Matbuat: Akşamcılar
Matbuat: Otomatik Meyhane
Matbuat : Eski Meyhaneler
Şimdi Reklamlar
Semtler, Mekânlar
Arkası Haftaya

🕺🏽 Meyhane Alemleri

Otomatik meyhane, İstanbul meyhaneleri, akşamcı hikâyeleri

Eski Meyhane

Yeni sayıdan herkese merhaba,

Bu sayıda 1930'lar İstanbul'unun meyhanelerine odaklanıyoruz.

Meraklısına:

Kupür'ün İstiklal Caddesi Meyhane Rotası


Keyifli okumalar,

Kupür

Kupür

Geçmiş gazete ve dergilerden yazılar, makaleler, röportajlar. İki haftada bir cuma neşrolunur.

Matbuat: Akşamcılar

Saat gecenin üçünü buldu. Tabii, bu hâlde eve gidilmez.

Barba pusulayı tutuşturunca bizde şafak attı

Marmara'ya karşı sofrayı kurmuş, çakıyorlar. Hepsi de kalantor akşamcı... Yaşlı başlı adamlar ama içlerinde sakalı değirmende ağartmış kimse yok. Tabii içilen nesne rakı... Birinci, ikinci kadehlerde mevzu dereye tepeye dairdi. Kadehler dolup boşaldıkça çeneler de yavaş yavaş çözüldü. Israrlarına dayanamayarak iştirak ettiğim bu rakı meclisini kendi hesabıma boş geçirmek istemedim. Bir biçimine getirip içki âleminin cilvelerine dair söz açttım; kafaların olgunlaştığı bir sırada idi:

— Müsaade ederseniz, dedim, küçük bir teklifim var. Bu akşam sıra ile birer olmuş hikâye anlatalım... İşret hâliyle insan, birçok tuhaflıklar yapar, arzusu hilâfına gülünç vaziyetlere düşer...

Ve uydurma bir vaka ile yolu açmak istedim:

— Bir tarihte benim, Samatya meyhanelerinde sabahlayışım vardır. Karlı bir kış gecesi...

Karşımda oturan ihtiyar, sözümü kesti.

— Durun öyleyse... Size gençliğimde başıma gelen bir vakayı anlatayım. 

Hep birden kulak kesildik. Eski akşamcı devam etti:

— O zamanlar on sekizinde var yoktum. Rakıya yeni kanat alıştırıyordum. Acemi çaylak gibiyim. Gel, gel... Otur, otur... İç, iç... İçiyorum ama öyle gece yarılarına kadar değil. Güneş karardı mı kümese giriyorum. Haddinse girme... Valde ateş mi ateş...

Bir akşam, yine böyle tezgâh başı iki tek çakıp dönerken biri kolumdan çekti:

— Otur be! Nereye gidiyorsun?

— Nereye gideceğim, eve...

— Bu vakit ev olmaz. Gel Maksut'ta bir tezgâhbaşı yapalım.

Olurdu, olmazdı derken yürüdük. Maksut, bizim ahbabı görünce sırıttı:

— Oturacak mısınız?

— Yok... Ayakta içip gideceğiz.

Selim'e doldurdu:

— Afiyet şeker olsun.

— Bir daha!

— Bir daha!

Yeter dedikçe Maksut dolduruyor. Altıncı kadehte Sandıkburnu başladı fırıl fırıl dönmeye... Hâlâ önümüze geleni dikiyoruz. Maksut işin sarpa sardığını anladı amma geç anladı.

Bizim arkadaş bir köşede, ben bir köşede sızmışız. Uykum arasında yüzüme yumuşak yumuşak bir şey dokunuyor amma, kendimde değilim ki gözümü açayım. 

Zar zor yerimden kımıldadım. Vay canına! Turşu gibiyim be... O yumuşak şey, durmaz yüzümü yalar. Bir de ne bakayım, ayı gibi bir köpek... Ama köpeği nasılsa farkettim. Hâlim olsa "hoşt" diyeceğim, el ayak tutmaz ki... Köpek benim kımıldandığımı görünce yalamayı bıraktı, başladı bu sefer kötü kötü hırlamaya...

"Varsın hırlasın..." deyip tekrardan uzandım. Çok geçmedi, uykumdan öyle bir sıçradım ki medet Allah... Bileğimden şakır şakır kan akıyor. Köpek ısırması da ne kötü şeydir ya...

