Herkese merhaba. Eylül ayıyla birlikte Spektrum bülteni, artık yeniden okurlarıyla buluşuyor. Her hafta çarşamba günleri saat 13:00'te gelen kutunuza düşecek e-postadan haftanın siyasi gelişmelerine, analizlere ve değerlendirmelere ulaşabilirsiniz.
- Cumartesi: Bugün e-posta kutunuza düşen bu özel sayı ise "Nedir?" bültenimizin başlangıcı. Aralıklarla yayımlayacağımız bu serimizde, tıpkı ideolojiler serimizde olduğu gibi siyasi akımların ve terimlerin "ne olduğunu" ve "neden tartışıldığını" inceleyeceğiz.
- İlk sayı: Serinin ilk sayısında Siyasal İletişimci Burak Savaş, "Atatürkçülük nedir?" sorusunu cevaplıyor. Savaş, yeni Atatürkçülüğü, iktidarın Atatürkçülüğü nasıl sahiplendiğini anlatıyor, muhalefetin Atatürkçülük'ü sahiplenip sahiplenemediğini değerlendiriyor.
İyi okumalar.
-İlkim

Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
İktidar, Atatürk ve Yeni Atatürkçülük
Atatürkçülük nedir?

“… biz bu adamlara karşı durmasını bilelim ve göğsümüzü gere gere onlara seslenelim: Çağdaş uygarlığa sırt çevirmek Atatürkçülükse, biz Atatürkçü değiliz. Hayatta en hakiki mürşit ilim değilse biz Atatürkçü değiliz. Vicdan ve fikir özgürlüğü doğruyu aramak, doğruya inanmak, inandığımızı savunmak değilse, biz Atatürkçü değiliz… Onlara bunu söyleyelim. Bıkmadan, usanmadan her gün söyleyelim. Atatürk’le de Atatürkçülükle de hiçbir ilişkileri olmadığını ispat edene dek söyleyelim.”
-Nadir Nadi (Ben Atatürkçü Değilim, Cumhuriyet, 16 Aralık 1965)
Kuruluş sürecinde, 28 Şubatçı hegemonyaya karşı liberal/sol liberal çevrelerin de desteğini kazanan AK Parti’nin başarısı, post-Kemalist tezlerin iktidara yürüyüşü olarak da değerlendiriliyordu. O günlerde, bugüne oranla daha geniş bir ideolojik çeşitlilik barındıran AK Parti yönetimi, tek parti dönemini ve Kemalizm eleştirilerini siyasal İslamcı ideolojik bir zeminden ziyade, özgürlükler ve demokrasi perspektifinden yapmaya daha yatkındı. Özellikle 27 Nisan e-Muhtırası ve 2010 Referandum sürecinin ardından iktidarını sağlamlaştırma yoluna giden AK Parti yönetimi, Balyoz-Ergenekon süreçleri ile birlikte “ispatlanan” askerî vesayet rejimine yönelik eleştiriler üzerinden aslında Kemalizm eleştirisini daha açık hâle getiriyordu.
AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 28 Mayıs 2013 tarihli grup toplantısında kullandığı "İki tane ayyaşın yaptığı yasa" ifadeleri -Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü kastettiği iddiasıyla- çok büyük tepki toplamış ve AK Parti’nin Atatürk’e ve Atatürk dönemine yönelik ideolojik (siyasal İslamcı) karşıtlığının açık ifadesi olarak hafızalara kazınmıştı. 2014 yerel seçimleri öncesinde ise Erdoğan, Aydın'da yaptığı bir mitingde kendisine Atatürk posteri sallanmasını protesto olarak değerlendirmiş ve bu eylemi CHP'li -daha küçümseyici bir ifadeyle Cehape’li- olmakla eşleştirmişti: "Şimdi gelirken birileri bana Atatürk’ün posterini sallıyor. Bana neden Atatürk’ün posterini sallıyorsun. Ki büyük ihtimalle ‘Cehape’li".
