Keşif Sahnesi
Kendine Ait Bir Yer
Televizyonda Ne Var?
Kanvas
Tiyatro Gündemi
Raftan
Bugünkü Destekçimiz
Öykü Sözlüğü

✊ Yaratma cesareti

Endüstriyel bir çölde para kazanamayan ama tarih yazan bir plak şirketi, kederli yaşamından ilham alan bir müzisyen, Osmanlı'da aktivist bir kadın yazar ve her koşulda yaratanlar.

Fotoğraf: Zac Farro

“Yeni bir şeyler yapmaya çağrılıyoruz; ayak basılmamış bir toprakla yüzleşmeye, kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz.(…) Geleceğe doğru yaşamak bilinmeyene sıçramak demektir; bu da hâlihazırda emsali olmayan ve pek az kişinin kavradığı dereceden bir cesareti gerektirir.” der Rollo May Yaratma Cesareti kitabında. Bugün bu bültende, her koşulda -en kör vakitte bile- yaratma cesareti olanları konuşuyoruz.

Önümüzü göremediğimiz, sadece hislerimize güvenerek hareket etmenin belki de bizi özgürleştireceği ve gelecek kaygısından kurtaracağı; sadece yaratmaya odaklanmamız gereken bir dönemde ilham olması dileğiyle…

Keyifli okumalar!

Duende ekibi

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

Keşif Sahnesi

Madalyonun iki yüzü: Becca Mancari

Keder ve neşeyi müziğinde buluşturmayı başaran Becca Mancari ile tanışma zamanı

Yazıya nasıl başlarım diye düşünürken aklıma Nick Cave’in Red Hand Files sitesinde kederle ilgili bir soruya verdiği cevap geldi. Bir süredir burada ağırladığım sanatçıların ortak özelliği, samimi duygularla çevreledikleri üretimler oldu. Hepsi kırılganlıklarını, acıyla olan ilişkilerini ve nihayetinde sevgiye adadıkları hayatlarıyla yarattıklarını müzikle insanlara iletmeyi başarabilmiş isimler. Nick Cave, yaşadığı sürece eşini de dâhil ederek şu cevabı veriyor: “Kederin umutsuzluktan çok daha fazlası olduğunu keşfettik. Kederin pek çok şeyi içerdiğini gördük; mutluluk, empati, ortak olma, keder, öfke, neşe, affetme, kavgacılık, minnettarlık, korku ve hatta belirli bir huzur.”

Keşif sahnesinin bugünkü konuğu olan Becca Mancari, anne ve babasından gizleyerek yatak odasına soktuğu radyodan Bob Dylan, The Beatles ve Neil Young şarkıları dinleyerek çocukluğunu geçirdi. Şimdilerde kendini deneyimsel seslerin söz yazarı, müziğini ise dürüst, melodik, acı verici ve bugüne ait olarak tanımladığı bir yolculuğu var. Ona eşlik etmek isteyenler peşime takılabilir.

Becca Mancari
Becca Mancari

Şarkı cover’lamamak: Öncelikle Becca Mancari’nin Evanjelik Hıristiyan bir ailede queer olarak yer almaya çalıştığını ve çocukluğunun büyük bir bölümünü kilisede geçirdiğini söylemem gerekir. İlahiler dışında bir şey dinlemesi yasaktı. Bu yüzden müziğe dair hissettiği ilk duygu, rahatlatıcı olmasına yönelik. 12 yaşında kardeşleriyle birlikte kullanması için alınan gitar sayesinde müzikle tanıştı. Deneyimsel öğrenme isteği ve kulaklarının yardımıyla herhangi bir eğitim almadan gitar çalmaya başladı. Onca sıkışmışlık ve dışlanmışlığın arasında yönünü belirleyen şey sadece içgüdüleriydi. “Küçükken yapmadığım için mutlu olduğum şey şarkı cover’lamaktı. Başka kadınların şarkılarını söylemek istemedim.” sözleri, yaratma arzunun göstergesi niteliğinde.

Nashville’in müzik mirası: Queer olduğu için evden uzaklaştırılan ve kardeşleriyle görüşmesi yasaklanan Becca Mancari, 20’li yaşların başında doğup büyüdüğü Pensilvanya’dan ayrılarak Nashville’e taşındı. Tek bir amacı vardı: Tamamen müzikle yaşamak. Mas Tacos Por Favor isimli bir taco dükkânında çalışan Mancari, zamanla buranın pek çok müzisyenin uğrak noktası olduğunu öğrendi. O dükkânda Jack White, Gillian Welch, Hurray for the Riff Raff grubundan Alynda Segarra gibi isimlerle tanıştı. İçerisinde Townes Van Zandt’ın gittiği favori barı da dâhil olmak üzere efsanelerin vakit geçirdiği yerleri dolaşarak şehrin müzik mirasından ilham topladı. 2013-2016 yılları arasında kendini söz yazarlığını geliştirmeye adayan Mancari, bu süreçte içlerinde daha sonra birlikte Bermuda Triangle grubunu kuracağı Alabama Shakes grubundan Brittany Howard da yer aldığı birçok müzisyenle arkadaş oldu.

