aposto-logo
TR
TREN

Birinci Dünya Savaşı Otobiyografilerinde Cephede Sosyal Hayat

Birinci Dünya Savaşı'nın tüm yıkıcılığıyla devam ettiği süre zarfında Osmanlı askerleri başta ölüm korkusu ve aile özlemi olmak üzere cephede olmanın getirdiği stres ve sıkıntıdan uzaklaşmak adına fırsat buldukları boş zamanlarda kendilerine "sosyal hayat" yaratmaya çalışmıştır.

Birinci Dünya Savaşı boyunca hükümetler ülkelerinin tüm kaynaklarını savaşa kanalize etmiş, savaş boyunca cephe ile cephe gerisi arasındaki çizgi silikleşmiştir. Dört yıl boyunca tüm yıkıcılığı ile devam eden savaş sonunda, Avrupa’nın siyasi, sosyal ve ekonomik tarihi değişmiş, savaştan geriye bir enkaz yığını kalmıştır. Savaş boyunca sıradan insanların gündelik yaşamları gıda tedarikinde yaşanan sorunlar, artan fiyatlar ve salgın hastalıklar ile alt üst olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı dört yıl boyunca cephe gerisinde olduğu gibi cephede de bütün yıkıcılığını sürdürmüştür. Savaşın Avrupa’da kısa süre içinde iki tarafın da ne ileri ne de geri gidebildiği bir tür siper savaşına dönüşmesi, gelişkin savaş endüstrisinin yarattığı korkunç yıkım ile birleşince savaş, Hobsbawm’ın ifadesi ile “savaş tarihinde daha önce belki de asla görülmemiş ölçüde bir katliam makinesi”ne dönüşmüştür. Kum torbalarının arkasında fareler ve bitlerle geçen günler, bazen haftalarca kesintisiz bir şekilde süren topçu ateşleri, önüne geçen herkesi biçen makineli tüfekler, hava araçları ve zehirli gazlar cephedeki insanlarda büyük bir travmaya yol açmıştır.1

Askerliğinin son gününde Abidin Ege Nusaybin’de karargah arkadaşları ile


Birinci Dünya Savaşı cephelerinde yaşam Avrupalı askerler için olduğu kadar Osmanlı askerleri için de çetin geçmiştir. Ekonomik olarak bağımlı ve yoksul bir tarım ülkesi olan Osmanlı İmparatorluğu 1914’te hemen hiçbir konuda hazırlıklarını tamamlayamamış, savaş boyunca giderilemeyen lojistik eksilikler cephede askerlerin koşullarını oldukça kötü etkilemiştir.

Tüm bu zor koşullar altında cephedeki askerler için cephe koşullarını bir nebze olsun unutturacak sosyal faaliyetlere ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu nedenle cephede muharebelerin durduğu günlerde askerler kimi zaman komutanlarının kimi zaman kendi istekleri ile hem bireysel hem de kolektif olarak sosyal faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kısa süreliğine de olsa savaştan önceki hayatlarına dönüş anlamına gelen ve cephenin stresini unutturan etkinlikler, askerlerin cephedeki sosyal hayatları anlamına gelmekteydi.

Askerlerin otobiyografik anlatıları cephedeki sosyal hayatı takip edebilmek için önemli bir fırsat sunmaktadır.

Abidin Ege Irak Cephesi’nde teğmen üniformasıyla


Osmanlılar Günlük Tutar mıydı?

Günlük, anı gibi otobiyografik metinlere ilişkin genel kanıya göre, birey merkezli bu tip metinler Rönesans’ın ürünü olan bireycilik ve hümanizm ile doğmuştur. Dolayısıyla bireycilik yerine cemaat kültürünün hâkim olduğu Doğu toplumlarında kişi merkezli otobiyografik anlatı türü gelişmemiştir. Oysa söz konusu oryantalist bakış açısının aksine, Doğu toplumlarının geleneksel yazı türleri ile otobiyografik metin türlerinin iç içe geçtiği örnekler bulunmaktadır. Örneğin, bireyin tasavvufta yeri olan günlük eylemlerini kaydetmesi Arap otobiyografik metinlerinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.2 Benzer şekilde son dönemde ortaya konan çalışmalar, Tanzimat öncesinde Osmanlı toplumunda otobiyografik metinlere benzer yazınların varlığını ortaya koymaktadır.3 Tanzimat öncesinde yazıldığı tespit edilen metinlerden bir kısmı Osmanlı askerlerine ait olup yazıldıkları döneme ilişkin önemli ayrıntılar sunmaktadır.4

