aposto-logoPazartesi, 5 Haziran 2023
aposto-logo
Pazartesi, Haziran 5, 2023
Aposto Üyelik

Agroekoloji ile akıllı traktörler arasında bilgi ve tarım

Nasıl bir gelecek?

2021’in son yazısında Zappa Zamanlar’ın ilk yılında ana izleklerini oluşturan konulardan ikisini birlikte tartışmak istiyorum: Bilgi ve tarım.

Bilgiyle kurduğumuz ilişkinin giderek daha karmaşık bir hâl alması, eğitim, yapay zekâ, teknolojik dönüşümler ve emek süreçleri gibi alanlarda yazdığım yazılarda arka fondaki belki de en önemli motifti. Bilginin giderek merkezîleştiği ve ticarileştiği bir dünyada yaşıyoruz. Bilgiye erişimdeki eşitsizlikler, dışlanmalar bilgiye ve bilgi üreten kurumlara güvenin sarsılmasını da beraberinde getiriyor. Aşı karşıtlığı, komplo teorileri, hakikat sonrası dünya tartışmaları hep bu minvalde değerlendirileceğimiz alametler...

Öte yandan, tarım başta olmak üzere doğayla kurduğumuz ilişkinin içerdiği kabaran sorunlara, başta arılarla, ağaçlarla, devletle, Akdeniz’le ilgili yazdığım yazılarda olmak üzere bir çok yerde işaret ettim. Bu sorunların özünde doğayı kaynaklar ve araçlar bütünü olarak görmenin, yemeğe tarımsal üretim süreçlerinden bağımsız bir tüketim pratiği olarak yaklaşmanın yattığını göstermeye çalıştım. Mutsuzluğumuzla da dünyanın tahribatıyla da baş etmenin yolu, insan-merkezli ve bireyci damarları hayli ağır basan bu bakış açısını bertaraf etmekten geçiyor.

Hemen ilk bakışta kendini ele vermese de tarımdaki güncel ve hayati birçok mesele birçok başka alanda olduğu gibi bilgi süreçleriyle doğrudan alakalı. En geleneksel bilgi türlerinden çok ileri teknoloji içeren üretim süreçlerine varıncaya kadar muazzam geniş ve çeşit içeren bir spektrumda bilgi üretimi, bilgiye erişim ve bilginin paylaşımı/yaygınlaştırılması tarımın geleceğiyle ilgili temel sorun alanları arasında.

Ekim 2021’de yayınlanan Tayfun Özkaya, Mesut Yüce Yıldız, Fatih Özden ve Umut Kocagöz’ün derlediği Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün (2021, Metis) kitabı bu yönde çok aydınlatıcı bir kaynak kitap. Tayfun Özkaya Türkiye’de tarım ve kır çalışmaları alanının önde gelen araştırmacılarından. Yıllarca hocalık yaptığı Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, teknoloji, hayvancılık, köylülük ve organik tarım üzerine yazdığı kitaplarla, yaptığı değerlendirmelerle Türkiye’de daha temiz ve adil bir gıda sisteminin oluşması yönündeki çabalara ilham ve ışık olmuş bir isim. Mesut Yıldız, Fatih Özden ve Umut Kocagöz de tarım ekonomisi, gıda egemenliği ve agroekoloji konusundaki çalışmalarıyla tanıdığımız genç araştırmacılar. Kitap iyi, adil ve sürdürülebilir bir gıda geleceğinin kurulmasında agroekolojik (çevrecil) tarımın önemini tartışan kısalı uzunlu 23 yazıdan oluşuyor.