İlk albüm: 2017 yılında yayımladığı Arizona Fire teklisiyle müzik sahnesine resmî geçisini yapan Becca Mancari, bir yıl sonra 30 yıldır biriktirdiklerini Good Woman adını verdiği ilk albümünde topladı. Başta Nashville’in havasına suyuna karışan country müzik geleneğinden etkilense de Mancari, hikâyesini çocukken dinlemekten keyif aldığı indie rock ve rock and roll üzerinden anlatmaya karar verdi. Yine de ilk albümünde country ve folk müzikten çokça izler bıraktı.

Becca Mancari
Becca Mancari

Madalyonun iki yüzü: Çokça takdir gören ilk albüm sonrası Paramore grubundan yakın arkadaşı Zac Farro ile çalışma kararı alan Becca Mancari, müzik yapmak için yeni bir yol keşfetti: Sabahları kalkıp sözler yazmak, öğleden sonraları ise stüdyoda serbestçe deneyler yapmak. Tek bir kural vardı. O da ne olursa olsun eğlenmek. Bu adanmışlık Mancari’nin “Şimdiye kadar olan en kişisel ve en dürüst müziği yazabildim.” sözleriyle tanımladığı şarkıların ortaya çıkmasını sağladı. Keder ve neşenin madalyonun iki yüzü olduğunu kabul eden Mancari, acı verici hatıraları canlandırıcı duygularla ele almanın hayatı yansıtacağına inandı. Ne olursa olsun yaşamak ve sevmenin esas alınması gerektiğini düşünen Mancari, bu yüzendir ki geçtiğimiz haziran ayında yayımladığı The Greatest Part isimli son albümünü bizzat babasının adresini verdiği dindar birinden aldığı suçlayıcı mektuptan sonra yazdığı Hunter adlı şarkıyla açıp her şeyi affettiğini duyurduğu Forgiveness ile kapattı. Sevgiyle çoğalan herkes, bir süreliğine Becca Mancari’nin şarkılarında toplanabilir. Hoşça kalın.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Kendine Ait Bir Yer

Factory Records: Para kazanmadı, tarih yazdı

Kısa bir özet: Kanla yazılan sözleşmeler, efsane albümler, zarar eden albümler, tarih yazan ve yok olan bir şirket

1970’lerde derme çatma mahallelerle dolu, işsizlikle kavrulan endüstriyel bir çöl olan Manchester, bugün dünyanın müzik ve kültür merkezlerinden birine dönüştüyse bunun mimarlarından biri, Factory Records’ın arkasındaki isim Tony Wilson.

1976-1977 arasında yerel televizyon kanalı Granada Television’da hazırlayıp sunduğu So It Goes programında, ilk defa televizyona çıkan Sex Pistols’tan Patti Smith’e, The Clash’ten programın iptal edilmesine neden olan Iggy Pop’a dönemin yeni ve heyecan verici sanatçılarını konuk eden Wilson, 1978’de adı Andy Warhol’un New York’taki stüdyosundan ilhamla konan “Factory” başlıklı kulüp geceleri düzenlemeye başlıyor. Ünü hızla yayılan bu gecelerde, dönemin yeni hareketlenen post punk sahnesinden isimler çalıyor.

Kanla yazılan sözleşme: Factory, 1979 başında aktör Alan Erasmus’un ortaklığı ve Tony Wilson’ın annesinden kalan mirasla bir plak şirketine evriliyor ve yayımladığı ilk EP A Factory Sample'da çiçeği burnunda ekip Joy Division, The Durutti Column, John Dowie ve Cabaret Voltaire’in şarkılarına yer veriyor. Aynı yıl Factory etiketiyle yayımlanan ilk albüm ise, Joy Division’ın efsanevi albümü Unknown Pleasures. Kendileriyle ilgilenen başka plak şirketlerini reddederek Factory saflarına katılan Joy Division, Tony Wilson’ı kendi kanıyla bir sözleşme yazmaya zorluyor. Wilson’ın ve Factory’nin sanatçılara yaklaşımını özetleyen sözleşmede sadece şunlar yazıyor: “Her şey müzisyenlere ait, hiçbir şey şirketin değil. Tüm gruplarımız, çekip gitmekte özgür.” Bu yaklaşım, 90’larda iflas eden şirketin başka şirketler tarafından satın alınmamasının sebebi; çünkü albümlerin hakları sanatçılara ait.

Joy Division solisti Ian Curtis’in intiharından birkaç ay sonra yayımlanan Love Will Tear Us Apart single’ı ve grubun ikinci albümü Closer, listelerin üst sıralarına tırmanıyor. Bu trajedinin içinden yeni bir ses doğuyor: New Order.

