
Punto Tenis
Tenis gündeminden gelişmelerin analizleri, takvimdeki turnuvaların takibi, Grand Slam öncesi ve sonrası incelemeler, kortun içinden ve dışından hikâyeler.
Her konuda liste yapmayı çok seven biri olarak, tabii ki bir “ölmeden önce yapılacaklar” listem var. Bu listede pek çok maddenin çeşitli sporlar ve spor figürleriyle ilgili olduğunu sanırım tahmin edebilirsiniz. İşte geçen hafta, bu listenin belki de çocukluğumdan beri en tepesinde duran maddesini gerçekleştirdim: Roland Garros’u yerinde izle!
Yıl 2020, aylardan Şubat. “Tamam, artık bu hayalimi gerçekleştirmem lazım” diyerek Paris’e uçak bileti bakıyorum. Biletler ne zaman çıkacak, o güne mi alsam bu güne mi diye düşünürken pandemi patlıyor ve tenis duruyor. Sonrasını biliyorsunuz zaten... Spor geri dönse de uzun bir süre seyirciden yoksun kalıyor. Yıl 2022, Rafael Nadal 14. kez Roland Garros kupasını kaldırıyor. Benim aklıma bir düşünce düşüyor, “benim 15’te -belki de sonuncuda- orada olmam lazım”! O günden itibaren ben, 2023’te Roland Garros’a gidiyormuşum gibi konuşmaya başlıyorum. Bir tarih söyleniyor, “aa ben o tarihte Paris’teyim” diyorum. Roland Garros’un eski posterlerinden birini telefonumun duvar kağıdı yapıyorum. Buna sanırım güncel dilde “manifestlemek” deniyor.
Bilet süreci nasıl işliyor?
Elif Alper
Şimdi size biraz süreçten bahsetmek istiyorum. Öncelikle hem bilet süreci hem de ulaşım açısından Türkiye’den en rahat gidilebilecek Slam Roland Garros. Biletlerin Roland Garros’un resmi internet sitesinde 15 mart’ta satışa çıkacağı duyurulmuştu. Belirtilen tarih ve saatte siteye girdiğinizde sizi önünüzde kaç kişinin olduğunu söyleyen üzücü bir ekran karşılıyor. Bu ekranda 60 bin gibi sayılar görebilirsiniz ama umudunuzu kaybetmiyorsunuz. Çünkü eğer ilk satış döneminde bilet bulamazsanız, 10 mayısta bir ek satış dönemi daha açılacağı da belirtiliyor sitede. Bu tarihten sonra da sürekli takip ile bilet bulma imkanınız var, çünkü biletini tekrar satışa çıkaranlar olabiliyor.
Biletleri alırken farklı opsiyonlarınız var. Merkez korttaki maçları izlemek isterseniz Philippe Chatrier kortunda gündüz ya da gece seansını (tek maç) seçebiliyorsunuz. İkinci büyük kort olan Suzanne Lenglen için de ayrıca bilet almanız gerekiyor. Bir diğer bilet ise dış kortlar bileti. Sanıyorum bu yıl ilk defa, dış kortlar biletine üçüncü büyük kort olan Simone Mathieu da eklenmiş. Eğer ilk hafta gidecekseniz ve sıra beklemek, kortlar arası geçiş yapmak gibi şeyler sizin için sorun olmayacaksa en verimli bilet dış kortlar bileti.
Tenisin mabedi
Elif Alper
Andrey Rublev bir röportajında toprak kort tenisini şu sözlerle çok güzel özetlemişti: “Gerçek tenis toprakta oynanıyor çünkü toprak sürekli düşünmenizi, uzun ve yoğun mücadelelere hazırlıklı olmanızı, fiziksel ve mental dayanıklılığa sahip olmanızı ve daha akıllı olmanızı gerektiren bir zemin”. Saydığı tüm bu kriterler, toprak kort turnuvalarını benim de gözümde zevkli kılan kriterler aslında. Ve Roland Garros tüm bunların en üst seviyede olmasını gerektiren turnuva. Özellikle erkeklerde maçların 5 set üzerinden oynanması, tüm bu faktörleri daha da artırıyor ve bu özel turnuva her sene bize çok özel mücadeleler izletiyor.
