Hoş geldin. Yaza dair ya da önümüzdeki altı ay içinde seni heyecanlandıran bir plan, bir proje ya da etkinlik var mı? Şu sıralar sıkça kendimi bu sorulara cevap ararken bulduğumdan bizzat sana da yöneltmek istedim.
Heyecan, çok kişisel olmakla birlikte kalabalıklara karışmaya da en hevesli duygularından biri. Dün tematik gösterim serimiz Başrol Müzik’in üçüncü filmi Across the Universe’ü Kadıköy Sineması’nda izledik. Ardından filmin müzikal temasını bant mag.’in iş birliğinde BİNA’nın DJ kabinine taşıdık. Doruk Yurdesin & Deniz Bankal ikilisi akşam boyunca harika bir The Beatles seçkisi çaldı. Sinema ve müziği buluşturmak, heyecanları birbirine karıştırmak çok iyi geldi. Gelen herkese teşekkür ederim.
Başrol Müzik | Cadillac Records
Başrol Müzik, Jam’s Session’ın desteğiyle devam ediyor. Sıradaki gösterim 11 Mayıs’ta Cadillac Records filmi ile olacak. Bu sefer 1950’li yılların Chicago’suna, Phil ve Leonard Chess tarafından kurulan Chess Records efsanesini yakın kadraja alacağız. Dönemin elektrik gitarlı blues’u, ünü kıtanın dışına çıkan soul ve funk müziğini film çıkışında BİNA’ya taşınacak ve DJ kabininde Cünort’un seçkisini dinleyeceğiz. Kadıköy Sineması’nda gerçekleşecek gösterimin biletlerine buradan ulaşabilirsin. BİNA’da zaman tüneli kazacak DJ setine ücretsiz olarak eşlik edebilirsin. Görüşmek üzere.
Neler var bu sayıda?
🎧 İzleme Listesi: Cronenberg’in limuzininden Donadona’nın söndürdüğü hayaller
📺 Gündem: Anaakımın dışında bir komedi film Donadona ekibiyle söyleşi
🎬 Haftanın filmi: Cadillac Records (yön. Darnell Martin)
💿 Haftanın albümü: Jessie Ware, That! Feels! Good
Heyecanı kalabalıklara karışanlara,
Taner
Podcast: İzleme Listesi | Guardians of the Galaxy Vol.3, Donadona, Akbank Kısa Film Festivali
Sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım.

İzleme Listesi podcast'inde; sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım hakkında kısa bilgiler var.
🪩 Albüm incelemesi: Jessie Ware, That! Feels Good!
Jessie Ware, 5. albümü That! Feels Good'la diskonun müzikal ve sosyokültürel mirasını arkasına alarak şaşaalı ve orijinal kompozisyonlar yaratmaya devam ediyor.

Albüm: Jessie Ware, That! Feels Good!
Süre: 40 dakika
Plak şirketi: EMI Records
Yayın tarihi: 28 Nisan 2023
Jessie Ware'in müzikal evrimi
Jessie Ware'nin 10 yılı biraz aşkın müzikal kariyerini ikiye ayırmak mümkün. 2012'de yayımladığı Devotion albümünden Glasshouse'a (2017) değin alternatif R&B janrıyla ilişkilenen yaratıcı bir yaklaşımla öne çıkan; kederli, karanlık ve dingin soul şarkılarıyla gözlemci ve münzevi albüm anlatıları yaratan Ware'in son yıllarda kataloğunu radikal bir dönüşümün ve sanatçı personasını yeniden tanımladığı bir evrimin içinde.
Kuir komünitesinin tüm bileşenlerinin, drag queen performanslarının, seks-pozitif bir anlayışın, uyuşturucu ve rave bir gece hayatının bir araya geldiği 1970'li yılların New York City (NYC) gece kulübü mirasına geri dönmek, Ware'in şaheser albümü What's Your Pleasure'la başlattığı müzikal ve müzisyen personası metamorfozunu anlamlandırmakta faydalı olabilir.
