Merhaba. Geçtiğimiz hafta Foals ayağımızı yerden kesmişken 27 Kasım’da Zorlu PSM’de gerçekleşecek IDLES konserinin haberini aldık. Şehirde imza konserlerin sayısı pandemi öncesi döneme yaklaşırken ön grup kültüründeki değişim kafamıza takıldı. Konser deneyiminin önemli bir parçası olan ön grupların başarılı ve başarısız örneklerini Eda’nın bu sayıdaki yazısında okuyabilirsin.
🍁 Sonbahar konser rehberi: Gelecek hafta İstanbul için kapsamlı bir sonbahar konser rehberi hazırlayacağız. Rehberde muhakkak olmalı dediğin bir konser varsa [email protected] adresi üzerinden bize iletebilirsin.
Neler var bu sayıda?
🎫 Odak: Ön grup kültürü
🪢 Haftanın albümü: James Blake, Playing Robots Into Heaven
👀 Müzik karnesi: Demonation Festivali, Moby, Kiosk Radio ve daha fazlası
Ayağı yerden kesilenlere,
Taner

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
Yeniyi keşfetmek ve ahengi desteklemek: Ön grup kültürü
Lokal konser mekânları hareketli programlar sunarken ana müzisyenlerden önce çalan ön gruplara pek rastlamaz olduk. Yoksa bu kültür eskide mi kaldı?

Müzik sektöründen pek çok arkadaşım “Mutlaka deneyimlemen lazım” dediğinden Coldplay konserini izlemek için Amsterdam’dayım. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken Johan Cruyff Arena’ya girmek için sıradayım. Zaman çizelgesine göre opening acts, yani açılışı yapacak iki ismin ardından Coldplay’in performansı başlayacak. Coldplay, Music of the Spheres World Tour isimli turnesinin bugüne kadarki pek çok ayağında ya Griff'i ya da CHVRCHES’ı sahnesine konuk etti. Bunun dışında turne kapsamındaki ülkelerin lokal sanatçıları genellikle ön grup olarak listedeydi. Erken gittiğim stadyumda Griff ve Hollandalı Zoë Tauran’ı dinlemek zorundayım.
Sağanak yağmur devam ederken önce fazlasıyla sıradan bir pop yapan Zoë Tauran çıktı. İkinci şarkıdan sonrasına katlanamadığımdan kulaklıklarımı takıp kendi seçtiğim şarkıyı dinlemeyi tercih ettim. Hemen ardından Disney şarkıları da söyleyen prenses elbiseli Griff ile yüz yüzeyim. Griff, şu an Britanya’nın en popüler genç yıldızı. Dua Lipa konserleri öncesinde de sahneye çıkıyor. Griff’in müziğini dinlemek de çok yorucu. Sahnedeki tek iyi an, Whitney Houston cover’ı I Wanna Dance With Somebody’yi söylediği dakikalar oldu. Sonunda yağmur da konser de son buldu. Sıra Coldplay’e geldi. Bu geçen sürenin “asıl hedefe ulaşmam için katlanmam gereken aşamalar mı yoksa keşfetmem gereken müzikler mi” olduğunu bir türlü çözemeyerek Coldplay başrollü geceme devam ettim. Ancak o gün bir kez daha ön grup yerleşiminin ne denli önemli olduğunu fark ettim.
Bir matematik işlemi olarak konser yapmak
Hollanda’dan ülkemize dönelim. Lokal organizasyonlarda ön gruplarda ne kadar yenilikçiyiz? Yeni isimlerin keşfedilmesini sağlıyor muyuz? Sanatçılarımız lokal yeteneklere turnelerinde el uzatıyor mu? Konser verecek ana ismin müzikal tutumuna göre uygun ön grup seçimi yapıyor muyuz? Ya da esas soru: Artan kur piyasasında yabancı bir müzisyeni ülkeye getirmek zaten yeterince zorken bütçeyi ayrıca bir grupla daha yükseltmek ne kadar doğru?
Artık konser yapmak birçok matematik işlemini de beraberinde getiriyor. O yüzden lokal sahnenin önemli müzik mekânları önümüzdeki sezonun programını taze taze açıklamışken ne yazık ki eskisi gibi bir ön grup ibaresine rastlamıyoruz. Özellikle de yurt dışından gelen grupların konserlerinde. Bu şu anlama geliyor: Ya son dakika karar verilen bir ön grup izleyeceğiz ya da herhangi bir DJ set ile kapı açılış sonrasındaki sessizlik bozulacak.