Roland Garros tesislerinin kapısından girip, karşınızda tüm görkemiyle Philippe Chatrier kortunu gördüğünüzde, gözünüzün önünden film şeridi gibi bu maçlar geçiyor. Sonra kafanızı çeviriyorsunuz ve Rafael Nadal’ın heykeli sizi karşılıyor. Önünde durduğu kortta kazandığı tüm şampiyonluk maçları yazıyor heykelin önünde. Biraz duygulanıyorsunuz. Kortun içine giriyorsunuz. Gerçekten “güzel” bir kort Chatrier. Tribünlerde hem Fransızca hem de İngilizce olarak yazan “Zafer en çok sebat edenlerindir.” sözü, bu söze bakarken gördüğünüz Roland Garros logosu, gece seansında gün batımında gökyüzünün aldığı kızıllık... Televizyondan izlediğimizde gördüğümüz her şey, gözle görünce birkaç kat daha güzelleşiyor. Ve gerçekten korta her bakışınızda, o kortta oynanan çılgınca mücadeleleri hatırlıyorsunuz. Hiç görmeden çok anımızın olduğu bir yer.
Elif Alper
Suzanne Lenglen kortu Chatrier’e göre çok daha kompakt ancak kendine ait bir karakteri olan ve yapısı itibariyle seyircinin müthiş baskı kurabileceği bir kort. Kapısından girdiğim anca bana Abdi İpekçi Spor Salonu’nun verdiği hissi vermişti, bilenler için böyle anlatabilirim. Ki bu bahsettiğim seyirci baskısını Rinderknech – Fritz maçında fazlasıyla gördük. Chatrier’deki gece seansından bile sonraya kalan maçta, Fransız seyricisinin adeta bir futbol maçındaymış gibi yoğun tezahüratları Chatrier’den duyuluyordu.
Simone Mathieu kortu diğer tüm kortlardan daha uzak bir yerde bulunuyor. Bir anda bir kapıdan geçip çılgın kalabalıktan uzaklaştığınız, yeşillikler içinde harika yapıların içinde buluyorsunuz kendinizi. Buradan keyif içinde yürüyereki müthiş keyifli maçlar sunan bir korta ulaşıyorsunuz. Sürekli bir seyirci girişi-çıkışı olsa da boş kalmayan bu kortta, Wawrinka-Kokkinakis, Karatsev-Tiafoe gibi çekişmeli maçları ve Svitolina, Rublev, Andreeva, Keys, Cerundolo gibi isimleri izlemek mümkün oldu bu sene.
Havasını solumak
Rafael Nadal gibi turnuvanın tarihine adını hiç silinmeyecek şekilde yazdırmış bir ismin eksikliğine rağmen, bir Grand Slam turnuvasını yerinde izlemenin, o havayı solumanın müthiş bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Eğer tek bir isme tabi olmayan, pek çok oyuncuyu görmek isteyen bir izleyiciyseniz bu deneyimin asla bitmesini istemeyebilir, aynı anda 3 yerde bulunmak isteyebilir, ara sıra “rüyada mıyım” diye kendinizi çimdikleyebilirsiniz.
Fransa Açık seyircisi
Fransa Açık seyircisinden pek haz ettiğim söylenemez, özellikle bu sene yuhalamaların iyice anlamsızlaşması sinir bozucu. Ancak bir konuda haklarını vermem lazım, o da Fransız oyuncuların maçları. Bu maçları oynamayı bırakın, Fransız değilseniz izlemek bile çok zor! Örneğin Corentin Moutet – Andrey Rublev maçında Rublev nasıl dayandı bilmiyorum ama ben bir yerden sonra maçtan çıkma ihtiyacı hissettim. Diane Parry – Mirra Andreeva maçında da Andreeva’nın belirgin üstünlüğü olmasına rağmen inanılmaz bir baskı vardı. Arthur Rinderknech – Taylor Fritz maçındaki seyirci baskısı diğer kortta maç izliyor olmama rağmen duyabileceğim korkutucu bir seviyedeydi. Oyuncuların oldukça genç yaşlarda bu baskıların altından kalkmalarını canlı olarak izlemek gerçekten çok etkileyici.