Otobiyografik anlatıların Osmanlı toplumundaki geçmişi Tanzimat’ın ötesine götürebilse de Osmanlı askerlerine ait anlatıların sayısı Tanzimat ile artış gösterir. Mehmet Beşikçi, bu durumun nedenlerini sorguladığı çalışmasında aynı dönemde söz konusu artışın yalnız Osmanlılarda değil Avrupa’da da görüldüğünü vurgulamaktadır. Bu nedenle artışın nedenlerini “özcü” bağlamda değil, 19. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan modern ordu ve onun toplumsal yaşam üzerindeki etkilerinde aramak gerektiğini belirtmektedir. Beşikçi’ye göre 19. yüzyılda zorunlu askerlik sistemi ile başlayan “vatandaş-asker” dönemi sıradan insanların deneyimlerini “okunmaya değer” kılmış, bu durum orta ve alt kademelerdeki askerleri deneyimlerini yazmaya teşvik etmiştir. Bununla birlikte Beşikçi, askerlere ait otobiyografik anlatılarda sayıca artışı modern savaşın değişen yapısına da bağlamaktadır. Kırım Savaşı’ndan itibaren askeri sorunların siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar ile iç içe geçtiğini ve savaşların “topyekûnleştiğini”, bu durumun özellikle yüksek mevkilerde bulunan paşaları daha fazla yazmaya teşvik ettiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda kimi zaman alınan kararları haklı göstermek kimi zaman haksızlığa uğranılmışsa bunu kamuoyu ile paylaşmak ya da hatırat başlığı altında bir savaşın tarihini yazma isteği gibi motivasyonlar üst rütbeli askerleri otobiyografik anlatılarını kaleme almaya itmiştir.5

Abidin Ege


Osmanlı askerlerinin kişisel anlatılarını kaleme alması özellikle Balkan Savaşları’nın sonrasına tekabül eder. Balkan Savaşları’nda alınan travmatik yenilgi, bilhassa üst rütbeli komutanlarda bir durum değerlendirmesi yapma, sorumluluktan kurtulma ve kendini aklama ihtiyacı doğurmuştur. Bu durum savaş deneyimlerini içeren otobiyografik metinlerin sayısında büyük bir artışa yol açmıştır. Bu metinler arasında yalnız savaştan sonra yazılmış anılar değil savaş esnasında tutulmuş günlükler de bulunmaktadır.6

19. yüzyıldan itibaren Osmanlı askerlerinin kaleme aldığı otobiyografik metinlerde artış meydana gelse de yazılan metinler Avrupalı askerlerin yazdığı metinler ile nicelik olarak kıyaslandığında bu sayının yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir. Ancak yine de 1914’ün arifesinde hem Osmanlı toplumunun hem de okuryazar Osmanlı askerlerinin kendi yaşam öykülerini ve deneyimlerini kaydetme pratiğine sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Mehmet Beşikçi Osmanlı askerlerinin kaleme aldığı otobiyografik metinler üzerine yaptığı kapsamlı çalışmasında Birinci Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı askerlerine ait 1.466 metin tespit etmiştir. Çalışmada Birinci Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı askerlerine ait otobiyografik metinlerin rütbelere göre dağılımı da ele alınmış ve şaşırtıcı bir sonuca ulaşılmıştır. Osmanlı askerlerinin otobiyografik metinlerine ilişkin genel kanı, metinlerin ordu içinde az sayıdaki muvazzaf subaylara ait olması nedeniyle bir temsil sorunu yaşadığı yönündedir. Ancak Beşikçi, çalışması sonucunda otobiyografik anlatıların %37 gibi ciddi bir oranının, zorunlu askerlik sistemiyle askere alınmış er-erbaş ve ihtiyat zabiti (yedek subay) kategorilerine ait olduğunu tespit etmiştir. Bu tespit, Osmanlı askerlerinin otobiyografik anlatılarının toplumun ve sıradan insanların savaş deneyimlerini tespit etmek için önemli gözlem ve yorumlara sahip olabileceğini ortaya koymaktadır.7