Oysa sahneyi gecenin başrolüne bırakmadan önce seyirciyi hazırlamak ve onların dikkatini çekmek oldukça önemli bir sorumluluk. Dünyaca ünlü birçok müzisyen, turneleri sırasında seçtikleri yeni isimleri seyirciye takdim ederek onları kendi seyircisine tanıtıyor. Şimdinin kitlelerini harekete geçiren birçok grubu emin olun ki bu adımlardan geçmiştir. Öte yandan bir konserin açılışını yapmak çok da riskli bir durum. Konserde güneş tepedeyken sahne almak ve başka bir grup için orada olan kalabalığa kendini ispat etmek, müzisyen egosu açısından zorlu durumlar. Bununla birlikte keşfedilmek için de ciddi bir fırsat.
Editors | Fotoğraf: Stefan Tivodar
Programlandırma ile ahenk yaratmak
Türkiye’de gerçekleşen ve hafızamda kalan bazı konser anlarına götürmek isterim seni. 2006 yılındaki Rock’n Coke’ta Placebo öncesi sahne alan Editors, Türkiye’de o dönem çok da tanınan bir grup değildi. Kalabalık onları pek ciddiye almayınca sinirlenen Tom Smith, gitarını seyircinin üstüne atmıştı. Daha sonra yaptığım bir röportajda Smith, bu sinirinin ne kadar yersiz olduğundan bahsedip özür dilemişti. Dört büyüklerin çıktığı efsanevi Sonisphere’de erken saatte sahne alan Manowar’dan Joey DeMaio, Türkçe konuşarak “Bu festivale dört büyük grup geldi diyorlar. S...irin oradan. Ben burada tek büyük görüyorum: Manowar” deyip seyirciyi alevlendirmişti. Two Door Cinema Club konseri öncesi Metronomy’nin çıktığı ve ana grup gibi karşılandığı da olmuştu. Zıtlıklarla dolu konser anlarımın sayısı oldukça fazla. Çok büyük isimleri, çok büyük isimlerden önce izlediklerimin de...
Sahneye çıkan ön gruplar ne kadar ana grubun kitlesine hitap etmiyorsa izleyici de konsere o kadar geç gelmeyi tercih ediyor. Bu da kargaşa oluşturuyor ve sahneye odaklanmak bir o kadar zorlaşıyor. Yapılan etkinliğin bir sanat eseri olduğunu düşünmek lazım. “Küratör”, TDK’ye göre “müze, kütüphane, sergi ve benzerlerini yöneten ve etkinliklerini düzenleyen yetkili kimse” olarak tanımlanır. Bir festivalin ya da konserin programlandırmalarını yapanlar bu görevi üstlenen kişiler değil midir? Konser için verilen kapı açılış saatinden itibaren gelen kitle bir ahenk içinde kalmalı, ta ki ana isim performansını bitirip alandan ayrılana kadar.
Büyük Ev Ablukada | Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Ön grup ve kitle ilişkisi
Yakın zamana gelelim. Bu yaz Gezgin Salon Festivali’nde Jon Hopkins’i izlemek için Parkorman’da yerini alanlardanım. Bir festival olduğundan müzik çeşitliliği tabii ki önemli. Bu yüzden Hopkins öncesi kendisinden farklı müzik yapan Büyük Ev Ablukada’nın sahnede olması oldukça doğal. Büyük Ev Ablukada, görkemli ve eğlenceli bir sahne performansı sergiledi ancak Jom Hopkins’in seti öncesi tüm enerjiyi emip başrolden çaldı. Bir bakıma büyük bir başarı! Geriye Hopkins’in karanlık ve bir o kadar da sert setine tutunmaya çalışan bir topluluk kaldı.
Bu sefer Zorlu PSM’deki Foals konseri öncesi mekânın amfisindeyim. Zorlu PSM, amfiyi de bir sahne olarak görüp burada çok güzel etkinliklere imza atıyor. Foals öncesi amfide seyirciyi ısındırmak için Kırık Pena adlı grup çaldı. Amfi, Zorlu PSM’de insanların sosyalleştiği, aynı zamanda da dinlendiği bir alan. Fakat Kırık Pena konserinde ses fazla yüksek, grup hazırlıksız. Müzikleri de Foals ile alakasız. En önemlisi orada olanlar bu ismi keşfetmek yerine katlanmak zorunda. “Grup, mekânın Stüdyo sahnesinde çalsa ve müziklerini merak eden kitleye -tercihleri doğrultusunda- orada konser verse daha iyi olmaz mı?” diye düşünmeden edemedim. Öte yandan Foals sonrası aynı alanda DJ setinin başına geçen Yes, Indied!, az önce konserden çıkan kitleyi hedef alan bir eğlence sundu. Bu da doğru bir programlandırmanın göstergesi.
