Spektrum'dan herkese merhaba,
Bu sayıda ben, hangi adayı destekleyeceğini bugün açıklaması beklenen Sinan Oğan'ın atabileceği adımları analiz ettim. Oğan'ın bir adayı desteklemek için şart koştuğu konularda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun neler söylediğini karşılaştırdım.
Abdullah ise iktidarın açık kapı ve sığınmacı politikasını hükümet-toplum-sermaye ilişkileri üzerinden inceledi.
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun!
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle,
Bartu Özden
Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
Sinan Oğan’ın şartları: Hangi aday daha yakın?
Sinan Oğan ikinci turda kimi destekleyeceğini 19 Mayıs'ta açıklayacak.

Seçimi %5,28 oyla üçüncü sırada bitiren ATA İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ya da Kemal Kılıçdaroğlu’ndan birini desteklemek için çeşitli şartlar öne sürüyor.
Kimi medya kuruluşları, Oğan’ın “desteğini satılığa çıkardığına” dair manşetler atsa da, sembolik partilerin dahi kritik konumlar talep ettiği bir sistemde azımsanmayacak bir oya sahip olan Oğan’ın desteği karşılığında mevki ve bazı konularda politika belirleme yetkisi istemesinde şaşılacak bir durum yok.
Oğan, kimi destekleyeceğine dair kararını tabanıyla ve ATA İttifakı’ndaki partilerin liderleri ile yapacağı görüşmelerin ardından 19 Mayıs günü açıklayacak. Oğan’ın yapacağı tercihin, seçimin kazananı olduğu ifade edilen çok parçalı Türk milliyetçiliğinin geleceğini de şekillendiren bir faktör olacağı ortada.
Oğan’ın seçmenlerine bir yönlendirmede bulunması halinde ne kadarının Oğan’ın sözü doğrultusunda hareket edeceği ise bilinmiyor. Neticede Oğan, %2,43’lük ATA İttifakı seçmeninin dışında her iki Cumhurbaşkanı adayını da beğenmeyen bazı MHP, CHP, AK Parti ve İYİ Parti seçmenlerinden oy almışa benziyor.
Gazete Pencere, Kılıçdaroğlu'nun Oğan'a yeni kurulacak Göç Bakanlığı'nı teklif ettiğini, Oğan'ın ise İçişleri Bakanlığı'nı istediğini öne sürüyor.
New York Times'a konuşan Oğan, seçmeninin %70'inin ikinci turda işaret edeceği adaya yöneleceğini söylerken "Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilecekken neden bakan olayım?" diyor.
Senaryolar
MHP Genel Başkanlığı adaylığından vazgeçmediğini defalarca dile getiren Oğan’ın Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na destek açıklaması, ittifaktaki tüm dengeleri sarsabilir. MHP lideri Bahçeli’nin Oğan’dan hoşlanmadığı, bu senaryoda MHP tabanının desteğinin elde edebileceği kazanımlar sonucunda Oğan’a kayabileceği ve Oğan’ın milliyetçi-muhafazakâr camianın sesi gür çıkan genç liderine dönüşebileceği yorumları yapılıyor. Bahçeli’nin Oğan’ın ittifaka katılmasının önüne set çekmesi muhtemel. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yalnızca yarım puanlık bir oy desteğine ihtiyacı olduğunu ve bunun her halükarda kendisine yöneleceğini düşünerek ittifaktaki dengeleri sarsmak istemeyebilir.
Oğan’ın Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na destek açıklaması ise kendisini yükselen seküler milliyetçiliğin lideri haline getirme potansiyeli taşıyor. Bu senaryoda Kılıçdaroğlu bir kısım Yeşil Sol Parti seçmeninin desteğini kaybetse de ortaya çıkan milliyetçi dinamizm, seçime katılmayan seçmenlerden ya da sığınmacı konusunda rahatsızlığı büyük olan MHP seçmeninden ikinci turda Kılıçdaroğlu’na oy getirebilir.
