
Avrupa Birliği Adalet Divanı iki sene önce, 16 Temmuz 2020’de, AB ve ABD arası kişisel veri transferini kolaylaştıran “Privacy Shield” adlı regülatif düzeni feshettiğini açıkladı. 2016’da yürürlüğe giren Privacy Shield’e göre Amerikalı şirketler, Avrupa Birliği vatandaşlarının kişisel verilerine kolayca ulaşabiliyordu. Privacy Shield'in yürürlüğe girdikten 4 sene sonra feshedilmesi, sosyal medya şirketinin küresel ölçekte davranış verisi toplayıp algoritmik gözetim gücünü arttırmasının engelledi.
Privacy Shield’in fesih kararının, verinin en önemli olduğu pandemi döneminde alınması, AB’nin vatandaşlarının verisini koruma konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösterdi. Bu fesih aynı zamanda, Meta gibi günde 4 petabayt civarı veri toplayan sosyal medya şirketlerinin standart sözleşme maddelerine güvenerek veri transferine devam etmesini de zorlaştırmıştı. Ama tabii Meta’nın avukat ordusu, bu maddeler arasında sörf yapıp, işleri sürdürmeye devam etti.
Fakat AB trans-Atlantik veri transferi konusunu rafa kaldırmadı. Temmuzun ilk haftasında İrlanda Veri Koruma Komisyonu’nun aldığı yeni karar Meta’nın, standart sözleşme maddelerine güvenerek trans-Atlantik veri transferini sürdürmesini imkânsız hâle getirdi. İrlanda bu hamle ile Meta’nın iki adımdan birini atmasını umuyor:
- Veri ambarlarını İrlanda'ya taşıyarak yeni yatırım kanalları açmak,
- Avrupalıların verisini Amerika'ya bedavaya aktarmayı keserek ABD’nin dijital hakimiyetini kırmayı hedefliyor.
Amerikalı sosyal medya şirketlerinin dijital hakimiyeti AB’yi sadece ekonomik olarak tehdit etmiyor, aynı zamanda kültürel hegemonyanın da zeminini oluşturuyor. 2004-14 yılları arasında 199 ülkenin ilk 10 Google araması incelendiğinde, küresel kültürel trendlerin olduğu gözüküyor. Trendler genellikler Amerika tarafında belirleniyor ve farklı ağlara yayılıyor. “Avrupa değerlerine” bağlılığı ile bilinen AB politikacıları ise ABD’nin dijital ağlar aracılığıyla yarattığı küresel hegemonyadan çoğunlukla rahatsızlar.
Meta AB regülasyonlarının sertleşmesi durumunda Facebook ve Instagram’ın kıtada hizmet vermeyi durdurabileceğini söylüyor. Yani tam anlamıyla fişi çekip, dükkanı kapatıp gitmekle tehdit ediyor. İki taraf da böyle bir şeyin asla gerçekleşmeyeceğini biliyor.
Peki, Atlantik aşırı veri taşımayı zorlaştırmak neden bu kadar önemli? AB politikacıları sosyal medya platformlarının insan hayatı için önemini tam anlamıyla kavramış durumda. Sosyal medya platformlarının bireylerin kendilerini ve birbirlerini anlamak için en etkili araçlardan biri olduğunu biliyorlar.
Veri gizliliği yasa tasarısı GDPR 2016’da kanunlaştığından beri Avrupa Birliği vatandaşlarını algoritmik gözetime karşı korumak istiyor. Algoritmik gözetim, veri hakimi şirketlerin insan davranışı kodlarını kapsamlı bir şekilde kavrayıp manipüle etmesi anlamında geliyor. Eğer İrlanda Veri Koruma Komisyonu’nun yasa tasarısı diğer üyeler tarafından desteklenirse AB veri mülkiyeti için yeni bir küresel standart oluşturabilir ve algoritmik gözetim kabiliyetlerini sınırlayabilir.
Algoritmik gözetim sistemleri ve hesaplamalı sosyal bilimler
Algoritmik gözetim sistemlerinin hedefi, son model spor ayakkabı satmak da olabilir, oy vermeye teşvik etmek de olabilir, ALS hastalığı hakkında farkındalık arttırmak için başından aşağı soğuk su dökmeye özendirmek de olabilir. Önemli olan nokta, büyük veri setlerine hakim olan teknoloji şirketlerinin istedikleri sosyal davranışı tetiklemek için yeterli kaynağa sahip olmaları.
Böyle anlatılınca son derece sevimsiz duyulan bu “algoritmik gözetim” meselesinin özünde “hesaplamalı sosyal bilimler” (computational social sciences) biliminin yükselişi yatıyor. 2000’lerin başından beri, özellikle Google’ın yükselmesi ile gelişen hesaplamalı sosyal bilimler disiplinin çalışanları, sosyal medya platformlarında randomize kontrollü deneyler yaparak arzu edilen insan davranışlarını arttırabiliyorlar. Yani 20 sene öncesine kadar büyük veri kaynakları ile çalışmadığı için “gerçek bir bilimci” sayılmayan sosyologlar, şu anda dijital sosyal ağlardan dakikalar içerisinde milyonlarca insan hakkında bilgi toplayıp deneyler yapma gücüne sahipler.