Madchester’ın harman olduğu yer: The Haçienda! 1982’de New Order ve Factory Records iş birliğiyle açılan gece kulübü The Haçienda, acid house ve alternatif rock’ı bünyesinde eriten ve bolca saykedeliyle besleyen “Madchester” akımının itici gücü oluyor. New Order, The Stone Roses, The Smiths, Happy Mondays gibi isimlerin yanında Madonna’nın Birleşik Krallık’taki ilk televizyon performansına da ev sahipliği yapan kulüp, yüksek işletme giderleri ve dönemin MDMA furyasının yarattığı sorunlar nedeniyle 1997’de, arkasında müthiş bir müzik kültürü bırakarak kapanıyor.

Sattıkça zarar eden single’lar ve bitmeyen albümler: Factory Records’un benzersiz kimliği, çatısı altında yer alan sanatçıların sound’u kadar, şirketin tüm görsel işlerinde göze çarpan, Manchester’ın endüstriyel atmosferinden ilham alan tasarım anlayışından da kaynaklanıyor. Factory’nin kulüp gecelerinden itibaren her adımında emeği olan sanat yönetmeni ve grafik tasarımcı Peter Saville, 1983’te çıkan New Order single’ı Blue Monday için disket şeklinde bir kapak tasarımı hazırlıyor. Factory, single’ın çok satmayacağını düşünerek kapağın üretim maliyetini göz ardı ediyor. Satılan her kopyada şirketi 5 peni zarara sokan Blue Monday'in uluslararası bir hit olması, Factory için sarsıcı bir sürpriz.

1985’te şirketin aile fotoğrafına dâhil olan Happy Mondays, başarılı single ve albümlerle yüzleri güldürüyor. Grup Madchester sahnesine yön veren üç albümden sonra, 1992’de yeni albümünü kaydetmek üzere Barbados’a gidiyor. Solist Shaun Ryder’ın eroin bulamayacağı bir yer olduğu için tercih edilen Barbados macerası, grubun kokain bağımlısı olmasıyla kontrolden çıkıyor. Uyuşturucu almak için kayıt stüdyosunun eşyalarını satmaya başlayan ekip, Manchester’a döndüğünde ellerinde söz yazılmamış bir dizi şarkı var. Böyle bir sürecin ardından yayımlanan Yes Please! Happy Mondays’in kariyerine ölümcül bir darbe vurduğu gibi, prodüksiyon masraflarıyla Factory Records’ı iflasa sürüklüyor. Albüm çıktıktan iki ay sonra, şirket iflas ettiğini açıklıyor.

Mr. Manchester’ın vedası: Müzikten para kazanamamasıyla ünlü olduğunu söyleyen Tony Wilson, 10 Ağustos 2007’de, bir süredir tedavi gördüğü kanser nedeniyle hayatını kaybetti. Wilson’ın tabutu da, etkinlik afişlerinden albümlere, kulüplerden sanat eserlerine Factory üretimi her şey gibi numaralandırıldı: FAC501.

Daha derine: Michael Winterbottom’ın Manchester’ın renkli müzik sahnesini konu edinen filmi 24 Hour Party People, Factory Records ve Tony Wilson’ı odağına alıyor.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Televizyonda Ne Var?

Avustralya’dan bir kendiyle barışma hikâyesi: Please Like Me

Her bir karakteri farklı kusurlara sahip, hatta kusurlu özelliklerini uçlarda yaşayan karakterlerin uyum içinde yaşadığı, birbirine destek olduğu ve birbirlerini katlanılır hâle getirdiği bir dizi düşünün.

“Neden kendime hayattan zevk almak için izin vermiyorum, neden anı yaşayamıyorum? Bugün ışıl ışıl, güneşli bir gün, bir birinci dünya ülkesindeyiz, daha şimdi 19 dolarlık bir dondurma siparişi verdik… Ama benim tek düşünebildiğim, suratımın çöpe benzediği.” diye başlayan monoloğun sahibi Josh, kız arkadaşıyla olan buluşmasının hiç de ummadığı bir yöne gideceğinin farkında değil. O günün yeni hayatının ilk günü olduğunun da… Çünkü Claire, susmak bilmeyen Josh’ın sözcükleri arasında bulduğu ilk boşlukta araya girecek, uzaklaşmaya başladıklarını, ayrılmak istediğini söyleyerek ekleyecektir: “Bir de şey, sen eşcinselsin.” 