Oğan tarafsız da kalabilir. Her iki tarafla da anlaşamadığını beyan ederek seçmenlerini serbest bırakabilir. Bu senaryoda Oğan, ilkelerinden taviz vermeyen bir lider olarak kendi camiasında takdir görebilir, seçmenlerinin bir kısmından tepki görme ihtimalini ortadan kaldırabilir ve kurulacak yeni hükümete sert bir muhalefet yürüterek olası bir milliyetçi birleşmenin lideri olmayı deneyebilir.
Peki Oğan’ın destek vermek üzere öne sürdüğü şartlar neydi ve yarışan taraflar bu konularda daha önce nasıl ifadeler kullanmıştı?
“Terör örgütleri ve onların siyasi yapıları ile arasına mesafe konulması”
Oğan, kampanyası boyunca Cumhur İttifakı’na HÜDA PAR’ın AK Parti listesinde yer alması, Millet İttifakı’na da HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek vermesi konusunda eleştiriler yöneltti. “Türkiye’nin HÜDA PAR ile HDP arasına sıkıştırıldığını” ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “HÜDA-PAR'ın geçmişteki terör örgütüyle alakası yok. Biz HÜDA-PAR'la özellikle Kürt vatandaşlarımızın siyasallaşması noktasında beraber yürüyelim istedik.” diyerek HÜDA PAR’ın terör örgütü Hizbullah’ın uzantısı olduğu tezini Cumhur İttifakı’nın içinden de yükselen eleştirilere rağmen reddetmişti.
Kılıçdaroğlu ise “MİT onun emrinde. Bizim gizli kapaklı görüşmemiz varsa çıksın açıklasın. Devleti yöneten kişi bir sorumluluk üstlenir. Ben üstleniyorum. Görüştüysem, açık ve net derim, evet görüştük. Yok öyle bir şey. Ne pazarlığı?” diyerek HDP ile gizli bir pazarlık yaptığı iddiasını reddetmişti. “Sen değil misin terör örgütleriyle defalarca masaya oturan? Senin ne haddine bizim vatan sevgimizi sorgulamak? Ben terör örgütleriyle masaya asla oturmadım, hiçbir zaman da oturmayacağım!” sözleriyle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çözüm süreci üzerinden eleştirmişti.
“13 milyon sığınmacının gönderilmesi”
Türkiye’deki sığınmacıları toplumsal huzur, ekonomi ve güvenlik için tehdit olarak nitelendiren ve kampanyası boyunca sığınmacıları ülkeden gönderme sözü veren Oğan, “Seçilmediğimiz için bir sene diye dayatmanın manası yok. Biz seçilsek bizim takvimimiz bir seneydi. Bunu bir takvime bağlamak gerekiyor.” diyerek şartını ifade ediyor.
Türkiye’yi milyonlarca sığınmacının yaşadığı bir ülkeye çeviren açık kapı politikasının mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu konuda oldukça net. "Gelince gönderirim anlayışı zulüm olur. Bunlar göçmen diye kapıya koyamayız.” diyor.
Seçim sürecinin başında sığınmacıları ülkelerine gönderme sözü veren Kılıçdaroğlu ise “Bizim çocuklarımız iş bulamıyor. Suriyeli kardeşlerimizi en geç 2 yıl içerisinde, ırkçılık yapmadan, kendi ülkelerine göndereceğiz. Yollarını, okullarını, kreşlerinin hepsini AB fonlarıyla yapacağız.” diyerek Oğan’a çok daha yakın bir pozisyonda duruyor.
“Anayasanın ilk dört maddesinin değişmezliği”
Oğan, Anayasa’nın devletin niteliklerini belirleyen değiştirilemez ilk dört maddesinin tartışmaya açılmasını reddediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz yeni Anayasa diyoruz birileri de gerekirse ilk dört maddeyi de değiştiririz diyerek PKK güdümündeki siyasi yapıya göz kırpıyor." diyerek yeni Anayasa yapma iddiasını sürdürürken rakiplerini ilk dört maddeyi tartışmaya açmaya çalışmakla itham ediyor.
Kılıçdaroğlu ise “AK Parti'nin ileri gelenleri Anayasanın ilk dört maddesinin değişmesini talep ediyor; Erdoğan, benim söylediğimi zannediyor. Artık sağlık raporu istemek, bir devlet güvenliği meselesi haline gelmiştir.” diyerek Erdoğan’a yükleniyor.
