aposto-logoPerşembe, 23 Mart 2023
aposto-logo
Perşembe, Mart 23, 2023
Premium'a Yüksel
İklim Masası
Yeşil Köşe
Köşe Bucak Dünya
Bugünkü Destekçimiz
İklim Sözlüğü
İlham Veren Girişimler
Yuvayı Kurtarma Sanatı
Gelecek Elimizde
Arkadaşım Dünya

73: Uçurumdan Sesleniyoruz 🔉

Aşırı Sıcaklar, Akdeniz, Nergiz Yeşil & Lindos ile Röportaj
BMW ile birlikte

Dünyahali, Yuvam Dünya ve Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi iş birliğinde, BMWi’nin desteğiyle yayınlanmaktadır. BMWi sürdürülebilir mobilite için kapsamlı çözümler sunar .

Daha fazlasını öğren

Uçurumdan Sesleniyoruz - Zafer Kızılkaya

Dünyahali

Uçurumdan Sesleniyoruz - Zafer Kızılkaya

Dünyahali'nden herkese merhaba. Ekipçe ara verdiğimiz iki haftalık süre ardından, yoğun bir seçkiyle geri döndük.

  • Molamız bitişi, aşırı sıcakların verdiği molanın bitişiyle eş zamanlı oldu: Avrupa'yı kavuran sıcak hava dalgası, Pazartesi günü kuzeye ilerleyerek İngiltere'ye sıçradı. İspanya, Fransa ve Portekiz'de binlerce insanı bulunduğu bölgeden tahliye etmek durumunda bırakan orman yangınları gerçekleşirken, İtalya şiddetli kuraklıkla mücadele ediyor. İngiltere'de sıcaklık tarihte ilk kez 40 dereceyi geçti.
  • Güzel bir haber: İklim Şampiyonları projemiz hayata geçti! Borusan Grubu çalışanlarının 14-16 yaş aralığındaki çocukları, sanat ve hareketin ön planda olduğu atölyelerle programdan mezun olan ilk grup oldular. 
  • Güzel bir fikir: Bu sıralar 'keşke dilimize çevrilmiş olsa' denilen iklim, doğa, çevre konulu çocuk kitaplarını araştırmaya giriştik. Önerileriniz olursa beyin fırtınamıza bekliyoruz!
  • Son olarak, güzel bir şarkı: The Adults Are Talking.

Keyifli okumalar!

Kübra G. Dağtekin

İklim Masası

Haberler

Neler oluyor?

Sıcak Hava Dalgaları ve Getirdikleri

Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan son bir çalışmaya göre, Avrupa'da oluşan sıcak hava dalgaları, Kuzey Yarım Küre orta enlemlerin geri kalanına kıyasla 3-4 kat daha hızlı artışta. Küresel ısınmayla beraber, jet akımında oluşan değişiklikler bu durumun gelişmesinde önemli role sahip.

Şiddetli sıcak hava dalgalarının etkileri ise insan hayatını olumsuz ve doğrudan etkiler seviyelere çoktan gelmiş durumda. Geçtiğimiz hafta Avrupa’da görülen sıcak hava dalgaları birçok bölgede rekor sıcaklıkların görülmesine yol açtı. Sıcak hava dalgaları paralelinde görülen en önemli sorunların başında kuraklık, yangınlar ve elektrik kesintileri geliyor.

Örneğin, İtalya’da normallerin altında gerçekleşen yağışlar, alışılmadık derecede şiddetli sıcak hava dalgaları ile birleşince kuraklık son 70 yılın en kötü seviyesine erişti. Geçtiğimiz haftalarda kuraklığın ciddi boyutlara ulaşması üzerine beş bölgede acil durum ilan edildi.

Bunun yanında, toprak neminin azalması ve sıcaklıkların artması ile beraber, Akdeniz bölgesinde yangınların da şiddeti artıyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye, İtalya ve Yunanistan'da son 10 yılın en kötü yangın sezonu gerçekleşti. Son verilere göre Avrupa’da yangın sezonu son iki yıldır bir önceki yıllara göre çok daha erken dönemde başladı. İklim değişikliği yangın açısından çok önemli bir risk faktörü. Öte yandan, yangınların çıkışını ve yayılmasını önlemek hala insanların elinde.

Salımları azaltarak küresel ısınmayı sınırlamanın yanında iklim değişikliğine uyum sağlamanın ve riski azaltacak önlemler almanın aciliyet ve önemi yıldan yıla daha belirginleşiyor.

Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu tarafından Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu 2022 raporu yayımlandı. Açlık, gıda güvenliği ve yetersiz beslenme sorunlarında her alanda küresel olarak gerileme olduğuna dikkat çeken raporda öne çıkan bilgiler şöyle:

  • Geçtiğimiz yıl dünyada her 10 kişiden birisi açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı.
  • Açlık sorunu ile karşı karşıya olan kişi sayısının en fazla olduğu kıta Asya.
  • Açlık sorunu yaşayan nüfus oranının en fazla olduğu kıta ise Afrika. Toplamda 300 milyon kişiye yakın kişinin karnını doyurmakta sorun yaşadığı Afrika’da her beş kişiden birisi bu sorunla mücadele içinde.
  • Gıda güvenliği sorunu açısından bakıldığında da, sorun yaşayan nüfusun en yüksek olduğu kıta Afrika. Yaklaşık 1,3 milyar kişinin yaşadığı kıtada, her beş kişiden üç tanesi, orta veya ciddi seviyede gıda güvenliği sorunu yaşıyor.
  • Geçtiğimiz yıl dünyada toplamda 2,3 milyar kişi orta veya ciddi seviyede gıda güvenliği sorunu ile karşı karşıya kaldı. Her on kişiden en az bir tanesi ise ciddi gıda güvensizliği içinde.

Geçtiğimiz hafta One Earth adlı bilimsel dergide yayımlanan ve alanında uzman kişilerin görüşleri toplanarak hazırlanan bir çalışmada, küresel gıda güvenliği sorunu ile ilgili öncelikli öneme sahip konular araştırıldı. Çalışmaya göre;

  • Önümüzdeki 20 yılda gıda güvenliğine yönelik bir numaralı tehdit olarak artan su talebi görülüyor.
  • Bunun ardından ise sıcak hava dalgaları, kuraklık, gelir eşitsizliği ve siyasi istikrarsızlık geliyor.
Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Yeşil Köşe

Akdeniz’in Karşı Karşıya Olduğu Tehditler

Yeterli deniz koruma alanlarının olmaması en büyük eksiklik ve tehdit.

Zafer Kızılkaya

Akdeniz’in karşı karşıya olduğu tehditleri iki bölgede ele almakta fayda var: Batı Akdeniz ve Doğu Akdeniz

Genel olarak bakıldığında Akdeniz dünyada kaynakları en fazla tüketilmiş denizlerin başında  geliyor. Balık stoklarının yüzde 86’sının tamamen tüketildiği Akdeniz’de, aşırı avcılık açık ara en önemli sorun. Özellikle dip trolü gibi ekosistemlere zarar veren avcılık yöntemleri sonucunda önemli ekonomik ve ekosistemde denge rolü oynayan büyük balıklar ve dip canlıları yok olma tehdidi altında. Bu gerçeklik mevcut balıkçılık yöntemlerinin Akdeniz’de işlemediğini gözler önüne seriyor.

Ağırlıklı olarak kuzey Akdeniz kıyılarının çok önemli sorunlarından biri de turizm ve insan yerleşimi için doğal kıyısal habitatların hızla tahrip edilmesi ve yapılaşmaya açılmasıdır.

Her geçen sene daha fazla kıyısal alan yapılaşmaya açılıyor. Bu da birçok canlının hayatını tehlikeye atıyor. Nesli tehlike altında türlerden olan ve tüm dünyada sayısı 600-700, Türkiye kıyılarında ise 100 kadar bireyin yaşadığı bilinen Akdeniz fokları bu durumdan en çok etkilenen canlıların başında geliyor.

Akdeniz foku, Gökova, Zafer Kızılkaya

Dünyada en fazla deniz ticaretinin ve beraberindeki gemi trafiğinin bulunduğu Akdeniz’de bu trafikten kaynaklanan ciddi bir atık ve ses kirliliği doğal yaşamı olumsuz etkiliyor.

Benzer şekilde kıyılardaki büyük metropol şehirlerden kaynaklanan atık su ve katı atık kirliliği, su kalitesini ve ekosistemi tamamen bozuyor. Bunun yanı sıra su ürünleri yetiştiriciliği Doğu Akdeniz’e kaydırılmış bir aktivite olarak, yarattığı aşırı kirlilik sorunlarıyla Türkiye ve Yunanistan kıyılarında ağır tahribatlara yol açıyor.

Akdeniz iklim krizinden en çok etkilenen ekosistemlerden biri denebilir.

İklim krizi ve beraberinde görülen istilacı türler Doğu Akdeniz’de çok ciddi ekosistem değişikliklerine ve geri dönüşü olmayan değişimlere sebep olmaktadır. Artan deniz suyu sıcaklıkları çok daha fazla sayıda tropik Kızıldeniz kökenli türlerin yayılım alanlarını da artırıyor. Her sene artan Kızıldeniz kökenli balık türleri yerel türlere baskın çıkıyor ve özellikle uzun dikenli deniz kestanesi gibi omurgasız canlılar ekosistemi tamamen değiştiriyorlar. Akdeniz Koruma Derneği olarak kıyılarımızın yeni türlerine yönelik Yeni Balıklar projesini yürütüyoruz. Bu proje ile yeni balıklar arasında yer alan yenebilir türlerin sofralara taşınmasını sağlayarak, ekosistem üzerindeki baskılarının azalmasını ve küçük ölçekli balıkçıların bu türlerden gelir elde etmesini amaçlıyoruz.

Akdeniz’de yeterli deniz koruma alanlarının olmaması ve olanların da yeterli denetlenememesi Akdeniz’deki en büyük eksiklik ve tehdit diyebiliriz.

Şu anda balıkçılığa kapalı koruma alanları bütün Akdeniz’in yüzde 1’nden az. 2030 yılına kadar hedeflenen rakam ise yüzde 10.