NYC'in tüm marjinal gruplarını, ötekileştirilmiş olanlarını (LGBTQI+, siyah, Latino bireyler ve dahası) ve onların statükoya karşıt alternatif sosyokültürel değerlerini bir araya getiren gece kulübü sahnesi; özgür aşkın, otoritesiz eğlencenin ve çok katmanlı bir sosyokültürel dayanışmanın deneyimlendiği bir havuzdu. Şehrin geceyle başlayan ve karanlıklarda hayat bulan kaçış noktaları kulüpler, başka bir bir aradalığın ve yaşamın mümkün olduğunu ortaya koyan altmetinlerle doluyken, diğer taraftan da benzersiz bir müzik janrının doğuşuna şahitlik etti.
"Disko" olarak bilinen ve kulüp pistinin yüksek enerjili kalabalığının esrik anlarına eşlik eden janr; müziğinin drum machine'li ve synthesizer'lı temel dokusuna işlediği funk, soul, caz, rock 'n' roll ve ötesinin ses manzaralarıyla dansın arındırıcı cazibesinin müzikle ilişkisinde benzersiz bir kanal açtı. Dahası, dans pistinin kimlikleri şeffaflaştıran ve geçişken kılan özgür köşeleri, müzik tarihine Grace Jones'tan Donna Summer'a genişleyen "divalar" kazandırdı. Diskonun müziği ve onunla özdeşleşen yaşam/kimlik değerleri, gelecek on yıllar boyunca ilham devşirilen engin bir kaynağa dönüştü.
Jessie Ware'in yakın geçmişinin müzikal devrimini motive eden arka plan da buydu. Öncesinde mikrofonunu ve katmanlı müzikal kompozisyonlarını depresif, münzevi ve hafakanlar içinde bir dünyaya yerleştiren müzisyen, What's Your Pleasure'la beraber dans pistinin yoldaşlığını, aşkı, bağımsız şehveti, etiketsiz bir erotikliği ve disko müziğinin divalarını keşfetti. Öyle ki albümün kapak fotoğrafı dahi ünlü NYC gece kulübü Studio 54'un yıldızlarından Bianca Jagger'ın Andy Warhol imzalı kadrajından esinle çekilmişti.
Jessie Ware, That! Feels Good!
Diskonun dans pisti
Pop müziğinin eklektik ve deneysel ses uzamlarında binbir forma büründüğü günümüzde ilham kuyuları kazarak geçmişin parıltılı üretimlerine ve kahramanlarına bakan; dance-pop'un ve diskonun kökenlerine inerek hâlihazırda bir kimlik kazanmış janrların yeni yorumlamalarını yapan isimlerle karşılaşmak zor değil.
Pop müziğin modern divalarından Lizzo'nun görselliği ve sesleriyle bir diskolu zamanlar güzellemesi olan About Damn Time teklisi, Beyoncé'nin Chicago, Detroit, New York ve dahasının yeraltı gece kulüplerinin mirasına selamı Renaissance albümü, Frank Ocean'ın "HIV önleyici ilaçlar var olsaydı 1980'lerin New York kulüp sahnesinin alabileceği hâle bir övgü" diye tanımladığı kuir gece kulübü serisi ve - tabii ki - Jessie Ware'in müzik kataloğunun taze parçaları. Tüm bunlar, uzun bir örnekler listesinin başını çekenleri.
That! Feels Good!
Öte taraftan, Jessie Ware'in yukarıdaki diğer isimlerden ayrıldığını ve onun geriye bakışının nevişahsına münhasır olduğunu belirtmek gerek. Öyle ki Ware, çıktığı genç müzikal maceraya tam adanmışlığı, esinlendiği kaynakları genişçe kucaklayışı ve geçmişin nostaljisinde bugünün orijinal seslerini üretmekteki kabiliyetiyle benzersiz bir konuma sahip. Ve That! Feels Good, bunun en debdebeli sergilenişlerinden biri.
Kylie Minogue, Dua Lipa ve Rina Sawayama gibi dance-pop/nu-disco'nun dev isimlerinin albümlerinde çalışmış Stuart Price ve Simian Mobile Disco'dan James Ford'u prodüktör; Shungudzo Kuyimba ve Sarah Hudson'ı yazar; Róisín Murphy'i ise misafir müzisyen kadrosuna katan Jessi Ware, üstünden inci dolu kolyelerin sarktığı Jack Grange imzalı kapak fotoğrafında bir divanın ışıltılarına sahip. Bunlar, albümün müziğinde de yansımalarını bulan Ware'in direksiyon kırdığı dansla dolu güncel ses evreninin ipuçlarını veren detaylar olarak değerlendirilebilir.