She Past Away | Kaynak: concerts50
Aynı şekilde yine bu yaz cold wave müzik yapan Molchat Doma konseri öncesi, yine amfideki bir DJ’den pop-disko karışımı ve o konseri izleyecek kitleye hitap etmeyen bir set dinledim. She Past Away, Yunanistan’da The Sisters of Mercy öncesi çalarken kendi turnesinde yeni nesil dark wave gruplara yer veriyor. Mesela neden onları bu konser öncesi izleyemiyoruz?
Ayrıca geçen hafta Zorlu PSM’deki She Wants Revenge konseri öncesi lokal sahnenin yeni isimlerinden Yangın sahne aldı. Şarkılarının canlı versiyonları, ana grubu dinleyecek kitleyle ters düşmeyecek bir çizgideydi. Bu sayede o gece hem sevdiğim bir grubu dinledim hem de lokal sahneden yepyeni bir proje keşfetmiş oldum.
Programlamadan bağımsız, yerli sahnede de bu yaz iki güzel hamle geldi. Sertab Erener, bazı performanslarında ön isim olarak Selin’i takdim etti ve dinleyicisine tanıttı. Kalben de mini turnesinde ön grup olarak Tendertwin’i kitlesine sundu ve keşfedilmesine destek verdi.
Canlı müzik endüstrisi hâlâ pandemi ve sonrasında oluşan ekonomik yaraları sarmakla meşgul. Bu durum maalesef zaman zaman ön grupları arka plana atabiliyor. Oysa bu endüstri bir kültür ürünü pazarlamanın dışında, seyircisine unutulmaz deneyimler yaşatırken yeniyi keşfetmesi için de fırsatlar sunuyor. Yolun başındaki grupları doğru zamanda doğru kitleyle buluşturduklarında yartacakları ufak bir kıvılcımı kocaman bir aleve çevirebilme gücüne sahipler. Bu gelenek zincirini her ne kadar şartlar zor olsa da korumak oldukça önemli.
Albüm incelemesi: James Blake, Playing Robots Into Heaven
James Blake, kariyerine başladığı Londra sokaklarına geri dönerek bir dönem peşinden gittiği sesleri duygusal filtresinden geçirerek bugüne taşıdı.

Albüm: James Blake, Playing Robots Into Heaven
Süre: 42 dakika
Plak şirketi: Republic Records / Polydor Records
Yayın tarihi: 8 Eylül 2023
James Blake, 2011 yılında kendi adını taşıyan dupstep türündeki ilk albümünü çıkardıktan sonra müziğinde yenilikçi ve çığır açan birçok adım attı. Aynı zamanda prodüktörlük de yapan Blake, müziğini daha minimal bir çizgide ilerletip duygusal ve aynı zamanda düşük tempolu eserler ortaya çıkardı. Beyoncé, Travis Scott, Kendrick Lamar, Frank Ocean gibi sanatçılarla yaptığı işbirlikleriyle de bambaşka bir müzikal yönünü ortaya koydu. James Blake, diskografisinde yer alan her yeni albümde kariyerine başladığı yerden daha da uzaklaşıp melankolik ve tezat bir yol çizdi. Bunu yaparken de belki ki en zorunu başararak takipçi kitlesini peşinden gelmeye ikna etti ve yeni kalabalıklarla tanıştı.
Londra merkezli sanatçı, 2023 yılına geldiğimizde elektronik müzik köklerine geri dönmeye karar verdi. “Bunun kulağa tuhaf geldiğini biliyorum ama bu albümü yapmak kolaydı. Sanki yıllar önce kaldığım yerden devam ediyorum gibiydi” diye tanımladığı altıncı albümü Playing Robots Into Heaven’la yıllar önce çaldığı İngiltere’deki kulüplerinin kapısını aralayıp yeniden dans pistine konuk oldu. Albümden ilk tekli Big Hammer oldu ve şarkının bir soygunu odağına alan klibi Oscar Hudson tarafından yönetildi. Albümün prodüktörleri arasında James Blake’in yanı sıra Dom Maker ve sanatçının sevgilisi Jameela Jamil ile Rob McAndrews yer aldı. Blake’in kariyerinin bu dönemini yansıtmak istediği albüm kapağının kreatif direktörlüğünü ise Crowns & Owls üstlendi.
