimiz iki yılda artış gösterdi. ABD'de polis şiddeti konusunda sistematik veri toplayan Mapping Police Violence projesi verilerine göre, 2019-2022 yılları arasında polis şiddeti sonucu ölen Afro-Amerikan kişi sayısı sırasıyla 285, 257, 273 ve 254.
Sivil toplumda, akademide ve bazı yerel siyasi girişimlerde Afro-Amerikan halkın sorunları daha görünür hale gelmeye başlasa da polis şiddeti gibi temel bir noktada hala bir ilerleme kaydedilemediğini gözlemliyoruz.
Dünyanın birçok farklı yerinde insan hakları, özgürlükler ve demokrasi gibi kavramlar üzerinden dış politika uygulayan, askeri operasyonlarını bile bu kavramlar üzerinden açıklayan ve savunan bir devlet olan ABD için iç siyasette aşılamayan bu ayrımcılık ve hayati sonuçları, ilginç bir tezatlık oluşturuyor.
• Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün raporu, "dünyanın büyük bölümünün yolsuzlukla mücadelede başarısız olduğunu" gösterdi. Ülkelerin %95'i, bu konuda 2017'den beri yerinde saydı ya da çok az ilerleme kaydetti.
Amy Chiniara
- Türkiye ise kamu sektöründeki yolsuzluk algısını ölçen Yolsuzluk Algı Endeksi'nde son 10 yılın en düşük puanını alarak 180 ülke arasında 101'inci sıraya geriledi. Arnavutluk, Tayland, Sri Lanka, Sırbistan, Peru, Panama, Kazakistan, ve Ekvador, Türkiye ile aynı puanı aldı.
- En az yolsuz ülkeler: En az yolsuzluk görülen ülkeler Danimarka, Finlandiya ve Yeni Zelanda oldu. Raporda, bu ülkelerdeki güçlü demokratik kurumların ve insan haklarına saygının bu sonucu getirdiği vurgulandı.
- En yolsuz ülkeler: Somali, Güney Sudan ve Suriye, dünyada en çok yolsuzluk görülen ülkeler oldu.
- Şiddet potansiyeli: Raporda yolsuzluğun yaygın olduğu ülkelerde halkın hoşnutsuzluğunun şiddete dönüşme olasılığının daha yüksek olduğunun altı çizildi.