Haydi bu Pazar herkesin sadece -ya da en azından açılış konusu olarak- politika konuştuğu şu günlerde kısa süreliğine kafamızı dağıtalım ve Bager Akbay'la robot haklarından, Kadıköy/Cihangir kedileri gibi olacağımızı hayal ettiği gelecek projeksiyonuna doğru bir düşünce akışına kapılalım.
Bu sayıda bir değişiklik olarak kitap, dinleme listesi ve etkinlik önerileri bendenizden.
🎶 İlk iş Jukebox'a inip, müziği ayarlamanızı, kahvenizi alıp, bu sakin ve neşeli çalma listesiyle okumaya başlamanızı öneriyorum.
📚 Dünyada bulunmayı en çok sevdiğim mekanların başında müzeler geliyor. The Met Museum en sevdiklerimden biri. Kitap önerisi olarak sizlerle paylaştığım "All The Beauty In The World" işte bu güzelim müzeyi, müze bekçilerinden biri olan Patrick Bringley'in gözünden görmemizi sağlıyor. Kitap maalesef henüz türkçeye çevrilmemiş.
📆 Takvim'de bu ay iki Piksel. katılımcısının sergi haberini sizinle paylaşma zevkini yaşıyoruz.
Herkese iyi okumalar ve mutlu pazarlar!
Hande.
Piksel.Bülten
Piksel. ekibinin hazırladığı; her sayıda yaratıcı sektörlerden bir kişiyi odağına alan ve sanata yeni medya odağından baktığımız sanat bülteni.
Foto: John Leffmann
ASCII sanatı, sunum için bilgisayarları kullanan ve 1963 tarihli ASCII Standardı tarafından tanımlanan 95 yazdırılabilir karakterden ve tescilli genişletilmiş karakterlerle (ASCII uyumlu karakter setlerinden bir araya getirilen resimlerden oluşan bir grafik tasarım tekniğidir. Terim ayrıca genel olarak metin tabanlı görsel sanatlara atıfta bulunmak için kullanılır. ASCII sanatı, herhangi bir metin düzenleyiciyle oluşturulabilir ve genellikle serbest biçimli dillerle kullanılır. ASCII sanatının çoğu örneği, sunum için Courier gibi sabit genişlikte bir yazı tipi (geleneksel bir daktiloda olduğu gibi orantısız yazı tipleri) gerektirir.
Kaynak:Wikipedia
Fotoğraf : Verena Niepel
Bager Akbay, tasarımcı, Sanatçı, Eğitmen. Robot Şair Deniz Yılmaz'ın hikaye anlatıcısı. Sanat eserleri Ars Electronica, Todays Art, Transmediale gibi festivallerde sergilendi. Çocuklar için Scratch kitabının yazarlarından olan Bager Akbay, İskele47'nin ortak-kurucusu ve Istanbul Maker Fuarı'nın ortak-küratörüdür. 2007 yılından itibaren teknoloji ve sanat alanında festivaller düzenleyen Amber Platform'un ve katılımcı, barışçıl öğrenme toplulukları kurmayı hedefleyen Başka Bir Okul Mümkün Derneği'nin yönetim kurulu üyesidir. Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Berlin Ernst Busch Sanat Akademisi’nde “Günümüz Sanat Tarihi” ve “Kuklacılık İçin Yazılım” dersleri vermekte ve FLU TV’de “Sanat Sohbetleri” programını yürütmektedir.
Geçmişte tiyatro ve kukla oyunculuğuyla ilgilendiğini biliyorum. Biliyorsun Mueck’in de kukla yapımıyla başlayan kariyeri onu heykeltıraşlığa götürmüş. Senin bu geçmiş deneyimlerin dijital saat eserleri üretimine nasıl etki ediyor ya da ediyor mu?
Tiyatro grubuna girmem tamamen tesadüftü, amacım tiyatro yapmak değildi. Tahmin edilenin aksine büyük kararlarımda aklımı kullanan biri değilim, güzel insanların güzel bir şeyler yaptığını görünce kendimi kaptırdım. Hayatımın merkezi oldu sahne, arkadaşlarım. Üç dört sene beraber yaşadık, ailem oldular. Provalarımız oldukça ağırdı, sabit bir yapı hatırlamıyorum ama 5-6 saat ısınma, ses çalışması, esneme yaptıktan sonra 8-10 saatlik prova alırdık. Sahnede durmak zordu benim için, gözetlemeyi tercih etmiştim her zaman. Kuklaya geçmeseydik ya bırakırdım tiyatroyu ya da sahne arkasına geçerdim. Kukla, sahnedeyken görünmemenizi sağlayan bir teknik. Beş yıl boyunca sahnedeydim ama kimse görmedi. Sanırım sanat pratiğimin temelini bu oluşturdu. Türkiye gibi göstermenin uygun görülmediği bir ülkede, görülmenin tek yolu buydu benim için. Üreten insanların, izleyici ile ilişkisi çok farklı şekilde olabiliyor. Şu an ürettiğim içeriklerde o dönemki deneyimlerin oldukça etkisi var. Ürettiğimin görülmesini arttırıp, kendimi gizleyebiliyorum zaman zaman. Sanırım kaldırabileceğim kadar duygu ile yüzleşmek için sürekli ileri geri ayar yapıyorum. Utanınca kuklayı öne çıkarıyorum, rahatlayınca yüzümü gösteriyorum. Kırılganlığımın dozajını ayarlıyorum sürekli. Niye yorulduğumu şimdi bunları yazarken anladım.