15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonucunda ise Erdoğan’ın ve AK Parti yönetiminin, Atatürk’ü daha merkeze oturtan bir söylem ve eylem aksına geçtiğini gördük. AK Parti, millî görüş geleneğinin 1970’li yıllarda -biraz da statükoyla iyi geçinebilmek için zorunlu olarak- sarıldığı bağımsızlıkçı/kalkınmacı Mustafa Kemal Paşa (çoğunlukla kalpaklı) imgesini aşacak derecede yoğun bir Atatürk kullanımına gitti. Yapılan etkinliklerde dev Atatürk posterleri ve "Hakimiyet milletindir" sloganları sıklıkla yer almaya başladı. TRT gibi kanallardaki tarihi dizilerde ve AK Parti reklam filmlerinde, Atatürk kullanımları çok daha yaygın bir hâl aldı.
2017 Referandumu ve 2018 Genel Seçimleriyle birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve AK Parti hükümetinin devletleşme sürecini tamamlaması; Erdoğan ve AK Parti açısından, Atatürk’ün bir devlet figürü, bir devlet mirası olarak daha özgüvenle sahiplenilebilmesini sağladı. 2014 seçimlerinden önce "Cehape"li olan Atatürk, 2018 seçimleri ve sonrasında artık "CHP’ye bırakılamayacak kadar önemliydi". Nitekim Erdoğan 10 Kasım 2021’de, Doğu Perinçek’in de dinleyiciler arasında olduğu, Atatürk’ü anma töreninde yaptığı konuşmada CHP’nin, Atatürk çizgisinden ne denli uzaklaştığının altını şiddetle çiziyordu: "Şayet Gazi hayatta olsaydı emin olun bunları o partiden sopayla kovalardı. Gerçi bu partinin mevcut yapısı içinde Atatürk o partinin kapısından içeri sokulur muydu, tabii onu da bilmiyoruz?"
Darbe girişimi sonrası artan güvenlikçi politikalar da AK Parti’nin -devlet olarak- kamuoyunda Atatürkçü algılanan, çoğunlukla "ulusalcı" olarak nitelendirilebilecek belli çevrelerle daha rahat iletişime geçmesini sağladı. Önce CHP’de, sonrasında da Memleket Partisi’nde siyaset yapan Balyoz Mağduru Mehmet Ali Çelebi (2023 seçimlerinde İzmir Milletvekili seçildi), 1990’lı yıllarda yaptığı Ceviz Kabuğu programıyla meşhur olmuş, yıllar sonra bu programı TELE1’de sürdürmüş, "Bütün Kaleler Zaptedilmedi (Attila İlhan röportajı)", "Şeyhler Müritler ve Yalancı Peygamberler", "1919’un Şifresi" gibi kitaplar yazmış olan Hulki Cevizoğlu (2023 seçimlerinde AK Parti İstanbul Milletvekili seçildi), bir dönem iktidar gemisinin dümeninde olduğunu iddia eden Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ya da Mavi Vatan, Suriye Politikası, Karabağ, terörle mücadele ve savunma sanayi gibi alanlarda iktidarla yan yana gelen eski TSK mensupları; AK Parti’nin "Atatürkçü" dönüşümünü hızlandıran ve dış kitlelere ispatlayan bazı argümanları teşkil ettiler. Nitekim bu isimlerden bazıları, 2023 seçim kampanyası sürecinde de, Cumhur İttifakı’nın gerçek Atatürkçü olarak konumlarken Millet İttifakı’nı "Atatürksüz" ilan etti.