Deniz Koruma Alanları’nın ilan edilmesi sonrasında doğru bir şekilde uygulanmasıyla başarıya ulaşmak mümkün.

Akdeniz Koruma Derneği olarak Türkiye’de bulunan Deniz Koruma Alanları’nda uyguladığımız Deniz Koruyuculuğu Sistemi ile alanların başarıya ulaşmasına destek olmaya çalışıyoruz.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Köşe Bucak Dünya

Uçuruma Doğru Gidiyoruz

Bu yüzyılın sonunda bölgemizdeki iklim kuşakları 6 derece kuzeye kayabilir.

İTÜ’deki iklim bilimci dostumuz Barış Önol Twitter hesabından çoğumuzun hislerini paylaştı: “Senelerdir modellerde gördüklerimizin gerçek olması çok üzücü.” İklim biliminin çeşitli konularında çalışan bireyler açısından bakıldığında çevremizde yaşanan çoğu problemin geleceği epeydir belliydi ve ne yazık ki 1980’lerden bu yana sesimizi yeterince duyuramadık. Şimdi hesaplarda gördüğümüz, fizik kurallarının öngördüğü ama içten içe olmamasını umduğumuz tüm değişiklikler bir bir gerçekleşiyor. “Bilimin sesi dinleniyor mu peki?” derseniz cevap hala pek de olumlu değil.

Aslına bakarsanız bilimsel açıdan konu oldukça basit: Kömür, petrol ve doğal gaz yakıldığında atmosfere karbondioksit gazı salınır. 18. Yüzyılda ilk buhar makinesinin patenti alındığından bu yana atmosferdeki karbondioksit miktarı 1,5 katına çıkmıştır. Bu artış çok küçük olsa, yaratacağı etki de küçük olurdu. Ancak son 250 yılda saldığımız ve salmaya da devam ettiğimiz karbondioksit gazı Dünya’nın atmosferini ciddi biçimde ısıtmıştır. Ne kadar karbondioksit salımının yaklaşık ne kadar ısınmaya yol açacağı da çok zor olmayan bir hesaptır ve ilk olarak 1896 yılında Svante Arrhenius tarafından ortaya konulmuştur.

Bilimsel açıdan karşımızdaki ilk önemli gerçek bu: Kömür, petrol ve doğal gaz yakıp atmosfere karbondioksit saldığımız sürece atmosfer de ısınmaya devam edecek. Isınmayı durdurmanın tek yolu atmosfere karbondioksit salmayı bırakmaktır. İkinci önemli nokta da karbondioksidin yapısından kaynaklanıyor. Atmosfere saldığımız karbondioksit ortalama 100 sene atmosferde kalmaya devam ediyor. Yani biz bugün salımları durdursak, atmosferdeki karbondioksit miktarının azalmaya başlaması 100 sene sürecek. Bu şu anlama geliyor: Bugün dursak bile şu anda yaşadığımız doğa olayları, ısınma ve seller bir anda eski haline dönmeyecek. Bugün kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakacak olursak işler ancak torunlarımızın zamanında iyiye gitmeye başlayacak. Yapabileceğimizin en iyisi durumun çok daha kötü olmamasını sağlamaktır.

Böyle devam edersek ülkemizi neler bekliyor?” derseniz, bu yüzyılın sonunda bölgemizdeki iklim kuşaklarının 6 derece kuzeye kayabileceğini söyleyebiliriz. Bu şu anlama geliyor: 36 derece enlemi çevresinde bulunan Antalya-Adana-Urfa çizgisinin iklimi 42 derece enlemi çevresinde olan İstanbul-Samsun-Rize çizgisine kayacak. Antalya-Adana-Urfa çizgisinin iklimi de bugün 30 derece enlemi çevresinde olan Kahire-Basra gibi olacak.

Böyle anlatıldığı zaman anlaşılması nispeten kolay oluyor ama biraz daha vurgularsak: Kahire ve Basra da orman alanları bulunmuyor. Benzer şekilde de gerek ülkemiz, gerekse de benzer enlemlerde bulunan Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan da bu yüzyılın sonuna kadar neredeyse tüm ormanlık alanlarını kuraklık ve orman yangınlarına kaybedecek. Şu anda her yaz yaşamaya başladığımız sıcak hava dalgaları, kuraklık ve orman yangınları özel ve geçici bir durum değil, gelecek bundan da kötü olacak. Madem kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmıyoruz, o zaman gelecekteki bu felaketlere de hazırlanmamız gerekiyor.