Yeni uzunçaları için "hayranlarıma kulak verdim ve "What's Your Pleasure?" ile inşa ettiğim dünyayı yaşatmaya devam ettim." diyen müzisyen, arkasına 70'lerin New York şehrinin kulüplerini ve disko müziğini alarak çıktığı yolculuğu sürdürürken; dansa, divalara ve yarınsız eğlencelere güzellemerle dolu yeni bir maceraya atıldı. Diğer yandan albüm, hareket noktası olan müzisyenler ve müzik sahnelerinden açılarak yalnızca bir disko ya da dance-pop albümü üretmenin ötesine geçti.
Jessi Ware. | Fotoğraf: Jack Grange
Londra caz sahnesinden Afrobeat/Jazz-Funk grubu Kokoroko'nun bakır üflemelileriyle yarattığı funky pasajlar, bunların Jessie Ware'in vokaliyle girdiği ritmik etkileşimler (Ayrıca bkz: call-and-response) bir tarafa; izini James Brown'un funk mirasına kadar sürebileceğimiz ve albümün geneline yayılan gitar akorları ve melodik bas dizileri, That! Feels Good!'un biteviye dans enerjisinin sacayaklarından oldu. Dahası, Hello Love ve Begin Again gibi şarkılarda analog yaylılarla kurulan orkestral görkemlilikler, Nina Simone'u disko topu altında yeniden hayal eden soul merkezli janr geçişkenlikleri de yarattı.
Ware, şehvetli anların aralara sızdığı kulüp atmosferinde özgürleşti, romantizmin erotik esrikliğinde kayboldu ve kendini dansın histerik enerjisine teslim etmeye devam etti. Ve bunu disko ve dance-pop'u arkasına; funk, soul ve yer yer de cazı yanına alarak gerçekleştirdi. Nostaljinin bir taklite sıkışmak zorunda olmadığını, aksine yaratıcı bir uğraş olabileceğinin göstergeleriyle dolu olan That! Feels Good!, Jessie Ware'nin çağdaş bir diva olarak yükselişinin en ihtişamlı durakların biri.
Anaakımın dışında bir komedi: Donadona
Donadona filminin senarist ve başrol oyuncusu Ahmet Kürşat Öçalan ve yönetmenleri Kaan Arıcı ile İsmet Kurtuluş'la röportaj.

Ali Ilıksüt'le tanışın. Ali bir oyuncu ve kendisini en rahat hissettiği yer sahne. Oyunculukla para kazanabildiği bir yaşam düşlüyor. Fakat bu kolay değil. Bir yandan ekonomik, bir yandan romantik dertlerle mücadele etmeye çalışıyor. "Buz tutan hayallerin, her şeye rağmen deneyenlerin ve yeniden, daha güzel yenilenlerin komedisi" diyor MUBI'nin e-posta kutuma düşen tanıtım metni. Ali ve Ceren'in sahnedeki varoluş mücadelesi, kamera önüne geçebilmek için oyuncu seçimlerindeki döktükleri terler, adeta hayaller ve gerçeklerin meydan muharebesine dönüşüyor. Bir de tabii Ali'nin Ceren'e karşı bir türlü dillendiremediği duyguların birikimi var... Zor Ali'nin işi.
Ana akım komedi filmlerinden geçilmeyen sinemamızda, ana akımın dışında komedi üretiminin nadir örneklerinden olan Donadona, çeşitli festivallere konuk olduktan sonra bugün MUBI'de izleyiciyle buluşuyor. Ahmet Kürşat Öçalan'ın kişisel deneyimlerden faydalanarak senaryosunu yazdığı ve başrolünü üstlendiği filmin yönetmenleri ise yeni filmleri LCV (Lütfen Cevap Veriniz) ile gündemde olan ikili Kaan Arıcı ile İsmet Kurtuluş. Film soruyor: Hayallerinden vazgeçmenin sınırını nerede çizmek gerek?
Önce Kürşat'ın, ardından yönetmenler İsmet ve Kaan'ın kapısını çalıyor; Donadona'yı, Türkiye'de oyuncu olmayı ve ana akımın dışında komedi yapmayı soruyorum.