Öğrencilik yıllarında Vasfi Şensözen


“Adeta hakiki ve ciddi bir tiyatro”: Müsamereler

Osmanlı askerlerinin kaleme aldığı otobiyografik metinlerde askerlere moral sağlamak adına düzenlenen eğlence aktivitelerinin başında “müsamere” adı altında düzenlenen gösteriler gelir. Müsamerelerin en önemli parçalarından biri müziktir. Askerler genellikle bir platform ya da çadırın etrafına toplanarak şarkılar ve türküler söylenmektedir. Ruşen Eşref’in 1919 yılında yaptığı mülakatlarda Mustafa oğlu Ecir isimli er “Eğlence eder miydiniz?” sorusuna “Oturur konuşurduk, türkü de söylerdik.” şeklinde cevap verir. Röportaj dizisinde benzer şekilde Hüseyin oğlu Mustafa isimli onbaşı da gece yapılan şenlikleri anlatır. Şenliklerin vazgeçilmezi şarkılar ve türkülerdir.8 Orduda tabip subay olarak görev yapan Avedis Cebeciyan’ın günlüğü de müsamerelerin unsurlarına ilişkin ayrıntılar sunmaktadır. Ona göre bu tip eğlencelerde keman, ud ve mandolin gibi müzik aletleri vazgeçilmez olup söz konusu aletleri çalabilenler bir araya toplanmaktadır.9 Türkülü ve şarkılı eğlenceler askerler üzerinde olumlu bir etki bırakırken cephe kısa süreliğine de olsa unutulmaktadır:

“Bir saat kadar saz dinledik. Cephede çektiğimiz mihnet ve meşakkatten meşinleşen gönlümüz ve ruhumuz tazelendi.”10


İhsan et-Tercüman 23. yaş gününde


Müsamerelerde şarkı ve türkü söylenirken bir kısım asker oyuna durur. Genelde aynı yöreden gelen askerler yöresel oyunlarını sergiler. Öte yandan şiir ile ilgilenenler şiirler okurken ilerleyen vakitlerde askerler arasında çeşitli yarışmalar da düzenlenmektedir. Atış, halat çekme, yumurta ve çuval koşuları genelde düzenlenen yarışlar arasındadır.

Burada özellikle belirtmek gerekir ki izleyiciler kadar müsamerelerde görev alanların tamamı da askerdir. Askerler müsamerelerde kimi zaman kanto yapıp şiirler okurken kimi zaman tiyatro oyunlarında görev alır. Müsamerelerin bu yönü otobiyografik metinlerde sık sık dile getirilirken askerlerin profesyonel sanatçıymış gibi performans sergiledikleri, gösterilerin gerçek bir sahneden farklı olmadığı şaşkınlıkla vurgulanmaktadır. Galiçya Cephesi’nde bulunan İhsan Ulvi günlüğüne haftada iki gün tiyatro oynandığını yazarken oyunlara ve performanslara ilişkin değerlendirmesini şu şekilde ifade eder:

“Adeta hakiki ve ciddi bir tiyatro. Sahne falan pek güzel. Zabitane duhuliye beş kuruştur. Efrada duhuliye yok. Oyuncular oyunlarında iyi muvaffak oluyorlar. Bu oyunları yapanlar bizim Meh metçikler. Bu gece ber devam yaptılar. O kadar muvaffak oldular. O kadar samimi bir kabil-i arz ettiler ki doğrusu Türk neferlerinin o aslan yürekli Mehmetçiklerin bu sanatlarına ben de hayran kaldım.”11