Ama devletler sera gazı salımlarının azaltılması konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar” demeyin sakın. Devletler bu konuyu konuşmaya ilk olarak 1992 yılında başladılar. Aradan geçen 30 sene boyunca sadece konuşuldu ve ciddi bir adım atılmadı, yakın zamanda da atılmayacak. Paris Anlaşması küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlanmasını öngörüyor. Ülkelerin bunu başarmak için verdikleri taahhütlere bakacak olursak, herkes verdikleri sözü tutsa bile yeryüzünün ortalamada 2,5 derece ısınacağını görüyoruz. Dedim ya, aslında bu basit bir hesap. Siz bilim insanlarına daha ne kadar otomobil kullanmak, evinizi doğal gaz ile ısıtmak, elektriğinizi kömürden elde etmek istediğinizi söyleyin, onlar size kolaylıkla tüm bunların yeryüzünü kaç derece daha ısıtacağını söyleyebiliyorlar. Hesapları görünce üzülüyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor. Tek yapabildiğimiz, olabildiğince yüksek sesle “uçuruma doğru gidiyoruz” diye bağırmak oluyor ama o da günlük hayatın koşuşturmacası arasında kaybolup gidiyor.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Bugünkü Destekçimiz

Dünyahali, Yuvam Dünya ve Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi iş birliğinde, BMWi’nin desteğiyle yayınlanmaktadır.

BMWi sürdürülebilir mobilite için kapsamlı çözümler sunar.

İklim Sözlüğü

Gıda Güvenliği

İnsanların gıda tercihlerini ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayan yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya fiziksel, sosyal ve ekonomik yönden erişebilmesidir.

İlham Veren Girişimler

Lindos: Yeşil İş Ödülü Finalisti

Tüketerek mutlu olmaktansa yaşatarak mutlu olan bir gelecek diliyoruz.

KAGİDER ve Yuvam Dünya işbirliğiyle bu yıl ikinci kez düzenlenen “Yeşil İş Ödülü” kapsamında, geçtiğimiz haftalarda Searover  ve Peddon’u konuk ettik. Dünyahali’nde finale kalan başarılı kadın girişimcileri de sizlere daha yakından tanıtmak istedik  Bu hafta dergimizde Yeşil İş Ödülü Finalistlerinden Lindos’un kurucusu Deniz Akdemir’i  konuk ediyoruz ve kendisini tebrik ediyoruz. Diliyoruz ki genç kadın girişimcilerin hikayeleri tüm ahaliye ilham olsun. 

Sizi ve Lindos’u tanımak isteriz. Bu işe nasıl bir motivasyonla başladınız?  

Hala unutamadığım anılarımdan birisi 2009 yılında Barselona’da yaşarken çöp ayırma işlemi konusundaki tecrübesizliğimdi. Yaşadığım evde neden 3 ayrı çöp kutusu var diye şaşırmıştım. O zaman çok açık bir şekilde çevresel duyarlılıktaki eksikliğimizi anlamıştım. Bu hissiyat beni bugüne ve Lindos’u kurmaya yönlendirdi.

Nasıl yediğimize ve içtiğimize dikkat etmeye başladıysak, evimizi nasıl temizlediğimize de dikkat etmek hem sağlığımız hem de geleceğimiz açısından önemli. Kullandığımız her temizlik malzemesi en nihayetinde kendini denizde veya toprakta buluyor. Buradan yola çıkarak daha sade bir ambalajda hem tamamen doğal ve sürdürülebilir hem de işe yarayan ürünlerin hayalini kurdum.

Yeşil İş Girişiminizin çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe katkılarından bahseder misiniz? 

3 temel konuya odaklanıyoruz: Temiz temizlik, yerel tedarik zinciri ve doğadan aldığımızı doğaya geri vermek.  İçeriklerimiz tamamen doğal, vegan ve biyoçözünür. Sıfır Atık temizlik modelimiz var. Geri dönüşümdense yeniden doldurup kullanmayı savunuyoruz ve temizlik şişelerimizi atmamak için REFILL (Yeniden Doldur) depozito modeli oluşturduk. Böylece kullanılan REFILL ambalajlarını müşterilerimiz bize geri gönderdiğinde döngüsel ekonomi mantığı ile yeniden doldurup kullanıyoruz.

Ürünlerimiz 3 temel kategoride. Bir tanesi geri dönüştürülmüş kağıt ambalajlarda solid / katı sabunlarımız. İkincisi bir ürünle bütün evin temizliğini halledebileceğiniz konsantre yüzey temizleyicimiz. 1 şişesi 10 şişeye bedel olduğu için plastik kullanımını en az yüzde 90 azaltıyoruz. Üçüncüsü REFILL (yeniden doldurulabilir) paket ve ayrıca belirli lokasyonlarda REFILL istasyonlarında doldurabileceğiniz sıvı sabun, bulaşık ve çamaşır ürünlerimiz.

Bir birey olarak ortalama yılda 200 kilogram kadar atık üretiyoruz. Bizim ürünlerimizi ve refill modelimizi kullanan evde ortalama yılda en az 80 kadar şişenin çöpe gitmesini engelleyebiliyoruz.  Yerel tedarik zinciri ise karbon salımı açısından en önemli konulardan biri. Bütün ambalajlarımız ve ürünlerimiz Türkiye’de üretiliyor. Zaruri olmadıkça tüm tedarikçilerimizi Türkiye’den seçiyoruz.