Ahmet Kürşat Öçalan | Kaynak: MUBI Türkiye
Türkiye’de yaşamını sürdürmeye çalışan bir komedyenin yaşadıkları göz önünde bulundurulduğunda Donadona’da izlediğimiz olayların ne kadarı parodi, ne kadarı gerçek?
Oyunculukla hayatını idame ettirebilmek gerçekten çok güç. Ben İstanbul’a geldiğimde bir yandan oyunculuk kovalarken bir yandan da kast direktörlüğü asistanlığı yaptım. Bu süreçte de çok fazla oyuncu ile tanıştım. Çok net bir şekilde söyleyebilirim ki filmde yaşananların fazlası var azı yok. Donadona tamamen otobiyografik bir film değil ama Ali’nin yaşadığı birçok mevzuyu ben de yaşadım diyebilirim.
Reklam filmleri, televizyon dizileri, sinema ve tiyatro… Bu dört alanda yönetmenlerin, yapımcıların ve izleyicinin beklentileri -özellikle Türkiye’de- nasıl farklılıklar gösteriyor? Tüm bunlar oyuncuda nasıl bir baskı ya da kafa karışıklığı yaratıyor?
Ben oyunculuğu kategorize etmekten yana değilim. Mecra ne olursa olsun hepsinde oyunculuk yapıyoruz. O yüzden bir oyuncu her mecrada da oynayabilmeli. Tabii ki her birinin ayrı dinamikleri var. 30 saniyelik bir reklam 12 saatte çekiliyor. Daha detaylı bir çalışma oluyor. Maksat ürünü satmak olduğundan reklamda biraz daha büyük bir oyunculuk isteniyor genelde. Az zamanda çok fazla şey anlatmak gerekiyor. Dijital bir platforma yapılan diziler televizyona yapılan bir diziye oranla daha özenli oluyor hâliyle. Televizyon dizisinde her hafta 2.5 saatlik bölüm yetiştirme zorunluluğu işi daha pratik bir şekilde çözme yoluna itiyor. Bu da her departmana yansıdığı gibi oyunculuğa da yansımak zorunda kalıyor. Dijital platforma yapılan işlerde ve sinemada daha detaylı bir çalışma mümkün. Yönetmen de seyirci de oyunculuk noktasında daha talepkâr olabiliyor bu sebeple. Tiyatroya gelecek olursak... Tiyatronun en güzel yanı canlı oynanıyor olması, seyirci tepkisini anında ölçebiliyor olmak. Hep beraber sahnede oluşan enerjiyi hissedebilmek. Bunun için ortalama 1.5 aylık bir prova süreci gerçekleşiyor. Yönetmenin tiyatroda çok önemli olduğunu düşünmekle birlikte tiyatro daha ziyade oyuncunun işi gibi geliyor bana. Sinemada yahut dizide yönetmen istediğini izleyiciye gösterirken tiyatroda oyuncunun performansına bağlı her şey. Bu sebeple tiyatroda her şey apaçık olduğu için seyircide oyunculuktan beklenen talep diğer mecralara göre daha fazla. Soruyu özetleyecek olursam bu dört alanda da beklentiler ufak tefek değişiklikler gösteriyor olsa da esasen oyunculuktan beklenti her zaman iyi olması yönünde. Hikâye neticede oyuncularla anlatılıyor. Oyuncu da işini yaptığından ötürü doğru bir yönetmen-oyuncu iletişimi ile mecra fark etmeksizin üzerinde baskı hissetmez.
Donadona | Kaynak: MUBI Türkiye
Senarist ve oyuncu olarak yer aldığın bir projede yönetmen koltuğunda farklı bir (hatta iki) ismin oturması Donadona’yı yazarken hayal ettiğin çerçevenin dışına çıkardı mı? İsmet ve Kaan'la iletişimin nasıldı?
İsmet ve Kaan’la daha önce çekmiş oldukları Son Şinitzel filminde çalışmıştım. Çok da güzel bir setti ve zaten onları oradan tanıdığım için bu filmde de hiç yabancılık çekmedim. İkisi de birbirini uzun zamandır tanıyor ve çok iyi anlaşıyorlar. İki yönetmenle çekilmiş bir film dahi olsa herhangi bir iletişimsizlik olmadı. Ne istediklerini gayet net biliyorlardı ve bunu da oyunculara aktarma noktasında sorun yaşamadılar. Yazmanın yanı sıra aynı zamanda filmin oyuncusu da olduğum için sette de bazı sahneleri konuşup kararlaştırdığımız oldu. Herkesin çok çalıştığı, öğretici ve çok eğlenceli bir süreçti Donadona benim için.