İhsan Ulvi gibi Yüzbaşı Hasan Cevdet Bey de günlüğüne düştüğü notta askerlerin performansını oldukça başarılı bulur. Talim meydanına kurulan sahra tiyatrosunda düzenlenen gösterilerde kanto yapan askerlerin performansını o kadar beğenir ki herhangi bir şantözden farkları olmadığını belirtir.12

Behçet Sabit Bey’in defterinden bir sayfa

İhsan Efendi (Sağ altta)


Müsamereler bir taraftan askerlerin kısa süreliğine cephenin stresinden uzaklaşmasına yardımcı olurken diğer taraftan düzenlenen gösteriler ile savaşa dair motivasyonun kaynağı da olabilmektedir. Gösterilerde zaman zaman milli marşlar okunmakta, askerliğin ve vatanı savunmanın önemine ilişkin türküler, şiirler dillendirilmektedir. Behçet Sabit Erduran, bir müsamerede Kumandan Salim Efendi tarafından okunan vatanseverliğe dair bir şiiri günlüğüne not etmiştir:

“Dün gece alem-i manada gördüm bir er

Dedim: Ahval-i alemden ne haber?

Gayn ile Şın’ı müsavi bırak

Elif Lam’ı alıkoy gör bir arbede, ola müsavi-i mahşer

Sırp, Bulgar, Karadağ hem Yunan

Kara Moskof olacak pilav tenceresi

Bu pilava Nemse’dir lenger

Bir İtalyan olacak o pilava zerde

Hem Fransız olacak o pilav üzere biber

Yediden Yetmişe nerede olursa İslam

Yemeye sa’y edecekler o pilavı erenler

Sene bin kırkta yazıldı bu nümuzat-ı azim

Hak bilir doğrusunu şüphesi, kalmaz kemter. 13


Hasan Cevdet Bey 15 Aralık 1917


Hüseyin Fehmi Bey 1916 yılında bir asker arkadaşı ile


Müsamerelerde askerliğin önemini anlatan marşlardan biri olan “annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı” marşı bando tarafından çalınırken Abidin Ege’nin ruh hali değişir ve coşkuya kapılır:

“Askeri bandonun titreyerek yükselen sedası çoğaldıkça gecenin sakinliği daha ziyade derinleşiyor, belki düşman ve biz bütün harp cephesindeki asker hep bu ruh gıdası ile susuzluğu gidermeye çalışıyordu.”14

Otobiyografik metinlere bakıldığında askerlerin müsamerelerde görev almak ya da müsamereleri izlemek konusunda istekli bir ruh hali içinde oldukları görülmektedir. Öyle ki sıra ile izleme imkânı buldukları gösteriler için sıra gelmediğinde yaşanan hayal kırıklığı günlüklere de yansımaktadır. Galiçya Cephesi’nde bulunan İhsan Ulvi’nin tiyatro için kendisine sıra gelmeyeceğini anladığında içinde bulunduğu duygu durumu da tam olarak budur:

“Kolordu namına İbrail’de tiyatro var. On gece devam edecek. Her taburdan iki zabit sekiz nefer gidiyor. Bize sıra gelmeyecek. Zaten köşede bucakta kalanlar böyle olur.”15

Hüseyin Fehmi Bey’in hastalığını tasvir ettiği resim


Askerlerin müsamerelere duyduğu ilgi ve istek içinde bulundukları koşullardan kaynaklanmaktadır. Cephenin yarattığı stres, hayatta kalma telaşı ve aile özlemi içinde askerler müsamereler ile birkaç saatliğine de olsa cephe gerisindeki hayatlarına dönebilmektedir. Behçet Sabit’in “Harp sahasında bile olsa ruhun da gıdaya ihtiyacı vardır.”16 diyerek ihtiyaç olarak gördüğü bu tür etkinlikler ile geçen vakitleri Çanakkale’de bulunan Abidin Ege “mesut hayat” olarak betimlemektedir.17 Öte yandan bazı askerler yazdıkları metinlerde müsamerelere mesafeli yaklaşmaktadır. Kafkas Cephesi’nde bulunan Vasfi Şensözen, Abdülhak Hamit’in “Tarık” adlı piyesinin askerlerce oynanacağını duyduğunda sinirlenir ve böyle etkinlikleri laubalilik olarak gördüğünü yazar. Daha sonra piyesin oynanmasından vazgeçildiğini ise şu sözlerle ifade eder:

“Öyle bir zamanda karargâhta piyes oynanması gibi saçma bir hareketten vazgeçildiğini öğrendim.”18

Satranç, Tavla ve Kumar

Cepheden bir nebze olsun uzaklaşabilmenin ve boş zamanları doldurabilmenin yollarından bir diğeri oyun oynamaktır. Otobiyografik metinlere kaydedilen oyunlardan bazıları satranç, tavla ve kumardır. Ancak özellikle satranç taşları ve tavla pulları her zaman bulunamamakta, böyle durumlarda askerler çözüm arayışına yönelmektedir. Taşların ve pulların olmadığı durumlarda ağaç ve mermiden yapılan taşlarla oyun için gerekli araçlar sağlanmaktadır. Şüphesiz bu tür bir çözüm belirli bir çabayı gerektirirken, Vasfi Şensözen çocukluktan bildiği satrancı hem oy namak hem de diğerlerine öğretebilmek için girdiği çabayı anılarında anlatır:

“… Ben çocukluktan beri bildiğim satranç oyununu orada düzenleyip arkadaşlara öğretmek istedim. Bunun için piyade mermilerinden sekiz tanesini barut kapçığından sökerek, galvanizli kurşunları satrancın piyade neferi ve barut kapçıklarını da siyah piyade neferi yapıp muntazam kestiğimiz küçük çam dallarını satrancın şah, vezir, fil, süvari ve ruh vekillerine göre çakıyla düzenleyerek ve cephane sandığının üzerine satranç tahtası biçiminde çizip renklendirerek oyunlara başlamıştık. Bu oyun etrafımızdaki bölüklere, alay ve tümen karargahına kadar giderek umumi bir ordu oyunu halini almıştı.”19

Öte yandan cephenin stresinden uzaklaşmak için oynanan oyunların her zaman “masum” olmadığı ve zaman zaman askerlerin başına bela açabildiği otobiyografik metinlerden anlaşılmaktadır. Böyle oyunlardan biri olan kumar askerler arasında rağbet görür. Özellikle Karamanlı Anastas’ın günlüğü kumarın askerler arasında ne derece yaygın olduğuna dair birçok anekdot içerir. Günü gününe yazdığı günlüğünde Şubat 1916’da “ufak ufak” kumar oynamaya başladığını yazan Anastas, 1917 yılına gelindiğinde adam akıllı kumarbaz olduğunu, öyle ki oynamadığı gecelerde uyuyamadığını söylemektedir. Askerler arasında bağımlılık derecesinde yaygınlaştığı anlaşılan kumar oyunlarına katılımın oldukça yaygın olduğu yine Anastas’ın günlüğünden anlaşılmaktadır:

“Asker ocağı ahlakı düzeltir derler bilakis seferberlikte umum asker hatta başıbozuğun ahlakı bozuldu. Kumar bizde, rakı bizde, hatta dalaverasız hiçbir asker yok.”20

Abidin Ege (küçük kızın arkasında) ile okul arkadaşları

Abidin Ege Halep’te


Cepheden Uzaklaşmanın Bireysel Yolu: Okumak

Cephede yer almanın getirdiği stresten bir nebze olsun uzaklaşmanın ve kendini meşgul etmenin tek kişilik yolu ise okumaktı. Savaş boyunca kitap ve gazete askerlerin, başta ölüm düşüncesi olmak üzere, askerlik hayatının getirdiği sıkıntılardan uzaklaşmak için ihtiyaç duyduğu araçlardan olmuştur. Kitap savaşın neden olduğu kederleri unutmak için bir sığınak olarak görülmektedir. Abidin Ege, etrafında bulduğu her şeyi okurken neden kitap okuduğunu günlüğünde açıklamaktadır:

“Şimdiki meşgalem kitap okumak. Elime ne geçerse okumaya, bu suretle kederlerimi dağıtmaya ve unutmaya çalışıyorum.”21