Unutmamak gerekiyor ki, AK Parti’nin Atatürk ile ilgili bu dönüşümü, toplumun inatçı duruşu sayesinde gerçekleşti. Post-Kemalist tezler toplumda bir türlü rağbet görmedi, tek parti dönemine yönelik siyasal İslamcı eleştiriler ve karşı argümanlar ise, toplumsal karşılık olarak İsmet İnönü’yü aşıp Atatürk’e ulaşamadı. Türk toplumunun büyük bir çoğunluğu, örtülü ve açık tüm rıza üretimi çabalarına rağmen Atatürk’e eleştirel yaklaşmayı ya da tek parti döneminde eleştirdikleri bazı uygulamaları Atatürk ile ilişkilendirmeyi kabul etmedi. Nitekim Metropoll Araştırma’nın 2021 Kasım Raporu’nda, "Atatürk’ün yaptıklarından dolayı ona şükran duyuyor musunuz?" sorusuna, seçmenlerin verdiği cevap %92 oranında "Evet, duyuyorum" olmuştu. Dolayısıyla iktidarı aşıp devletleşmeyi hedefleyen bir hükümet için Atatürk’le mücadele etmektense, Türkiye’de defalarca kez yapılmış olanı yapıp yeni bir Atatürkçülük inşa etmek her açıdan daha rasyoneldi.
Her ne kadar iktidar elitleri arasında, ideolojik duvarlarının sağlamlığı sebebiyle bu fikre karşı çıkan siyasal İslamcı entelektüeller olsa da; onların, muhafazakar mahallenin içinde, reelpolitiği pusula bellemiş olan pragmatist komşularına yenildiklerini görüyoruz. Yeni Akit ve Yeni Şafak’ın, söylem farkları ve etki alanları arasındaki güç farkı, kavgaya bile dönüşemeyen bu iç çekişmenin kazananını işaret ediyor. Yeni Akit yazarı Ali Osman Aydın’ın, Kemalist dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a atfedilen ve muhafazakar mahallede tek parti eleştirisi vesilesiyle lanetle anılan "Ulan öküz Anadolulu, sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız, komünizm gerekirse onu da biz getiririz" cümlesine nazariye yapıp: "Atatürkçülük lazımsa alasını da biz yaparız" diyen bir muhafazakar elitin var olduğunu gördük bu tartışmalarda. Nicelikleri büyük değil ama nüfuzları büyük!" diyerek, hem muhafazakar elit içinde AK Parti’nin Atatürkçülük stratejisiyle ilgili olan çekişmeyi itiraf ediyor, hem de bu çekişmede kendisinin de bulunduğu grubun yenildiğini kabul ediyor.
Bugün gelinen noktada iktidarın kendi Atatürk inşasını tamamlama aşamasına git gide yaklaştığını söylemek mümkün. Bu Atatürkçülük, Atatürk'ü CHP'den (hatta mümkünse genel anlamda muhalefetten) uzaklaştırıp, devlete (ve dolayısıyla iktidara) yakınlaştıran; devletçi, güvenlikçi, anti-emperyalist, milliyetçi (yer yer yabancı düşmanlığına kaçabilecek ölçüde), süper güç olma ve devletin bekası söylemi üst seviyede olan, toplumun değerleriyle (başta din ve “aile kurumu” kastediliyor) barışık; fakat laiklik, Cumhuriyetçilik, sosyal adalet üzerinden yorumlanan halkçılık ile daimi ilericiliği hedefleyen devrimcilik ilkelerini asgari düzeyde tutan, daha muhafazakar ve -Atatürk üzerinden prim yapanlara inat- daha "hakiki ve harbi" bir Atatürkçülük olacak gibi duruyor.
Disney, Atatürkçüler ve Yeni Atatürkçülük
Disney'in kararı sonucunda yaşananlar; bir taraftan Türk toplumundaki Atatürk duyarlılığının yüksekliğini gösterirken, öteki taraftan da, AK Parti'nin inşa sürecinde fazlasıyla yol kat ettiği yeni Atatürkçülük anlayışını perçinleyen gelişmelere neden oldu.

“Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir”
-Roland Barthes
Geçtiğimiz günlerde, Disney’in, dijital platformunda (Disney Plus) yayınlanacak Atatürk dizisine yönelik, Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi’nin (ANCA) baskısı ile verdiği (diziyi Disney Plus platformu yerine önce FOX TV sonra da sinemalarda yayınlama) kararı sonucunda yaşananlar; bir taraftan Türk toplumundaki Atatürk duyarlılığının yüksekliğini gösterirken, öteki taraftan da, AK Parti'nin inşa sürecinde fazlasıyla yol kat ettiği yeni Atatürkçülük anlayışını perçinleyen gelişmelere neden oldu. Disney’in aldığı karar sonucunda, muhalif siyasetçilerin yanı sıra, AK Parti'li yetkililerden de peşi sıra tepkiler geldi. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik bu Disney’in tutumunu “Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerine ve milletimize saygısızlık” olarak değerlendirdi. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, Disney’den savunma istenileceğini söyledi. Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Müsteşarı İbrahim Kalın gibi dış politika ve güvenlik bürokrasinin en kritik isimlerinin de sürece dahil olduğunun açıklanması, olayın ne denli önemsendiğini (ya da önemsendiğinin düşünülmesinin önemsendiğini) gösterdi. Keza sosyal medyada kullanıcılarından gelen geniş çaplı tepkiler incelendiğinde de; en az muhalifler kadar iktidar seçmeninden de yoğun tepkiler geldiği görülüyor.
Fakat tepki bir tek Disney’e değildi, başta Birce Akalay ve Hazal Kaya olmak üzere, muhalif/seküler kimlikleriyle tanınan birçok ünlüye de sessiz kaldıkları, yeterince ses çıkarmadıkları ya da samimi olmadıkları sebebiyle -yer yer linçe varan- tepkiler geldi. Birce Akalay, Disney’in kararıyla ilgili kendisine yöneltilen soruları: "Ben bu konuyla alakalı fikrimi beyan etmek isteseydim sosyal medya hesaplarımdan yapabiliyorum. Sorunuzu nazikçe reddetmek istiyorum. Mevzu bahis Atatürk olduğu zaman ben atakızıyım zaten. Çok fazla altını çizmeye gerek yok diye düşünüyorum" diye cevaplamıştı.
Hazal Kaya da konuyla ilgili, "Konuya yorum yapacak kadar bilgim yok, olsaydı söylerdim. Bilmiyorum. Proje çekilirken çok heyecanlanmıştık, yakın arkadaşlarımız oynadı, ben izlemek istiyorum. Nerede, nasıl yayınlandığıyla çok ilgilenmiyorum" demişti. Bu cümleler sonrasında, Disney’e yeterli reaksiyonu göstermedikleri gerekçesiyle kendilerine gelen tepkiler bir linç boyutuna ulaşınca, iki sanatçı da sessiz kalamayıp sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla, yanlış anlaşıldıklarını açıklamak zorunda kaldı.
AK Parti’nin politikalarına yönelik radikal savunularıyla tanınan Abdurrahman Uzun’un; Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz, Eda Ece ve Tarkan gibi isimleri işaret edip “Gözler bu tipleri arıyor” diyerek -Atatürk üzerinden prim yaptıklarını ima ettiği- muhalif sanatçıların Atatürkçülüğü ile ilgili samimiyet eleştirisinde bulunması, iktidar çevresinin önümüzdeki dönemde, inşasını tamamlayacağı yeni Atatürkçülük üzerinden muhalifleri -başta sekülerler olmak üzere- nasıl hizalamaya ve “samimiyet testleri” ile yıpratmaya çalışacağını gösteriyor.