Öte yandan, AK Partili eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, HÜDA-PAR lideri Zekeriya Yapıcıoğlu’nun ya da DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın ilk dört maddenin değiştirilebileceğine dair sözler sarf ettiği biliniyor.
“Madde 66’da yer alan Türklüğün Anayasa’dan çıkarılma girişiminin karşısında set kurulması”
Sinan Oğan, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” ibaresinin yer aldığı Anayasa’nın 66’ıncı maddesinin aynen korunmasını da şart olarak öne sürüyor. Aynı maddede, “Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.” ifadesi de yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türk Milleti bir ırkı değil vatandaşlığı tanımlıyor. Türklük, başka etnik kökenleri inkâr eden değil, bütün etnik kökenleri kucaklayan bir kavram olarak bizim Anayasa metnimizde yer alacak." diyerek bu maddeyi değiştirmeye niyeti olmadığını beyan ediyor.
Kılıçdaroğlu da “Türk milleti kavramını savunuyoruz. Hangi gerekçe ile kaldırıyoruz? Şunu kimse unutmasın; Türkiye Cumhuriyeti etnik kimliğe dayanan bir yapılanma değildir, bir siyasal bilinç devletidir.” diyerek farklı bir pozisyon almıyor.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişte “Bütün milliyetçilikleri ayaklar altına aldığını” söylediği biliniyor.
Son zamanlarda iyice artan gayrimenkul yatırımı karşılığında vatandaşlık dağıtılması hakkında da Oğan’ı aday gösteren ATA İttifakı’ndaki Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ “Vatandaşlık satmak vatandan bir parça satmaktır. Türk halkının vatanına ortak getirmek demektir. Zafer Partisi gayrimenkul satışı karşılığında vatandaşlık verilmesini durduracaktır.” ifadelerini kullanıyor.
“Ekonomik krizin temel sebepleri olan faiz, enflasyon, sonuç sarmalından kurtulunması”
Hürriyet’in haberine göre Oğan, ekonominin “faiz, enflasyon, sonuç sarmalından çıkarılmasını” da şart olarak belirtiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez, faiz devamlı düşecektir. Göreceksiniz enflasyon da faizle beraber düşecek.” sözleriyle bu sarmalın süreceğinin haberini veriyor.
Kılıçdaroğlu ise “Faizler inince enflasyon düşecekti. TL değer kazanacak, yatırımlar artacak işsizlik azalacaktı. Ama gelişmeler tam tersine oldu. Enflasyon arttı. TL eridi. Yatırımlar düştü, işsizlik arttı.” diyerek aynı sarmalı eleştirirken rasyonel bir ekonomi yönetimi vadediyor.
“Tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarından temizlenmesi”
Oğan, “Türkiye'de artık devleti kurum ve kuruluşlar yönetecek, tarikat ve cemaatler değil" diyerek tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarından temizlenmesini desteğinin şartlarından biri olarak ifade ediyor.
Daha önce FETÖ hakkında “Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. Ortak bir yanımız var dedik. Bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarında bugün de çeşitli tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarında yerleşik olduğu biliniyor.
Ümit Özdağ, Saray Rejiminin Çöküşü ve Türkiye’nin Yükselişi kitabında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde dahi dini yapılanmalar Menzil, Süleymancılar, Salavat Grubu, 40’ıncı ve İlim Yayma Cemiyeti’nin etkin olma mücadelesi verdiğini ifade ediyor.
Kılıçdaroğlu ise “İnancı siyasete alet etmemek kaydıyla herkesin inanıcına saygı duymamız gerekiyor. Eğer inancı siyasete malzeme edip de oradan nemalanıyorsa bunu kesmek gerekiyor. Bunu keseceğiz.” diyerek tarikat ve cemaatlerden arınmış bir devlet vaadinde bulunuyor.
