aposto-logoPazartesi, 5 Haziran 2023
aposto-logo
Pazartesi, Haziran 5, 2023
Aposto Üyelik
Toprak Yemek Kültür
Bugünkü Destekçimiz
Neler Oluyor?

📌 TOPRAK YEMEK KÜLTÜR #2

KIRSAL KALKINMAYI VE TARIMDA ÖRGÜTLENMEYİ NEDEN ŞİMDİ KONUŞMALIYIZ?
Dört Ayaklı Şehir ile birlikte

Depremden etkilenen tüm canlar için: Dört Ayaklı Şehir 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra hayvan arama kurtarma için bölgeye ulaşan Dört Ayaklı Şehir , ağır hasarlı ve yıkılmak üzere olan binalardaki hayvanların kurtarılmaları için halen çalışmaya devam ediyor. Nedir? Araştırma odaklı bir hayvan hakları topluluğu olan Dört Ayaklı Şehir, 2013’ten bu yana yatay örgütlenmelerin oluşturduğu ağlarla işleyen bir kolektif. Dört Ayaklı Şehir neler yaptı? 26 kedi, 154 köpek, 3 kuşun enkaz ve ağır hasarlı binalardan kurtarılmasını sağladı ve kurtarılan hayvanların tamamını kendi veteriner hekimleri ve sağlık ekibi aracılığıyla tedavi altına aldı. Tedavisi tamamlanan 8 kedi, 16 köpek ve 3 kuşu kalıcı yuvalarına yerleştirdi. Bölgede hizmet veren veteriner ve sağlık ekiplerine her biri 1000 parçadan oluşan iki büyük paket halinde tıbbi malzeme ve ilk yardım malzemesi oluşturdu. Mobil sağlık ekipleri için temin ettiği 12 adet jeneratörün dört farklı ile ulaştırılmasını sağlayarak doğrudan veteriner hekimlere teslim etti. Afet bölgesindeki hayvan kurtarma gönüllüleri tarafından kullanılmak üzere 2000 adet kedi taşıma ve 500 adet köpek taşıma kutusu ulaştırdı. Afetten etkilenen hayvanların yakın illere ve İstanbul’a taşınması için araçlar temin ederek bugüne kadar Hatay Barınağı’ndan 150 köpeğin İstanbul’a ulaştırılmasını sağladı. 12 yasaklı ırk kabul edilen köpek, veteriner hekimleri aracılığıyla klinik ortama alındı. 3 ton kuru kedi mamasını, 2 ton kuru köpek mamasını, 3000 adet konserve kedi-köpek mamasını, 250 kg büyükbaş hayvan yemini ve 50 kg kanarya ve muhabbet kuşu yemini deprem bölgesine ulaştırdı. Dört Ayaklı Şehir ’i sosyal medyadan takip edebilir, kurulum aşaması tamamlanmak üzere olan Dört Ayaklı Şehir Derneği ’ne üye olabilir, maddi destekte bulunmak için Dört Ayaklı Şehir ’in kardeş organizasyonu olan Hayvanlara Adalet Derneği'ne bağışta bulunabilirsiniz.

Daha fazlasını öğren

Tasarım: Kaan Walsh

Sayılar anlamını yitiriyor. Yas öfkeyle yan yana. Her yeni günde açığa çıkan tartışma konularıyla. Dayanışmanın günbegün gelecek direnişin sinyallerini verdiği şu günlerde biz toprağa ve üreticiye hakkının iadesi nasıl mümkün olabilir sorusuna  kafa yorarken bir gecede çıkan kararnameyle mera ve orman arazileri imara açılıyor; deprem bölgesindeki şehirlerin tarım arazilerine yayılımının verdiği zarar ve yaşattığı acılar sanki birkaç hafta değil yüzyıllar öncesinde yaşanmışçasına. 

Afet sonrası İTÜ’nün yayımladığı Deprem Ön Değerlendirme Raporu’nda doğal tehlikeler karşısında yaşanan büyük yıkımların temel nedenlerinden biri kentlerin doğal sınırlarını aşmasından kaynaklandığı vurgulanırken yeni planlama sürecinde jeolojik açıdan sakıncalı alanlar, verimli tarım arazileri, su kaynakları, ekolojik hassas alanlar gibi kısımlarda yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiğinin altı çiziliyor. 

Sanki bunlar hiç söylenmemişçesine; vakti zamanında o veya bu sebeple alınmış yanlış kararların neticesi kayıpların acısı dinmemişken; kuraklık kapı eşiğini aşmış tarlanın ortasına varmışken; deprem sonrası sondaj kuyuları kapanmış çiftçinin sulama ihtiyacının nasıl giderileceğinin yanıtları kör kuyularda kalakalmışken otorite figürleri için hâlâ “rant baş tacı”; hâlâ demeçlerinde kalıcı çözümlerin ve esas meselelerin kıyısından geçmiyorlar.