Agroekoloji kitabının kapak görseli

Başka Bir Tarım Mümkün’ün en dikkat çekici özelliklerinden biri yazarların tarım alanının çok farklı köşelerinden gelmesi. Yazarlar arasında üniversitelerden ve araştırma merkezlerinden araştırmacıların yanı sıra sivil toplum kuruluşlarından aktivistler, Tarım Bakanlığı uzmanları ve üreticiler de var. Faydalı bilginin çok farklı merkezlerde üretilebileceğinin, yaygınlaştırılabileceğinin ve bu süreçte de karşılıklı paylaşımların, istişarelerin taşıdığı önemi gösteren ve maalesef sık rastlamadığımız bir durum bu. Bu önemli çünkü böylece bilginin sadece ortaya çıkarılmasında değil; aynı zamanda kullanılmasında farklı kesimlerin deneyimlerinin, ihtiyaçlarının sürece dâhil edilmesi, bilginin çoklaştırılması ve toplumsallaştırılmasının da yolu açılmış oluyor.

Bilginin kapalı kapılar ardında üretilmesi, çoğunlukla ticarileşmiş sınırlı yollarla paylaşılması ve sadece sınırlı kesimlerin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına göre şekillendirilmesi, bilginin kullanımıyla yaratılacak ekonomik değerin eşitsiz paylaşımını da beraberinde getirir. Bu durum bilgiyi özelleştirir, sosyal refahın artırılmasına değil, mevcut iktidar ve eşitsizlik ilişkilerinin sürdürülmesine hizmet eder. Tabii bilginin çoklaşması ve toplumsallaşması tek tek bireylerin ve grupların arzularıyla ve edimleriyle olacak bir iş değil. Bu yönde yapılacak kurumsal müdahaleler, bu müdahalelerin kurumsal süreçlere ve oluşumlara evrilmesi birçok farklı alanda olduğu gibi tarımda da çok önemli. Agroekonomi yaklaşımı tam da bu yönde muazzam faydalı bir perspektif sunuyor bize. Tayfun Özkaya ve Fatih Özden bu yaklaşımı şöyle özetliyor:

"Endüstriyel tarım büyük ölçüde tarımsal işletme dışından satın alınan tarım kimyasallarına, şirket tohumlarına, büyük tarımsal makinelere, yoğun su kullanımına dayanır. Agroekolojide tarım işletmesi, girdilerini büyük ölçüde kendi içinden sağlar, tarım kimyasalları yerine bir yandan halkın bilgisine diğer yandan bununla uyumlu bilimsel ve ekolojik bilgilere dayanır. Agroekoloji çağdaş olarak hem bir bilim, hem bir uygulama, hem de bir harekettir. Bilim olarak öncelikle biyolojik, biyofizik, ekolojik, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik mekanizmaları, fonksiyonları, ilişkileri ve tasarımları kullanarak bir agroekosistemin çalışmasını açıklamaya çalışan ve inceleyen; bir uygulamalar takımı olarak tehlikeli kimyasalları kullanmadan daha sürdürülebilir bir tarıma olanak veren; bir hareket olarak tarımı ekolojik bakımdan daha sürdürülebilir, sosyal bakımdansa adaletli yapmayı araştıran bir anlayıştır." (s. 19-20)

Tarımda 1930’lar kritik bir dönem. Bu yıllarda ticarileşen ve yaygınlaşan hibrit tohumlarla birlikte genetik, kimyasal ve mekanik girdilerin birlikte kullanımı mümkün hâle geliyor ve tarımın sanayileşmesi çok ciddi bir ivme kazanıyor. Başta Amerika olmak üzere dünyanın birçok yerinde bu dönemden sonra girdi ve sermaye yoğun, fosil yakıt kullanımına dayalı tarım yaygınlaşıyor. Agroekonomi alternatif bir gelişme çizgisi olarak ilk defa bu dönemde gündeme geliyor.

 La Via Campesina yazılı bir afiş

Neo-liberal politikalar ve piyasa güçlerinin baskısı altında dünyanın dört bir yanında üreticilerin ekonomik ve sosyal kırılganlıklarının çoğaldığı, köylülerin mülksüzleşme sürecinin hızlandığı, ekolojik tahribatın devasa boyutlara ulaştığı 1990’larda alternatif bir tarım anlayışı olarak agroekonominin popülerliği artıyor. Umut Kocagöz Agroekoloji’nin son yazısında bu süreçte La Via Campesina, Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST) gibi siyasi oluşumların ve yükselen küresel çiftçi hareketinin rolünün özellikle altını çiziyor. Kocagöz’e göre Latin Amerika’da agroekonomi yaygınlaşmasında eğitimin kurumsallaşması önemli unsurlar arasında başı çekiyor:

"[L]atin Amerika kökenli hareketlerin oluşturduğu agroekoloji ağı içinde, Brezilya’nın agroekoloji odaklı meslek liseleri, lisans ve yüksek lisans programları, Venezüella’nın agroekolojiyi temel alan üniversitesi bulunmaktadır. Bu formel sistemin yanında, agroekoloji uygulamasına ve hareketin güçlenmesine yönelik özerk ve bölgesel okullar bulunmaktadır. Bu okullara hem çevre bölgelerden hem de uluslararası ölçekte çiftçi öğrenciler ve aktivistler katılmaktadır." ( s. 293) 

Başka bir Tarım Mümkün’de agroekoloji yaklaşımında bilgi üretimi ve bu bilginin niteliği konusundaki tartışmalar önemli bir yer tutuyor. Birçok yazar katılımcı araştırma ve yayım faaliyetlerinin önemine vurgu yapıyor. Burada endüstriyel tarım paradigması içinde sessizleştirilmiş, salt bir uygulayıcıya indirgenmiş üreticinin bilgisinin sürece dâhil edilmesi konusunda yapılan uyarıları dinlemek özellikle hayati geliyor bana. Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezi araştırmacısı Zerrin Çelik derlemedeki yazısında bu noktayı biyoçeşitlilik ve yerel tohum ilişkisine odaklanarak irdeliyor:

"Agroekolojik uygulamalar bilgi yoğunlukludur. Çiftçilerin bilgi ve deneyimleri temelinde geliştirilen, yerel ekolojik koşullara ve kültürel bilgiye uyarlanmış, tepeden aşağıya dayatılmayan tekniklere dayanmaktadır... Agroekolojide kullanılan yerel bilginin en önemli özelliği sadece gözleme dayanmayıp, yaşama ilişkin deneysel bir öğrenmeye de sahip olmasıdır. Karşılan birtakım sorunların çözülmesinde yöresel olarak geliştirilen uygulama ve pratikler sıklıkla kullanılmaktadır. Yerel çeşitlerin tohumluk seçimi, yetiştirilmesi ve muhafazasında da yerel bilgi önemli bir yer tutmakta ve yöresel uygulamalarla karşılaşılmaktadır." (s.98)

Yerel bilginin ve bilge köylülerin bilgi üretimi ve teknoloji geliştirme süreçlerine dâhil edilmeyişinin toplumsal ve ekolojik maliyetleri de az değil tabii. Çelik yıllarca sözde olumsuz tarımsal özellikleri nedeniyle ihmal edilen bir yerel buğday çeşidini örnek gösteriyor: “Ancak 1980’lerde çeşidin, sarı pas hastalığına, 35 adi sürme hastalığına ve ayrıca sap sürme hastalığına neden olan etmenlere karşı dirençli genler taşıdığı keşfedilmiştir. Daha sonra bir dizi hastalığa karşı bir direnç kaynağı olarak kullanılmıştır.” (s.89)

Türkiye’de agroekolojik tarım uygulamaları henüz oldukça sınırlı. Ama Umut Kocagöz’ün de işaret ettiği gibi son yıllarda olumlu gelişmeler var. Ekolojik çiftlikler, ortak yaşamlı tarım toplulukları ve komünleri, bilgi-turizm-deney takasları, çevrim içi eğitimler, dernek projeleri ve gıda egemenliği kavramı çatısı altında örgütlenen yerel ve bölgesel hareketleri bu yönde hemen ilk akla gelen örnekler. (291) Ayrıca kentlilerin tarıma artan ilgisi, yerel yönetimlerin başta kooperatifçiliği özendirmek olmak üzere tarım alanındaki dayanışmacı uygulamaları, aracıları ortadan kaldırarak üretici ve tüketiciyi bir araya getirecek tedarik mekanizmaları kurma çabaları yine gözümüze çarpan geleceğe dair umut veren gelişmeler arasında. Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün kitabını da iyi ve adil bir gıda geleceği kurmak yönündeki bütün bu çabaların entelektüel arka planını güçlendirecek muazzam bir katkı olarak değerlendirebiliriz. 

