Beslenme devrimi: Sömürgeleştirilmemiş bir mutfak

Zorlu Holding için işin geleceği sürdürülebilirlik Zorlu Grubu tüm faaliyetlerini Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nı (SKA) rehber alan Akıllı Hayat 2030 sürdürülebilirlik stratejisi doğrultusunda eşit, kapsayıcı, adil ve akıllı bir gelecek için benimsediği “sorumlu yatırım holdingi” anlayışıyla yürütüyor. Bu kapsamda, insan odaklı ekosistemler yaklaşımıyla paydaş önceliklerini gözetiyor; çalışan memnuniyeti, işin geleceği, kapsayıcı değer zinciri ve toplumsal yatırım alanlarında ortak değer yaratıyor. Yenileyici iş modelleriyle toplumsal ihtiyaçları doğayla uyum içinde sürdürülebilir sistemler kurarak karşılamak için çalışıyor; iklim krizi ve döngüsel ekonomi alanlarında ekosistemi dönüştürmeyi hedefliyor. Çevresel, sosyal ve yönetişim (ÇSY) alanlarındaki performansını her geçen gün daha da iyileştirmek için çalışıyor. Zorlu Grubu daha yaşanabilir bir dünya için belirlediği Akıllı Hayat 2030 hedefleri kapsamında hayata geçirdiği sürdürülebilirlik odaklı projelerden örnekleri bir video serisi haline getirdi. Paylaştıkları hikayelerin, şirket paydaşları, toplum ve çevre için daha fazla değer yaratmanın yolunu açarak her canlı için daha iyi bir gelecek ve daha yaşanabilir bir dünya hayaline katkı sağlayacağına inanıyor. Zorlu Grubu ’nun sürdürülebilirlik yolculuğunda hayata geçirdiği iyi uygulamaları görmek için Akıllı Hayat Blog ’da yer alan Bizden Hikayeleri bu bağlantıdan ziyaret edebilirsiniz.
Learn more →
Angst
Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.
Her şey [Meksika’nın] sömürgeleştirilmesiyle başladı. İspanyol halkının çoğunluğu, Tanrı öyle tercih ettiği için, et temelli bir diyetin üstün olduğu düşüncesiyle geldi. Bu özel proteinler açısından yoğun olmayan gıdaların düşük kalite olduğu fikrine sahiptiler. Bu tür gıdaların hiçbir değeri yoktu —tıpkı kadınlar gibi. Bu yüzden bu gıdaların feminen olduğu kabul edildi.
— Claudia Serrato
Kültürlerin, bölgelerin ve toplumların, sömürgeci etkilerin ve kontrolün sınırlamalarından nasıl kurtulduğunu hiç merak ettiniz mi? Sömürgesizleştirme veya decolonization, tam olarak bu dönüşümü ifade ediyor. Tarihte çeşitli bağlamlarda karşımıza çıkan bu kavram, en edebî hâliyle bir ülkenin, sömürgeci bir gücün gölgesinden sıyrılarak özgür ve bağımsız bir devletin doğuşunu işaret ediyor. Bu dönüşüm, toplumların ve kültürlerin öz kimliklerini yeniden kazanmaları ve egemenliklerini tamamen ellerine almaları anlamına geliyor.
Sömürgesizleştirme veya bağımsızlaştırma, daha geniş bir perspektiften bakıldığında tipik bir senaryoyla ilerliyor—düşünün, diliniz, sanatınız, eğitim sistemleriniz ve hatta bilinciniz, tarihin belli bir döneminde sömürgeleştirme sürecinin uzantısı bir durum olarak size ait olmaktan çıkmış.
Prens Charles, Özbekistan’da yerel peynirlerden tadıyor, 1996
Fotoğraf: Tim Graham Photo Library, Getty Images
İşte tam olarak burada bağımsızlaştırma devreye giriyor; toplumları ve bireyleri bu süreçten çıkararak, özgün kültürel kimliklerini yeniden kazanmalarına yardımcı oluyor.
Editörün notu: Yazının bu noktasından sonra sömürgesizleştirme veya decolonization, anlamı daha dolaysız verdiği için, bağımsızlaştırma olarak geçiyor.
Bağımsızlaştırmanın önemi
Bağımsızlaştırma terimi, sadece toprakları ve kaynakları geri almak anlamında kullanılmıyor; aynı zamanda dilimizi, kültürel ifadelerimizi, bilincimizi ve hatta yeme alışkanlıklarımızı geri kazanmak anlamına da geliyor. Bu süreç, adaleti sağlama, yanlışları onarma ve tarihsel haksızlıkları tanıma ihtiyacını içeriyor. Dolayısıyla sömürgeciliğin derin etkilerini yenmek ve daha adil ve eşit bir dünya inşa etmek için, bağımsızlaştırmanın kritik bir adım olduğunu dile getirebiliriz.
Gastronomi antropoloğu Claudia Serrato, göçmen dedesinin yerli bir diyetten daha “modern” bir Amerikan diyetine geçtiğinde kalp sorunları ve diğer gıdalarla ilgili hastalıklardan muzdarip olduğunu görmüş. Böylece yeme alışkanlıklarındaki sömürgeci zihniyeti sorgulamaya ve onları bağımsızlaştırmanın yollarını aramaya başlamış. O hâlde acaba yeme alışkanlıklarımızı sömürgeciliğin mirasından nasıl uzaklaştırabiliriz?