“Devlet idaresinde ve atamalarda tek şart olarak liyakatin esas alınması”
Liyakat konusu son yıllarda iktidarın belki de en geniş toplum kesimleri tarafından eleştirildiği nokta oldu. Oğan, kampanyası boyunca “İktidara geldiğimizde kadrolarımızı oluştururken kendi parti mensuplarımız veya yandaşlarımız gibi bir kavramımız olmayacak. Türk milletinin her liyakatli evladını uygun görevlere atayacağız.” demiş, AK Parti’yi liyakat konusunda ağır sözlerle eleştirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan "Türkiye olarak fırsat eşitliği, şeffaflık, hesap verilebilirlik, yenilikçilik ve liyakat gibi değerleri esas alan bir insan kaynağı kültürünü kamu ve özel sektörümüze yerleştirmenin gayretindeyiz." dese de damadı Berat Albayrak’ı ekonomi yönetimine getirmesini “Berat Bey'in talihsizliği damat sıfatının bu alanlardaki birikimi, gayretinin önüne geçirilmiş olmasıdır.” diyerek savunuyor.
Özdağ ise kitabında “Ekonominin başına -sadece damat olduğu için- Berat Albayrak'ın geçirilmesi, liyakatin yerini sadakatin aldığının en somut göstergesidir. Valiler ve kaymakamlar artık devleti değil AKP’yi temsil etmektedir. Partizanlık o ölçüde artmıştır ki, bir ihtisas alanı olan dış politikada büyükelçilik kadroları AKP’li esi siyasetçilerden oluşanlarla doldurulmaktadır.” ifadelerine yer veriyor.
Erdoğan’ın kamu işe alımlarında mülakatın sonlandırılacağını vadetmesi de mülakatlar yoluyla liyakat sahibi insanların elendiği ve iktidara yakın kişilerin kayırıldığının itirafı olarak yorumlanmıştı.
Liyakat konusunu kampanyasının odak noktalarından biri yapan Kılıçdaroğlu ise "Devlet adaletle, liyakatle, ahlakla yönetilir. Devlet parti değildir. Parti ayrıdır, devlet ayrıdır. Bunlar devleti parti devleti haline getirdiler." diyerek konuya verdiği önemin altını çiziyor.
Erdoğan'ın sığınmacı politikası: Suriyeli muhacirler nasıl ucuz işgücü oldu?
Erdoğan'ın açık kapı politikasının siyasi-ekonomik temellerini ve değişen söylemlerini iktidar-toplum-sermaye ilişkileri üzerinden inceledim.

2011’de başlayan Suriye iç savaşının ardından Türkiye’ye yönelen büyük bir göç dalgası, ardından da İran üzerinden Afganistan ve Pakistan’dan gelen kaçak sığınmacılar Türkiye’yi dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkeler sıralamasında 1’inci sıraya yükseltti.
Yaşanan ekonomik kriz, işsizlik ve yüksek enflasyon nedeniyle günlük hayatın her geçen gün daha da zorlaşması, göç sorununu kamuoyunun gündemine daha fazla taşıyarak siyaseti bu konuda adım atmaya zorladı.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye nüfusunun %85’inin sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesini desteklediği belirtiliyor. Kamuoyunda yükselen sığınmacı karşıtlığının siyasetteki yansıması Zafer Partisi’nin yükselişi, ATA İttifakı cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın %5,28’lik oy oranı ile ikinci tur seçiminin sonucunu belirleyecek güce ulaşması ve Millet İttifakı’nın lokomotifi olan CHP-İYİ Parti ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun sığınmacıların ülkelerine gönderilmesini seçim vaatlerinin merkezine yerleştirmesi oldu. Cumhur İttifakı ise sığınmacılar konusunda toplumun ve siyasetin geri kalanından çok farklı bir söylem ve strateji benimsiyor. Kampanya sürecinde de ilk turun ardından yapılan açıklamalarda da sığınmacıların geri gönderilmesine ilişkin bir vaatte bulunmayan Cumhur İttifakı, önümüzdeki süreçte de açık kapı politikasına devam edeceğinin sinyallerini veriyor.