Can acısı ile aklım başıma gelince etrafıma bakındım. O sırada neler imişim bilir misiniz? Kabasakal'a giden yolun ağzında... Buraya nasıl geldim. Haydi geldim, sırtımdaki ceket nereye gitti? aman, papucun teki de ayağımda değil. Vay hınzır köpek! Bu, mutlaka onun işidir. Kabasakal'dan yalınayak çıktık yola... Bari bir eczane bulsam da bileğimi sardırsam... Eczane çok ama hepsi kapalı... Evin kapısında anam beni o halde görünce iki gözü iki çeşme boynuma sarıldı:

— Ah, sana kimler kıydı evlâdım?

Gülmeye başladım:

— Korkma... Bir şey değil, köpek ısırdı.

— Hangi köpekmiş o...

— Merak etme... Canım...

Artık inandırabilirsen inandır.

İstanbul'da birahane ve meyhane manzaralarından

Hikâyeler çorap söküğü gibi birbirini takip etti:

Tramvaya bindik gidiyoruz. Biletçi geldi, bilet istedi. Hangimizde paraya davranacak hâl var. Fitil gibiyiz. Birbirimize omut vermesek sapır sapır döküleceğiz.

Biletçi aklı sıra söz anlar beni buldu:

— Parayı siz verin de sonra ödeşirsiniz?

"Olur," dedim. Sallanarak elimi cüzdana götürdüm. İçinden bir lira çıkararak uzattım.

Yolcular gülmeye başladılar, biletçi kızdı:

— Alayı bırak efendi... İşimiz var.

— Ne alayı... Lirayı bozsana... Ne duruyorsun?

Yan gözle baktım. Bizim oğlanın üzerine sakal bıyık yaptığı karalama kağıdı... Allah Allah, bunu benim cebime kim koymuş? Tekrar cüzdana sarıldım. Çıkardığım kâğıt bu sefer sahibi lira idi.

Biletçide yine surat bir karış:

— Canım, ben sizinle mi uğraşacağım? Ya parayı verin ya aşağı inin...

Meğerse bu da lira değilmiş. Yolcular biletçiye bakıp gülüşüyorlar:

— Fena mi? Sana para yerine çek veriyor... Bozdur bozdur harca.

Sonradan farkına vardım: Her elimi sokuşumda parmağımı liraların olduğu göze sokuyorum. Fakat titreklik başlayınca öbür gözden başka bir kâğıt çekiyorum. En sonunda biletçiye cüzdanı atarak "Al," dedim, "südüne havale... Lira hangisi ise al."

Bu da başka tertip bir sarhoşluk. Gece yarısından sonra meyhane dönüşü içimizden birinin aklına eski:

— Bir otomobile binip Beyoğlu'na çıkalım!

Arabaya kurulduk. Taksim'de inerken ben farkına vardım. Birimiz noksanız... Fakat noksan olan hangimiz? İşte  o belli değil.

Bizimle beraber otomobile binen kimdi? Bütün otomobile binen kimdi? Bütün ahbapların isimlerini birer birer saydık. Mümkün değil bulamadık.

Ertesi gün, otomobile bindikten sonra aramızdan sıvışan arkadaşı görünce hatrıma geldi. "Aşkolsun," dedim, "dün gece bize akla karayı seçtirdin. Meyhaneden çıktık. Beraber otomobile bindik. Derken sen birdenbire ortadan sıvıştın."

Yüzüme hayretle baktı, baktı ve dedi ki:

— Hay Allah razı olsun... Ben de rakıyı dün akşam kimlerle içtim diye düşünüyordum.

Üçüncü sarhoşluk vakası da hoştur:

İlk evlendiğim sene idi. Evden ekmek almak için fırına gönderdiler. Yolda bir dosta rastlayınca işin rengi değişti. Fırın yerine daldık meyhaneye... Yuvarla babam yuvarla... İki tane yüzlüğü devredinceye kadar saat de gecenin üçünü buldu. Tabii, bu hâlde eve gidilmez. Sabaha kadar bir iki yere daha girip çıktık.

Ortalık ağarırken koltuğumda ekmek ile eve döndüm. "Hanım," dedim, "kusura bakma, akşam yemeğine yetişemedim. Bari seninle karşılıklı kahvaltı edelim!" 

O gün bugün, dışarda içmesin diye bizim hanım meze sofrasını bana kendi eliyle hazırlar...


Kaynak: Son Posta, 13 Temmuz 1932, Sayfa 7.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Matbuat: Otomatik Meyhane

Otomatik Meyhane

Kadehi doldurmak için düğmeye basmak kâfi. Garsona hiç hacet yok.

Arkadaşlar aralarında sık sık konuşurlar:

— Hadiyin çocuklar... Bu akşam "otomatik"e gidelim!..

— Bizim Otomatik nasıl?