Türkiye’de tarımın dönüşümüne dair umut veren çabalardan bahsetmişken bu yönde ilham verici ve çok faydalı bir kitabı daha hatırlatmak istiyorum: O da Ali Ekber Yıldırım’ın yazdığı Üretme Tüket: İthalat-Siyaset-Rant Kıskacında Tarım (2020, SİA Kitap). Ali Ekber Yıldırım yıllardır Dünya gazetesindeki yazıları vasıtasıyla tarımdaki güncel gelişmeleri ve sorunları takip ettiğim, sayesinde birçok yeni gelişmeden haberdar olduğum bir gazeteci.

"Üretme Tüket" isimli kitabın kapağı

Yıldırım, Üretme Tüket’te “köy marketinde ithal bezelyeden” “işgal altındaki meralara”, “şekerde pancar-mısır kavgasından” “çiftçiye yasal hakkı olduğu hâlde verilmeyen desteklere” varıncaya kadar bir dizi çok önemli güncel gelişmeyi rakamlarla, anekdotlarla, verilerle değerlendiriyor. Cevabını aradığı sorular da maalesef, tarımın mevcut gidişatı hakkında ve birbirinden düşündürücü: “Antep fıstığı da mı ithal edilecek?”, “Yediğiniz peynirde süt var mı?”, “Tarım bitti mi?”

Kısacası, yeni yılda okunacak kitaplar listenize Yıldırım’ın kitabını da hiç tereddütsüz ekleyebilirsiniz.

Gördüğümüz gibi, tarımda bilgi üretimi ve teknolojik gelişmelerle ilgili tartışmalar almış başını gidiyor. Türkiye’de konunun daha çok genetik ve kimyasal müdahalelerle ilgili yönleri gündeme geliyor. Uzun zamandır tarımsal ilaçlar, genetiği değiştirilmiş tohumlar, yoğun girdi kullanımının çevreye verdiği zararlar, azalan biyoçeşitlilik gibi meselelerle ilgili haberler, yorumlar sık sık karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte çok daha az tartışılmasına rağmen tarımsal üretimde makineleşmeyle (robotlaşmayla mı desek artık? analogtan dijitale geçişle?) ilgili teknolojik yenilikler de epey bir zamandır gündemde özellikle Amerika ve Avrupa’da. Yapay zekâ destekli dijital teknolojiler tarımsal üretimde kullanılan makine ve ekipman havuzunu çok ciddi bir şekilde dönüştürüyor. “Akıllı teknolojiler” ve “hassas çiftçilik” (precision farming) beraberinde üreticilerin otonomisine, mülkiyet haklarına, çevresel etkilere ve değer bölüşümüne dair pek çok önemli soruyu beraberinde getiriyor.

A Decent Meal kitabının kapak görseli

Bu alanda Michael Carolan’ın yazıları oldukça kafa açıcı. Carolan, Amerika’daki gıda sisteminin iyi gıdaya adil erişim, insan sağlığı, çevre gibi konularda yarattığı yapısal sorunları tartışan kitaplar yayınlıyor. Bunlar herkesin anlayabileceği bir dille yazılmış, akademik jargondan uzak kitaplar. Örneğin, geçtiğimiz ekim ayında yayınlanan son kitabı A Decent Meal: Building Empathy in a Divided America [İyi Bir Yemek: Bölünmüş Amerika'da Empati İnşa Etmek] başlığını taşıyor. Bu kitapta Carolan Amerika’daki toplumsal kutuplaşma ve parçalanmışlığın aşılmasında karşılıklı anlayış ve empatiye giden yolda tarım ve yemek dünyasından içgörü ve ilham yaratacak güncel örnekleri tartışıyor.