Erdoğan'ın açık kapı politikası
2011 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasının ardından AK Parti hükümetinin uyguladığı açık kapı politikası neticesinde ilk büyük göç dalgaları gelmeye başladı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu 1 milyon sığınmacının “psikolojik sınır” olduğunu söylemişti ancak bu eşik yaklaşık 2 yıl içinde aşıldı. Özellikle İstanbul ve İzmir gibi metropollere ve Güneydoğu’daki şehirlere dağılan Suriyeli sığınmacıların sayısı 2015-2016 yılların itibarıyla yaklaşık 3 milyona ulaştı. Bu dönemde uygulanan açık kapı politikasının temelde 4 hedefi vardı. Birincisi, Suriyeli sığınmacılara kapılar açılarak ve ÖSO gibi Esad rejimi karşıtı silahlı örgütler direkt olarak desteklenerek Beşar Esad’a karşı siyasi kozları güçlendirmek. İkincisi, Arap Baharı’nın ardından Orta Doğu’da güç kaybeden ve bazı ülkelerde tamamen çöken Müslüman Kardeşler hareketinin bıraktığı boşluğu doldurarak Erdoğan’ın ‘Müslüman dünyasının lideri’ imajını güçlendirmeye çalışması. Üçüncüsü de Türkiye’nin 2013’ten itibaren girdiği sermaye birikimi ve ekonomik büyüme krizini Suriyeli sığınmacıların yarattığı ucuz işgücü kaynağı ile çözebilme amacı. Dördüncüsü de Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan Geri Kabul Anlaşmasıyla birlikte sığınmacıları AB'ye karşı bir siyasi koz olarak kullanmak ve AB fonlarıyla artan dış finansman ihtiyacını karşılamak.
Suriye'de iç savaşın başlamasıyla AB’ye başlayan göç dalgası, başta Almanya olmak üzere birlik içerisindeki ülkelerde göçmen karşıtı söylemleri ve aşırı sağ hareketlerin gücünü artırdı. Göçmen karşıtlığının yaratacağı siyasi ve toplumsal problemleri önlemek isteyen AB ülkeleri, Türkiye ile yapılan 'Göçmen Mutabakatı' ile düzensiz göçün tüm sorumluluğu Türkiye’ye bırakarak kısa vadeli bir siyasi rahatlama yaratabildi. Bunun karşılığında da Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve otoriterleşmeye yönelik tepkilerin dozu sistematik olarak azaltıldı. Erdoğan açısından da siyaseten kazançlı olan bu anlaşma ile birlikte göçmenler konusu AB’ye karşı bir koz olarak kullanılıyor. Yaşanan her krizde, AB’yi sınır kapılarını açmakla tehdit eden Erdoğan iç ve dış politikada kendine hareket alanı yaratabiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugün Avrupa ülkeleri hala huzur içinde yaşıyor olmalarını, Türkiye'nin 4 milyon sığınmacıyı kendi topraklarında misafir etmesine borçludur.” sözleriyle AB ile Türkiye arasındaki 'Göçmen Mutabakatının' siyasi dinamiklerini net bir şekilde dile getirmişti.
Suriyeli sığınmacıların özellikle kayıt dışı ekonomide artan istihdam oranları, iktidarın sığınmacıların varlığına olan ihtiyacının ve açık kapı politikasını devam ettirmesinin temel göstergelerinden biri olarak görülebilir. 2020 yılı itibarıyla, kayıt dışı ekonomide istihdam edilen Suriyelilerin sayısının 750.000-950.000 arasında olduğu öngörülüyor. Kayıt dışı ekonominin Türkiye işgücü piyasasının %31’ini oluşturduğu göz önünde bulundurulduğunda sığınmacıların varlığının emek-yoğun sektörlerde faaliyet gösteren sanayici ve ihracatçılar için büyük bir maliyet avantajı yarattığını söylemek mümkün.
Suriye’den Türkiye ekonomisine giren yabancı sermaye ve Suriyeli sığınmacılar tarafından kurulan şirketlerin artan sayısı da iktidarın göç politikasıyla yarattığı yeni politik ekonomi düzeninin ana göstergelerinden biri. Eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, 2019 yılı itibarıyla Türkiye’de faaliyet gösteren Suriyeli şirketlerin sayısının 15 bin 159 olduğunu açıklamıştı. Bu sayı, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin %20’sini oluşturuyor. 2017 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, kamuoyunda artan sığınmacı karşıtlığına yönelik yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı:
“Türkiye 3 milyon insanı beşeri sermaye olarak da görmelidir. 3 milyon insan içinde yüksek tahsilliler, uzmanlar var. Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur.”