Josh Thomas, Please Like Me
Josh Thomas, Please Like Me

Her bir karakteri farklı kusurlara sahip, hatta kusurlu özelliklerini uçlarda yaşayan karakterlerin uyum içinde yaşadığı, birbirine destek olduğu ve birbirlerini katlanılır hâle getirdiği bir dizi düşünün: Onaylanma ve kabul görme bağımlısı bir ana karakter, intihara meyilli bir anne, kendine güvensiz bir baba, ayrılmaktan korktuğu için ilişkisine devam eden bir yakın arkadaş… Diğer yandan karakterlerinin yaşadığı buhranlara ve mücadele ettikleri kişisel zorluklara rağmen daima pozitif mesajlar veren, gözünüzden bir damla yaş döktüğü an onun önünü gülümsemenizle kestiren bir dizi. 2013’te Avustralya televizyonu ABC2'de yayın hayatına başlayan ve başrolünü de üstlenen yaratıcısı Josh Thomas’ın planladığı gibi dört kısacık sezonun ardından ekranlara veda eden Please Like Me tam da böyle bir dizi. 

Mevzu nedir? 20’li yaşların henüz başındaki Josh’ın yıllardır görmezden geldiği ve kaçtığı, dizinin ilk dakikalarında (eski) kız arkadaşının yüzüne vurduğu gerçeğin şoku, Please Like Me’de bir kendini kabullenme, özgürleşme ve büyüme hikâyesine evriliyor. Fakat yeni hayatının daha ilk gününde büyük bir zorlukla karşılaşıyor Josh; annesinin intihara teşebbüsü, onu sadece kendi psikolojisi, kendisiyle barışma süreci ve kişisel gelişimiyle değil, annesininkiyle de ilgilenmek zorunda bırakıyor. Dört sezon boyunca suratının çöpe benzediğini düşünmeye devam etse de birbirinden güzel erkeklerle yaşadığı ilişkiler kendiyle barışmasını sağlıyor. Ailesinin ve arkadaşlarının yaşadığı, başta kendi gelişimi önünde birer zorluk ya da engel olarak gördüğü sorunlar, Josh’ı da geliştiriyor.

Please Like Me
Please Like Me

Josh Thomas’la gastronomik ve müzikal anlar: İzleyebileceğiniz en doğal ve içten dizilerden biri olan Please Like Me, bunu en çok birbiriyle mükemmel bir uyum içinde çalışan oyuncu kadrosuna borçlu - komedyen Hannah Gadsby'nin de ikinci sezondan itibaren kadroda yer aldığını ekleyeyim. Dizi duygusal ve psikolojik iyileşme sürecini tetiklemenin yanı sıra, iştah açıcı ve dans ettirici bir etkiye de sahip. French Toast, Parmigiana, Babaganoush, Souvlaki… Bunlar bir Akdeniz restoranının menüsünden değil, Please Like Me’nin bölüm başlıkları listesinden birer alıntı. Her bölüm için farklı mutfaklardan bir isim seçen Josh Thomas’ı, sıklıkla bu yemekleri hazırlarken ya da yerken görüyoruz. Her daim enerji veren, yüz güldüren, Clairy Browne & the Bangin' Rackettes'in I'll Be Fine şarkısıyla renklenen açılış jeneriği de çoğunlukla mutfakta geçiyor. Sadece mutfakta değil, dizinin bütününde duyacağınız eğlenceli ve hareketli şarkılarla dolu soundtrack listesini ve Bryony Marks imzalı oyunbaz müzikleri bu çalma listesinden dinleyebilirsiniz. 

Please Like Me’ye Netflix Türkiye kataloğundan erişebilirsiniz.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Kanvas

Hem dijital hem fiziksel: Mamut Art Project 2020

Mamut Art Project, "Hem sanatçıları en iyi şekilde tanıtabileceğimiz hem de kimsenin sağlığını riske atmayacak bir sistem nasıl kurabiliriz?" sorusunun cevabını arıyor ve bu yıl yeni platformlarda genç sanatçıları sanat severlerle bir araya getiriyor.

Türkiye’de genç sanatçıları destekleyip eserlerini sergileyen etkinliklerin öncülerinden Mamut Art Project'in sekizinci edisyonu, bu yıl fiziksel ve çevrim içi formatta 27 Ekim-8 Kasım tarihleri arasında düzenleniyor. Ulaşılabilir ve sürdürülebilir sanatın önemli temsilcilerinden Mamut Art Project, sanat kariyerinin başında olan bağımsız yeteneklerin çalışmalarını koleksiyoner, küratör, galeri, kültür sanat kurumu ve sanat takipçileriyle buluşturuyor. 

Mamut Art Project 2020 Fotoğraf: Emir Uzun
Mamut Art Project 2020
Fotoğraf: Emir Uzun

“Conversations, Studio Visits ve MAP Sessions”: Yaklaşık sekiz aydır çevrim içi sergi, fuar deneyimi hayatımızın önemli bir parçası olmuş durumda. Sanat izleyicisinin dijital platformda sergi gezmekle ilgili negatif ve pozitif birçok yorumu var. Henüz hâlâ alışmakta olduğumuz dijital sergi gezme deneyimini zenginleştiren Mamut, sanatçıların işlerinin görselleri ve bilgilerinin yanı sıra alt metinler ve sanatçıları tanıyabilmek adına farklı formatlarda özel içerikler üretmeyi tercih etti. 