Bu yolla, mütedeyyin hassasiyetlere saygılı olmak kaidesiyle, seküler bir hayat yaşayan -kararsız seçmen olan ya da ekonomi ve göçmen politikası gibi sebeplerle kararsız seçmen kategorisine geçmekte olan- kitlelerde ileriye dönük bir rıza üretiminin gerçekleştirilmesi hedefleniyor olabilir. Nitekim özellikle seçim döneminde AK Parti’li ailelerin ilk defa (ya da ikinci defa) oy verecek çocuklarında görülen AK Parti’den zihni kopuş sebebiyle umudu milliyetçi/ulusalcı kimliğiyle öne çıkan MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ya da Memleket Partisi gibi partilerde arama eğilimini yeni nesil “devletli” Atatürkçülük üzerinden kırmanın planlanıyor olması da ihtimaller arasında.
Hiç şüphesiz, bu yeni Atatürkçülük “Türkiye Yüzyılı’nda bir süper güç olma yolunda yürüyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güçlenmesine karşı yöneltilen -iç ve dış- tehditler”e karşı kullanılacak sopalara, AK Parti’nin çekirdek sosyolojisini aşan bir toplumsal rıza üretimini sağlama potansiyeli sunarak, güvenlikçi politikaların seküler kitlelerdeki meşruiyet zemini güçlendirebilir. Erdoğan, 10 Kasım 2021’deki konuşmasında “Gazi”nin bölgeyi kucaklayan siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri mirasına sahip çıkan birisi varsa onun da kendileri olduğunu söylüyor; Atatürk’ün savaştığı cepheleri örnek göstererek güncel güvenlik politikalarını tarihsel bir zemine oturtup muhalif Atatürkçülerin samimiyetini/dürüstlüğünü sorguluyordu:
“Hani bize diyorlar ya. Azerbaycan’da ne işin var? Suriye’de ne işin var? Libya’da ne işin var? Hani siz Kemalisttiniz? Hani siz Atatürk’ün yolundan gidiyordunuz? Dürüst değiller, değiller! M. Kemal milletimizin istiklal ve istikbal mücadelesinin gerektirdiği her yerde bilfiil savaşmış, mücadele etmiştir”.
Seküler milliyetçi/Atatürkçü olarak değerlendirilebilecek bir grup yeni nesil protest seçmenin sosyal medyada sıklıkla takip ettiği Twitch yayıncısı Jahrein’in ve yine benzer bir kitlenin sosyal medya üzerinden takip ettiği -özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı yaptığı viral çıkışlarla gündem olmuş- Cemre Demirel’in; Disney’e tepki göstermeyen (ya da tepkisi yeterli bulunmayan) sanatçılarla ilgili -çoğunlukla satirik ve hakaretamiz bir dille- yaptıkları samimiyetsizlik eleştirilerinin aldığı etkileşim de AK Parti’nin inşa etmekte olduğu Atatürkçülüğün seküler milliyetçi ve protest seçmendeki potansiyeline işaret ediyor olabilir.
AK Parti’nin gücü, buradaki potansiyeli, doğrudan kendisine yönelik oy davranışına dönüştürmeye yetmeyecek ama bu kitleyi muhalefetin ana partilerinden, yani CHP’den ve -onunla ittifakta ya da iş birliğinde bulunduğu müddetçe- İYİ Parti’den uzaklaştırmaya yetebilir. Hele ki CHP’den daha Atatürkçü olduğunu söyleyen Memleket Partisi ve İYİ Parti’den daha Atatürk Milliyetçisi olduğunu iddia eden Zafer Partisi varken.
AK Parti’nin yeni Atatürkçülük inşasının son aşamasında ihtiyaç duyacağı yegâne şey, karşı mahalleden “devşirilmiş” ya da “doğru yolu bulmuş” figürlerin ötesinde, yeni Atatürkçülük tanımına uyan ve muhalif seçmenin de belli bir bölümünün rızasını alabilecek figürlerin öne çıkması olacak. Bu anlamda, Hakan Fidan öne çıkma ihtimali yüksek olan figürlerin başını çekiyor. Fidan hem muhalif Atatürkçülerin AK Parti’yi sorumlu tuttuğu pek çok siyasi hatanın parçası değil, hem de ulusalcı siyasetin ezelden beri meftun olduğu komplo teorilerine yakışan bir karizmaya ve uluslararası repütasyona sahip.