Askerlerin okumaya yönelik ihtiyacı kitap ve gazete talebini de beraberinde getirmiştir. Söz konusu talebi karşılamak üzere çalışmalara başlanmış, başta Kızılay olmak üzere çeşitli aracılarla kitap, kalem ve kâğıt gibi ihtiyaçlar giderilmeye çalışılmıştır.22

Otobiyografik metinlerde genellikle eğitim seviyesi yüksek, orta sınıfa mensup ihtiyat zabitleri kitap ve gazete ihtiyacından bahsetmekte ve okudukları gazete ve kitaplara ilişkin ayrıntılar vermektedir. Bununla birlikte nadir de olsa erler arasında da gazete ve kitap okuyanlar bulunmaktadır. Örneğin Karamanlı Rum Anastas ve Hüseyin Fehmi Genişol orduda er olarak görev yaparken kitap ve gazete okumakta ve günlük tutmaktadır.23

Hüseyin Fehmi Bey’in çizimi- [Alıntı] Dikenli tel örgü ve Hintli nöbetçi süngü ile rahatta dururken. Esirlikte geçen Türk askerinin hayatı ve ibret! Bu suretle iki kat tel örgü içinde nöbetçi tellerin ortası


Otobiyografik metinlerde askerler tarafından bahsedilen gazeteler çoğunlukla Tanin, Tasvir-i Efkâr,24 Tasvir,25 Turan, Sabah ve Karagöz26’dür. Gazetelerde Cenap Şahabettin’in ve Halit Ziya’nın makaleleri askerler tarafından özellikle takip edilmektedir. Gayrimüslim askerlerin otobiyografik metinlerinden gayrimüslim askerlerin zaman zaman kendi milletlerine ait gazetelere erişim sağlayabildiği anlaşılmaktadır. Örneğin Avedis Cebeciyan Çanakkale’de iken İstanbul’da Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanan ve daha çok Ermeni Protestan cemaatine hitap eden Rahnüma isimli bir gazeteyi okumakta, hatta yayımlanmak üzere gazeteye “bend” göndermektedir.27

Askerler gazete okumayı tercih etseler de günlük gazetelere erişimin her cephede aynı derecede mümkün olmadığı, bu nedenle eski tarihli gazetelerin okunduğu anlaşılmaktadır. Çanakkale Cephesi’nde bulunan Abidin Ege günlüklerinde üç beş gün gecikme ile 8 Ağustos tarihli gazeteyi 11 Ağustos’ta, 16-17 Ağustos tarihli gazeteleri ise 21 Ağustos’ta okuduğunu yazar. Abidin Ege’nin Çanakkale’den Halep’e geçtikten sonra gazeteye erişimi daha zorlaşır. Bu dönemden itibaren çoğunlukla gazete bulamamakta, bulabildiği gazeteler ise 12-15 günlük gazeteler olmaktadır. Başlangıçta eski tarihli gazeteleri okumak istemese de savaşın sonlarına doğru İran’da iken günlüğüne eski tarihli gazeteleri okumanın bile kendisi için büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu yazar.28 Suriye-Filistin gibi Kafkas Cephesi de gazeteye erişimin zor olduğu cephelerden biridir. İhtiyat zabiti İhsan Ulvi, Kafkas Cephesi’nde iken okuyacak bir şey bulamaz ve sıkılır:

“Gündüz canım pek sıkıntılı bir halde geçti. Çünkü okuyacak, eğlenecek bir şey yok.”29

Askerlerin otobiyografik metinleri gazeteler gibi okunan kitaplara ilişkin notlar da içermektedir. Metinlerde bahsedilen kitaplar çoğunlukla roman ve tarih kitabı olmakla birlikte tiyatro ve deneme türlerinde kitaplar da okunmaktadır. Kitaplar çoğunlukla Türkçe iken eğitim seviyesi yüksek ihtiyat zabitlerinin Almanca ve İngilizce kitaplar okudukları da görülmektedir.

