
İnsan annesini anlatmaya nasıl başlar? Teşekkür ederek, galiba. “Annem olduğun için teşekkür ederim anne,” dediğim; yağmurlu günlerde güvende hissettiren dizi dostum; kıymalı makarnasını hiçbir şeye değişmeyeceğim; beni Sex and The City ve Charmed gibi dizilerle büyüten; Depeche Mode dövmesi yaptırıp hayran kültürünü içselleştirmeme sebep; “Kendine Ait Bir Oda’yı Virginia değil de Zerrin mi yazdı?” diye düşündürtecek kadar odalarıma ve sahip olduğum alanlara sahip çıkan annem karşında.
Oturdum bir gece karşısına, “Sana soru soracaktık ya, atsam cevaplar mısın şimdi?” diye sordum. Kalktı, “Oku sen, ben cevaplayayım,” dedi, başladık konuşmaya. O anlattıkça iyi hissettim; insan annesine ne kadar benzediğini her geçirdiği gün daha çok anlıyor. 8 Mart Kadınlar Günü, onun doğum günü — ondandır, büyürken hep kadınlar gününü onun gibi gördüm. Eh, ondan öğrendim her şeyi. Ondan öğrendim, hissettiğim sevgilerin benimle ilgili olduğunu; sevdiğim müzikleri keşfetmeyi; bir anda gelen enerji patlamasından utanmayıp istediğim gibi dans etmeyi; düşünülenlere “Aman,” deyip geçmeyi. En azından denemeyi. Ondan öğrendim, Anneler Günü geldi mi gidip mutfak aleti almamayı; ondan öğrendim, Kadının Adı Yok demeyi. İyi ki.
20’lik Olmayan 20’likler kanalının dokuzuncu konuğu ne kadar şahane biri olduğu konusunda pek objektif kalamadığım, ama şanslı olarak oldukça uzun zamanlar geçirebildiğim; her anısını anlattığında “O benim annem ya, farkındayım di mi?” diye heyecanlandığım; birlikte büyümekten keyif aldığım ama “Sen artık yaş almasan mı?” moduna kolayca geçtiğim, 8 Mart 1968 doğumlu sevgili annem, Zerrin Demirel. Enjoy the silence.
Depeche Mode
Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun?
54 yaşındayım. “18 yaşındayım,” diyemeyeceğim ama 30’ları geçmedi iç yaşım.
Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir?
20’li yaşlarımdaki hâlimi düşünüyorum, öyle cevap vereceğim — enerjimin değerini bilmeyi önemsemek kıymetli geliyor. O enerjiyi hırçınlığa değil, anın keyfine odaklardım diye tahmin ediyorum. Zaman zaman da bugünün tecrübeleriyle 20’lerimde olmayı arzuluyorum; elbette “Mümkün olsa çok daha farklı yaşardım,” diyesim geliyor. O yüzden kendimden yola çıkayım, kendime “öğüt” edeyim bir şeyler.
O yaşlara dönsem insanları daha az ciddiye alırdım; daha çok gözlem yapardım; masallarda dikte edilen beklentilerdense yaşamayı tercih ederdim; daha çok mini etek giyerdim mesela! Çünkü o zaman kendimde beğenmediğim şeylerin aslında bomboş olduğunu sonradan fark ediyorum. Yok dizinin kenarına takıyorsun, popom büyük mü diye dert ediyorsun — düşünmeden giyerdim işte.
20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir?
Keşke 20’li yaşlarımda nasıl bir insan olduğumu daha iyi kavrayabilseydim — kendi değerimi kendim daha fazla bilmek isterdim. Hep sorgulama hâlinde, dış etkenlere göre içimdeki farklılığımı öne çıkaran hisleri bastırmaya çalıştım gibi geliyor. Keşke farklılığımın yanlış bir şey olmadığının farkında olabilseydim!