İlk sayısında Özyeğin Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Dr. Candan Türkkan'la gıda demokrasisini tartışarak başlattığımız TOPRAK YEMEK KÜLTÜR serisinin ikincisinde Sakarya Üniversitesi Araştırma Görevlisi, tarım ve gıda çalışmaları, insan-gıda etkileşimi alanlarında çalışan Kübra Sultan Yüzüncüyıl’la kırsal kalkınma ve tarımda örgütlenme ilişkisini kooperatifçilik ekseninde konuşuyor; sürdürülebilir üretim ve tedarik zincirinin planlanmasının, kırsalın demografik yapısının yeniden inşasının ve korunmasının nasıl mümkün olabileceğini anlamaya çalışıyoruz.

Reyhan

Toprak Yemek Kültür

#2 Kooperatifçilik: Kırsalı iktisaden kalkındıracak bir çare olabilir mi?

Odak: Türkiye'de tarım kooperatiflerinin kısa tarihi ve afet bölgelerinde tarımsal üretimin sürdürülebilirliği. Konuk:Kübra Sultan Yüzüncüyıl

TOPRAK YEMEK KÜLTÜR serisinin ikinci sayısında afet bölgesindeki kırsal kalkınmayı tarımda örgütlenme üzerinden inceleyip Türkiye’de kooperatifçiliğin dününü ve bugününü, kadın istihdamının güçlendirilmesinde kooperatiflerin etkisini ve siyasi iradeye düşen görevleri odağımıza alıyoruz. Konuğumuz, tarım ve gıda üzerine yaptığı akademik çalışmaları saha çalışmalarıyla da destekleyen akademisyen Kübra Sultan Yüzüncüyıl.

  • Kimdir? Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği’nden mezun oldu. Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Doktora Programında eğitimine devam ediyor. Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışıyor. Tarım ve gıda çalışmaları, tarımsal iletişim ve bilgi yönetimi, insan-gıda etkileşimi gibi ilgi alanlarına sahip olup bu konularla ilgili çeşitli makaleleri ve çalışmaları bulunuyor.

Kırsalda toplumun ekonomik ve politik güçlendirilmesinde kooperatiflerin rolü ve faydaları nelerdir?

Kooperatifler belirli müşterek ekonomik ve sosyal gereksinimleri karşılamak üzere bir araya gelen insanların oluşturduğu özerk ve örgütsel yapılardır. Bu yapılar temel olarak “İttihat kuvvet getirir.” düsturuna dayanmaktadır. Ortakların mali katılımı, yönetimde söz sahibi olması, açık üyelik, toplum yararını gözetme gibi ilkeler etrafında oluşturulan teşkilatlar olarak da düşünebileceğimiz kooperatifler bu anlamda demokrasinin işleyişine de katkı sunuyor. Öte yandan kooperatifçiliğin gelişimi her ülkede farklılık gösteriyor. Bu nedenle ben Türkiye’nin kooperatifçilik tarihine değinerek bu soruyu yanıtlamak istiyorum. 

Ülkemizde “kooperatif” kelimesi ilk olarak Cumhuriyet yıllarında kullanılmaya başlansa da kooperatifçilik hareketinin Cumhuriyet öncesi özellikle kırsal alanda ekonomik ve toplumsal dayanışmaları örgütleyen teşkilatların tarihsel tecrübesine yaslandığını söyleyebiliriz. Memleket Sandıkları, Loncalar, Ahi Birlikleri imecenin ve ortaklaşa çalışmanın icra edildiği bu teşkilatlara örnek olarak gösterilebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu birikmiş deneyimden faydalanılarak Türk kooperatifçilik hareketinin başlatılmak istendiğini belirtmek isterim. Filhakika Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kooperatifçiliği, kırsalı iktisaden kalkındıracak bir çare olarak görmüştür. “Hedef kooperatifçilik” sözleriyle çiftçileri örgütlenmeye yöneltmiş, söz konusu kooperatife bizzat ortak olarak onları bu yönde teşvik etmiştir. 19 Mart 1923’te Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Basın-Yayın Genel Müdürlüğü tarafından çıkartılan ve “Kooperatif Şirketler” adını taşıyan yayının ilk cümlesi kooperatifçiliğe verilen önemi açıkça göstermektedir: “Kooperatif şirketlerinin ülkemizde de kurulmaları ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına bir iktisadi zafer oluşturacaktır.” 

Kooperatifleşmenin en çok teşvik edildiği alansa o dönem iktisadiyatının temelini oluşturan tarımsal üretimdir. Kırsal kalkınmanın tarımda örgütlenmekle gerçekleşebileceği, bunun aracınınsa kooperatifler olduğu düşünülüyordu. Bu hususta çıkarılan “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” sermayesi yetersiz çiftçilere ekonomik güç sağlamak, yereldeki kaynakları ekonomiye kazandırmak adına atılan en büyük adımlardan biridir. O dönem kırsal kalkınmayı odak noktasına alan en yaygın tarımsal kooperatif olan Tarım Kredi Kooperatifleri’nin çiftçilerin nakdî ve ayni kredi gereksinimi karşıladığını, çiftçilere birlikte çalışma kültürünü kazandırmak, modern tarım tekniklerini ve tarımsal yenilikleri çiftçilere öğretmek için faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz. Yukarıda bahsettiğim kitapçıkta ufak tarlalara sahip olan çiftçilerin tarımsal kooperatiflere üye olması tavsiye edilmiş böylelikle tarımsal üretimdeki kazançlardan daha çok faydalanabilecekleri ifade edilmiştir. Kooperatiflerin müştereken makine satın alınması, nakliyatta kolaylık sağlaması, nakit tedariki sağlaması gibi hususlarda küçük çiftçilerin lehine çalıştığı ifade edilmiş ve kırsal kalkınmanın en temel aracının kooperatifleşme olduğu vurgulanmıştır. 