Yeni medya sıklıkla ekip kurmayı, iş birlikleri yapmayı gerektiren bir alan. Sen eserlerini üretirken başka sanatçı/tasarımcılarla iş birlikleri yapıyor musun/yaptın mı? Evetse, bunun üretim pratiğini nasıl etkilediğini düşünüyorsun?
Sanat üretimimde geçici destekler alıyorum. Aldığım destekler oldukça kontrollü bir şekilde oluyor. Kesinlikle içimdeki histen beslenmeye çalışıyorum. Hissimi paylaşmıyorum ki zaten istesem de yapamam. Bir işi hangi hisle yaptığımı anlamam için işin bitmesi, üzerine bolca konuşulmuş olması ve de birkaç yıl geçmiş olması gerekiyor.
Tek başıma üretiyorum, kapanıyorum gibi birşey anlaşılmasın kesinlikle. Çevremdeki en geveze insanlardan biri olarak, sürekli anlatıyorum, dinliyorum, her basamağı anlatma ihtiyacı hissediyorum. Ben konuşurken düşünebilen biriyim. Karşımda kimse yoksa ölüyorum. Birazdan Serhat’a anlatırım, demin Cansu bana şunu demişti, Masal’a nasıl anlatsam heyecanlanır gibi düşünceler sürekli aklımdan geçiyor. Şu an yazarken bile birazdan Deniz’e atayım, Pelin’e göstereyim bakalım ne diyecekler diye düşünüyorum. Ürettiklerini göstermek isteyen bir küçük çocuk gibiyim. O çocuğu biraz sakinleştirince devam edebiliyorum, ana akışı işlemeye. O mikro diyalogların eserin genel akışına pek etkisi olmuyor ama ince işleyişe katkıları oluyor. Genelde eseri üretirken kurduğum binlerce diyalog sayesinde, eser ortaya çıkınca yapılan her yorum bana tanıdık geliyor. Eserlerimle veya eserlerimi anlatma performansımla karşılaşan insanların neler sorabileceğini, en saçma sorularını bile düşünmüş oluyorum, bu bir kontrol manyaklığıyla yaptığımı sanmıyorum, performans böyle eğlenceli geliyor bana.
Sorduğun soruyu cevaplamadım sanırım, evet yeni medya sanatı alanında genelde işler ekip gerektirir. Sanat eserim olarak görmediğim yüzün üzerinde parçası olduğum iş var. Yazılımcı, grafiker, tasarımcı, planlamacı, danışman, oyuncu, ışıkçı, sesçi, 3 boyutlu modellemeci, kurgucu, metin yazarı, yönetici vs. gibi rollerin hepsinde onlarca, yüzlerce saat deneyimim oldu. Eser üretirken ki manyaklığım burada da var sanırım, herşeyi denemişim. Ama sanat üretimimde bu çok az var. Genelde ana his bende oluyor. Ya da en fazla düzenli destek aldığım 2-3 kişi oluyor.
Şair Robot Deniz Yılmaz’ı anlattığın blog yazında robot haklarıyla ilgilendiğini ve projeye bu açıdan bakınca pek başarılı bulmadığını yazmışsın. Bunu biraz açar mısın?
Ne zaman yazmıştım bilmiyorum ama sanırım sonradan bu konuda gelişmeler oldu. Birkaç ulusal ve uluslarası hukuk konferansında bu konuyu anlatma şansına eriştim. Robot hakları kavramını, insan merkezli düşüncenin dışına beni çıkardığı için çok seviyorum. Mesela 5-6 yıldır insan odaklı olmayan bir zeka modeli üzerine düşünüyorum ve bir makale yazmaya çalışıyorum. Hak ve kapsayıcılık üzerine düşünüyorum, sistemleri anlamaya çalışıyorum. Sistem derken tüm varlıkları bir sistem olarak gören teorilerden bahsediyorum. Donna Haraway’i, Douglas Hofstadter’i, Richard Dawkins’i, Daniel Dennett’i bu yüzden seviyorum sanırım. Sistemler evreni daha bağımsız görmemizi sağlıyor. Evrim teorisi, uzay bilimleri, kuantum mekaniği, calculus’un, sembolik mantığın icadı, bunlar inanılmaz geliyor bana. Kendimi o kadar küçük hissetiriyor ki, varoluş sancımı bir an unutabiliyorum. Robot hakları da böyle bir yerden bakınca çok keyifli.