San Cristóbal de las Casas, Chiapas, Meksika
Fotoğraf: Artur Widak/NurPhoto, Getty Images
Yeme alışkanlıklarımızı yeniden yerelleştirmek
Günlük öğünlerine sömürgeleştirilmemiş malzemeleri ve yerel ürünleri dâhil etmek için yoğun çaba harcamak, Serrato’nun yöntemlerinden biri. Bu hareket, yavaşlamak anlamına geliyor. Dolayısıyla bir tabak, yalnızca bir öğün olmanın da ötesine geçiyor; bu düşünce süreci, baskıcı, şiddete eğilimli ve sürdürülemez bir gıda sistemiyle mücadele etmenin de bir yolu. Şef, mutfakta yarattığı bu devrimle, hem geçmişini onurlandırıyor hem de beslenme ve yiyecek ekosistemindeki adaletsizliklere karşı direniyor.
Bir şefin mutfağını bağımsızlaştırma yolculuğu: Meksika-Amerikalı şef, ağırlıklı olarak bitkisel bazlı bir diyetle büyüdüğünü ve yemeklerinde bolca nopal (kaktüs) kullandığını anlatıyor. Nopal, büyükbabasının doğduğu Zacatecas, Meksika’da yaygın bir besin olduğu gibi, bu hikâyede büyükbabasının baskınlığı hakkında önemli bir ipucu da sağlıyor.
Meksika’dan ABD’ye: Büyükbabası, ABD’ye göçtükten sonra topluma daha ait hissedebilmek için diyetine daha fazla gıda eklemeye başlamış. Bu değişikliğin yaşının da ilerlemesiyle onda kalp sorunlarına neden olduğunu görünce Claudia da “Meksika yemekleri”ne ve Meksika kültürüne bakışını sorgulamaya başlamış.
İspanyol sömürgeciliğinin etkileri: Okulda öğrendiği birçok tarifin, İspanyol sömürgeciliği sonucu ortaya çıktığını belirten şef, kökeni Zacatecas, Michoacán ve San Luis Potosí’den gelen yerli gıdaların, İspanyol yemek kültürü tarafından etkilendiğini fark etmiş.
Christopher Columbus, 1900, “Yeni Kıta”ya varıyor , 1900
Kaynak: GraphicaArtis/Getty Images
Şef Claudia Serrato’nun yöntemleri
Yavaşlamaya ve kendi içinde bağımsızlaştırmaya geçmeden önceki araştırma süreci, tarihsel süreci irdelemekten de geçiyor. Bu yazıda yolculuğuna odaklandığımız Claudia Serrato da bunun sonucunda Meksika ve Kuzey Amerika’ya (Kaplumbağa Adası) özgü ne tür gıdalar olduğunu ve hangi gıdaların sonradan tanıtıldığını merak etmeye başlamış. Bu, yoğun bir araştırma sürecinden sonra diyetini “yerli vegan” (indigenous vegan) olarak değiştirmiş.
Cherríe Moraga’nın Queer Aztlán’daki bir yazısını okurken sömürgecilikle ilgili bir “aydınlanma anı” yaşadığını ifade ediyor:
Vücudumun hâlâ sömürgeleştirildiğini ve bu sömürgecilik sürecine, sömürgeci işi yapan gıdaları tüketerek katkıda bulunduğumu fark ettim. Kendi bedenimi geçilmemesi gereken bir sınır olarak kabul ettim ve sömürgeleştirilmeyi reddettim.
Nasıl?: Yerel ve sömürgeleşme döneminden gelmeyen gıdaları araştırmak, bir sürece dönüyor ve yeme alışkanlıkları, sömürge öncesi kültürel miras yemeklerine dönmeyi içeriyor. Mesela Claudia, tavuk, sığır eti, domuz etini; bu hayvanların süt ürünlerini ve buğday gibi sonradan tanıtılan gıdaları diyetinden çıkarması anlamına geliyor. Kendi kurtuluşunun bir parçası olması için iki adım mevcut:
- “Kendi kurtuluşumun bir parçası olarak mutfağı bir baskı alanlarından biri olarak görmeyi bıraktım ve orayı geri kazandım.”
- “Yerel, yöresel, organik, mevsimlik, sürdürülebilir ve ekolojik bir Mezoamerikan diyetini onurlandırmaya karar verdim.”
İleri okuma önerisi: Madeleine Gregory’nin Claudia Serrato’yla gerçekleştirdiği röportaj için burayı ziyaret edebilirsiniz.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Angst
Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
protein
bağımsızlaştırma
Meksika
Claudia Serrato
Sömürgesizleştirme
Özbekistan
Tim Graham
sömürgesizleştirme
NEREDE YAYIMLANDI?
Gastronomi antropoloğu Claudia Serrato, “Yeme alışkanlıklarımızı sömürgeciliğin mirasından nasıl uzaklaştırabiliriz?” sorusuna odaklanıyor.
02 Haz 2023

YAZARLAR

Angst
Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.
İLGİLİ OKUMALAR