Carolan’ın kitaplarındaki temel dertlerinden biri tarımda yaşanan sorunların sadece kırsalı ilgilendirmediğini göstermek. Tarımın sorunları tüketicileri, şehirlileri, soluduğumuz havayı, kullandığımız/içtiğimiz suyu ilgilendiren genel toplumsal sorunlar. Bir yandan da Carolan yazılarında iyi bir geleceği, yarının daha adil daha çevreci daha sağlıklı bir gıda rejimini nasıl inşa ederiz sorusunu hep canlı tutuyor. The Food Sharing Revolution: How Start-Ups, Pop-Ups, and Co-Ops are Changing the Way We Eat [Yiyecek Paylaşımı Devrimi: Start-Up'lar, Pop-Up'lar ve Kooperatifler Yemek Yeme Şeklimizi Nasıl Değiştiriyor?] kitabında olduğu gibi geleceğe dair çözüm üretme, umut olma potansiyeli taşıyan yeni oluşumları, sosyal hareketleri, toplumsal inisiyatifleri de gündeme taşıyor.   

The Food Sharing Revolution kitabının kapağı

Carolan’ın son dönem çalışmalarında üzerinde durduğu konular arasında dijitalleşen tarım teknolojilerinin toplumsal ve siyasi sonuçları özellikle öne çıkıyor. Elbette mesele çok yönlü ve karmaşık. Fikri mülkiyet hakları ve bilgi üretimi/paylaşımı başta olmak üzere yaşanan değişimlerin eğitim, devlet politikaları, emek süreçleri gibi birçok alanda yansımaları var.  

Son yıllarda büyük veri tarım sektöründe de etkili oluyor. (Örneğin, dünya tarımının lider ülkelerinden Hollanda’da ekilebilir arazilerde hassas teknoloji kullanılan alan oranı 2007’de %15’ten 2015’de %65’e yükselmiş.) Hassas tarım uygulamaları, çok büyük ölçüde üretim, toprak ve hava koşullarına dair toplanılan verilerin işlenmesine dayanıyor. 2021’de hassas tarım sektörü hacmi 6.5 milyar dolara ulaşmış. Bu rakamın yılda %12,6 büyüyerek 2024’te 9.6 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Monsanto gibi büyük tarım şirketleri epey bir zamandır tarımla ilgili veri analitiğinde uzmanlaşmış firmaları satın alarak bu alana yatırım yapıyor.

Carolan’a göre, bu teknolojiler sadece büyük değil, aynı zamanda hızlılar da: “Bulut veri tabanları, yıldırım hızında indirme süreleri ve genel olarak daha fazla bağlantı özelliği ile bugün neredeyse anında çiftçilerin verim haritaları oluşturmalarına ve değişken oranlı gübre reçeteleri yapmalarına olanak tanıyor.” (s.748) Kullanımı giderek artan hassas tarım teknolojileri arasında uydu yardımıyla (GPS’le) toprak haritalandırma, GPS rehberlik sistemleri ve değişken-oranlı girdi uygulamaları (VRT) var. Tahmin edileceği gibi bu teknolojiler özellikle mısır, soya fasulyesi, pamuk ve buğday gibi ticari değeri yüksek ürünlerin tarımında kullanılıyor.

Tabii çiftçiler hassas teknolojiler sayesinde muazzam büyüklükte ve ayrıntıda veriye çok hızlı bir şekilde ulaşırken aynı zamanda bu verilerin oluşumunu da mümkün kılıyorlar. Kullandıkları akıllı cihazlar ve makineler vasıtasıyla tarımsal üretimin birçok bileşenine dair veriler bu ekipmanları üreten şirketlerin kayıtlarına anında geçiyor. Yani çiftçiler artık sadece gıda değil, aynı zamanda veri ve dolayısıyla bilgi de üretiyorlar. Aynı bilgisayarlarımızda, tabletlerimizde cep telefonlarımızda bile isteye bilabedel ürettiğimiz veriler/bilgiler gibi... Yapılan araştırmalar, bu akıllı makineleri kullanan üreticilerin büyük bir bölümünün özel olsun işletmeye dair verilerinin olsun şirketlerin eline geçmesinden ve kendi çıkarları hilafına kullanılmasından endişe duyduklarını gösteriyor. Tabii mevcut endişe ve kaygılar, bu verilerin daha “akıllı” üretim sistemlerinin tasarlanması ve kâr amacıyla üretilebilir ve satılabilir hâle gelme sürecinin olmazsa olmaz bir parçası olmaya devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