James Blake, Playing Robots Into Heaven
Playing Robots Into Heaven’ın detaylarına girmeden öne James Blake’in yakın dönemde verdiği röportajlarda albümdeki şarkıların atlanmadan sırasıyla dinlenmesini istediğini belirtmeliyim. Çünkü her şarkının aslında bir sonrakine hizmet ettiği bir akış var albümde. 11 şarkının bütünleşmesi bir yandan albüm formatını güçlendirirken diğer yandan müzikaliteyi de yukarı çıkarıyor.
Albümün açılışında düşük tempolu lo-fi ve blues etkilerini barındıran Asking to Break var. Vokaller bir sisin içinden süzülüyor gibi. Kuşkusuz James Blake’in en iyi yaptığı işlerden biri prodüktörlük. Albümün masa başındaki tüm mesaisinde de kendisinin parmağı olduğunu düşünürsek şarkının temposundaki şairane dokunuşlara şaşırmamalı. Playing Robots Into Heaven’ın tartışmasız en akılda kalıcı şarkısı ise Loading. Zaten yayınlandığı andan beri albümün en çok dinlenen şarkısı da bu, albüm hızlanmadan hemen önceki son durak da. James Blake şarkıda sürekli değişen, hatta bazen bir kadın sesini andıran manipüle edilmiş vokalleriyle tutkulu bir şekilde aynı cümlede dönüp duruyor:
“Wherever I go, I’m only as good as my mind
Which is only good if you’re mine”
Kulüplere sızacak şarkılar
Tell Me, James Blake’in yumuşak sesiyle ön planda. Şarkıyı yarıladığınızda dupstep ritimleri devreye giriyor ve çok daha sert bir hâl alıyor. Modüle edilmiş vokalleri şarkıda da fazlaca işitiyoruz. Fall Back; Blake’in köklerine, başladığı noktaya dönüşünü en iyi simgeleyen eser. Şarkının hemen en başında ritme kapılırken buluyorsunuz kendinizi. Tam gizlice kulüplere süzülüp popüler olacak türden. Hemen ardından He’s Been Wonderful’a geçiş neredeyse kusursuz. Şarkı, oldukça farklı synth pasajlarıyla baş döndürücü bir etkiye sahip.
Big Hammer’da, 1990’lar Londra’sında ragga ve jungle türlerine öncülük eden MC ikilisi Ragga Twins’ten örnekler hâkim. Kulağınızın içinde titreyen synth’leriyle nefessiz dinleyeceğiniz 4 dakikalık bir şölen. James Blake’in Snoop Dogg ve Pharrell’in Beautiful şarkısını yeniden yorumladığı I Want You to Know, albümün ikinci yarısına geçişin de simgesi. Tipik bir house şarkısı olarak başlayan ancak çeşitli yerlerde tempo değiştiren şarkıda yine sanatçının modüle edilmiş vokalleriyle sıkça karşılaşmak mümkün.
James Blake, albümü yapma sürecini şöyle tanımladı: “Yıllar boyunca nasıl şarkı yazacağımı öğrenmek için çok zaman harcadım ama burada bunu yapmaya ihtiyacım yoktu. Hiçbir şey öğrenmeme gerek yoktu. Dışarı çıktım ve bir kulüpte harika olacağını bildiğim müziği yaptım” Ondan mı bilinmez; Fire The Editor’ın sözleri önce kırılgan başlıyor, ardından öz saygısını bulan bir Blake ile sonlanıyor:
“I’m not afraid
I’ve already failed so many times”
James Blake | Fotoğraf: Blackwall
Geçmişte hesaplaşmada sıra babada
Albümün gizli mücevheri kesinlikle If You Can Hear Me. Çok sade bir derinliğe sahip. İlk kez James Blake ile karşılaştığım 2010’lu yıllardaki gibi bir hissi var. Sanatçının kalbinin derinliklerinden çıkmış bir beste. 2 dakika 24 saniye gibi kısacık bir sürede pek çok duyguyu içinde barındırıyor. Bu piyano baladı, James Blake’in kendisi gibi müzisyen olan babası James Litherland’a yazıldı. Şarkı sözlerinde baba ile oğulun karmaşık ilişkisi hâkim. Blake, babasının şöhretinden koparak başarıya nasıl ulaştığını dışa vuruyor:
“Followed your dream
And, I woke up from it even more tired”
Albüm tamamen mekanik ve bir kilise orgu seslerini barındıran Playing Robots into Heaven ile kapanıyor. James Blake, dinleyicisini fütüristik bir dünyaya ışınlayarak orada terk etmeyi tercih etmiş. Blake’in yaratmayı başardığı atmosferik doku, her albümünün içine işlediği gibi Playing Robots Into Heaven’da da oldukça baskın. Sanatçı, 11 şarkı boyunca hem eski dinleyicisine nostaljik bir his veriyor hem de yenisine ne kadar sürprizlerle dolu bir müzisyen olduğunu kanıtlıyor. Albüm, incecik bir ipte yürüyor. Ya çok sevebilirsiniz ya da oldukça sıradan bulabilirsiniz. Benim en çok merak ettiğim şey; James Blake’in bu albümü canlı olarak nasıl çalacağı, albümdeki gibi sahnesinde geçmiş ve geleceği birleştiren özel bir dijital şov sunup sunmayacağı oldu.