Kısacası Türkiye’de tarımsal üretimde devlet korumacı politikaların geçerli olduğu 1980’ler öncesi kooperatifler kırsal alanda refahın artırılmasının, yoksulluğun azaltılmasının, sosyoekonomik kalkınmanın, toplumsal bütünleşmenin bir aracı olarak görülmüştür. Tarımda neoliberal politikaların egemen olduğu günümüz girişimcilik ekosistemindeyse bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. 

Girişimcilik ekosisteminde kamu politikaları ve kalkınma planları göz önüne alındığında kooperatifçiliği güçlendirmek için siyasi iradeye düşen görevler nelerdir?

Siyasi iradeye düşen görevlere gelmeden önce onları örgütleyen yapısal meselelere bakmak lazım. Neoliberal ekonomi politikaları tarımsal üretime nüfuz ettiğinden beri çiftçiler kooperatifler aracılığıyla ortak hareket edebilen örgütlü özneler olarak değil, piyasa mekanizmalarına tabii olan bireyler; daha doğrusu girişimciler olarak tahayyül ediliyor. Tarımsal devlet kurumlarının özelleştirilmesi yoluyla çiftçilerin piyasa ekonomisiyle baş başa bırakıldığını görüyoruz. Tarımsal üretimin piyasa odaklı oluşunu şirketlerin lehine olacak şekilde tasarlanan sözleşmeli üretim modelinin giderek daha çok teşvik edilmesinden de anlayabiliriz. Bu piyasacı sistem içerisinde devletin bizzat teşvik ettiği kamu yararı gözeten kooperatifçilik anlayışının da eridiğini söylemek mümkün. 

Peki tarımsal üretimde devlet korumacı politikalara geri dönülmesi ve akabinde çiftçileri piyasaya karşı koruyan, kamu yararı gözeten ve demokratik işleyişi güçlendiren kooperatifçiliğe dönmek mümkün mü? Dönülse bile bu hangi kurumlar, hangi aktörler aracılığıyla sağlanmalı? Çiftçinin ihtiyaçları neler? Tarımsal üretimin çerçevesini hangi ekonomi politikalarıyla çerçeveliyoruz? Siyasi iradelere tayin edilecek olan görevlerin bu tartışmalar ışığında doğrudan çiftçilerle müzakere edilmesi gerekir. Saha çalışmalarım sırasında kooperatif üyesi olan bir çiftçi bana devlet kurumlarının çiftçinin derdini dinlemediğini ve bu sebeple ayakları toprağa basan projelerin hayata geçirilmediğini söylemişti. Tam da öyle aslında, ayakları toprağa basan fikirlere ihtiyacımız var. 

Ayakları toprağa basan iyi örneklerden birine değinmek istiyorum. 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerden etkilenen 11 ilin tamamında ciddi gıda krizi oluştu. Şefler afet bölgelerine giderek mutfaklar kurdu. Bu mutfakların erzak ihtiyacını karşılamada Ebru Baybara Demir’in destekçisi olduğu Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi kritik bir role sahip oldu. 19 gönüllü ortaktan oluşan, kâr amacı gütmeyen bu sosyal kooperatif çiftçilerden ürünleri satın alarak bölgedeki tedarikçilerle iletişime geçerek Hatay, Osmaniye, Maraş, Adıyaman ve Elbistan’da kurulan belirli mutfakların türlü ihtiyaçlarını (erzak, tüp, hijyen malzemesi) karşılamak için çalışıyor. Afet bölgelerinde en önemli şey hızlı ve koordineli şekilde hareket edebilmek, kooperatiflerin örgütlü emeği bölgedeki gıda krizini çözme hususunda bu şekilde katkı sağlıyor.

Dünya çapında tarım toplumlarına baktığımızda hiyerarşinin temelinde hâlâ cinsiyet var. Bu sistem sebebiyle kadınlar birçok bölgede ücretsiz aile işçisi olarak görülüyor; sosyal hakları verilmiyor ya da mülk edinemiyorlar. Üreten kadının toplumsal güçlendirilme sürecinde kadın kooperatiflerinin rolü ve önemi nedir? 

Bu soruyu cevaplamak için öncelikle Batı merkezli dualist düşüncenin tarihsel çizgisine değinmek gerekir. Dünyayı birbirine karşıt terimlerle örneğin akıl-doğa, zihin-beden, kamusal-özel, erkek-kadın gibi ikilikler aracılığıyla açıklayan dualist düşünce erkeği bilimle ve madde dünyasıyla, rasyonel olanla ilişkilendirmenin karşısına kadın ve doğa benzeşimini koymuştur. Erkeği akılla, kadını doğurganlık üzerinden doğayla özdeşleştiren bu özcü düşünce ataerkil tahakküm biçimlerini de beslemektedir. 1970’lerde konuşulmaya başlanan ekofeminizmin teorik perspektifi bu ilişkiye yani erkek egemenliği mümkün kılan dinamiklerin aynı zamanda ekolojik yıkıma da sebep oluşuna odaklanıyor. Bu paradigma doğanın sömürülmesiyle kadın emeğinin sömürülmesi arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur; ekolojik yıkımı durdurmak için verilen mücadelenin ataerkil tahakküm biçimlerine karşı verilen mücadeleyi de içermesi gerektiğini savunmaktadır. 