Mamut’ta normal şartlarda hissedilen sıcak ortamı ve sanatçılarla kurulan ilişkiyi yaratabilmek için “Conversations, Studio Visits ve MAP Sessions” olmak üzere üç farklı başlığa ayrılan video çekimleri gerçekleştiren ekip; sanatçıların kendilerini tanıtabilmeleri ve işlerini anlatabilmeleri için atölye ziyaretleri, bir araya gelinen stüdyo çekimleri ve bir araya gelemedikleri sanatçılarla da görüntülü konuşma uygulamaları üzerinden çekimler yaptı. Tüm bu süreç, izleyicilerin sanatçıları biraz daha yakından tanıyabilmeleri, onlara bir adım daha yaklaşabilmeleri için farklı bir alan yaratmayı amaçladı.

Yeni mekân Yapı Kredi bomontiada: Tabii Mamut’u sadece dijital platformda hayal etmek mümkün değil. Sekiz yıldır yılın belli dönemlerinde yaşadığımız Mamut kapsamında yeni sanatçılarla tanışma, daha önce hiç görmediğimiz eserlerle karşılaşma heyecanını bu yıl da fiziksel ortamda yaşayabiliyoruz. Hem de Mamut’un yeni mekânı Yapı Kredi bomontiada’da. 

İzleyicileri yeni mekânda “Sıcak, daha ham ama temiz ve düzenli” bir sergi deneyiminin beklediğini söyleyen Kohen ekliyor: “Mimarlarımız Ceren Özşahin ve Zeynep Tümertekin, mekânın kendi yapısıyla birleşecek bir tasarım yarattılar. İşlerin biraz daha yan yana olduğu, duvara asılmak yerine bazı yerlerde yaslandığı, biraz sanatçı atölyeleri biraz Mamut karışımı diyebiliriz.” Bazı sanat izleyicileri için işleri birebir deneyimlemenin önemini bilerek sadece çevrim içi formatta kalmak istemediklerini söyleyen Kohen, Mamut'un bu yıl daha çok sergi formatında ve süre olarak da normalin iki katına çıktılarak, randevulu sistemle, pek tabii tüm hijyen önlemlerine dikkat edilerek planlandığını aktarıyor.

Kohen’e pandeminin sanatçıların üretimlerine ve disiplin seçimlerine etkilerini sorduğumuzda: “Başvuru sürecimiz ve jüri görüşmelerimiz pandemi öncesinde tamamlanmıştı. Mamut kurulumuna girmeden 10 gün evvel erteleme kararı aldık. Aslında tüm etkinliğimiz neredeyse hazırdı. Bazı sanatçılarımız pandemi süresinde üretimlerine devam etmiş. Yeni sistemimizde mekânımız daha küçük olduğundan sergileme için bir seçki yapmak durumunda kaldık. Ancak çevrim içi olarak tüm işleri gösterebiliyoruz. Bunun da pozitif tarafı olduğunu düşünüyoruz sanatçılarımız açısından. Bu sayede Mamut da dijital ortama adımını atmış oldu. Pandeminin etkilerini ise gelecek yıl başvurularda göreceğimizi düşünüyorum.” cevabını alıyoruz.

Mamut, bağımsız yeteneklere sergi alanı sunmanın yanı sıra, portfolyo günleri, sağladığı süresiz danışmanlık ve iletişim desteğiyle de kıymetli bir platform. Sanatçıların sanat profesyonelleriyle buluşacağı bu yılki edisyonda 1.500 başvuru arasından seçilen ​49 sanatçı ​yer alıyor. Değişen dünya koşulları, ekoloji, yeni form ve yapı arayışının ışığında; ses algısı, küresel sorunlar odağında insan gibi güncel konuların özgün yorumlarının deneyimlenebileceği 400’e yakın eserden oluşan seçkiyi, 8 Kasım’a kadar Yapı Kredi bomontiada ve ​mamutartproject.com üzerinden ziyaret edebilirsiniz. Bu günlerde genç ve sektöre yeni adım atan sanatçılara destek olmanın sanat izleyicisinin de en büyük görevlerinden biri olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Tiyatro Gündemi

Aç perdeni, festival dolsun içeri

İKSV bu yıl İstanbul Tiyatro Festivali'ni çevrim içi mecralara da taşıyor; evlerimize eli boş gelmiyor.

Tiyatro, nereden baksak 2.500 yıllık tarihinde birçok iyi oyunu barındırır. İKSV ise 24 yıllık tiyatro festivali tarihinde her zaman iyi oyunları karşımıza çıkarır. Evet, tiyatro üzerine yapılan bir sohbette şu diyalogla karşılaşmanız işten bile değildir:

- Oo x ekibi, y yılında şu oyunu yapmış.
- Evet evet, o yıl İKSV’ye gelmişti.