Sürdürülebilir gelecek için doğadan aldığımızı doğaya geri vermek istiyoruz ve DEKAMER – Deniz Kaplumbağaları Araştırma Kurtarma ve Rehab Merkezi ile işbirliği içerisindeyiz. Satın alınan her Lindos ürünü ile yaralı deniz kaplumbağalarının tedavisine destek oluyoruz. Bugüne kadar yani Lindos’un evlere girmesi ile birlikte neler değişti sayısal özetleyecek olursam:

  • REFILL (Yeniden Doldur) ve konsantre ürünlerimiz sayesinde 7950 şişe çöpe gitmedi.
  • Yaklaşık 34000 litre su boşa harcanmadı.
  • 187 kilogram plastik boşuna kullanılmadı. 
  • 436 kilogram kadar sera gazı salımı engellenmiş oldu.

Ve bütün bunların da ötesinde, bugüne kadar 20 tane yaralı deniz kaplumbağasının tedavi ve bakımına eşdeğer miktarda bağış gerçekleştirdik.

Girişimcilikte  başarı için en kritik unsurlar olarak neleri görürsünüz? Yeni girişimciler için tavsiyeleriniz ne olur?

Sabretmek, kararlı olmak ve hayallerinden vazgeçmemek çok önemli. Girişimle ilgili temel kuralları baştan oturtmak ilerisi için işler ilerlemeye başladığında çok rahatlatıcı oluyor. Ayrıca doğru kişilerle iletişime geçmek ve girişime dair yapılabilecek şeyleri denemekten vazgeçmemek de çok önemli. Yolun başındayken bazı şeyleri deneyip bırakmak veya devam ettirmek çok daha kolay ve etkili, işler büyüdüğünde kısıtlar çoğalıyor ve denemek daha zorlaşıyor.

Yuvamız dünya için hayallerinizden bahseder misiniz?

Biz evlerimizi temizlerken Yuvamız Dünya’yı kirletmek istemiyoruz. Hayalimiz zararlı kimyasallardan arınmış sağlıklı nesiller, daha az ambalaj kullanarak daha yaşanılır bir dünya. Çok sevdiğimiz deniz kaplumbağalarının ve diğer canlıların Akdeniz’in tertemiz sularında keyifle yaşamasını istiyoruz. Tüketerek mutlu olmaktansa yaşatarak mutlu olan bir gelecek diliyoruz.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Yuvayı Kurtarma Sanatı

Nergiz Yeşil ile Röportaj

"İleri ve geri dönüşümden önce minimum tüketimi önceleyen tutumları benimsiyorum."

Nergiz Yeşil, atölyesini bir laboratuvar gibi kullanan ve deneysel çalışan bir sanatçı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü lisans ve yüksek lisans mezunu. Yüksek lisans tezi ise “Sanat Yapıtında Biyolojik Materyal Kullanımı” başlığı ile biyo-sanat üzerine. Nergiz Yeşil sanatı için kullandığı malzemeleri kendisi üretiyor. En çok kullandığı malzemelerin başında ise kombucha mantarları geliyor.

Nergiz Yeşil ile CIF Dialogues’un  Yuvam Dünya katılımıyla düzenlediği  “Ekolojik Krize Karşı İz Bırakmayanlar” söyleşisi öncesinde Tophane’deki atölyesinde tanıştım. Semtin büyülü dokusu içindeki atölye; sanatı için kullandığı pek çok deneysel organik malzeme, ağaç dalları, kombucha mantarları, doğal atık malzemeler ve bunlarla üretilmiş eserlerle bezenmiş sıradışı bir çalışma ortamı.. 

Nergiz Yeşil’in merak ettiğimiz konular hakkındaki düşüncelerini sanatını rehber alarak öğrenmek istedik!

Eserlerinizde organik ve biyolojik malzemeler kullanıyorsunuz; biyoloji ve sanat deyince... 

Bireysel hassasiyetlerim doğrultusunda; sanatın biyoloji ile interdisipliner ve mutlidisipliner olarak yapılanabilmesinden yararlanarak sanat pratiğimi şekillendiriyorum. Süreç içinde ise daha derin ve grift bir hal aldığını, bütünleştiğini gözlemleyebiliyorum. 

Kritik evrensel olay ve olgular üzerine düşünmeyi, araştırmayı, konuşmayı sanat nesnesi üzerinden gerçekleştirirken izleyici ile de nitelikli bir iletişim kurmuş oluyorum.

Eserlerinizde kullandığınız malzemeleri kendiniz üretiyorsunuz ve yine kendi ürettiğiniz doğal boyalarla renklendiriyorsunuz; sürdürülebilirlik ve ileri dönüşüm deyince ..

İleri ve geri dönüşümden önce minimum tüketimi önceleyen tutumları benimsiyorum. Günlük eylemlerimin yanı sıra sanat pratiğimde de elimden geldiğince bunu gözetiyorum: 

  • Sanat eseri üretmek maksadıyla malzeme üretmek veya malzemeyi yetiştirmek; bu bağlamda tercih ettiğim ilk davranış. 
  • Eserin gerekirse-istenirse doğaya zarar vermeden çözünebilir olmasını, geri ya da ileri dönüşebilir malzemelerden oluşuyor olmasını önemsiyorum. 
  • Sanat nesnesinin kalıcılığını sağlamak için doğaya ve insanlığa bedel ödetecek materyal tercihlerine dayanan üretim biçimlerini yapmayı çok da gerekli görmüyorum. Sanata işlevsellik, sanatçının sorumluluğu, sanatsal ifade biçim tercihlerinde bireysel etik algımla sınırlı otokontrolü sağladığım bir dünyam ve üretim yöntemin var. 