Daha iyi açıklamak için Avustralyalı filozof ve ekofeminist Val Plumwood’un ekolojik ve feminist mücadelenin kesişimleri hakkında yaptığı tespitlere bakabiliriz. Ataerkil düşünce kadınların doğurmak, büyütmek, beslemek, bakım yapmak gibi ücretsiz olarak sağladıkları emek sürecini onun merhametli, şefkatli ve iyi oluşuyla açıklar, başka bir deyişle kadını “evin meleği” ilân eder. Aynı ataerkil düşünce, doğa benzeşimi vasıtasıyla kadını toprağın, tohumun ve tarımın dilinden anlayan “ekosistem meleği”ne dönüştürür. Oysa tüm bunlar toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün birer sonucudur. Kadın doğuştan bu becerilere sahip olduğu için değil, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü sonucu evi temizlemeye, çocuk büyütmeye, bakım yapmaya ya da tarımsal üretime, tohum saklamaya, toprağı beslemeye ilişkin bilgiye ve deneyime sahip olmuştur. Kadınlar tarihsel olarak üretici pozisyonunda konumlandırılırken erkekler tarımsal ürünlerin ticaretinde yani metaların dolaşımında söz sahibi kılınmıştır. 

Başka bir deyişle toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü sonucu erkekler tarımsal ürünlerin metalaştığı yani paranın denkleme girdiği noktada söz sahibi olurken kadınlar tarımsal üretimde emek veren taraf olmuştur. Bunun bize söylediği; kadınlar tam olarak bu sebeple doğayla erkeklere oranla daha az yabancılaşmış durumda. Ekolojik yıkıma karşı verilen mücadelelerde kadın sayısının fazla olması ve ekolojiyi koruma mücadelelerinde kadınların daha aktif rol oynaması tam da bu iş bölümünün bir sonucu. 

6 Şubat’ta meydana gelen depremlerin açtığı yaraları sarmak için depremin ikinci günü afet bölgesine giden, bölgedeki gıda krizinin çözümüne açtığı mutfaklarla katkı sağlamaya çalışan Acil Gıda Kolektifi’nde yer alıyorum. Afet bölgelerine mutfak kurmak için en önde gidenler, ocağın başına geçenler ve ısrarla duranlar, mutfakların gıda başta olmak üzere diğer ihtiyaçlarını karşılamak için çalışanlar arasında kadınların sayısı daha fazla. Ekosistem melekleri oldukları için değil tarihsel tecrübeleri gereği oradalar. Hayvanın beslenmesi için yem, sütünün sağılması için jeneratöre mazot arayan da kadındı, “iyi ki kooperatif kurdum, hayatta kalan üyeler bir araya geldik köye erzak sağlamak için çalışıyoruz” diyen de kadındı.

Türkiye'de kadın kooperatiflerini tüm bu tartışmaların ışığında yeniden düşünmek lazım. Bizde hâlâ kadınları ekosistem meleği ilan eden cinsiyetçi sanılar baskın. Medya kanalları için köy köy dolaşıp tohum saklayan kadınları romantize eden erkekleri düşünün, en basit örneği. Türkiye'de adın kooperatiflerini hem toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeyi amaçlayan hem de ekolojik yıkımla mücadele eden yapılar olarak yeniden düşünmek, konumlandırmak ve ayrıca bu düşünceyi kooperatif ortaklarına da tenvir etmek gerekiyor. Nihayetinde ikilikleri aşıp dualist düşünceyi yapısökümüne uğratır mıyız, neden olmasın?

Kooperatiflerin ve kadın kooperatiflerinin sürdürülebilirliğini kıyasladığında aralarındaki ilişkiyi ve farkları nasıl yorumlarsın?

Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün bir sonucu olarak ekosistemi koruma mücadelelerinde kadınların başat aktörler olduğunu görüyoruz. Akla ilk olarak belki de Karadeniz’deki HES’lere karşı direnen, sermayenin karşısında dimdik duran yaşlı teyzelerin fotoğrafları geliyor. Kadınların doğaya yabancılaşma oranların erkeklere oranla daha az olduğunu, bu durumun tarihsel olarak kurulduğunu ve dolayısıyla kadın kooperatiflerinin sürdürülebilir tarımsal üretime daha yakın durduğunu yineliyorum. Öte yandan kadınların sosyoekonomik hayata dahil edilmesi, ev dışı üretken faaliyetlere katılması ve genişleyen eyleme kapasiteleri yine toplumsal cinsiyet ve tabi oldukları sınırlamalar sebebiyle kesintiye uğrayabiliyor. 

Özetle kooperatif deneyimi kadınlara “evden çıkma”yı sağlar. Bu anlamda kooperatiflerin kadınların ev dışındaki görünürlüğün çoğalması, kamusal alana erişim oranın artması yönünde özgürleştirici bir yönü vardır. Öte yandan kadının hane içi emeği ataerki tarafından öncelendiğinde örneğin çocuk bakımı gerektiren durumlarda kazanılan ev dışı alanlar kaybedilebiliyor. Kadınların eyleyiciliğinin sürdürülebilir olması için ataerkinin beslendiği ve sebep olduğu tüm diğer sosyal eşitsizliklerle mücadele etmek gerekiyor. 