Gelenler gelemeyenler: Fakat ne yazık ki bu yıl pandemi biraz daha erken geldi. Marttan beri sağımız solumuz hep bir “sosyal mesafeli”. Oyunlar dijital, gösterimler çevrim içi. İKSV de dijitalin gücünü etkin bir şekilde kullanarak 14 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında evlerimize misafirliğe geliyor. Haydi şimdi festivalin bu yılki oyunlarını tanıyalım.

“Hollanda Seçkisi”: Tiyatro festivalinin her yıl en çok merak edilen performanslarını uluslararası prodüksiyonlar oluşturur. Bu yıl pandeminin yarattığı zorluk sebebiyle kalabalık ekiplerin yurt dışından gelip büyük büyük salonlarda seyirciyle buluşması zorlaştı. O yüzden de festivalin “Hollanda Seçkisi” olarak adlandırılan üç performansından ikisi, Netherlands Dance Theater, Dare to Say ve Club Guy & Roni imzalı Kuğu Gölü performansıyla, İtalya merkezli tiyatro topluluğu Pippo Delbono Company de Dopo La Battaglia adlı oyunuyla çevrim içi gösterimlerle seyirciyle buluşacak. “Aaaa” seslerinin yükseldiğini duyar gibiyim; fakat hiçbir şey sağlığınızdan daha önemli değil sevgili okuyucu. Ama diyorsanız ki “Bizim gözlerimiz üst yazı arar.", işte onun için de “Hollanda Seçkisi” dâhilinde üçüncü bir performans daha var. O da Internationaal Theater Amsterdam imzalı Babamı Kim Öldürdü? adlı tiyatro oyunu, 27-28 Kasım’da Zorlu PSM’de.

Babamı Kim Öldürdü?
Babamı Kim Öldürdü?  oyunundan

Başka başka? Görsellikti, üstyazıydı derken işitsel gücü de ön planda bir festival bekliyor bizi. Podacto’nun prömiyer yapacak iki kulak tiyatrosu performansı, Eften Püften Şeyler ve Varlık da festivalin çevrim içi deneyimleri arasında. Kulaklıklarınızın tozunu alın, arkanıza yaslanın.

Bir solukta: Kendi evimizde çıkacağımız alışılmadık bir yolculukla Olağan-içi Bir Gezi, yedi kadından yedi pandemi öyküsü anlatan Her Güne Bir Vaka, çağdaş dans performansı Andan Daha Kısa, Macbeth Mutfakta ile ağzımızda güzel tatlar bırakan Simge Günsan’ın yeni tarifi olan Lear Mutfakta, multimedya denilince tiyatromuzun akla gelen ilk ekiplerinden olan GalataPerform’un Terk Edilmiş Kıyılar // Negatif Fotoğraflar performansı da festivalin çevrim içi seçkisinden izleyebileceğimiz işler arasında.

İnteraktif: Geçen yıl Bein Faust - Enter Mephisto projesiyle interaktif bir oyun deneyimini seyirciyle buluşturan festival, bu sezon da Map to Utopia adlı projeyle çevrim içi katılımlı bir oyun deneyimi yaşatmayı planlıyor. Gördüğünüz gibi, İKSV evlerimize eli boş gelmiyor.

Peki ya sahnede ne var? Açılışını Diagonale Ascendante performansıyla gerçekleştirecek festivalde bu sezon yerli yapımlar ağırlıklı durumda. Beyoğlu sokaklarında -gerçek manada- yolculuğa çıkacağımız “UNUTMAK Bir Hatırlama Projesi” ile Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği ve Surp Vortvots Vorodman Kilisesi'nde sahnelecek olan Gomidas, şehrin dokusunda tecrübe edilecek tiyatro deneyimleri arasında. Diğer bir yandan da tiyatro sahnelerinde birçok yeni oyun ilk kez seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor.

kOmik
kOmİk oyunundan

Bir solukta: Meltem Cumbul’un tek kişilik performansıyla Ben Sevgili Milena, B Planı’nın yeni oyunu kOmİk, Mehmet Birkiye rejisiyle Vişne Bahçesi, Murathan Mungan’ın kaleminden Mustafa Avkıran rejisiyle Dumrul ile Azrail, K! Kültüral’ın yeni projesi Madam Giyotin, Ayça Bingöl’ün tek kişilik performansıyla Ben Anadolu, tiyatromuzun yükselen genç rejisörlerinden Oğuz Utku Güneş imzalı Feramuz Pis!, Tiyatro Oyun Kutusu’nun Kısa Oyunlar / Mekânlar 3 projesi, Deniz Kaptan’ın Kadın Hikâyeleri kitabından seçilen monologlarla Tut! Bırak!, Kemal Uçar’ın oyunculuk hayaline bir türlü ulaşamamış bir dublöre can verdiği Dublörün Hikâyesi, Serdar Biliş rejisiyle izleyeceğimiz bir tragedya uyarlaması olan İfigenya ve Tiyatro Motus’un Manhattan’ın İyi Tanrısı oyunları bu yıl festival kapsamında prömiyer yapacak oyunlar. Prömiyerini yakın zamanda yapmış olsa da Erdal Beşikçioğlu liderliğindeki Tatbikat Sahnesi’nin yeni oyunu Fahrenheit 451 da festival kapsamında seyirciyle buluşacak.