Odağında doğal malzemeler olan atölyeler yapıyorsunuz; iklim krizi deyince..

İletişim, etkileşim başlatan etkinlikler bunlar, odağında sanat nesnesi üzerinden ekoloji ve epistemoloji konuşmaları olan ve tabi bireysel olarak neler yapılabileceğine dair fikir alışverişi yapılan… Ayrıca sanat eseri üretmekle ilgili yaygın inanışları da tartışmaya açmayı sağlıyor bu atölyeler. Bu kanıksanmış sanatsal malzemelerin dışında her gün gördüğümüz ve tükettiğimiz nesnelere başka bir gözle bakmayı da çağırıyor.

Salatalıktan havuçtan kağıt, kombuchadan resim, hayvan ve insan kıllarında heykeller, ceviz kabuğundan kahveden pancardan boyalar gibi… Bulmak, toplamak, tüketmeden önce üretmek gibi… İklim krizine karşı bireysel çabamın bir parçası aslında. 

Beslenme biçiminizi ve duygusal durumunuzu gözlemleyerek sanatınıza deneysel bir yön katıyorsunuz; eko-anksiyete deyince…

Döngüsel bir biçimde mütemadiyen maruz kaldığım veya kendimi de maruz bıraktığım bir durum bu aslında. Her anlamdaki tüketimle hesaplaşırken, gitgide eylemsizleşmek ve bunun çözüm de olmadığını farkedip, tekrar değerlendirmek ve “mümkün mertebe” tüketimi minimuma indirmeyi gözeterek tekrar hareket alanı açmak gibi gelgitler… aslında bir terazi mantığında,  sanatsal üretim ile bunu gerçekleştirmek için neyi ne kadar tüketmem gerektiğiyle yüzleşmek gibi bu süreçlerin ağırlığı… 

Aynı zamanda fiziksel ve mental beslenme ilişkisine, bağırsak- duygudurum ilişkisi üzerinden bakmak da anksiyete tetikleyicisi olabiliyor.

Doğadan besleniyor ve üretiyorsunuz; “yuvamız dünya” deyince...

Varoluş maksadını-anlamını, aidiyeti hatta mutluluğu hiyerarşik bir düzende algılamadan-aramadan da bulabiliriz. Kurgu ihtiyaçlar, duygusal açlık, statü için satın alma gibi tüketim teşviklerini analiz etme refleksi oluşturabilirsek ve eylemlerimizi buna göre şekillendirebilirsek, dünyayı tüm canlılar için adaletli yaşam alanı sağlayan bir yuva yapabiliriz. 

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Gelecek Elimizde

Yemek Yeme Sanatı

Hepimizin biraz yavaşlamaya ihtiyacı var! Hatta belki de bir salyangoz hızında yaşamaya…

Ayşe Erenel Margossian

Babamın kilosu, muhtemelen ilk gençlik yıllarından beri hiç değişmemiştir. Babam hep incecik bir insandı. Görenler belki yemeğe pek düşkün olmadığını düşünürlerdi. Kim bilir belki de öyleydi ama damak tadına çok düşkündü. Özellikle son yıllarda değişen besinlerin tadıyla birlikte, yemeği seven annem ve bana “bu lezzetsiz yemekleri nasıl yiyorsunuz, bunları yemektense aç kalmayı tercih ederim” sıklıkla kullandığı bir cümle olmuştu. Genelde evin alışverişini kendisi yapmayı severdi. Neyi kimden alacağını iyi bilir, aynı zamanda da bakkalla, kasapla, esnafla ahbaplık kurmayı severdi. Onlar da onu “Yılmaz Abi hoş geldin” diye karşılar; her zaman etin, balın, sebzenin en iyisini, balığın en tazesini  verirlerdi. Alışverişi annem yapıyorsa da neyi nerden alacağını söylerdi. Eğer yemeğin malzemeleri başka yerden alınmışsa hemen anlardı. Bazı pazarlar, uzun uzun hazırladığı yemeklerin, sofraların tadına doyum olmazdı.

