Herkese merhaba,
Nasılsınız? Birçoğunuz tatili fırsat bilip fikirlerini üretime dönüştürmenin adımlarını atıyor. Bazılarımız da tatil kelimesinin anlamını zevkle izlediği/okuduğu/dinlediği şeylerde buluyor. Bunu başkalarıyla paylaşmaya ise kimi zaman utanıyor. Size bir soru: “Zevk aldığımız şeylerden suçluluk duymayı ne zaman ve nasıl kabul ettik?” 20’lik bültenin son sayısında bu sorunun peşine düştüm, buradan okuyabilirsiniz.
Ben henüz tatil yapamadım, haftalardır kendimi eski televizyon dizilerini izlerken buluyorum, kafam dağılıyor. Dağılanları yakın zamanda hep birlikte toplayacağız. Bu haftaki bölümümüz podcast sezonunun son bölümü, iki hafta sonra doğum günü özel sayısı ile yayın da minik bir araya girecek. Ben de kendimi güzel bir okuma ve izleme kampına alacağım. (Umuyorum)
Yayına güzel haberlerle başlamak istiyorum, Milliyet Sanat’ın ağustos sayısında Üretim Kaydı podcast önerildi. İkinci güzel haber ise sizlere geçen yıl bahsettiğim, ilk öyküm “Şeftali Bile Soyamayan Babam” Can Yayınları’nın online öykü dergisi Trendeki Yabancı’da yayımlandı.
Bu sayıda konuğum uzun zamandır editör, kısa bir süredir de yazar olan
Şebnem Soral Tamer. Kendisiyle ilk romanı Gece Denizi’ni, editörlükle yazarlık arasındaki geçişkenliği ve seksen kuşağı olarak bugünlerde üretmek üzerine konuşuyoruz. Sizi okumaya ve dinlemeye uğurlamadan evvel bu sene podcast'te bana teknik destek veren Yağız, Batuhan ve Buğra'ya kocaman teşekkürler. ☀️
Aşağıda görüşelim.
Ürettiğimiz günlere,
Ece
Bir kitabın ilk sayfasında beni selamlayan alıntı, bana yazarla tanışmışım, tokalaşmışım hissi veriyor. İlk dokunuş, tanışma…
Gece Denizi, Carl Gustav Jung’dan bir alıntı ile başlıyor:
“Bilinçaltınız bilince dönüşünceye dek hayatınızı yönlendiren o olacak ve siz ona ‘kader’ diyeceksiniz.”
Büyüklerden duyduğumuz, doğrularını bildiğimiz o masallar. Hâlâ belleğimizde kalmış mitler ve gelenekler. “Yaşamla” tanışınca başlayan o deneyim. Gece Denizi romanı için, bir gece bir kere “gece denizinde” yüzmekle ömrünü anlamaya başlamak diyebilirim.
Kitabı bizimle buluşturan Şebnem, kendini yazar olarak tanıştırmayı pek sevmiyor. Kitaplarla ve yazmakla bir editör olarak yakın ilişkideyken bu kitapla birlikte bu ilişki değişmeye başlıyor, bunu okur olarak anlıyoruz ancak Şebnem daha vakit var diyor. 👀
Ben de Şebnem’in ve bu kitabın bizle buluşma sürecinin peşine düşüyorum.
Gece Denizi’nde bir kere yüzmek
Bu sayıda konuğum editör ve kısa bir süredir de yazar olan Şebnem Soral Tamer. Kendisiyle ilk romanı Gece Denizi’ni ve editörlükle yazarlık arasındaki geçişkenliği konuşuyoruz.

Şebnem, seksen üç doğumlu bir seksen kuşağı insanı. Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde okurken kültür-sanat muhabiri olarak da çalışmış. O zamanlar yazmak konusunda ilk öğretmeni Atilla İlhan olmuş. Yıllardır yayınevilerinde basın, editörlük, son okuma ve çevirmenlik gibi görevlerde yer aldıktan sonra şimdilerde Kafka Kitap’ta yayın sorumlusu olarak çalışıyor. Hâliyle ilk sorum da yazarlarla ve yazmakla olan ilişkisini anlamaya yönelik oluyor.
Kitabın sonuna bir tarih ve gece yarısından sonrasını not düşen Şebnem, genellikle gece saatlerinde yazabildiğini söylüyor. Sabahlarını e-posta yanıtlamakla ya da toplantılarla geçiriyor. Pek çok çalışan gibi.