Depremden etkilenen bölgelerin yeniden inşa sürecinde kırsal yaşam düzeyini evrensel ölçütlerle eşitlik ve denge ilkeleriyle geliştirme hususunda kooperatifçiliğin rolü ve önemi nedir? 

Depremden etkilenen kırsal alanlarda yaraları en hızlı kooperatifleşme yoluyla sarabiliriz. Daha önce bahsettiğim gibi kooperatifler tek başına gerçekleştirilemeyecek pek çok ekonomik faaliyetin hayata geçmesini sağlayan, ortaklarını sosyoekonomik açıdan güçlendiren teşkilatlardır. Yerel yönetimler öncülüğünde tarımsal kooperatifler kurulmalı. Bu kooperatiflere ivedilikle finans kaynağı, girdi temini desteği ve satın alınma garantisi verilmelidir. Piyasacı değil korumacı tarım politikalarına yönelmeli ve kooperatifler oluşabilecek her türlü riske karşı dirençli hâle gelmelidir. Aracıların tasfiye edildiği, üreticinin ve tüketicinin merkezde olduğu alternatif tedarik ağlarına da çok ihtiyaç var. Eşitlikten bahsettiğimiz her yerde her türlü nefret söyleminden uzak duruyoruz demektir. Depremden etkilenen illerde mülteciler, LGBTİ+lar farklı açılardan yaralar aldı. Bölgedeki ekonomiyi yeniden inşa etmenin aracı olabilecek kooperatiflerin ayrımcılıktan uzak, kapsayıcı, hak odaklı yapılar olarak düzenlenmesi çok önemli. 

Afet sonrası bazı bölgelerin uğradığı tahribat ve yaşanan kalıcı ya da geçici göçlerle bir süre için bitkisel ve hayvansal üretimin azalacağı söylenebilir. Tarım sadece gelir kaynağı değil, getirdiği gündelik yaşam pratikleriyle yerleşik düzeni de şekillendiriyor. Saha çalışmaları da yapan biri olarak bundan sonrası için bölgeyle ilgili öngördüğün sosyoekonomik problemler neler?

Deprem köylerde, tarımın yapıldığı kırsal alanlarda ciddi hasarlara yol açtı. İlk günlerdeki en büyük sorunu çiftçinin malını satamaması oldu. Borsalar kapalıydı, alıcılar gelmedi ya da bazı çiftçiler deprem öncesi sattığı malın parasını alamadı. Finans kaynağına ulaşamayan çiftçiler için devlet destekleri gecikmeli olsa da geldi. Devlet çiftçilere mazot, gübre ve yem desteği yapacağını ayrıca nakdî yardımlarda bulunacağını açıkladı. Fakat bu yardımların kapsamı mutlaka genişletilmeli, iş gücü planlaması yapılmalı. Bölgede tarımla uğraşanların büyük çoğunluğu yaşlı nüfus, depremde ne kadarının vefat ettiğini bilmiyoruz. Kırsaldan kent merkezlerine göç var, hayvanlarına bakamayacak duruma gelen çiftçilerin onları ucuza satarak bu göç dalgasına katıldığını biliyorum. Sürüsü depreme dağda yakalanan bir çiftçiyle görüşmüştüm, onun şu sözlerini unutamıyorum: “Dağ geldi, hayvanlarım dağın altında kaldı. Sağ kalanların bari hakkına girmeyelim, yem bulamıyorum, telef olmasınlar diye satmaya uğraşıyorum.” 

Tarımsal üretimde ve hayvancılıkta emek gücünde düşüş yaşanacağını düşünüyorum. Önümüz bahar, ekim-dikim yapılacak. Deprem tarımsal üretim araçlarında, aletlerde ve makinalarda da zayiata yol açtı. Bununla birlikte Antakya Ziraat Odası Asi nehrinin yön değiştirdiğini, buğday ekili tarlaları suların bastığını, Asi kenarındaki topraklarda yarıkların oluştuğunu veciddi hasarların tespit edildiğini açıkladı. Üreticilerin, birlik ve kooperatiflerin ihtiyaçlarına yönelik kapsayıcı tedbirler alınması ve hızlıca hayata geçirilmesi lazım. Bölgenin ve ülkenin gıda güvencesi için tarımsal üretimi devam ettirmek şart. Gıda krizini derinleştirmemek için çözümler üretmek gerekir ama nasıl? Yem olmadan besleyemediğimiz, makine olmadan sağamadığımız hayvancılık anlayışıyla mı devam edeceğiz? Endüstriyel tarımın ne kadar kırılgan olduğunu bu afetle birlikte tekrar görmedik mi? 

Şu aralar sıklıkla sosyal medyada afet bölgesindeki yerel üreticilerden alışveriş yapmaya teşvik eden paylaşımlar görüyoruz. Bu üreticilerin bu denli talebi karşılayabilecekleri hacmi var mı? Güncel olarak nasıl bir operasyonel süreç söz konusu? 