Hızımı alamayıp festivaldeki tüm performanslara değinerek yazımı tamamlarken son bir amme hizmeti olarak da festival programını buraya bırakıyorum. Festival tadında günlerde buluşana dek esenlikler diliyorum. 

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Raftan

Osmanlı’dan aydın bir kadın portresi: Emine Semiye ve Sefalet

Gölgede kalan bir kadın yazarın eserleri, Vakıfbank Kültür Yayınları tarafından yeniden okuyucuyla buluşturuluyor.

Osmanlı’da başlayan modernleşme hamlelerinin en önemli adımlarından biri de kadınların daha görünür olabilmesiydi. 19. yüzyılın ikinci yarısında daha da belirginleşen bu değişim sonucunda Fatma Aliye ve Halide Edip gibi yazarlar dönemin önemli figürleri hâline geldi. 

Bu dönemin önemli isimlerinden biri olup zaman içinde hak ettiği değeri görememeye başlayan kadınlar da vardı. Bunlardan biri de Emine Semiye idi. Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ve Fatma Aliye’nin kardeşi olan Emine Semiye tıpkı ablası gibi roman türünde eserler kaleme almış; hatta dönemin üretken yazarlarından biri olmuştu. 

Cumhuriyetle birlikte kadının toplumdaki konumu geçmişe göre daha da iyileşmiş olsa Osmanlı’nın bu son dönemindeki önemli yazar ve yapıtları unutulmaya yüz tutmuştu.

Emine Semiye'nin Sefalet'i: Yayın hayatına iki yıl önce başlayan Vakıfbank Kültür Yayınları neredeyse bir asır sonra Emine Semiye kitaplarını okurla yeniden buluşturmaya başladı. Yayınevi geçtiğimiz günlerde Emine Semiye’nin Sefalet adını taşıyan romanını okurla buluşturdu. Latin harflerine ilk kez aktarılan kitapta günümüz Türkçesinde artık kullanılmayan kelimeler de parantez içinde karşılıklarıyla kitabın sayfalarında yer alıyor. 

Yılmaz bir hak savunucusu: Osmanlı kadın hareketinin önemli bir ismi olan Emine Semiye Hanım, İkinci Meşrutiyet döneminden itibaren etkin bir biçimde siyasal mücadelenin de içinde yer aldı. Hatta o dönemde yazar, edebiyatçı kimliğinden ziyade siyasi duruşuyla ünlenmişti. Farklı okullarda öğretmenlik de yapan Emine Semiye, bu dönemde ekonomik zorluklar çeken ve fuhuşa zorlanan kadınların hak mücadelesinde yanlarında oldu.

Gönüllü ve aktivist: Dönemin önemli siyasilerinden Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olması sebebiyle iyi bir eğitim alma imkânına sahip olan Emine Semiye, Fransa ve İsviçre’de psikoloji ve sosyoloji okuduğu dönemden de önce aslında aile ortamında modernite ve benzeri kavramlarla tanışmıştı. Türk edebiyatının ilk kadın romancısı olarak kabul edilen ablası Fatma Aliye gibi o da tefrika romanlar kaleme alırken bir yandan da aktivist kimliğiyle ön plana çıkmaya devam etti. İttihat ve Terakki’ye de zaman içinde üye olan Emine Semiye, 1912’de Balkan Harbi sırasında Şişli Etfal Hastanesi’nde gönüllü hemşirelik de yaptı.

Feminizm ve kadın hareketleri: Gazete ve dergilerde yer alan yazılarında yer yer Emine Vahide takma ismini kullansa da kendi adının yer aldığı metinlerde de feminizmi referans olarak gösterdi. 1944 yılında 79 yaşında hayatını kaybeden yazarın, Sefalet romanında ikili ilişkilerinin yanı sıra dönemin batılılaşma atmosferi ve kadın hareketlerine dair güçlü izler bulunuyor. Bu yönüyle Sefalet, edebiyat severler kadar tarihçiler ve sosyologlar için de dikkatle incelenmesi gereken bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. 

Sefalet: Romanın içeriğinden de bahsedecek olursak; varlıklı bir ailede yetişmesine rağmen evlendikten sonra zenginliğini kaybeden bir kadının sefalete uzanan erkek egemen dünyada ayakta kalma hikâyesi anlatılıyor.