Otomatikten çıktım, geliyorum, bizimkilere rastladım...

— Geç vakte kadar Otomatikte idik...

Geçen gün sordum:

— Bu Otomatik de nedir kuzum... Otomatik tabanca mı?

Güldüler:

— Ay senin haberin yok mu?

— Nereden haberim olsun? Bir otomatiktir gidiyor amma...

— Öyleyse gel bu akşam seni de götürelim...

— Nereye?

— Otomatike...

— Otomatiğin ne olduğunu hâlâ söylemediniz...

— Söylemeye lüzum yok... Gelince görürsün...

Merakım büsbütün arttı. Hemen o akşam için sözleştik. Beyoğlu'nda daracık bir yol, bizi "otomatik"e çıkardı. On kişinin güçlükle sığışabileceği bir koltuk meyhanesinde, yahut meyhaneciğindeyiz. Bu meyhanenin ötekilerden farkı şu: Rakıyı garsondan istemiyorsunuz. Kadehi alıp musluğun başına geçiyorsunuz. Kendi elinizle doldurup yuvarlıyorusunuz. Sizin anlayacağınız, adamcağınızın biri otomatik bir makine icat etmiş. Bu makinede sıra sıra musluklar var. Küçük bir kolu oynayınca musluğun ağzından damla damla rakı dökülüyor ve muayyen miktarı bulunca çeşme akmaz oluyor artık.

Bu otomatik makine, hesabı da hiç şaşırmıyor. Her kadeh doluşunda mutluğun yanıbaşında bir rakam peyda oluyor.

— 1, 2, 3, 4...

"Garson hesabı yanlış tuttu, biri iki yazdı" endişesi yok...

Otomatik meyhanenin bir köşesi

Üzümü bağında salkımıyla koparmanın, çileği tarlasında kendi eliyle toplamanın, kirazı ağacından devşirip yemenin ayrı bir zevki vardır.

Otomatik meyhanede de rakıyı bizzat doldurup içmek keyifli bir şey doğrusu... Hem keyifli, hem de orijinal...

Yanyana birer musluğu muvakkat bir müddet için kiraladık. Kiraladık diyorum. Çünkü meyhaneden çıkıncaya kadar musluk bizim emrimizde...

Başkası yanaşıp rakı doldurmak isterse Otomatik, nezaketle itiraz ediyor:

— Meşgulüm efendim!

Halbuki bize, güler yüzle:

— Buyurunuz efendim... diyor. 

Buyurmasına buyuruyoruz amma, rakamlar da gittikçe yükseliyor, arkadaşlarımdan biri dedi ki:

— Otomatik meyhane, taksi otomobillere benziyor... İkisi de heyecana düşürüyor insanı...

— Tehlikesinden dolayı mı?

— Yok canım... Otomobile her binişimde gözüm taksidedir benim... Rakamlar ikişer ikişer artıp kuruş hanesi 70'i, 80'i bulunca yüreğim hop hop eder... Burada da böyle... Garsonlu meyhanelerde hesap pusulası önüme gelinceye kadar pek telaş etmem.

Halbuki Otomatik'te içtiğim rakı, âdeta boğazımda düğümleniyor!

— Aldırma canım... Bu böyle gider...

Garsonun Otomatik meyhanede sadece tek bir vazifesi var: Meze getirmek... Hazır meze veren otomatikler peyda olsa garson bu işten de kurtulacak...

Vakit ilerledikçe muslukların başı birer birer doluyor. Nihayet iki makinenin on altı musluğu da tutuldu. Küçük balon kadehini, çeşmenin altından bir türlü çekmek istemeyen bir akşamcıya sordular:

— Doldu işte... Daha ne bekliyorsun?

— Katrası haram kardeşim... Yere dökülürse günah değil mi?

Otomatik meyhane sahibinin anlattığına göre buraya kimler gelmiyormuş bilseniz... İsimleri lâzım değil ama memlekette az çok tanınmış, eli kalem tutan ne kadar muharrir, şair, edip varsa akşamları birer kere otomatiğe uğruyorlarmış.

Günün edebiyat dedikodularıyla otomatik meyhane sahibi dehşetli alâkadar... İki de bir kulak misafiri oluyorum. Arkadaşlara soruyor:

— Filânca, filâncanın yazısına hiç cevap vermedi, ha...

— Filân Bey, yine Fişmekân Bey'e çatmış...

— Bakalım Fişmekân Bey, buna ses çıkarmayacak mı?

Otomatik meyhanede teklif tekellüf yok. Kadehini alan musluğa sokuluyor.