Alışveriş çağrıları yerel üreticinin hayatta kalması adına yapılıyor. Talebin miktarını açıkçası bilmiyorum ama bu çağrıların yükselen ve hemen sönen bir trend olmasından endişe ediyorum. Bölgenin kalkınması için itici bir güce dönüşmesini ummakla birlikte yerel üreticiyi desteklemenin daha yapısal çözümlerle mümkün olduğunu düşünüyorum. OHAL kapsamına giren illerdeki tarımsal üretimin devam etmesi için devlet korumacı tarım politikalarının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu hususta kamuoyu oluşturulmasının önemi büyük. Sivil toplum örgütleri yerel üreticilerin haklarını her zamankinden daha çok üstlenmeli, ithal ikameci tarımsal politikaya her zamankinden daha çok itiraz etmeliyiz. Depremden etkilenen çiftçilerin yardıma muhtaç insanlar değil hak sahibi vatandaşlar olduğunu unutmamak gerekiyor.  

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Bugünkü Destekçimiz

Depremden etkilenen tüm canlar için: Dört Ayaklı Şehir


6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra hayvan arama kurtarma için bölgeye ulaşan Dört Ayaklı Şehir, ağır hasarlı ve yıkılmak üzere olan binalardaki hayvanların kurtarılmaları için halen çalışmaya devam ediyor.

Nedir? Araştırma odaklı bir hayvan hakları topluluğu olan Dört Ayaklı Şehir, 2013’ten bu yana yatay örgütlenmelerin oluşturduğu ağlarla işleyen bir kolektif. 

Dört Ayaklı Şehir neler yaptı?

  • 26 kedi, 154 köpek, 3 kuşun enkaz ve ağır hasarlı binalardan kurtarılmasını sağladı ve kurtarılan hayvanların tamamını kendi veteriner hekimleri ve sağlık ekibi aracılığıyla tedavi altına aldı.
  • Tedavisi tamamlanan 8 kedi, 16 köpek ve 3 kuşu kalıcı yuvalarına yerleştirdi. 
  • Bölgede hizmet veren veteriner ve sağlık ekiplerine her biri 1000 parçadan oluşan iki büyük paket halinde tıbbi malzeme ve ilk yardım malzemesi oluşturdu.
  • Mobil sağlık ekipleri için temin ettiği 12 adet jeneratörün dört farklı ile ulaştırılmasını sağlayarak doğrudan veteriner hekimlere teslim etti.
  • Afet bölgesindeki hayvan kurtarma gönüllüleri tarafından kullanılmak üzere 2000 adet kedi taşıma ve 500 adet köpek taşıma kutusu ulaştırdı.
  • Afetten etkilenen hayvanların yakın illere ve İstanbul’a taşınması için araçlar temin ederek bugüne kadar Hatay Barınağı’ndan 150 köpeğin İstanbul’a ulaştırılmasını sağladı. 12 yasaklı ırk kabul edilen köpek, veteriner hekimleri aracılığıyla klinik ortama alındı.
  • 3 ton kuru kedi mamasını, 2 ton kuru köpek mamasını, 3000 adet konserve kedi-köpek mamasını, 250 kg büyükbaş hayvan yemini ve 50 kg kanarya ve muhabbet kuşu yemini deprem bölgesine ulaştırdı.

Dört Ayaklı Şehir’i sosyal medyadan takip edebilir, kurulum aşaması tamamlanmak üzere olan Dört Ayaklı Şehir Derneği’ne üye olabilir, maddi destekte bulunmak için Dört Ayaklı Şehir’in kardeş organizasyonu olan Hayvanlara Adalet Derneği'ne bağışta bulunabilirsiniz. 

Neler Oluyor?

Vakıfköy Kadın Kooperatifi

  • Nedir? Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan ve nüfusu ve geliri azalan Hatay'ın Vakıflı Köyü’nde dayanışmayı artırmak üzere 2004 yılında kurulan tarım ve kadın kooperatifi.
  • Neden kuruldu?  Narenciye bahçeleriyle çevrili ve temel geçim kaynağı tarım olan köyde modernleşen yaşamla beraber portakal geliri yetmemeye başlıyor. Kadınların tarlada başlayıp mutfakta somutlaşan emekleriyle reçeller, likörler, meyve şurupları ve nar ekşilerinin de ürün listesine ekleniyor. Kadın istihdamını artırmak ve göçü azaltmak amacıyla 2005’te kooperatif bünyesinde Kadınlar Kolu kuruluyor. Hedef kitle önce Hatay’ken sonra Türkiye’ye yayılıyor. Pazarı genişletebilmek için 2016 yılında kurulan Mihran Ulikyan Gıda Üretim Atölyesi kadınlara tahsis ediliyor. Böylelikle Vakıfköy Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin ilk adımları atılıyor.
  • Nasıl destek olabilirim? Depremden önce Samandağ/Hatay’da faaliyet gösteren Vakıfköy Kadın Kooperatifi’nin üretimhanesi zarar gördü, ellerindeki ürünleri satın alarak onlara destek olabiliriz. Güncel envanterlerinde nar ekşisinden incir reçeline, zeytinden tuzlu yoğurda pek çok ürün var. Kooperatifi IG hesabından takip edebilir siparişler hakkında bilgi alabilirsin.