Eğitimci olarak sanat teknolojisi, sanat/teknoloji felsefesi gibi konularda bilgileri paylaşıyorsun. Sanatçıların yapay zeka, biyo-teknoloji ya da blockchain gibi güncel teknolojileri öğrenmelerini gerekli buluyor musun? Eğer buluyorsan bunun nedenini açıklar mısın?
Sanatçıların dağınık konularda okuryazarlığı olan kabilelerde yaşamasını çok değerli görüyorum. Bu konuları bilmeleri gerekmiyor. Zaten bilmek kelimesinden herkes başka birşey anlıyor. Okur yazarlık gerekli ve hatta zorunlu oldu. Zorunlu demek sert biliyorum ama bilmediğimiz şeylerin bizi yönettiği bir dünyada, sanatçı olmaya çalışırken kendimizi eser olarak bulabiliyoruz. Yani hikayemizi yazarken, o hikayenin tanrısı veya rahmi olduğumuzu zannederken başkasının hikayesinin sonucu olduğumuz ile yüzleşmek acı veriyor. Baştan bunu kabul ettiysek ona bir lafım yok ama bu da başka zorluklar içeriyor.
Gelişimin hızının her zaman arttığını biliyoruz, artık bu insanın algılayabildiği kapasitenin çok üstüne ulaştı. Kabileler kurmalıyız ve herkes farklı ve kesişen konularda okur yazar olmalı, olmalı demeyeyim de, ben öyle yapıyorum ve bunu anlatıyorum.
Web üzerinde çalışan 3B mimari temelli uygulamalar (Metaverse?) ya da jeneratif yapay zeka gibi güncel -ve görece yeni- teknolojiler şu anda çoğunlukla bir tür kitsch üretmek için kullanılıyorlar. Sanat üretiminin herkes için kolaylaşması önce demokratik olarak gözükse de, aslında birkaç algoritma tarafından standardize edilen bir estetik bombardımanı altında kaldığımızı düşünen oldukça fazla sayıda sanat profesyoneli de var. Bunun aşılabileceğine inanıyor musun? Teknolojik araçların gelişimine bakınca ne gibi özgün medyumların keşfedileceğine ya da geliştirileceğine inanıyorsun?
Bunları aşmanın tek yolu hackerlık sanırım. Yani bir yaşama şekli olarak hacker olma halinden bahsediyorum. Tabii ki demokratikleşme acemilerin sayısını artırır ve yeni çoğunluk, bu dediğini hissettir ama sakin olmak lazım, ilk kez üretiyorlar, sıkılacaklar merak etmeyin.
Medyayı tasarlamaktır politik olan, medyayı kırmaktır, bozmaktır, alaşağı etmektir ve bunu neşe ile güzel şeyler için yapmaktır.
Birkaç konuşmanda yapay zeka araçlarının keşfini insanlık tarihindeki tekerlek, yazı ya da matbaa gibi önemli buluşlarla kıyaslamaya çalıştığına şahit olduk. Bu konuda bir karara varabildin mi?
Teşekkür ederim, az yazan biriyim, bu vesile ile kayda geçsin bahisler. Yazıya eş değer görüyorum, 2020-2035 arasında olacakları. Hatta şöyle söyleyeyim, yazının sonu olarak bile görebiliriz eğer bir onbeş yıl daha eklersek.
Röportajın bu kısmını bir tür DADA alanı olarak kullanmamda bir sakınca görmezsiniz umarım.
2050’de yazı bırakılacak, 2070’de geleneksel sanat olarak kabul edilecek.
Huzur absürtte.
Bu tür röportajlarda spekülasyon yapılmazsa olmaz. Kurzweil kampındaki teknolojistler insanlığın makine ve sentetik zeka araçları ile birleşip evrileceğine (İnsan 2.0 ) ve yeni, daha pozitif bir çağın başlayacağına inanırlarken diğer tarafta makinelerin ve genel olarak ilerleyen teknolojinin insanlığın sonunu getireceğine inanan bir grup var. Elbette bu iki görüş arasında konumlanan başka düşünceler. Sen insanlığın geleceği konusunda bir spekülasyon yapsan ne gibi bir senaryo yazardın?