Kürşat'la nasıl bir araya geldiniz ve Donadona bir sinema filmine nasıl dönüştü?
İsmet Kurtuluş: 2018’de, Donadona hiç ortada yokken Kürşat kendi Instagram hesabından, oyuncunun seçimi sürecinde yaşadığı zorlukları komik, kısa skeçlerle oynuyordu. Ben o videolara çok gülüyordum. Bir gün buluştuk ve birlikte bu konuda uzun film yapar mıyız dedik, sonra sanıyorum Kürşat 1-2 ay sonra senaryonun ilk taslağını yazdı. O taslağı Kaan’la birlikte biraz kısalttık ve bir anda kendimizi filme hazırlanırken bulduk. Çok doğrudan gelişen bir süreçti. Para arama, yayın platformu arama, doğru zamanı bekleme gibi şeyler aklımızın ucundan bile geçmedi. Ben, Kaan, Kürşat ve dördüncü ortağımız Ahmet Orhon; yapmaya karar verdik ve o günden sonra hiç arkamıza bakmadan filmi yaptık.
Donadona | Kaynak: MUBI Türkiye
Donadona’yı ilk kez geçtiğimiz yılki İstanbul Film Festivali’nde, Antidepresan bölümünde izlemiştik. Ben bu bölümü “festival filmi” algısını biraz yıktığı, komedinin ana akım olmak zorunda olmadığını kanıtladığı için seviyorum. Türkiye’de ana akım dışında komedi üretimi konusunda ne düşünüyorsunuz?
İ.K.: Türkiye’de ana akım dışında komedi üretiliyor gibi gelmiyor bana pek. Çok üzücü. Kültür Bakanlığı’dan fon alıp ortak yapım yapıp film çeken kimse komediyle ilgilenmiyor bizde. Hem isim yapmış yönetmenler hem de yeniler için geçerli bu söylediğim. "Comedy doesn’t travel" derler, komedi filminizle festivallerde olamazsınız anlamında. Bağımsız sinemacıların bu söze dikkat verdiğini düşünüyorum biraz. Büyük stüdyolar da sadece ana akım üretim yapıyorlar. Son yıllarda AC Film’in belki yarı-bağımsız diyebilceğim filmleri var aklıma gelen, bir de şimdi ilk anda aklıma gelen Gibi dizisi var, olağanüstü bir ana akım dışı komedi. Parmakla gösteriyoruz onu, çok alternatif bir proje; ama o da film değil. Film olsaydı, bu kadar serbest stil yazıldığı için izlenmezdi.
Kaan Arıcı: Türkiye’de en çok üretilen film türü komedi. Ama anca popüler olan, çok belirli tarzda filmler yapılıyor. İsmet ve benim çok sevdiğimiz, istediğimiz bir tarz değil bu. Biz biraz daha gerçek hayatın içerisinden görebildiğimiz şeyleri yapmak istiyoruz. Yani bunu diyerek "güldürürken düşündüren" demek istemiyorum ama dışarıdan bakınca komik olan ama içinde bulunduğunuzda pek de komik olmayan bir yaklaşım diyeyim; bu bizim daha çok ilgimizi çekiyordu. Komediye bu şekilde bakıldığında aynı zamanda ne kadar trajik de olabileceğini görüyorsunuz ve bu gerçek hayatta da böyle. O yüzden Kürşat’ın senaryosu gibi senaryolar benim daha çok ilgimi çekiyor.
Donadona | Kaynak: MUBI Türkiye
Donadona sahneyle çok ilişkili bir film, sonrasında yine birlikte yönettiğiniz LCV (Lütfen Cevap Veriniz) de neredeyse bir tiyatro oyunu gibi. Sinema ve sahne ilişkisiyle özellikle ilgilendiğinizi söyleyebilir misiniz; bundan sonraki projeleriniz de bu çizgide mi olacak?
İ.K.: Benim için bu iki filmin arka arkaya gelmesi tesadüf oldu, şahsen özellikle ilgilendiğim bir konu değildi. Ama çok hoşlandım çalışırken. Daha sonra da bu alanlarda gezinen filmler yapmak isterim. Kaan bana göre tiyatroyla çok daha içli dışlıdır, mesela oyun okumak anlamında. Klasik tiyatroyu da bilir o. Hatta tiyatroda oynamışlığı da vardır.