Mutfak Gönüllüleri

  • Nedir? Afet bölgelerinde kurulan sahra mutfaklarında çalışmak üzere mutfak profesyonellerinin gönüllülük başvurularını iletebileceği ve ihtiyaç hâlinde kendileriyle iletişime geçilerek gerekli mutfaklara yönlendirilebilecekleri Mutfak Sanatları Akademisi inisiyatifi.
  • Ne amaçla kuruldu? 6 Şubat’ta yaşanan afet sonrası Türkiye’nin birçok yerinden şefler ve yeme-içme sektörü paydaşları sahra mutfakları açmak üzere bölgeye ulaştı. Açılan bu mutfakların operasyonel anlamda sürdürülebilirliğinin sağlanması malzeme tedariğinin yanı sıra çalışan ihtiyacının da karşılanmasıyla mümkün. Birkaç ayla sınırlı kalmayacağı öngörülen bu sürecin etkin olarak yönetilebilmesi için gönüllülük başvurularının doğru değerlendirilmesi, bölgeden gelen taleplerle eşleştirilmesi ve takibinin sağlanabilmesi amacıyla kuruldu.
  • Nasıl destek olabilirim? Afet bölgesindeki sahra mutfaklarından gelen güncel talepleri karşılamak üzere açılan Mutfak Gönüllüleri ilanlarını takip etmek için IG’da msaistanbul hesabını takip edebilir, formu doldurarak gönüllülük başvurunu iletebilirsin.

Afet bölgelerindeki şeflerle direkt iletişimdesiniz. Bu süreçte sahra mutfaklarıyla ilgili, gıdanın temini ve sıcak yemek servisinde size aktarılan temel sıkıntılar neler?

MSA, şef yetiştiren bir mesleki eğitim kurumu olduğu kadar aynı zamanda uzun yıllardır yeme-içme sektörünün buluşma noktası rolünü de üstlendiği için ilk gün itibarıyla afet bölgesindeki şeflerden gelen gönüllü isteklerinin merkezi oldu. İlk günlerde mutfaklar daha kurulmadan bölgede sadece ısıtarak servis edilecek yemek beklentisine cevap vermek üzere İstanbul’daki mutfaklarımızda gönüllülerimizin ve iş ortaklarımızın desteğiyle ekmek, tavuk suyuna çorba va kavurma üreterek gönderdik. Sonra ihtiyaç tamamıyla bölgelerdeki mutfaklarda gönüllü olarak çalışabilecek şeflere döndü. Yaklaşık üç haftadır da bölgede her mutfaktan gelen ihtiyaca yönelik ilanlar çıkarak gönüllü yönlendirmeye çalışıyoruz. 

Bölgede mutfak kurulumlarından sonra en önemli sıkıntı yemeğin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması oldu. Dağıtım, özellikle ilçelerde ve köylerdeki ihtiyaç noktalarına yemek ulaştırılması ve mutfakların yerinin bilinmemesi nedeniyle gıdaya erişimin ilk günlerde zorluğu bize ulaşan sorunlar oldu. Bir başka sorun da gönüllü insan kaynağının düzenli olarak sağlanabilmesi. Görüyoruz ki bize gelen gönüllü başvuruları da azalıyor. Oysa ki bölgedeki ihtiyaç devam ediyor hatta bazı yerlerde kapasiteler artıyor.

Bu problemlere bugüne kadar nasıl çözümler üretildi? Bu çözümlerin güçlü ve zayıf yanları neler? 

Bize gelen bilgilere göre gönüllü dayanışma grupları, dernekler, bölgede faaliyet gösteren markalar ve belediyeler vasıtasıyla dağıtım büyük ölçüde sağlandı. Mutfakların konumu sosyal mecralardan defalarca yayımlandı. Hızlı çözüm bulmak gerektiği için anlık çözümler yaratıldı. Ancak birden fazla mutfaktan gönderim yapılan alanlar da oldu hiç erişim olmayanlar da. Kalıcı yerleşim alanları kurulup mutfaklar bu alanlarda kuruldukça çözümler kendi içinde bulunuyor.

Bunların iyileştirilmesi için sağlanabilecek desteklerle ilgili önerileriniz var mı?

Gerek gönüllüler gerekse erzak açısından bölge dışından yaratılacak çözümlerin uzun vadede sürdürülebilirliği maalesef mümkün görünmüyor. Bölgenin içinden yerel üreticilerin desteklenmesi, mutfakların kalıcılığı için kadınlar başta olmak üzere bölge insanlarımızın mutfak eğitimlerinin verilmesi ve kendi yaşamlarını idame ettirmek üzere istihdam edilmesini önemli buluyoruz. Bu kapsamda birden fazla farklı kamu kuruluşları, dernekler ve özel inisiyatiflerin ortak projelerine destek veriyoruz. İşortaklarımızın projeleri tamamlandığında biz de duyurularını sizinle paylaşmaktan mutluluk duyarız.

Afet bölgelerinde kurulan mutfakların uzun vadeli olması ve sürdürülebilirliği neden önemli? Gözlemlerinize göre bu ihtiyaç ne kadar daha devam edecek?