Balıkçıya gittiğimizde bilirlerdi; Bir parmak rakıya, iki parmak su üzerine buz isterdi. İlk önce buzu koyar, sonra suyu eklersen tadı değişir derdi. Onun için üzücü olsa da küçüklüğümden beri balık yemememe saygı duyardı. Onun yerine yaratıcı meze seçeneklerini zorlardı, patates mantısı en meşhuruydu. Yine de taze balık olduğunda dayanamaz “bak börek gibi, çıtır çıtır” diyerek kandırmaya çalışırdı. Hadi İzmir küçük yerdi ama eski İstanbul’lu olarak hala her gittiğimizde bilirdi neyi nereden alacağını, en leziz yemeklerin nerede yeneceğini. Hiç üşenmezdi lezzet peşinde bir uçtan bir uca gitmeye. Çok yavaş yerdi, tadını çıkara çıkara. Rakısının yanındaki bir dilim peynir saatlerce meze olurdu ona. Eriğin bile kabuğunu soymaya üşenmeyen nev-i şahsına münhasır bir adamdı babam. Mimardı. Yaptığı yapılar gibi, yedikleri de bir sanattı onun için…

Şimdilerdeyse işler değişti. Her şeyi bulabileceğimiz büyük marketlerden alışveriş yapıyoruz. Belki en organiğini, en temizini aldığımızı düşünüyoruz. Ama memleketin hatta bazen dünyanın bir ucundan gelen meyvenin, sebzenin tedarikçisini bilmiyoruz. Yerel ürünlerin en iyisi olabileceğini unuttuk ya da tekrar hatırlamaya başlıyoruz. Çoğunlukla cafcaflı ambalajlarda, büyük sloganlarla bize ne pazarlanıyorsa  tüketiyoruz.. 

Eskiden mevsimlerin gelişini sebzelerden, meyvelerden bilirdik.

Çağla bademi erik takip eder, çileği heyecanla beklerdik. Yazın kayısı, şeftali. Domates her mevsim olmazdı. Sezonluk yemekler vardı o yüzden. Hele de Egeli iseniz bilirsiniz her otun mevsimini. 

Ne yersek o olduğumuzu unutuyoruz.

Oturduğumuz yerden kullandığımız çeşit çeşit uygulama ile bir tıkla geliyor yiyeceğimiz kapımıza. Hatta pazara gidip seçmeyi bırak, markete bile internetten sipariş vermek  daha kolay gelebiliyor. Yediklerimizle, aslında hızlı tüketim kültürünün de bir parçası olduğumuzu fark etmiyoruz. Bu hızlı yaşam, tüketim doyumsuzluğu ve birçok bağımlılığı da beraberinde getiriyor.

En önemli, en kutsal mabedimiz, bedenimiz. 

Bedenimizin ihtiyaç duyduğu enerjiyi besin değeri düşük besinlerle sağlamak daha kolay ve günümüz hayat şartlarında daha ucuz gelebiliyor. Oysa ki bedenimiz  ve sağlığımız çok  değerli.   Biraz düşünürsek, hiçbirimiz kendimize bunu yapamayız ve farklı neler yapabileceğimize bakabiliriz.  

İşte bu yüzden harekete geçmeliyiz! 

Slow Food (Yavaş Yemek), 1986'da Carlo Petrini tarafından başlatılan, hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ile yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden uluslararası  hareket.  Yavaş Hareketi'nin bir parçası olarak doğmuş. 

  • Slow Food ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz, Sinek Sekiz yayınevinin baskısı “Slow Food Devrimi”ni okuyabilirsiniz. 
  • Yine aynı yayınevinden, Vandana Shiva derlemesiyle yayınlanan “Tohum ve Gıdanın Geleceği için Manifestolar” kitabında, Jamey Lonette’in “Yazar Kasanın Arkasından Bakmak” isimli manifestosu ise oldukça çarpıcı!
  • Eğer İngilizce kaynağa ulaşımınız var ise, şu an okumakta olduğum Alice Waters’in “We Are What We Eat” e de kesinlikle göz atmanızı tavsiye ederim.
  • Türkiye’deki Slow Food çalışmalarıyla ilgili bilgi almak, hızla sanayileşen ve geleceğini tüketen bir dünyayı yavaşlatmaya destek vermek isterseniz “Slow Food Devrimi”ni kitabının arkasında yer alan Francis Marciano, Reşit Soley, Defne Koryürek, Bilge Bengisu gibi isimlerin bulunduğu, yaşadığınız yere yakın Slow Food öncülerinin iletişim bilgilerine ulaşabilirsiniz. 
  • Sosyal medya kullanıcısıysanız, Instagram’da Slow Food Bodrum gibi hesapları takibe alabilirsiniz.  

Gıda politikaları, sürdürülebilir tarım ve çevre konusunda uluslararası bir etkinlik olan Terra Madre Salone del Gusto, bu sene 22-26 Eylül arasında her sene olduğu gibi İtalya’nın Turin şehrinde gerçekleşecek. Siz de gıdanın geleceğini, kendi geleceğinizi şekillendirmek istiyorsanız, kim bilir belki de Terra Madre Salone del Gusto’da buluşuruz!

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Arkadaşım Dünya

Doğanın Büyüsü

Çocuklar için kitap önerileri!

Sima Özkan

Bu haftaki kitap önerilerim çocukları ve yetişkin oyundaşlarını doğada atılabilecekleri yeni bir maceraya, dağa tırmanmaya ve sonra da eve dönüp karınlarını doğa dostu, sağlıklı bir tarifle doyurmaya davet ediyor.

