
Portre’nin bu haftaki konuğu: Emre Eminoğlu. Emre’nin sinemaya dair heyecanımızı perçinleyen yazılarıyla Duende Bülteninde, Onu izledim ben. Bülteninde, theMagger’da ve Bant Mag.’de karşılaşmış veya kendini Emre’nin Letterboxd listelerinde kaybolmuş bir hâlde bulmuş olabilirsin. Filmler ve filmlerin hissettirdiği her şey üzerine konuşmayı ama daha çok yazmayı seven sinefil, Emre Eminoğlu’yla hoşbeşimize hoş geldin.
1. Bu yılki festivalin sona ermesine günler kaldı. Şöyle bir dönüp baktığında izlediklerin, deneyimlediklerin hakkında yorumların neler? Aposto! İstanbul okurlarına hangi filmleri önerirsin?
Festival programındaki en merak edilen filmlerden bazılarını Berlin Film Festivali’nde izlemiştim. Bunlardan izleyip beğendiklerim arasında Aşk, Mark ve Ölüm, Alcarras, Rabiye Kurnaz vs George W. Bush gibi filmler vardı. (Aposto’nun diğer yayınlarını da takip eden Aposto! İstanbul okurları yorumlarımı Duende ya da Onu izledim ben.’in önceki sayılarında okumuş olabilirler.) Festivalin ilk haftasından geriye kalan iki film sayabilirim: Bu sene folk horror türüne adanmış Mayınlı Bölge’den insan doğasındaki açgözlülüğü çok iyi işleyen Tumbbad ve Galalar bölümündeki günümüz gündemi üzerinden de çok iyi okunabilen Balzac uyarlaması Illusions perdus / Lost Illusions. Bir de tabii utanarak, festival sayesinde hayatımda ilk kez The Godfather izlediğimi ve beğendiğimi ekleyeyim.
2. İstanbul Film Festivali senin için ne ifade ediyor? Unutamayacağın bir anıya ev sahipliği yaptı mı hiç?
İstanbul Film Festivali'yle çok katmanlı ve çok kimlikli bir ilişkim var aslında. Bunlardan ilki tabii ki izleyicisi olarak başlayan, gittikçe güçlenen ve süren bir ilişki. İlk festivalim 2006’daki 25. İstanbul Film Festivali'ydi. Sınırlı sinema bilgisine sahip bir öğrenci olarak sadece üç-dört film izlemiştim o yıl. Yıllar içinde sınavlarımdan, işimden, özel günlerden daha öncelikli bir tutku hâline geldi benim için festival. Sonra sinema yazarlığıyla gelişti, yılda 30 civarı film izlemeye başladım. 2016’dan bu yana da festival dönemlerinde İstanbul Film Festivali ekibine katılarak festivalde hem çalışıyor, hem film izliyor hem de eğleniyorum.
Tüm bu katmanlardan çok fazla unutulmaz anı var tabii ama tek bir tanesini söylemem gerekirse 2018’de Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Ian McKellan söyleşisi. Kaç kişinin suratına, “You shall not pass!” diye bağıran bir Ian McKellan’ın tükürüğünün isabet etmesi nasip olur ki?
3. Sinema dünyasından suçlu bir zevkin var mı? Mesela aramızda hâlâ Twilight serisinden Edward Cullen belki bir gün ziyarete gelir diye penceresini kapatmayanlar var…
Sinema yazarlığı öyle bir şey ki bazen genel izleyici için gayet kabul edilebilir olan filmler, türler, yönetmenler dahi suçlu bir zevk olabiliyor. Örneğin, La La Land’i ya da Xavier Dolan sinemasını sevmek… Sorun üzerine biraz düşününce herkes için bir suçlu zevk sayılabilecek bir cevap geldi yine de aklıma: Seth Rogen komedileri. Sanırım oyuncu, senarist ya da yapımcı olarak yer aldığı filmlerden izleyip de haykırarak gülmediğim yok.
İlgili Başlıklar
sinefil
Aposto! İstanbul
Festival
Berlin Film Festivali
Aşk
Mark ve Ölüm
Alcarras
Rabiye Kurnaz
George W. Bush
Mayınlı Bölge
Balzac
İstanbul Film Festivali
25. İstanbul Film Festivali
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

🌻 Metronomy İstanbul'da, Kum Zambakları sahnede
Yayın & Yazar

Aposto İstanbul
İstanbul'dan seçilmiş etkinlikler, kültür sanat ajandası, şehir gündemi, tematik rehberler ve şehrin sınırlarından taşmaya değecek davetler her hafta e-posta kutunda.

Naz Eraslan
i'm not even supposed to be here today