Black Mirror: “The National Anthem”den “Demon 79”a ne değişti?


Prizma Expanded: Algının Poetikası Akbank Sanat ’ta Prizma Expanded: Algının Poetikası Nedir? Sergi. Türkiye sinemasının üç farklı jenerasyonundan öne çıkan üç yönetmen ve üç film profesyonelinin çalışmalarından oluşan Prizma Expanded: Algının Poetikası sergisi; sosyal medya, kapsayıcı deneyimler sunan teknolojiler ve interaktif hikâye anlatıcılığı gibi iletişim ağlarının önerdiği yeni düşünme biçimlerinden yola çıkarak genişletilmiş sinematik sanat formlarını araştırıyor. Nerede? Akbank Sanat ’ta. Ne zaman? 11 Mayıs’ta açılan sergiyi 2 9 Temmuz’a kadar salıdan cumartesiye 11.00 – 19.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edebilirsin. Kimler var? Lara Kamhi küratörlüğündeki sergide yönetmen ve sinema profesyonelleri Reha Erdem ve Florent Herry, Zeynep Dadak ve Çiçek Kahraman, Deniz Tortum ve Alican Çamcı olmak üzere üç ikilinin ortak üretimleri olan sinematik eserler sergileniyor. Bu yıl otuzuncu yaşını kutlayan Akbank Sanat ’ı buradan ziyaret edebilirsin.
Daha fazlasını öğren →

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
Yıllar önce, sekizinci sınıftaki İngilizce öğretmenimiz, derste okuduğumuz bir öyküdeki “Bir The Twilight Zone bölümü gibi...” benzetmesini açıklamakta biraz zorlanmıştı. 1959-1964 yılları arasında yayınlanan, Türkiye’de ise 80’ler ve 90’larda Alacakaranlık Kuşağı adıyla zaman zaman ekranlara gelmiş bu diziyi hiçbirimiz izlememiş olsak da dizinin temsil ettikleri İngilizce günlük konuşmanın bir parçası hâline gelmişti. Bilimin açıklamakta yetersiz kaldığı, tüyler ürpertici, esrarengiz olaylar dizinin bir parçasıydı ve gerçek hayatta bu durumları çağrıştıran bir şey yaşandığında dizinin adı anılıyordu. Son on yıl içinde teknolojinin ya da sosyal medyanın korkutucu boyuta ulaştığı her an, sekizinci sınıftaki İngilizce öğretmenimi ve The Twilight Zone benzetmesini anımsıyorum. Çünkü ben de birçoklarımız gibi böyle anlarda aynı şeyi söylüyorum: “Bir Black Mirror bölümü gibi...”
Joan Is Awful | Kaynak: Netflix
Charlie Brooker’ın 2011 yılında Britanya’daki Channel 4 için, The Twilight Zone’dan ilham alarak yazdığı ve geliştirdiği antoloji dizi Black Mirror, teknolojinin doğurduğu sorunlardan yola çıkarak tekno-kâbuslar tasvir etmeye başladı. Kaçırılan Britanya prensesininin öldürülmesini engellemek için canlı yayında bir domuzla seks yapması talep edilen bir başbakanın onuru ve görevi arasında kaldığı The National Anthem bölümü önce Britanya’da, ardından tüm dünyada ses getirerek seriyi popülerleştirdi. Sosyal medyanın ödüllendirme mekanizmaları, canlı yayınlanan yetenek yarışmaları (Fifteen Million Merits), kişisel tarihi kayıt altına alma (The Entire History of You), yapay zekâ (Be Right Back), sosyal medya linçleri (White Bear) ve anime karakterler (The Waldo Moment) gibi teknolojilerin ya da teknoloji uzantılarının ele alındığı ilk iki sezonun ve üç öykünün içe içe geçtiği bir özel bölümün (White Christmas) ardından seriyi Netflix satın aldı. Platform; 2016, 2017 ve 2019’da çıkan üç sezon ve on beş bölümün yanı sıra interaktif bir Black Mirror bölümü olan Bandersnatch’i yayınladı.
Bizler “Bir Black Mirror bölümü gibi...” demeyi sürdürdükçe dizinin yaratıcısı ve tek bir bölüm (Succession’ın yaratıcısı Jesse Armstrong’un yazdığı The Entire History of You) dışında tüm Black Mirror öykülerinin yazarı olan Charlie Brooker ile ekibinin işi gittikçe zorlaşıyordu. Teknolojinin toplumsal yaşama etkileri daha tuhaf sonuçlar doğuruyor ve teknoloji gerçek hayatta suç, korku, gizem hikâyeleri yaratmaya başlıyor; ister istemez Black Mirror bölümleri normalleştirilmeye başlıyordu. Tüm bunların üzerine küresel bir salgına teslim olup, evlerimize kapanıp teknolojiyi ve her zamankinden daha çok günlük yaşamımızın bir parçası hâline getirdiğimizde her şey daha da karmaşıklaştı. Pandeminin ardından gelen ilk yeni Black Mirror bölümlerini merakla beklememin nedeni de buydu: Gerçek hayat Black Mirror’ın tasvir ettiği kurmaca tekno-kâbuslar ve tekno-distopyalarla aynı kulvarda yarışırken, serinin hâlâ aynı etkiyi yaratabilecek hikâyeleri var mıydı?