“Bütün gün evin içinde dönüp duruyorum. Evden çalışıyorum genelde, sonra geceden sabaha kadar oturup yazdığımı bilirim ama bunu da çok tercih etmiyorum. Sonraki günü de öldürebiliyor çünkü.”
Daha önce radyoda jazz & blues programı yaptığını bildiğim için çalışırken müzik dinleyip dinlemediğini soruyorum. Okurken ve yazarken bir yandan müzik dinleyemediğini dile getiren Şebnem’in küçük yaşlarda keman eğitimi aldığını bu vesileyle öğreniyorum. Dinlediği müzik türü ise tek bir türle sınırlı değil. "Klasik müzik, jazz & blues’un yanına aslında türkülerimizi de dinliyorum" diyor. Romanı düşününce türkü yanıtına şaşırmıyorum.
“Okurken müzik dinleyemem ama okuduğum şeylerin aklıma getirdiği müzikler vardır. Okuma bitince dinlerim. Çalışacağım zaman genellikle mutlak bir sessizlik arıyorum. Dinlediğim şeylerden ilham alıp yazdığım da oluyor, müziğin yaratıcı gücüne inanıyorum tabii.”
Kitapta masallar ve mitler dünyasına sıkça atıf var. Şebnem’in çocukluğunda böyle bir anlatıcı ile sürekli bir ilişkisinin olup olmadığını merak ediyorum. Annesinin onu bu konuda çok beslediğini söylerken, ansiklopedi okuyan bir çocuk olmanın bugününe etkisinden de bahsediyor. O yaşta okuduğu ansiklopedilerin peşinde düşmeye, sahaf sahaf gezerek kendince bir koleksiyon oluşturmaya başlamış.
Şebnem Soral Tamer
Şebnem, eski İstanbul anılarından bahsediyor. Benim de dört senemi geçirdiğim Avcılar ilçesi eskiden sayfiye yeriymiş. Anneannesi ise Salacak'ta yaşadığı için bu iki nokta arasından çokça yolculuk yapmış. O yıllarda gördükleri ve duyduklarının da bu kitabı beslediğini söylüyor:
“Anneannem ve babaannemden duyduklarım var tabii ama bu sürekli olan bir şey değildi. İkisi de farklı kültürdendi, bu beni çok besledi. En çok da Salacak ve Avcılar arasındaki tren yolculukları, göçmenlerin yoğun olduğu bir yerdi. Avcılar o yıllarda sayfiye yeriydi, çok güzeldi o yıllar. İçimdeki merakı, orası ve o yıllar besledi. Mısır kültürünü çocukken ansiklopedide görmüştüm mesela. Zaten Yaşar Kemal ile tanıştıktan sonra hiçbir şey benim için eskisi gibi olmadı. Ondan dinleme şansım oldu. Köy köy gezip ağıtların, destanların hikâyelerini defterlerine not edermiş.”
Romanda genç bir kadının kültür ve sanat sektöründe stajıyla başlayan hikâyesinden de yerler var. Ben kendi anılarımın benzerlerini görünce burada otobiyografik ögelerin olup olmadığını sormadan edemedim. Şebnem, bu çizginin çok belirsiz olduğunu ve onun da neyin otobiyografik olduğunu, neyin olmadığını bilmediğini söyledi.
“Yazmaya yeni başlayan birisi için zor olan bir şeyi denemek istedim. Biyografik gerçeklikleri alıp ondan yeni bir gerçeklik yaratmak. Tabii sen de benzerleri yaşamışsın, sorman doğal. Ama doğru mu değil mi? Benim başıma gelip gelmediği konusunda ben bile bilmiyorum. Büyülü gerçeklik akımındaki gibi başka bir hikâye yaratabilir miyim? Onu söyleyebilirim.”
Şebnem kendine “acemi yazar” diyor. Romanı için de “başkası için onun metnini düzenlemişim gibi geliyor bazen” deyince editör olmasının bu kitabı okurla buluşturmasında gecikmeye sebebiyet verip vermediğini merak ediyorum. Yayıncılık alanı tanıdıklar ve tanışlıklar üzerinden ilerliyor, bunu onaylamasak da bir derecede böyle. Şebnem de yazdıklarına objektif bir gözle bakılmasını istediğinden, daha doğrusu editör olmasının yazdıklarının önünde olmasını istemediğinden, “kör randevu,” yani romanın dosyasını yayınevine isimsiz olarak iletmiş. Onay geldikten sonra kimliğini açıklamış. Burada Şebnem sonradan çalışma arkadaşlarından özür dilediğini ancak sebebini de çekinmeden açıkladığını dile getirdi.