Piksel. | O’art Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı mezunlarından: Yumuşak Disiplin
Yumuşak Disiplin
Nedir? Odeabank’ın sanat platformu O’art, yeni sezona Odeabank’ın 10. yıl özel projesi olan Piksel. | O’art Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı mezunlarının karma sergisi Yumuşak Disiplin’le merhaba diyor. Ekmel Ertan ve eser sahibi sanatçıların küratörlüğüyle gerçekleşen sergiye seni de bekliyorlar.
Nerede ve ne zaman? 6 Ekim’e kadar her gün 10.00 - 19.00 saatleri arasında sergiyi Alan Kadıköy’de ziyaret edebilirsin.
Neden gitmeli? Yetenekleri ve biricik bakış açılarıyla kendi düşünme seanslarımıza kapı aralayan bu genç yeni medya sanatçıları; Beyza Dilem Topdal, Ceren Su Çelik, Eda Şarman, Gözde Betülay Yorulmaz, Xebat Bayram, Haluk Miraç Aykın, İmelda Kuyumcu, Naz Nar ve Yekateryna Grygorenko, sergide dijital sanat teknolojileriyle bedenlerimizin, zihnimizin ve toplumsal varlığımızın nasıl bir dönüşüme maruz kaldığını sorguluyorlar.
Not almalı: Odeabank O’art’ın 10 genç yeni medya sanatçısına toplamda 1 milyon TL eser üretim desteği verdiği 10. Yıla özel projesinin detaylarını buradan inceleyebilirsin. Sergide görüşürüz!
Moby | Fotoğraf: Chris Pizzello
1️⃣ Radyo: Kiosk Radio, Brüksel’deki tarihi Parc Royal’in kalbine yerleştirilmiş ahşap bir kiosktan 7/24 yayın yapan çevrimiçi bir topluluk radyosu ve yayın platformu. Radyo; 2017 yılından bu yana cazdan deneysele, rock’tan elektronik müziğe kadar çok çeşitli müzik türlerinde yayın yapıyor.
2️⃣ Çalma listesi: Sanatçıların hazırladığı çalma listelerini sever misiniz? 27 Kasım’da Zorlu PSM’de sahne alacak IDLES’ın hazırladığı SOUL listesini usulca buraya bırakalım.
3️⃣ Okuma: Resident Advisor’dan Nyshka Chandran; daha fazla holding, risk sermayedarı ve özel sermaye şirketinin büyüme potansiyeli, teknoloji entegrasyonu ve yüksek katılım oranları nedeniyle gece hayatının yatırım cazibesinin arttığına dikkat çektiği bu yazıyı kaleme aldı.
4️⃣ Doğum günü: Müzik mirasına armağan ettiği 1999 çıkışlı Play başta olmak üzere ikonik albümlerinin yanı sıra aktivist kimliği ile de gönlümüzde taht kuran Richard Melville Hall, namıdiğer Moby, 58 yıl önce bugün doğdu.
5️⃣ Ödül: Lokal sahnenin biricik bağımsız festivali Demonation Festivali, 12. edisyonunun program ve tarihlerini duyurdu. bant mag.’in düzenlediği festival kapsamında bu yıl bir de müzik klipleri ödülü verilecek. Ödülle ilgili detaylara buradan ulaşabilirsin.