Vakıfbank Kültür Yayınları,14 kitabı bulunan Emine Semiye’nin diğer eserlerini de bu çerçevede Latin alfabesine aktarıp okurla buluşturmaya devam edecek. Bir döneme damga vurmuş böylesine önemli bir ismin eserlerinin yeniden okunabilir olması edebiyat severlerin yanı sıra tarih, sosyoloji ve siyaset araştırmaları yapanlar için de büyük bir kazanım.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.
Bugünkü Destekçimiz

Esenlik hâli için doğal bir yardımcı: Doğadan Probiyotikli Çaylar

 

Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı tanıma göre wellness; fiziksel, psikolojik, sosyal, manevi ve ekonomik anlamda tam potansiyelin gerçekleştirilmesi koşullarını gerektiriyor. İlk basamakta yer alan fiziksel sağlığın esenlik hâlindeki rolü, bu tanımdan hareketle tahmin edilebiliyor. Aslında bağırsakların, sindirim sisteminin sağlığın bütününe olan etkisi düşünüldüğünde, düzenli kullanımda bağırsak florasını desteklediği ve bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olduğu bilinen probiyotiklerin esenlik hâline ulaşma yolundaki önem de ortaya çıkıyor. Zira sindirim sisteminin, bağışıklık başta olmak üzere tüm sağlığın temelini oluşturduğu biliniyor. Düzenli kullanımda fiziksel sağlığı destekleyen dost bakteriler, daha iyi hissetmenin doğal bir yolu olarak öne çıkıyor. Bu farkındalıkla Türkiye’nin lider bitki & meyve poşet çayı markası Doğadan, sevilen çay lezzetlerini probiyotiklerle zenginleştirerek iyi hissetmek isteyenler için Doğadan Probiyotikli Çay ürünlerini sunuyor.

  • Doğadan Probiyotikli Çaylar: 1975 yılında kurulan ve Türkiye'yi ilk bitki ve meyve çayıyla tanıştıran Doğadan, Türkiye'nin ilk probiyotikli poşet çaylarını üreterek yine bir ilki gerçekleştiriyor. Her kupada çayın tadına etki etmeyen 200 milyon dost bakteri içeren Doğadan Probiyotikli Çaylar; Siyah Çay, Açai Ananaslı Yeşil Çay ve Rooibos Çayı olmak üzere üç farklı çeşitte sunuluyor. Sıcak suda etkisini kaybetmeyen, mide asitlerinden etkilenmeyen ve yalnızca bağırsaklarda aktive olarak iyilik yayan laktozsuz ve vegan Doğadan Probiyotikli Çaylar, farklı beslenme biçimleri için de tercih edilebilir oluyor. Hazırlamak için 1 kupa ve sıcak suyun yeterli olduğu lezzetli çaylar sizin de ofis çekmecenizde, evinizde ya da çantanızda olsun isterseniz en yakın Migros Market’i ya da Migros Sanal Market’i ziyaret etmeniz yetiyor.
     
  • Doğadan: Sektörde edindiği 45 yıllık deneyimi inovasyonlarla birleştirerek ilkleri gerçekleştiren Doğadan, 2007 yılından bu yana faaliyetlerini The Coca Cola Company çatısı altında sürdürüyor. Geleneksel bitki çaylarının yanı sıra farklı lezzet alternatifleri, gurme ve fonksiyonel çeşitleriyle de öne çıkan Doğadan'ın yenilikçi, katma değerli ürünleri bugün 5 kıtada, 80 ülkede tüketiciyle buluşuyor. Doğanın sonsuz iyiliğini, zenginliğini ve canlılığını; doğal, sağlıklı ve iyi bir yaşam için sunma hedefiyle çalışan Doğadan, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için sürdürülebilirlik ilkesine gereken önemi veriyor.
Öykü Sözlüğü

(D)oğru

Ayfer Tunç

"Yalanlarıyla hayatımı güzelleştirdi dedi, evet yalan söylüyor, ama doğruyu yaşamaktan bıktım artık.” diyerek başlıyor öykü. Keskin ve iddialı bu başlangıç, bizi hemen durumun içine davet ediyor. Anlatılanların sınırı aşıldığında olanlar oluyor. Zaten bu sınır aşıldıktan sonra,“Yalanın güzelleştirme gücü var dedi, her defasında inanıyorum ona, ama sonra anlattıklarının yalan olduğunu keşfetmekten büyük bir haz alıyorum.” cümlesini duyuyoruz.

Sonrasında cevaplanması elzem sorular kalıyor. Belki bir gözyaşı beklentisiyle. Ne ki biz, birden en başa dönüyor olabiliriz.  

Ayfer Tunç’un Doğru öyküsünü Ses Olsun Podcast’ten dinleyebilirsiniz.  

Haftaya görüşmek üzere.

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

YAZARLAR

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

İLGİLİ BAŞLIKLAR

gitar

Nick Cave

Becca Mancari

Bob Dylan

The Beatles

Neil Young

Pensilvanya

Nashville

+65 more

İLGİLİ OKUMALAR

0%

;