Saçı sakalına karışmış bir ihtiyar, arkadaşına kendi musluğunda yer açarken:

— Buyurun erenler... dedi, bir iki demlenelim...

Öteki bıyıklarını silerek cevap verdi:

— Demlenelim babaefendi... Amma bu sofra, Ali'nin sofrası değil... Otomatik cayır cayır hesap görüyor..

İhtiyar, başını kalenderane salladı:

— Aldırma... Bir gün nasıl olsa topumuzun bu dünyadan hesabını görecekler!

Ve ilâve etti:

— Gün bugün, saat bu saat, dem bu dem...


Kaynak: Son Posta, 19 Ağustos 1932, Sayfa 6.


Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Matbuat : Eski Meyhaneler

İstanbul Meyhaneleri

Akşamcı eski meyhaneleri anlatıyor.

Yazan: Naci Sadullah


Seyrek saçları kıralmış dostum:

— Düşün, diyor, düşün o eski meyhaneleri bir defa...

İçeri girer girmez, orada evinde bile bulamadığın bir samimiyet havası içine alınırsın. Meyhaneci sana şimdiki meyhaneciler gibi "İşler kesat bayım! Bu vergiler bizi tayyareden yuvarlanmış denk gibi perişan etti!" demez. Sana soluk aldırmadan Kasımpaşa sirkatinden, Kumkapı cinayetinden, Çin-Japon patırtısından, İspanya gürültüsünden, para sıkıntısından lâf açmaz. Onun yüzü, çivili kaldırımlarda, ceza vermeden gününü gün etmiş bir İstanbullu yüzü gibi güler. Muğber bir zevce gibi değil, müşfik bir ana gibi sorar:
— Nerelerde idiniz bayım? Gözlerimiz yollarda kaldı... Beş dakika, yarım saat, bir saat ne ise ama bir buçuk saat gecikince meraka düştük doğrusu!

Meyhaneci, bu sözlerinde samimidir. Her meyhanenin gedikli müşteri malûm, muayyendir. Çünkü eski akşamcılar için meyhane değiştirmek; ev, dost, eş değiştirmek gibi bir şeydi. Meyhaneye, şişeleri iskambil kâğıdı gibi devirip nara atmak için değil, iki üç tane atıp gam dağıtmak için gidilirdi. Çünkü meyhane, dünyanın bütün dertlerine, ızdıraplarına, tasalarına maddi, manevi kapılarını sımsıkı kapamış bir âlemdi.

Herkes, kendi meşrebine, kendi mezhebine uygun bir meyhaneye dadandığı için müşteriler birbirlerini sadece yadırgamamakla kalmazlar; ararlar, sorarlardı. Meyhanelerde teessüs eden kadeh arkadaşlığı; mektep arkadaşlığı, silah arkadaşlığı, meslek arkadaşlığı gibi bir şeydi. Müşteriler birbirlerini o kadar iyi tanırlar, o kadar yakından alâkadar olurlardı.

Hele meyhaneci, müşterilerinin her türlü manevî marazını ve zaafını teşhis etmiş alaydan yetişme bir psikolog hâlinde idi. Hangi müşteri hang saatte gelir, hangi müşteri hangi meze sever, hangi müşteri ne rakısı içer, hangi müşteri kaç tane rakı içer? O bütün bunları bilirdi.

O zamanın müşterileri, muayyen meyhanelere değil, hatta, dadandıkları meyhanelerin muayyen masalarına alışıktılar.

Muhatabım, karşısındakileri, mevzuların cazibesine kandırmak isteyen kimselerin edasıyla, aynı tavsiyeyi tekrarlıyor:

— Düşün bir kere... Böyle bir meyhaneye giriyorum! Patron güler yüzlüdür. Garson güler yüzlüdür. Müşteri güler yüzlüdür.

Oturduğun masanın örtüsünde, yağ lekeleri yerine ütü çizgileri vardır. İçtiğin şişenin bedeli 100 kuruş değil, 100 paradır.

Oturanlar, birbirlerine şimdiki gazino müşterileri gibi düşman düşman bakmıyorlar. Hatta, bilâkis, birbirlerini neşelendirmeyi âdeta bir vazife sayıyorlar.

Eski akşamcı, bebekleri gülümseyen gözlerini duvarın boş bir köşesine dikiyor. Belli ki gözlerine o kalın duvarı deldiren muhayyelesi onu hasretle andığı yıllara kadar sürüklüyor:

— Sandıkburnu'nda bir Tatar Yanko vardı. Onun gibi dört tane meyhaneci, onun meyhanesi gibi dört tane meyhane türesin, Fahrettin Kerim (Gökay) akşamcı olmazsa içtiğim rakılar gözüme otursun! Fakat ne gezer? Balıkpazarı'ndaki Todiri'yi, Domuz sokağındaki Aleko'yu, Galata'daki Sarı Koço'yu nereden bulalım? Rakı içmek ve rakı içirmek bir ilim, bir sanattı o zaman... Bu saydığım adamlar, bugün sağ olup da bir meyhanecilik üniversitesi açsaydılar bugünkü gazinocular yirmi sene sınıfta kalırlardı!