Teknokrat kimliğiyle öne çıkan Fidan’ın bir diğer şansı da; uzmanlık alanının iktidarın eleştirildiği ve kan kaybettiği değil, tersine en geniş takdir topladığı dış politika/güvenlik alanı olması. Daha net tarif edecek olursak: Fidan, Mehmet Şimşek’in talihsizliğini paylaşmıyor. Keza Fidan’ın, 15 Temmuz Darbe girişiminden çok önceki bir tarihte, 7 Şubat 2012’teki MİT kumpasıyla FETÖ tarafından hedef alınması; muhalif seçmen tarafından da, FETÖ’yle mücadele konusunda samimi olduğu şeklinde değerlendiriliyor.
Atatürkçü kamuoyunun çok değer verdiği gazeteci Uğur Dündar’ın, Fidan’a verilen Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla ilgili attığı tebrik tweeti -hem mesajın kaynağı hem de mesajın içeriği açısından- pek çok şeyi özetliyor:
Yeni Atatürkçülüğün, “Teknofest Gençliği” vizyonu ile daha güçlü bir beraberlikle yürümesi durumunda, alfabe devrimi üzerinden yaptığı Kemalizm eleştirilerine rağmen, Selçuk Bayraktar da (biraz da babasının mirasına ve Robert College-MIT özgeçmişine sarılarak) bu listede öne çıkan figürlerden biri olabilir.
Tüm bu süreçte, Disney üzerinden Amerikan düşmanlığı ve ANCA üzerinden de Ermeni düşmanlığı yapan ve Ermeni olmayı emperyalizmin maşası olmak gibi konumlandırarak Türkiye’de yaşayan Ermeni kökenli vatandaşları da rencide edecek yorumlara sıklıkla rastlandığını hatırlatmakta fayda var.
Bu vesileyle ben de Hrant Dink’in, Fransız gazeteci Frederic Mitterand’ın “Odanıza niye Atatürk posteri astınız?” sorusuna verdiği cevabı hatırlatmış olayım:
“Dikkat ederseniz, Atatürk’ün bir entelektüel fotoğrafını koydum oraya. Yazarken, çizerken, ya da okurken... En hoşuma giden fotoğraflarından biri. Onun bu yanını çok sevdim her zaman için. Kendim istediğim için... Bir mecburiyet ya da dayatma yok”
Şüphesiz tarihte sadece bir tane Mustafa Kemal var. Doğruları, yanlışları, başarıları, hataları ve fedakârlıkları ile tek bir insan. Bizim duygularımızın ötesinde, onun hatırası artık tarihe emanet, hatırasının yegâne savunucusu da tarihin bizzat kendisi.
Fakat Atatürk öyle değil. Herkesin bir Atatürk’ü var. Misal Hrant’ınki okur yazar, entelektüel bir Atatürk. Ona devamlı öğrenmenin ve öğrendiklerini başka insanlarla paylaşarak öğretmenin önemini hatırlatıyor. Mecburiyet ve dayatmalara başvuran bir Atatürk zabıtası değil, hoşgörü ve eleştirel düşünceye inanan bir Atatürk öğretmeni olmasını öğütlüyor.
Misal, benimki ise idealist bir Atatürk. İçinde bulunduğumuz vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeden daima vazifeye atılmaya çağırıyor. Umutsuz durumların değil, umutsuz insanların olduğunu hatırlatıp; hiçbir zaman umudu kaybetmememizi öğütlüyor. Dinlememek üzere yürümeye karar verenlerin asla ve asla yorulmayacağını söylüyor.
Peki ya sizin Atatürk’ünüz?