Suriyeli sığınmacılar tarafından yaratılan ucuz işgücü kaynağı, özellikle emek-yoğun sektörlerde faaliyet gösteren orta ölçekli işletmeler açısından büyük bir maliyet avantajı yaratmaya başladı. KOBİ’lerin çatı kuruluşu olarak bilinen MÜSİAD da iktidarın açık kapı politikasına yönelik desteğini her fırsatta belirtti. Dolayısıyla, iktidarın açık kapı politikasının temelinde hükümet-sermaye ittifakının etkin olduğunu söyleyebiliriz. Sermaye kesimlerinin açık kapı politikasının devam etmesi yönündeki talebi ve sığınmacıların yeni ekonomik modelin ana taşıyıcılarından biri haline gelmesi Erdoğan’ın bu konudaki söylemlerinin değişmesine neden oldu.
Ensar-muhacirden ucuz işgücüne
Suriye’den gelen ilk göç dalgasının ardından Erdoğan ve iktidar üyeleri kamuoyunda yükselmeye başlayan tepkileri ensar-muhacir argümanı ve İslami referanslarla kontrol altına almaya çalışırken ilerleyen süreçte bu söylemlerde sığınmacıların ekonomiye olumlu etkileri ön plana çıkarılmaya başlandı.
Erdoğan, 2014 yılında cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk yurtiçi ziyaretini Suriyeli sığınmacıların yoğun olarak yaşadığı Gaziantep’e yapmıştı. Burada vatandaşlara seslenen Erdoğan “Bizler Türkiye olarak yaklaşık dört yıldır sizleri burada misafir etmenin memnuniyeti sevinci ve haklı gururu içerisindeyiz. Sizleri muhacir oldunuz. Mecburiyet içerisinde yurtlarınızı terk ettiniz. Bizler de ensar olduk sizin için tüm imkanlarımızı seferber ettik. Kim ne derse desin sizler bize asla yük değilsiniz.” ifadelerini kullanmıştı.
İktidarın ensar-muhacir söylemi, artan ekonomik kriz, sığınmacı sayısı ve devamında kamuoyunda oluşan tepkiyle birlikte değiştirilmek zorunda kaldı. Özellikle Zafer Partisi’nin kurulmasıyla birlikte sığınmacı karşıtlığının siyasi arenaya güçlü şekilde taşınması ve diğer muhalefet partilerinin de bu konuda söylem ve politika geliştirmeye başlaması iktidarı sığınmacıların varlığını ekonomik söylemlerle meşrulaştırmaya zorladı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sığınmacılardan rahatsız olduklarını söyleyen bir topluluğu şu ifadelerle sakinleştirmeye çalışmıştı: “Afganistan, Pakistanlıları gönderelim. Çobanlığı kim yapacak, birtakım yerlerde kimler çalışacak. Bakın hepimiz biliyoruz arkadaşlar. İstanbul’a ilk Karadenizliler geldi, en ağır işlerde onlar çalıştı. Sonra Kürtler geldi, onlar çalıştılar. Şimdi aşır işlerde kimler çalışıyor bana bunu söyler misiniz?”.
2022, sığınmacı ve kaçak göçmenlerin hem siyasetin hem de kamuoyunun gündeminde merkezde taşındığı yıl oldu. Hem ekonomik krizin giderek artan etkileri hem de Ümit Özdağ liderliğindeki Zafer Partisi’nin sığınmacı karşıtı söylemleri iktidarı ve muhalefeti bu konuda söylem geliştirmeye ve adım atmaya zorladı. Erdoğan, 3 Mayıs 2022’de yaptığı açıklamada "Ülkemizde misafir ettiğimiz 1 milyon Suriyeli kardeşimizin gönüllü geri dönüşünü sağlayacak yeni bir projenin hazırlıkları içindeyiz" dedi.