Ahh deminki soruda spekülasyon kotamı doldurdum sanırım ama devam etmeye çalışacağım. İnsanlığın geleceği iyi bence, Kadıköy/Cihangir kedileri gibi olacağız. Başka gezegenlere yerleşemezsek (insanlardan bahsetmiyorum, akıllı herhangi bir tür olarak, ai, cyborg, yeni bio-türler vs.) yakında ölürüz. Yayılırsak hikaye ilginçleşebilir. Amerikanın keşfi gibi bir döneme girebiliriz.
Ama bu cümlelerde birinci çoğul şahıs kullanmak ne kadar anlamlı bilemedim.
Bu dediğim akıllı türler uzaya yayılınca, burada kalanlar olarak neler yaşayacağımız çok ilginç bir konu aslında. Biraz daha rahat, gelişmekle ilgilenmeyen, sakin bir toplum olabiliriz belki. Kediler gibi dedim ya. Neyse bunu başka bir gün konuşuruz.
Kadınların, geleceğin mesleklerinde beceri ve yetkinliklerini geliştirmek ve kadın temsiliyetinin güçlendirilmesi için yola çıkan Brothers Hayata Karışan Kadınlar Platformu’nda ikinci dönem sona erdi.
Bu dönem 5 binin üzerinde kadının başvurduğu platformda, 1204 kadın, Kültür, Sanat ve Eğlence, Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği, Yeni İş Yaşamı ve Dijitalleşme ve Yeni Medya olmak üzere 4 modülün yanı sıra Girişimcilik ortak modülündeki çevrimiçi ve ücretsiz derslerden faydalandı. Eğitimlerin ardından gruplar halinde projelerini geliştiren katılımcılar, Bootcamp Hafta Sonu’nda sunumlarını yaptı. 137 katılımcının yer aldığı hafta sonunda, 28 grup mentorlar ve eğitmenlerle projelerini geliştirdi. Sunumların sonucunda ise 8 grup finale kalmaya hak kazandı.
Doğada birlikte öğrenmeyi hedefleyen, dezavantajlı gruplardan çocukları da kapsayan bir orman okulu yaratma projesi olan “Hepimiz Doğayız” Brothers Hayata Karışan Kadınlar Platformu’nun destekçiler ve ana sponsor Pernod Ricard Türkiye ile birlikte oluşturduğu başlangıç fonunu almaya hak kazandı. Ayrıca sanatı AR ile buluşturan “Air Archive” projesi, platformun Kültür, Sanat & Eğlence modülü mentorları Hande Şekerciler ve Arda Yalkın tarafından ofis, teknik ekipman, yazılım ve eğitim desteği alacak. Yeni nesil ebeveynliği başka bir boyuta taşıyacak “Next Gen Care” projesi ise platform paydaşı Galata Business Angels üyelerinden girişimci Fırat İşbecer tarafından desteklenecek.
Piksel.Bülten, Brothers destekleriyle yayımlanmaktadır.
Metropolitan Sanat Müzesi'nin ve hazinelerinin, on yılını müze bekçisi olarak geçirmiş eski bir New Yorklu tarafından yazılmış büyüleyici, aydınlatıcı bir portresi.
Her yıl milyonlarca insan Metropolitan Sanat Müzesi'ni ziyaret etmek için büyük mermer merdivenleri tırmanıyor. Ancak yalnızca seçilmiş birkaç kişinin her köşe buca sınırsız erişimi var. Onlar, lacivert takım elbiseleri içinde dikkat çekmeden dolaşan ve iki milyon metrekarelik hazinelerle dolu bu mekanı dikkatle izleyen güvenlik görevlileri. The New Yorker'daki havalı kariyerine kapılmış olan Patrick Bringley, onlardan biri olacağını asla düşünmemişti. Sonra ağabeyine ölümcül kanser teşhisi kondu ve o, günlük hayatın sıradan gürültüsünden kaçmaya ihtiyaç duyduğunu fark etti. Bu yüzden The New Yorker'dan ayrıldı ve teselliyi bildiği en güzel yerde aradı.
- Piksel. | O'art 2022 katılımcılarından Eda Şarman'nın "Olağan Durumlarda Olağanüstü Hisler" isimli solo sergisi 12 Mayıs tarihinde, Ferda Art Platform'da açıldı. 10 Haziran'a kadar görülebilir.
- İlk dönem katılımcılarımızdan Eda Sütunç'un "Sevgili Kuş" başlıklı solo sergisi ise 18 Mayıs-31 Haziran tarihleri arasında Bebek Sarnıcı'nda görülebilecek.