Muhatabım, taşkın bir hasretle içini çekerek gülümsüyor:

— Eski meyhaneci hakkında tam bir fikir edinmen için sana bir hikâye anlatayım: Adamcağızın birisi, bütün isteğine rağmen, karısıyla bir türlü kavga edemezmiş. Tam karşılarındaki evde oturan bir karı koca da sabah akşam, saç saça baş başa dövüşür dururlarmış. Onların kavgaları, berikinin ağzını sulandırırmış. Nihayet bir gün dayanamamış, karşı evin erkeğini sokakta çevirmiş: "Bayım," demiş, "nasıl oluyor da sen her akşam kavga edebiliyorsun? Şunun çaresini bana da öğretsene?". Beriki, pişkin pişkin gülmüş: "Onun kolayı var... Bu akşam Balıkpazarı'na uğra, bir okka balık alıp eve yolla. Sonra da evine biraz geç git. Baktın ki hatun balığı tavada kızartmış. Derhal kederle "Bu ne rezalet... Ben balığın pilâkisini istiyordum". Baktın ki hatun balığı tavada kızartmamış da pilâki yapmış, yine hırla: "Kırk yılda bir canım kızarmış balık çekmişti. O da kısmet olmadı!". Kavga meraklısı, bu nasihatı derhal yerine getirmiş ve o gece, kavga etmek fırsatını yaratmış olmanın keyfiyle evine dönmüş. Tam kapıyı çaldığı sırada küçük çocuğu, hazırlanmış bulunan tertemiz yemek sofrasını kirletmiş. Zevcesi derhal sofra örtüsünün bir köşesini, bu marifetin üstüne örtmüş ve kapıyı açmış. Bayımız, kemali azametle sofraya oturup sormuş:

—  Bayan... Balığı ne yaptın?
— Kızarttım kocacığım!

Beriki, kendisine kavganın çaresini anlatan komşusuna dua ederek parlamış:

— Öyle olmayacaktı... Ben pilâkisini istiyordum.

Zevcesi gülümsemiş:

— O da var efendim! Ben pilâki istersiniz diye yarısını da öyle yaptım!

Bu cevap, kavga etmek arzusunu yine doyuramayan adamcağızı çileden çıkarmış: "Yahu," demiş, "ben bu evde kavga edemeyecek miyim?"

Zevcinin kavga ihtiyacını sezen zevce, az evvel örttüğü köşesini kaldırıp küçüğün müstekreh marifetini göstermiş: "Kim demiş efendim? Onun da çaresi var!".

******************

Ben kahkahamı tamamlayınca eski meyhanenin kıymetini iyice anlayabilmem için yeni meyhaneyi de kendisinden dinlememi tavsiye eden muhatabım gülümsüyor:

— İşte, eski meyhaneci bu hikâyedeki zevceye benzerdi. Ne kadar yırtınsan, ne kadar çabalasan, ona çıkışmak için fırsat bulamazdın!


Kaynak: Son Posta, 3 Ekim 1937, Sayfa 7.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Şimdi Reklamlar
Semtler, Mekânlar

Balat'ta Bir Meyhane, 1931 (Nick Ashdown)

Tarihsiz (Taha Öncü Arşivi)

Meyhanede, 1933 (Letter From Turkey)

Büyükada'da Meyhane (Taha Öncü Arşivi)

Osmanlı'da Meyhane, 1900'lerin başı (Taha Öncü Arşivi)

Arkası Haftaya

Bir fotoğraf serisi: 1938'de terzi, vatman, şoför ve bestekârın bir günü nasıl geçiyor?

Şoför Mustafa Uzunkaya

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Kupür

Kupür

Geçmiş gazete ve dergilerden yazılar, makaleler, röportajlar. İki haftada bir cuma neşrolunur.

YAZARLAR

Kupür

Geçmiş gazete ve dergilerden yazılar, makaleler, röportajlar. İki haftada bir cuma neşrolunur.

İLGİLİ BAŞLIKLAR

rakı

Beyoğlu

iskambil

Naci Sadullah

Meyhaneci

İstanbul

meyhane

Meyhane

+9 more

İLGİLİ OKUMALAR

0%

;