Carolan’ın haklı olarak vurguladığı gibi, bilgi üretimi ve paylaşımında sermaye ve üreticiler arasında yaşanan asimetrilerin ve eşitsizliklerin bir de teknoloji kullanımına dair yönleri de var:

Dijital Binyıl Telif Hakkı Yasası (DMCA), dijital korsanlığı önlemek için 1998'de kabul edildi. Açık söylemek gerekirse, DMCA, bir traktör sahibinin akıllı ekipmanlarının "beyinlerine" erişmesini yasa dışı hâle getirdi. Ne yazık ki bu, çoğu onarım ekipmanının motor kontrol ünitesine (ECU) erişmeyi gerektirdiğinden, çiftçilerin sahip oldukları iddia edilen ekipmana yağ değiştirme ve kayışları tamir etme gibi şeyler dışında çok az onarım yapabilecekleri anlamına geliyordu. John Deere 2015 yılında ABD Telif Hakkı Bürosu'na gönderdiği bir mektupta, çiftçilerin şirketin bayilerinden satın aldıkları ekipmana aslında "sahip olmadıklarını" yazdı. Bunun yerine, çiftçiler “aracın kullanım ömrü boyunca zımni bir lisans” alıyorlar. Bu iddianın, patentli tohumların mülkiyeti konusunda biyoteknoloji firmaları tarafından yapılan argümanlara dikkate değer paralellikler içerdiğini görmemek imkânsız. (s.749)

Tabii çiftçiler de bu duruma sessiz kalmıyorlar; sermayenin bilgi ve beceriyi merkezîleştirme ve çiftçilerin (“kullanıcıların”) otonomisini azaltmaya yönelik çabalarına örgütlenme yoluyla ve dayanışmayla karşı durmaya çalışıyorlar. Dışlanmaya karşı direniş çoğu zaman dijital dünyada da karşılık buluyor. Örneğin, çiftçilerin tarım makinelerini istedikleri şekilde ve yerde onarmaları ya da onarım hizmetinden yararlanmaları için mücadele eden Amerikan Onarım Hakkı Hareketi web sitesinde hedefini şöyle özetliyor:

"Satın aldın, ona sahip olmalısın. Nokta. 

İstediğin zaman, istediğin yerde, istediğin şekilde kullanma, değiştirme ve onarma hakkın olmalı. Misyonumuz bunu yapabilmeni sağlamak. Onarım hakkın için savaşıyoruz. "

Peasants and Peasant Societies kitabından bir görsel

Yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi’nde kır çalışmaları alanının kurucu isimlerinden Theodor Shanin’i dinlemiştim. Shanin 1971’de derlediği Peasants and Peasant Societies [Köylüler ve Köylü Toplumları] kitabıyla, o dönemde köylülük, küçük üreticilik ve tarımsal dönüşümler alanında yapılan önemli çalışmaları bir araya getirerek tarım sosyolojisinin daha eleştirel bir yörüngeye oturmasına önemli katkıda bulunan isimlerdendi. Keza Shanin, Late Marx and the Russian Road [Geç Marx ve Rus Yolu] (1984, Routledge) kitabıyla Karl Marx’ın ölmeden önce son yıllarında Rusya’yla ilgili yaptığı çalışmaları gün yüzüne çıkarmış ve böylelikle sosyolojik düşünce tarihine de yön veren bir çalışmaya imza atmıştı.