1980’lerde bir şeylere ses olmayı yanlış bir şey sanıp tıkanıp kaldığımı hissettiğim oluyordu — keşke kendimi bu kadar zorlamasaydım da ses çıkarmak istediğim için kendi üstüme gelmeseydim. Bunun yanında da iyi ki kendime inandım ve kendim olarak kalmaya inat ettim. İyi ki 20’li yaşlarındaki Zerrin bendim.
Annem, çocukken
20'lik Zerrin, bugünkü Zerrin’i görseydi ne derdi?
Büyük ihtimalle şöyle derdi: “Hayatının %70’ini başkalarını mutlu etmek için yaşadın.” Sonra negatife odaklanmazdı ama, devam ederdi: “Vicdanını kaybetmediğin için teşekkür ederim.”
20'lik Zerrin 8 Mart 1968’de doğmuş olmaktan mutlu muydu?
Kadınlar Günü’ne denk gelmesine hep “Ben doğdum diye 8 Mart, 8 Mart’mış,” diye cevap veresim geliyor. Annem 29 Ekim doğumluydu, o daha bölgesel bir şeyi tercih etmiş; benimki daha küresel diyelim. Bir tane de 10 Kasım’da evlenen bir teyzen var, ona şimdi girmeyeyim.
Yıllar geçiyor ama neredeyse hiçbir şey değişmiş değil, her şeye kafa tutmak zorundayız! Herhangi bir yılın 8 Mart’ında doğsa Zerrin yine Zerrin olurdu. Doğum gününden mutlu ve kadınlarla birlikte.
Annem, 20’lerinde
20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi?
Özledim, orası kesin. 1985 ve 1998 arası çok daha umut dolu bir yerdi, öyle anımsıyorum. Çocukluğumu geçirdiğim yıllara kıyasla hayallerimi gerçekleştirebileceğimi hissettiriyordu bana. İstanbul’da doğup burada büyüdüm, burası benim köyüm — bu yaşları şehrimde geçirebildiğim için böyle anımsadığımın farkında olarak götüreyim seni o zamanlara.
Kısıtlıymış gibi hissettiren bir bolluk içinde yaşıyormuşuz. Özellikle İstanbul’un çok şeye açık olduğu, keyifli kent kültürünü bizimle paylaştığı zamanlardan bahsediyorum. Müziği, Beyoğlu’ndaki Kemancı ve Hayal Kahvesi’yle, Maslak’taki 2019’uyla, Kuruçeşme’deki Pasha’sıyla birlikte bizimdi. Depeche Mode’a dans edebileceğimiz yerler vardı. Kapalıçarşı’dan sipariş edip bir ay Stan Smith’imizin ve 501 kotumuzun gelmesini bekliyorduk; Madonna, Elton John, Sting İstanbul’da stadyum konserleri veriyorlardı. Etiler’de açılan ilk Pizza Hut’a rezervasyon yaparak gitmek gerekiyordu. Yine Beyoğlu’ndaki Kral ve Ben daha müthişti bana sorarsanız, onu ekleyeyim. Banana Split sipariş ettiğinde garsonlar sana gülüyorlardı. Taksim’deki Vakkorama da tanışma mekânıydı. Ve sosyal medyasızdı, ne keyif! O zamanın DM’lerinden biri buz pateni yaptığımız Penguen’di yani. Şehrin bu taraflarını olmak benim şansım oldu.
Tabii Türkiye’nin bir yüzü daha vardı o zamanlar, şimdiki gibi. LGBTİ+’ların kendini saklamak durumunda kaldıkları, başörtülü insanların üniversiteye giremedikleri yıllardı. İstanbul Üniversitersi’nde öğrenciydim ve birçok sınıf arkadaşım okula girerken polis kontrolünden geçiyor ve başörtülerini çıkarmak durumunda kalıyorlardı. Öznesi değildim ama “Beni ilk isyan ettirenlerden biri,” dedirten olaylardan biri. Sonuncusu da olmadı.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
İLGİLİ BAŞLIKLAR
Sex and The City
Charmed
Günü
Zerrin Demirel
YAZARLAR

20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
İLGİLİ OKUMALAR