Editörlükle ilgili şunları söyledi:
"Kariyerim böyle başlamadı. O zamanki işimden istifa edip bir süre boyunca evde çalıştım. Freelance editörlük işleri alıyordum ufak ufak. Evim ine dönmüştü, düzenli gelirim yoktu, gün ışığı görmeden sürekli okuma yaptım ve editörlük için kendimi besledim. Yazarın düştüğü yerde elinden tutup kaldırmak editörün görevi. Kafka Kitap ve Epsilon için çalışmam da bu sürecin sonrasında başladı. Yaklaşık dört yıldır da burada editörlük yapıyorum. Okuduğum insanlarla yemek yeme şansımın olduğu yıllardı. "
Kitabın sürecini konuşmaya devam ediyoruz. Bu roman belirli ve parça parça metinlerin beklemesi ya da birleşmesiyle oluşmamış.
Mutlak sessizlikte çalışmayı seven Şebnem, çok gürültülü bir akşamda bu romanı yazmaya başladığını söyledi:
“Mutlak sessizlik dedim ama kitabın ilk sayfalarını yazmaya çok gürültülü bir akşamda başladım. Devamını yazarken tabii yine sessiz anlarda yazdım ama başlangıcı böyleydi. Üç dört ay gibi sürede bitirdim. Sonrasında yıllık iznimi kullanarak giriş kısımlarındaki araştırma metinlerini bitirdim. Kitabın adı da eşim Mert’in askerlik dönemindeki Mardin ziyaretimden geliyor. Bir gece şehrin üstünde sıcaklık farkından doğan denizi görmüş ve etkilenmiştim. Kitabın son bölümünde de yazdım bunu, zaten ikinci roman için de oradan alıp devam edeceğim. İkinciyi yazmaya cesaret verecek güzel yorumlar aldım."
Kitabın kapağında René Magritte'in bir tablosunu görüyoruz. Hem kapak tasarım sürecini hem de Şebnem'in sanat tarihine ilgisini merak ediyorum. 👀 Kitabın kapak tasarımı Mert Tamer'e ait.
“Kitabın kapağını tasarlayan eşim Mert ile çalışma odasında sırtlarımız birbirimize dönük çalışıyoruz. Bu tabloyu gördüm ve “Aa Servi” dedim. Dönüp baktığı anı unutamıyorum. Servi’yi yansıtmamız gerekiyordu. O yüzden tablo üzerinden Servi’yi yansıtan eklemeler yaptık.”
Sanat tarihinde sadece belli isimlerin ön planda olmasından biraz yakındı ve Celil Sadık ile birlikte yürüttükleri "Uygarlığın Ayak İzleri" kitap serisinden bahsetti.
📌 Kitabın düzeltisini Nur Çakır, sayfa tasarımlarını ise Berna Özbek Keleş yapmış.
• Şebnem'in sayfiye yeri ile ilgili söyledikleri beni İstanbul'da Nasıl Eğleniyorduk? bültenine götürdü, ilk ağızdan anıları dinlemek güzel bir deneyim oldu.
• Halk bilimi ve ansiklopedilerden bahsedince kendi anılarıma gittim. Türkü demişken buraya Petra'nın sesinden bir türkü bırakıyorum.
• Şebnem'in "kör randevu" hikâyesini çok anlaşılabilir buldum. Yıllardır öğretmen çocuğu olarak eğitim hayatım boyunca "kim olduğum" hep bir şeylerin önüne geçti. Yine aynı konuyla ilgili kendime notum da "yapmak istiyorsanız yapın."
🎁 Bu sayıya güzel bir hediye ile geldik. Buradaki soruları doğru yanıtlayan üç kişiye Gece Denizi romanını imzalı olarak hediye ediyoruz!
Sorulara ulaşmak için tıklayın
• Ben sezon finalini bu bölümle yaparken severek dinlediğim iki podcast yeni sezonlarına başladı. 🎧
📌 Yakın Bakış- Göksel: Aşkımız Eski Bir Film Gibi | Part 1: 1997-2007
📌 Chorus- #30 - Oasis - Definitely Maybe (İnan Özdemir)
• Okuma hevesim olmadığı zamanlarda okumanın güzelliğini hatırlamak için kucağımı çocuk kitaplarıyla dolduruyorum. Şimdi kulaklarım da bunların süreçleri ve hakkında konuşulanlarla dolacak. Çocuk ve Genç Yetişkin Edebiyatı’ndaki yetişkin tahakkümünü yıkmak isteyen ve janrlarla özdeşleştirilen “ikincil” imaja kritik bir bakış getiren Piccolo ile tanışın.