Kamuoyundaki artan sığınmacı karşıtlığı ve ekonomik krizin giderek günlük hayatı zorlaştırması nedeniyle yapılan bu açıklama Erdoğan’ın düşen oy oranını tersine çevirmek için yapılan hızlı bir söylem değişikliğiydi. Bu açıklamadan sadece 1 hafta sonra MÜSİAD’ın ‘Türkiye’nin Gücü Ödül Töreni’nde konuşma yapan Erdoğan bu sefer tamamen farklı bir söylem geliştirerek şu ifadeleri kullandı:
"Birilerinin kalkıp ülkemize hicret eden ama Suriye, ama Afganistan, ama Irak, İran fark etmiyor, biz muhacirlik ve ensar olma kabiliyetinin ne olduğunu en iyi bilen bir kültürün mensuplarıyız. Muhacirlik, ensar nedir bunu anlamayan, bunu bilmeyenlerle bizim işimiz yok. Suriye'den savaştan çıkıp ülkemize sığınan bu kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız Bay Kemal. Kendileri arzu ettikleri zaman vatanlarına dönebilirler ama biz onları asla bu topraklardan kovmadık ve kovmayacağız.”
Sadece 1 hafta içerisinde yapılan iki farklı açıklama, Erdoğan’ın sığınmacı politikasında tepkisi giderek yükselen kamuoyu ile yeni ekonomi modeli nedeniyle ucuz işgücü varlığına mahkûm olan sermaye sınıfının tercihleri arasında sıkıştığının göstergesiydi. Genel seçimler öncesinde enflasyonu tarihi seviyelere taşımak pahasına işsizliği kontrol altına almayı hedefleyen Erdoğan yönetimi için sermaye sınıfının tercihleri daha ağır basıyordu.
Seçim kampanyası sürecinde de Erdoğan sığınmacı konusuna neredeyse hiç değinmedi. Katıldığı bir televizyon programında kendisine sığınmacılarla ilgili yöneltilen bir soruya da şu cevabı verdi:
"Halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülke olarak ülkesindeki savaş sebebiyle orada yaşam koşulları itibarıyla terör örgütleriyle adeta ölüm kalım mücadelesi veren bir Suriye halkı var. Biz kendilerine şu an itibarıyla 100 binin üzerinde Suriye'nin kuzeyinde konutlar inşa ettik. Hayır kurumları vasıtasıyla devlet olarak ve saire ve bu vesileyle de peyderpey şu anda bizdeki muhacirler bu konutlara göç etmeye başladı. Ama bunları 'Ben gelince tekrar ülkelerine gönderirim. Bunları Türkiye'de yaşatmam.' Ben şahsen böyle bir anlayışa taraftar değilim. Bu bir defa zulüm olur.
Bu insanlar bizim ülkemize geldiklerinde yani bunlar göçmendir diye biz bunları hemen tekme tokat kovalayalım mı? Bu bir defa insani değil, vicdani değil, hepsinden öte İslami değil. Bunları kapıya koyamayız. Bunların içerisinde hakikaten yaramazlık yapanlar varsa onlar da tabii emniyet güçlerimiz tarafından onlara bedeli ödettiriliyor.”
İlk tur seçimlerin ardından, Süleyman Soylu "Türkiye'yi göçmen deposu yapmayız ama Suriyelileri de ölüme gönderemeyiz" derken Hulusi Akar da “Suriyeli kardeşlerimizi zora sokacak herhangi bir karar almamız asla söz konusu olmaz. Suriyeli kardeşlerimiz rahat olsunlar.” ifadelerini kullandı.
Seçimin sonucunu sığınmacı politikası mı belirleyecek?
Türkiye, 28 Mayıs'ta düzenlenecek 2'nci tur cumhurbaşkanlığı seçimine giderken ATA İttifakı cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan ilk turda aldığı %5,28 oy oranıyla seçimin sonuçlarını etkileyebilecek güce sahip. Şimdiye kadar hem Cumhur hem de Millet İttifakı Sinan Oğan ile iletişime geçti. ATA İttifakı'nın lokomotifi olan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile Sinan Oğan ise hangi adayı destekleyeceklerini henüz ilan etmediler ancak kendi şartlarını kabul edecek tarafı destekleyeceklerini belirttiler. Cumhur İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın açık kapı politikası ve sığınmacılara ilişkin söylemleri göz önünde bulundurulduğunda Oğan'ın Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu desteklemeye daha yakın olduğunu söylemek mümkün.