K.A.: Tamamen tesadüf. Benim tiyatroyla ilişkim zaman içinde sahnede ve sahne arkasında çeşitli görevler üstlendiğim için zaten uzunca bir süredir vardı. Bu dünyaya girince insan ister istemez oyunlarla, oyun yazarlarıyla da ilgilenmeye başlıyor. Durum böyle olunca LCV (Lütfen Cevap Veriniz)'e hazırlanırken ben bildiğim, tanıdığım bir dünyanın içinde hissettim kendimi. Yani bundan sonra da sahneyle ilişkili filmler yapmak isterim. Donadona özelinde tiyatro yaparak hayatta kalmaya çalışan (biz bizim filmde oyuncuların tarafından anlatıyoruz) insanları çok tanımıyordum, Kürşat bunun tam içinden geldiği için böyle bir senaryo yazabildi ve bizim buna eklenmemiz de en başında söylediğim gibi tesadüf oldu.
Duende X Kadıköy Sineması X The Irish Spirit: Başrol Müzik
Müziğin farklı türlerinden bambaşka hikâyeler anlatan filmleri Kadıköy Sineması iş birliğiyle yeniden izleyiciyle buluşturan Duende, The Irish Spirit’in lezzetli birlikteliğiyle çıktığı yolda yanında sana da bir yer ayırdı. Daveti değerlendirmek için Başrol Müzik serisinin gelecek programında Cadillac Records var.
- Geçmiş program: Önceki buluşmaların beyaz perde konuklarından The Boat That Rocked ile Kadıköy Sineması’nı tam anlamıyla sallamış; The Beatles güzellemesi Across The Universe gösteriminin ardından Doruk Yurdesin & Deniz Bankal’ın BİNA kabinindeki setiyle politik ve romantik dünyamızda takılmaya devam etmiştik.
11 Mayıs Perşembe | Cadillac Records: Yönetmen Darnell Martin kamerasını efsanevi plak şirketi yöneticisi Leonard Chess’in yaşamına çeviriyor. Rock’n roll’un fon oluşturduğu 1950’lerin Chicago’sunda Chess’in stüdyosu Willie Dixon, Chuck Berry, Little Walter, Buddy Waters, Howlin’ Wolf ve Etta James gibi dönemin efsanevi müzisyenlerine ev sahipliği yapıyor.
Filmin ardından: Salondan çıkınca yolunu yine BİNA’ya kırmayı unutma. Cünort’un hazırladığı DJ setle Cadillac Records evrenini BİNA’da yaşamaya devam edecek ve başroldeki müziklerle gecenin seyrini değiştireceğiz.
Gösterimin biletlerine şuradan ulaşabilir, The Irish Spirit’i buradan takip ederek gelişmelerden haberdar olabilirsin.
Decisive Pink. Soldan sağa Kate NV ve Angel Deradoorian. | Fotoğraf: Sasha Kulak
• Çıkışta serimizin yeni konuğu Kate NV ve Angel Deradoorin'dan oluşan Decisive Pink oldu. Seslerin çok açılı uzamlarında eğlenceli oyunlar yaratan iki dostun hilkât garibesi dâhilikleriyle benzersiz bir pop kompozisyonu vadeden projenin öyküsü ve geleceği burada.
• Koray Soylu, Geçtiğimiz yılın Berlinale programında prömiyeri yapılan ve oradan Panaroma Belgesel-İzleyici ödülüyle ayrılan Aşk, Mark ve Ölüm belgeselinin yönetmeni Cem Kaya'yla filmi üzerine etraflı bir söyleşi gerçekleştirdi.
• Emre Eminoğlu, 19. Akbank Film Festivali direktörü Selim Evci'yle bir araya geldi. Festivalin 20 yıla yaklaşan tarihi, çevrimiçi gösterimlerin yaygınlığı, kısa filmlerin dijital platformlardaki popülaritesi ve ötesine uzanan sohbetin tamamı burada.
• Yeah Yeah Yeahs, ilk albümleri Fever to Tells'in 20. yılına özel bir belgesel paylaştı. There is No Romance'le ilgili detaylar haberimizde.