Burada belirtmek gerekir ki gazeteler gibi kitaplara erişim de her cephede aynı derecede mümkün değildir. Öyle ki bazı durumlarda kitap satın alınsa dahi sahibine ulaşmamaktadır. Böyle durumlardan birinde Kafkas Cephesi’nde bulunan İhsan Ulvi cephede kitap bulamaz ve kitap satın almak üzere para gönderir. Ancak sonrasında hem gönderdiği paradan hem de almak istediği kitaplardan haber alamaz:

“Kitapçıya gönderdiğim para gürültüye gitti. Kitaplar elan gelmedi. İki ay oluyor.”30

Askerler zaman zaman okudukları kitapların isimle rini günlüklerine yazmaktadır. İncelenen metinlerde okunduğu söylenen romanlar şunlardır: Düğün Gecesi (?),31 Kraliçe Margo (Alexander Dumas), Kaptan Cemal (Hatipzade Mustafa Akif),32 Eylül (Mehmet Rauf), Cezmi (Namık Kemal), Aşk-ı Memnu (Halid Ziya), Kavesta (?), Nana (Emile Zola),33 Parmak izi (?), Gulyabani (Hüseyin Rahmi), Osmanlı Tarihi (?).34

Otobiyografik metinlerde romanlar dışında okunan kitaplar ise şu şekildedir: Tarihu’l Hadare (?),35 Tarih-i İstikbal (Celal Nuri), İlel-i Ahlakiyemiz (Celal Nuri),36 Cinsel Hayatımız (?), Gencin Öğrenmesi Gerekenler (?),37 Bedayi-i Edebiye (Bulgurluzade Rıza), Tarık (Abdülhak Hamit), İlham-ı Vatan (Abdulhak Hamit), Avrupa Mektupları (Cenap Şahabettin)38 ve Evrak-ı Eyyam (Cenap Şahabettin).39

Sonuç Yerine

Birinci Dünya Savaşı’nın tüm yıkıcılığıyla devam ettiği süre zarfında Osmanlı askerleri başta ölüm korkusu ve aile özlemi olmak üzere cephede olmanın getirdiği stres ve sıkıntıdan uzaklaşmak adına fırsat buldukları boş zamanlarda kendilerine “sosyal hayat” yaratmaya çalışmıştır. Askerlerin günlük ve anı gibi otobiyografik metinleri söz konusu hayata ilişkin önemli ayrıntılar sunmaktadır. Osmanlı askerlerinin otobiyografik metinlerinde askerlerin boş zamanlarında tiyatro sahneleri kurarak piyes ve müsamereler düzenlediğine, pul ve taşlarını kendileri yaparak tavla ve satranç oynadıklarına dair anekdotlar bulunmaktadır. Oyunların yanı sıra okumak ihtiyacı otobiyografik anlatılarda ön plana çıkmış, gazete ve kitap okumak özellikle eğitimli askerler tarafından cepheden zihnen uzaklaşmanın temel yollarından biri olarak görülmüştür.


* Yüksek lisans tezinden üretilmiştir.

Yazının dipnotlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Hikâyeyi paylaşmak için:

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

İLGİLİ BAŞLIKLAR

Dünya

Avrupa

Birinci

Hobsbawm

Nusaybin

Birinci Dünya

Osmanlı İmparatorluğu

NEREDE YAYIMLANDI?

Toplumsal TarihToplumsal Tarih

BÜLTEN SAYISI

ÜYELERE ÖZEL

Osmanlılar günlük tutar mıydı?

Birinci Dünya Savaşı otobiyografilerinde cephelerde sosyal hayat

30 Haz 2023

YAZARLAR

Emre Küçükşahin

Yazar @ Toplumsal Tarih

Toplumsal Tarih

Tarih Vakfı'nın ülkemiz insanlarının tarihe bakışlarına yeni bir içerik, zenginlik kazandırmayı ve tarihi mirasın korunmasını köklü bir duyarlılıkla, geniş toplum kesimlerinin katılımıyla gerçekleştirmeyi amaçlayan dergisi Toplumsal Tarih'ten özel seçkiler her cuma 11.00'de Aposto'da.

İLGİLİ OKUMALAR

;