Çiftçi bilgisine ve bu bilginin tarımın devamı için önemine yaptığı vurgu, Shanin’in Boğaziçi’ndeki konuşmasından aklımda en çok kalanlar arasında. Shanin’e göre Sovyetler Birliği’ndeki kolektivizasyon politikaları uzun dönemde bu bilginin yok olmasına neden olmuştu. 1970’lerden itibaren iyice görünür hâle gelen Sovyetler Birliği’nin tarımsal sorunlarının arkasında yatan en büyük sebeplerden biri toprak, iklim, tohum gibi üretim unsurlarına dair kuşaktan kuşağa aktarılan kadim bilgi akışının kesilmesiydi. Yine bu yüzden Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya’da tarım sektörü uzunca bir süre bir türlü kendine gelemedi. Mevcut hâliyle hem üretim hem de mülkiyet açısından çok eşitsiz bir yapıya evrildi.

Bizi nasıl bir geleceğin beklediği bilgi üretiminin ve paylaşımının bugünkü koşullarıyla yakından ilgili. Bu her alanda olduğu gibi tarımda da böyle. Başka bir dünyanın, başka bir tarımın yolu bilginin toplumsallaşmasından geçiyor.

Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenci ve öğretim görevlilerinin sürdürdüğü protestodan bir fotoğraf

Bilginin toplumsallaşabilmesinde, sadece ayrıcalıklı bir azınlığa değil; toplumun geniş kesimlerine ulaştırılabilmesinde iyi kamu üniversitelerinin rolü çok büyük. İyi kamu üniversiteleri genel refahı artıracak, sosyal gelişmeyi sağlayacak teknolojilerin, işgücünün, bilimsel altyapının üretimi için elzem.

Boğaziçi Üniversitesi yıllardır bu misyonu başarıyla üstlendiği ve yerine getirdiği için milyonların hayalini kurduğu bir üniversite oldu. 2021 Boğaziçi’ndeki öğrencilerine, çalışmalarına yıllarını vermiş her bölümden hoca için mücadeleyle geçti. Daha yılın ilk günlerinde kayyum rektör atamasıyla başlayan tahripkâr süreç, türlü hak ihlalleriyle, seçimlerin göz ardı edilmesiyle, polisiye önlemlerle, üniversitedeki parlamenter mekanizmaların çalıştırılmamasıyla maalesef bugüne kadar geldi. Akademik özerklik ve özgürlük için mücadelemiz 2022’de de devam edecek. Bilimsel ve toplumsal gelişmenin mayası eleştirel düşünce yok olmadan sürebilsin diye...

Bu yazının hazırlanması sürecinde verdiği destek ve yönlendirmeler için Biray Kolluoğlu’na ve Derya Nizam’a çok teşekkür ederim.

Bütün yıl boyunca Zappa Zamanlar’ı sizlere ulaştırmamda desteklerini benden esirgemeyen başta İlkim Emirler, Sinem Uğurdağ, Bartu Özden ve Orhun Canca olmak üzere tüm Aposto! ekibine minnettarım. Biray Kolluoğlu, Burak Şuşut, Murat Gülsoy, Özge Açıkkol ve Zeynep Uysal’ın destekleri ve teşvikleri de benim için elbette unutulmazlar arasındaydı. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem az. 

Bitirirken her zamanki hatırlatmalarımı yapayım: Bu bülteni çevrenize iletebilir, apos.to/n/zappa-zamanlar adresi üzerinden ücretsiz kayıt olmalarını söyleyebilirsiniz. [email protected] adresinden bana ulaşabilirsiniz, düşüncelerinizi, okuma ve dinleme önerilerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Herkese şimdiden iyi ve sağlıklı yıllar dilerim.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

İlgili Başlıklar

yapay zekâ

tarım

Tayfun Özkaya

Mesut Yüce Yıldız

Fatih Özden

Umut Kocagöz

Türkiye

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi

Hikâyeyi beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Nerede Yayımlandı?

Bilgi ve tarım: Nasıl bir gelecek?

Yayın & Yazar

Zappa Zamanlar

“So many books so little time...” Frank Zappa’dan ilhamla:  Zappa Zamanlar: Kitaplar ve podcastler üzerine uzunlu kısalı… Doğadan yemeğe, edebiyattan ekonomiye okuma ve dinleme notları…

Zafer Yenal

Professor of Sociology, Bogazici University, Istanbul | Editorial Board Member, New Perspectives on Turkey

;