Gıdaya erişim uzun bir süre daha en önemli ihtiyaçlardan biri olacak. Özellikle de süre uzadıkça her yaş grubu için nitelikli yani sağlıklı, dengeli ve yeterli yemek ihtiyacı göz ardı edilmemeli. Bu nedenle tüm proje planlarımızda en az haziran sonuna kadar sahayı destekleme öngörümüz var. Bölgede kalıcı konut projeleri güvenle hayata geçene kadar yemek ihtiyacının karşılanmasında devamlılık sağlanmalı.

Diğer yandan iIk günlerde gelen gönüllülük başvurularının farklı nedenlerle azaldığını görüyoruz. Bölgede ihtiyaçların devam ettiği sürece her mutfağa destek vermeye çalışmaya devam edeceğiz. Bu çerçevede farklı kanallardan da gönüllü şef başvuruları toplanmaya devam ediyor. Hangi kanal olduğundan bağımsız olarak mutfak gönüllüleri çağrılarına kayıtsız kalınmamasını diliyoruz.

Size göre bölgede operasyonel olarak nasıl problemler var? Sistemin sürdürülebilir olması için nelere dikkat etmeliyiz?

Bizim bulunduğumuz çalışmalarda mutfakların kurulumu, işletilmesi ve devredilmesi konularında koordinasyon sorunları gördük. Kurulu bir mutfakta erzak sıkıntısı çekilirken bir başka mutfakta erzak var ama gerekli ekipmanlar veya şefler yetersiz olabiliyor. Bu da kaynakların doğru dağıtımında sorun yaşanmasına sebep olduğu gibi yeniden yönlendirme de gerektiriyor.

Bunları koordine edecek merkezi bir oluşuma ihtiyaç duyuldu. Sürdürülebilir sistemler için kamu kuruluşları, dernekler ve özel inisiyatiflerin bölge halkıyla direkt işbirliği bu anlamda önemli. Oldukça uzun süreli maraton koşulmasını gerektiren bir süreçten bahsediyoruz. Bu nedenle böyle zamanlarda işbirliği çok ciddi değer yaratacak.

Bu süreç içinde gıda güvenliği konusunda neler yapılıyor? Gıda güvenliği ve sağlıklı beslenmeyi uzun vadede sürdürmek için neler yapılmalı?

Öncelikle hayati olan temiz suya ulaşmak. Bu konuda altyapı çalışmalarının hız kazanması önemli. Temiz suya erişim problemi bulaşıcı hastalık riskleri bölgede kritik bir konu hâline getiriyor.

Kurulan sahra mutfaklarında birçok öğünde yemek aynı anda pişiyor ve gönüllü ekipler sürekli değişiyor. Biz bu sebeple mutfak gönüllülüğü konusunda profesyonel mutfak deneyimini çok önemsiyoruz. Çünkü onlar zaten belirli bir gıda güvenliği ve hijyen eğitiminden geçmiş oluyorlar. Böylece insan sağlığını tehdit eden uygulamalardan kaçınmak mümkün olur. Aynı zamanda bazı mutfaklarda da gördüğümüz üzere gıda mühendisleri odalarından denetim desteği almak da iyi bir çözüm olacaktır. Ayrıca tekrar etmek gerekirse gıdaya erişim ihtiyacını uzun vadede karşılamak için her yaşa uygun nitelikli yani sağlıklı, dengeli ve yeterli yemek organizasyonu esas alınmalı. Bu noktada mutfak ekiplerine beslenme uzmanları da dahil olmalı ve menüler bu bakış açısıyla planlanıp erzak temini koordine edilmeli. Kısacası sistemli olmak elzem.

Mutfak gönüllüleri başvuru koşulları neler? Katılanlar hangi görevlerde destek sağlayabilir?

En temelde profesyonel mutfak becerisi gerekiyor. Toplu yemek ayrı bir öğrenim olduğu için bu da çok değerli. Deneyimli ve toplu yemek üretimi yapan şef ve ustaların liderliğinde daha az deneyimli gönüllülerin de katma değeri çok büyük oluyor. 

Mutfak gönüllüsü olarak başvuran birinin bilmesi gereken bölgedeki şartlardan bahsedebilir misin? Kalma süresiyle ilgili alt ve/ya üst limit var mı?

Bir haftalık süreçlerde gönüllülerden verimlilik aldık. Uyku tulumu, mat, ıslak mendil, powerbank, çok sayıda çorap ve iç çamaşırı, termal kıyafetler almaya yönlendirdik bugüne kadar. Bölgede alanlarda çok farklı şartlar söz konusu oldu. Hazır mobil mutfaklarda, seyyar mutfaklarda,  yerleşik yurt ve okul gibi binalarda çalışan gönüllülerimiz oldu. Sanırım bu süreçte duyduğumuz en önemli yönlendirme şeflerden gelen “Su tüketim alışkanlıklarını unutarak gelsin gönüllülerimiz” yorumu oldu.

İlgili Başlıklar

Araştırma Görevlisi

Türkiye

kooperatif

Kübra Sultan Yüzüncüyıl

Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Galatasaray Üniversitesi

Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi

Kooperatif

+5 more

Bülteni beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Apéro Yayınını Takip Et

İştah ve ufuk açan yemek yayını. Her çarşamba 19.00'da önlüğünü giyer.

0%

;