Karanlık ve toprak yolların ana arterler olduğu; connect card’larla internete bağlanan; evlerin otele dönüştüğü; plajlarda sörfçülerin jeep tekerlerinin kuma saplı olduğu zamanlarda tanışmadım ben Alaçatı’yla. Benim merhaba dediğim günlerde 10 kişi gittiğimiz Riders Beach’ten dönen minibüste 16 birey, ıslak mayolarımız üzerine sarılmış havlularla güneşin gökyüzünde nefes almasına tanık olurduk.
O zamanlar Alaçatı’da evimiz dediğimiz İmren Han’ın bahçesinde kahve, domates, zeytin, lorlu kurabiyeyle kahvaltımızı eder, güneşle aramıza bir hasır şemsiye mesafesi koyarak uyuklardık öğleden sonra. Akşamüstü, “sıcak öffff” dedirtmekten “ohhhh” moduna terfi edince Köşe Kahve’nin oradan, pazarı takip ederek Hacımemiş’e varır, eski köy kahvesinin önünde pineklerken dallarla serçeleri izlerdik. İnsan pek yoktu çünkü. Olan da çökerdi sandalyesine. Saatlerce. Elde kitap, gazete. Hafta sonu eklerinin olduğu yıllar. Sonra Asma Yaprağı’nın kapısı önündeki masamıza kurulmak için hızlı adımlarla geri çıkardık ana caddeye, kabak çiçeği dolması, Arap saçlı bezelyeli enginar, şevketi bostan yemeye.
Ilıca Plajı
Önce ATV’lerle gittiğimiz Delikli Koy düştü akşam haberlerine, sonra ünlü simalar paparazzilerin deklanşörlerine. Ben Alaçatı’dan eksildim. Yıllar sonra, ekimin ortasında Agrilia’da geçerken uğrayıp masaya kurulana, yağmurluklar üzerimizde Ilıca sahilinde ufka bakana kadar. Zaman sonbahar.
Bu sefer iki yaz günü, 6-7 Temmuz’da Alaçatı’dayız. Bizim listeler eskimiştir diye Alaçatılılara sorduk, nasıl oralar? Sokaklar kalbalıklaştığında nerelerde gezersiniz? Değişenler çoktur da değişmeyenleri bize söyleseniz? Sizden gelecek önerileri de bekleriz: [email protected]
Takıl peşimize,
Hazal

SOLİ
Seyahat ve kültür yayını SOLİ, şehirleri ve içindeki farklı kültürel toplulukları araştırmak üzere mahallelere ve mahallelilerin hikâyelerine odaklanıyor.