Hike: Babamla Yürüyüş, Yazan ve Resimleyen: Pete Oswald, Çeviren: Eylül Şenyürek Altaş, Küçük Bir Yayınevi, 40 sayfa, 4-12 yaş

İster iki kişi olun ister kalabalık, doğada yürüyüş yapmanın püf noktalarından biri doğanın her sesini, uyarısını, müjdesini takip edebilmek için sessiz olmaktır. Bu sessizliğe bir “sessiz kitap” da eşlik edebilir. Üstelik yürüyüşü yapan bir baba ve oğluysa. 

Sabah yataklarından kalkıp akşam olunca yataklarına dönene kadar, arada doğada geçen tüm gün boyunca, doğada gerçekleşen bir macera sizi bekliyor. İçinde yaz olmayan, sadece çizimlerle, kare kare anlatılan bu hikâyede aslında hikâyeyi okurun “dile getirmesi”, metnini okurken yazması, üzerine kendi kelimelerini eklemesi gerekiyor. Çizimler bize yardımcı oluyor. Her sayfada farklı detaylara takılıp çok katmanlı bir hikâyeyi kendimiz yaratıyoruz. Her ne kadar olay örgüsü belli bir çerçevenin içinde olsa da saatler değiştikçe doğadaki tırmanışları bizim hayal gücümüzün farklı bir boyutunu harekete geçiriyor. 

Bu hikâyede bir baba ve oğlu bir günü dağlarda geçirmek için şehri geride bırakıyorlar. Çocuk dışarıdaki harika bir gün geçirmek için giyinmek ve hazırlanmak için yataktan fırlar. İkisi şehirden dışarı çıkar ve bir parkurun başına park eder. Sırt çantaları sırtlarında, hayvanların yaşadığı sık ormanlardan geçen bir patikada yürürler; izlere rastlarlar. Yol boyunca keşifler yaparken dürbün, büyüteç, harita, fotoğraf makinesi, halatlar, kasklar onlara eşlik eder. Dağın zirvesindeki muhteşem manzaranın tadını çıkarmakla kalmaz, oraya birlikte bir ağaç dikerler. Alacakaranlıkla, baba ve oğlunun eve dönme vakti gelmiş demektir. Bu sadece dışarıda geçen bir resimli kitap değil, anıların nasıl yaratıldığının, bir ebeveyne nasıl güvenildiğinin ve bağların nasıl oluştuğunun sıcak bir ifadesi. 

Vahşi doğanın büyüsüne tanık olurken, zorlukların üstesinden gelirken ve ormanın hayatta kalmasında küçük bir rol oynarken ikiliyi dağlara kadar takip ediyoruz. Eve döndüklerinde, yürüyüşlerini belgeledikçe ve aile tarihinde yerlerini alırken kendilerini canlı ve her zamankinden daha yakın hissediyorlar. Pete Oswald, ayrıntılı, zengin paneller ve dokulu panoramalarda, bu neredeyse sözsüz macerayı mükemmel bir şekilde hızlandırıyor ve okuyucuların ince harikalar için duraklamasına ve manzaralara hayran kalmasına izin veriyor. Baba ve çocuk arasındaki bağa dokunaklı bir övgü olan ve Dünya Günü için yankı uyandıran temalar sunan Hike: Babamla Yürüyüş, temiz dağ havası gibi.

Kolay Mutlu Mutfak, Yazan ve Resimleyen: Miki Mottes, Çeviren: Dr. Suat Erus, Meav Yayıncılık, 128 sayfa, +6 yaş

Beslenmeye dair bir başucu kaynağı olan Kolay Mutlu Muftak’ı elinize her aldığınızda bir yaşam biçimi olarak vejetaryen ve vegan beslenme ile dünyanın ihtiyacı olan bitki temelli beslenme hakkında gerekli tüm bilgileri verdiğini göreceksiniz. Üstelik parmak sallamadan, okuru korkutmadan bu sağlıklı yaşam tarzına dair önerileri sıralarken eğlenceli çizimlerle ipuçlarını sıralıyor. Evinizdeki beslenme uzmanı size daha fazla besin değeri taşıyan süper kahramanlar, süper besinlerden bahsedecek; bitkisel demir kaynaklarını birer çizgi film karakteri gibi sıralayacak. Mantar, kinoa ile nohuttan mercimeğe sevdiğimiz tüm baklagiller sayfadan fırlayıp çok özel tariflerle âdeta tabağınıza uçacak. Günlük beslenme rutininizde meyvenin, sebzenin, tahılların, baklagillerin, çekirdek ve yemişlerin ne ölçüde yer alması gerektiği gibi bilgiler de cabası. Kitabı okuyup uygulamaya başlayınca, tükettiğiniz gıdaların sizi doğanın sürdürülebilir düzenine adım adım yakınlaştıracağına tanık olacaksınız. Şimdiden afiyet bal şeker olsun!

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

İlgili Başlıklar

kuraklık

Avrupa

İtalya

Türkiye

Yunanistan

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu

Asya

Afrika

+33 more

Bülteni beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Dünyahali Yayınını Takip Et

Dünyahali bültenine hoşgeldiniz! Burada sadece iklim krizinden değil; havadan sudan da konuşuyoruz. Yuvamız dünyamızdan bahsediyoruz. O zaman, haydi başlıyoruz!

0%

;