Özel hissettiren oyuncular
Roland Garros
Fransız oyuncular dışında, bir de Fransa Açık seyircisinin çok sevdiği oyuncular var. Örneğin burada 2015 yılında kupaya uzanan Stan Wawrinka. Sonuna kadar çekişme içinde geçen, klasik bir Wawrinka maçı izlemek sanırım hayal edemeyeceğim bir şeydi ve gerçek oldu. Wawrinka’nın tribünlerle kesintisiz iletişimini ve tenis oynamaktan, özellikle de böyle maçları oynamaktan nasıl büyük bir keyif aldığını görmek inanılmaz bir duygu. O gün o kortta o maçın herhangi bir kısmını izlemiş olan herkesin bu maçı çok özel bir deneyim olarak hatırlayacağına eminim. Ve Stan Wawrinka backhand’ine gerçekten ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Müthiş güzellikte bir vuruş olmasının yanı sıra, tek el backhand’in ne kadar efektif olabileceğini de canlı olarak görmek ve her backhand vuruşunda tribündeki uğultuya şahit olmak gerçekten özel bir şey izlediğinizin iyice farkında varmanızı sağlıyor.
Ve Novak Djokovic... Onun hakkında bu sayfalarda kaç yazı yazdığımızı artık sayamıyorum ve bu yazılarda tekrarladığımız her şeye canlı tanık olmak ona duyduğunuz saygıyı artırıyor. Tenisi hiç bilmeyen biri bile olsanız Djokovic’in oyunundaki farkı görebilir, “bu oyunun böyle oynanması gerekiyor demek ki” diyebilirsiniz, öyle rahat ve kolay gösteriyor her şeyi. Novak Djokovic’in nasıl bir terminatör olduğunu, karşısında oldukça iyi oynayan rakibini nasıl ağına alıp yavaş yavaş bütün silahlarını elinden aldığını görünce öyle bir teslim oluyorsunuz ki. Sonra maç bitiyor ve Novak Djokovic Fransızca konuşmaya başlıyor... Korttaki hakimiyetini o an orada da sürdürmesi hakikaten inanılmaz.
Bir Grand Slam’i yerinde izlemek
Elif Alper
Yaşım çok küçüktü ancak Ali Sami Yen Stadı’na ilk girdiğim, o tribünleri ve sahayı ilk gördüğüm gün bana hissettirdiklerini hiç unutmadım. Abdi İpekçi Spor Salonu’nda binlerce kişiyle, sanki biz de sahadaki bir oyuncuymuşuz gibi kurduğumuz “maç kazandıran” baskıların verdiği hissi de. Sanırım Roland Garros’u canlı izlemiş olmanın da bana verdiği his aynı. Tutkunu olduğun bir sporu canlı canlı izlemek, hayranı olduğun oyuncularla aynı havayı solumak, bazen gözlerinin içine bakacak kadar yakın durmak... Biraz heyecandan, biraz da sürekli koşturma içinde olduğunuzdan, televizyondan izlemek kadar hakim olamıyorsunuz belki maçlara ancak o anları yerinde yaşamanın verdiği his hakikaten bambaşka. Ve bu hisleri yaşadıktan sonra sanırım hep yaşamak ister insan. O yüzden “seneye görüşürüz” diye ayrıldım tesislerden, çünkü “ben o tarihlerde Paris’te olacağım” totemine devam!
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Punto Tenis
Tenis gündeminden gelişmelerin analizleri, takvimdeki turnuvaların takibi, Grand Slam öncesi ve sonrası incelemeler, kortun içinden ve dışından hikâyeler.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
Roland Garros
Paris
Rafael Nadal
Türkiye
Philippe Chatrier
YAZARLAR

Elif Alper
Tenis yazarı @Punto

Punto Tenis
Tenis gündeminden gelişmelerin analizleri, takvimdeki turnuvaların takibi, Grand Slam öncesi ve sonrası incelemeler, kortun içinden ve dışından hikâyeler.
İLGİLİ OKUMALAR