Hesaplamalı sosyal bilimlerin gücünü gösteren en dramatik olaylardan biri 2016 Cambridge Analytica skandalı. Cambridge Analytica’nın sosyal bilimcileri, müşterileri olan Donald Trump’a, Facebook kullanıcı verilerini işleyip, kararsız seçmenleri Trump tarafında çekmek için niş kampanyalar düzenleyerek fayda sağlamıştı. Fakat bu, ilk defa Trump’ın seçim kampanyasında denenmedi. Obama’nın en yakın çevresinde yer alan Google eski CEO’su Eric Schmidt’in, 2008 Başkanlık Seçimlerinde algoritmik analizleri ve yönlendirmeleri bizzat yürüttüğü biliniyor.
Türkiye'de durum nasıl?
Şu an Türkiye'de 69 milyon sosyal medya kullanıcısı ve 60 milyon seçmen var. Bu günden sonraki her seçimde tarafların en büyük silahlarından biri hesaplamalı sosyal bilimlerin sunduğu dijital imkanlar olacak. Bu “imkanları” en hızlı şekilde anlayıp fırsata dönüştüren tarafın büyük bir avantaja sahip olacağını söylemek mümkün.
2016’dan beri ABD’de yükselmekte olan ve şu anda neredeyse tüm öncü üniversitelerde bölümü bulunan hesaplamalı sosyal bilimler dalının yüksek lisans programı şu anda Türkiye’de sadece Koç Üniversitesi’nde bulunuyor. Öte yandan, ders programı ve araştırma alanları incelendiğinde, hesaplamalı sosyal bilimlerin ağırlıklı alarak veri setlerinden anlam çıkarma ve büyük kurumlara daha fazla para kazandıracak becerilere odaklanıldığı görülebilir.
Sosyal ağlar
Teknolojistlerin sosyal bilimlerden öğrenebilecekleri tek pratik, insan davranışlarını anlayıp manipüle etmek değil. Sosyal bilim araştırmacılarının, dijital sosyal ağların nasıl daha kapsayıcı ve insani olabileceğine dair çalışmalara odaklanması büyük önem arz ediyor.
Dijital sosyal ağlar günümüzde çoğu modern bireyin kimliğini oluşturduğu ve bilgi kaynaklarına ulaştığı en kapsamlı platform. 2016-2018 yılları arasında haberleri dijital sosyal ağlardan takip eden kişilerin sayısı, gazeteden takip edenleri geçti. 2018 yılına gelindiğinde, 18-29 yaş arası bireyler için dijital sosyal ağlar en popüler haber kanalı olmuştu. Dijital ağlar sadece bilgiye erişimimiz için en önemli kanal değil, aynı zamanda millenialların kimlik inşası için de büyük önem arz ediyor. Bunu sadece ışıltılı hayatların görünürlüğüne ve TikTok videolarının bağımlılık yaratan algoritmalarına bağlamak mantıklı değil.
Şöyle açıklayalım, sosyolojik araştırmalar gösteriyor ki insanların en başarısız oldukları pratiklerden biri “dışarıdan nasıl göründüklerini” anlamak. İnsanlar bu konuda gerçekten beceriksizler çünkü farklı kimliklerinin başkaları tarafından nasıl algılandığını tam olarak kavrayamıyorlar. Sosyal medyanın çekiciliği de burada başlıyor. Sosyal medya bize kendimizin farklı versiyonlarını sunmak, tepkileri ölçmek ve kimliklerimizi beğenilere göre ayarlamak için mükemmel bir araç sunuyor.
Bu nedenle sosyal medyayı boykot etmek algoritmik gözetimden kendimizi korumak için doğru yol değil. Özellikler gençler için dijital sosyal ağları terk etmek “eski güzel günlere” geri dönmek değil, tek bildikleri yaşama şeklinden vazgeçmeleri demek. Bu nedenle dijital sosyal ağların nasıl daha fazla kişiye fayda yaratabileceğini ve sağlıklı bir toplumsallık yaratabileceği üzerine düşünmemiz gerekiyor. Hesaplamalı sosyal bilimcilerin, teknoloji sosyologlarının ve sosyal teknolojistlerin gelecek 10 senede cevaplandırması gereken en önemli soru da bu: “Daha fazla insana fayda yaratabilecek dijital sosyal ağların algoritmik ve regülatif kuralları neler olmalı?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
İLGİLİ BAŞLIKLAR
petabayt
veri
sosyal medya
Avrupa Birliği Adalet Divanı
euro
Avrupa Birliği
İrlanda
YAZARLAR

Hale Ceren Zeytinoglu
Başlangıç Noktası Lideri

Kırılım Çağı
Teknolojinin sosyal ve çevresel sorunları nasıl çözebileceğine dair tartışmalara aşinalığın olsun. Her ayın 2’inci ve 4’üncü Perşembe günü, yeni bir disiplin olan teknoloji sosyolojisine dair her konuyu burada yakalayabilirsin.
İLGİLİ OKUMALAR