Loch Henry | Kaynak: Netflix
Black Mirror: 6. Sezon
Black Mirror’ın beş yeni bölümden oluşan altıncı sezonu, 15 Haziran 2023’te Netflix’te yayınlandı:
- Joan Is Awful’da (yön. Ally Pankiw) teknoloji alanında başarılı bir CEO olan Joan, Streamberry adlı dijital platformda kendi günlük yaşamının korkutucu derecede detaylı bir şekilde tasvir edildiği ve kendisinin Salma Hayek tarafından canlandırıldığı bir diziye denk geliyor.
- Loch Henry’de (yön. Sam Miller) sinema öğrencisi çift Davis ve Pia, Streamberry platformuna satabilecekleri bir belgesel film çekmek için Davis’in çocukluğunu geçtiği Loch Henry köyüne gittiklerinde öğrendikleri korkunç bir suç hikâyesi, belgesellerinin konusunu değiştirmelerine neden oluyor.
- Beyond the Sea’de (yön. John Crowley) alternatif bir 1969 yılında astronotluk yaparken replikaları aracılığıyla dünyadaki günlük yaşamlarını da sürdürebilen Cliff ve David, korkunç bir cinayetin ardından aynı replikayı kullanmaya başlıyorlar.
- Mazey Day’de (yön. Uta Briesewitz) paparazilik yapan Bo, dünyaca ünlü bir Hollywood yıldızının rehabilitasyona yatırıldığı kliniğin adresini öğrenerek işini yapmaya çalışıyor.
- Demon 79’da (yön. Toby Haynes) 1970’lerin sonunda büyük bir mağazada satış görevlisi olarak çalışan Gaap, mağazanın bodrumunda bulduğu tılsım aracılığıyla Boney M’in solistinin suretiyle karşısına çıkan bir iblisin direktiflerine uyup cinayetler işlemeye başlıyor.
Black Mirror artık “Black Mirror bölümü gibi” değil
Netflix’teki yeni sezonu oluşturan beş bölüm, serinin sürekliliğini sağlamaya ve geleceğini garanti altına almaya çalışan yaratıcıların ve platformun Black Mirror’ın özünü oluşturan fikirden uzaklaşmaya başladığını ve henüz bulamadıkları bir yol arayışında olduklarını gösteriyor.
Joan Is Awful | Kaynak: Netflix
Aslında Joan Is Awful ve Loch Henry bölümleri Black Mirror külliyatına en uygun bölümler olarak iyi bir başlangıç yapıyor. Öte yandan Black Mirror’ın bugüne dek teknolojinin hayatımızın her alanında distopyalar yaratabileceği, toplumsal ve kişisel düzeyde kâbuslara neden olabileceğini gösteren çeşitliliği; iki bölüm üst üste dijital platformlar özeline yoğunlaşarak yok ediliyor. Joan Is Awful’da Netflix’in kendi üretiminin, değişimine öncü olduğu izleme alışkanlıklarının ve yaratıcılığın algoritmaların gölgesinde kaldığı bir yayıncılık kültürünün meta düzeydeki bir eleştirisine yeşil ışık yakması takdire şayan. Loch Henry’de ise gittikçe popülerleşen ve Netflix kataloğunda da yüzlerce örneğine rastlayabildiğimiz gerçek suç hikâyelerinin bir eleştirisi yapılıyor. Söz konusu iki bölümün sürekliliği korunsa ve beş bölüm boyunca farklı janrlara uğrayarak Streamberry örneği üzerinden dijital platformların bir öz eleştirisini izlesek gerçek bir meta-Black Mirror yaratılabilir, izleyici daha tutarlı ve daha fazla empati kurabildiği bir sezonla karşılaşabilirmiş.
Beyond the Sea | Kaynak: Netflix
Sezonun üçüncü bölümünden itibaren Black Mirror külliyatında bugüne dek karşılaşmadığımız bir değişiklik konuyor önümüze. Black Mirror, beş sezonu boyunca bize alternatif bir bugünde ya da ütopik/distopik geleceklerde geçmiş hikâyeler sunmuşken Beyond the Sea ile alternatif geçmişe yolculuk ediyoruz. Aslında 1960’ları fon seçmesi dışında bölümü Black Mirror’ın özünden koparan bir durum yok. Pekâlâ bir günümüz anlatısı olarak da ekrana taşınabilecek bir hikâyesi var: Teknoloji, teknoloji-insan ilişkisi, bu ilişkinin yarattığı toplumsal yansımalar ve kişisel çatışmalar… Tüm bölümleri önceki Black Mirror bölümleri gibi bugünde ya da gelecekte geçen bir sezonun içinde geçmişi ele almasıyla ayrıksı bir yaratıcı hamle olarak kalabilecek bu bölüm, ne yazık ki 2000’lerin başında ve 1979’da geçen sonraki iki bölümle etkisini kaybetmiş.
Demon 79 | Kaynak: Netflix
Son iki bölümdeki sorun ya da bozulma ise çok daha büyük ve ciddi. Serinin sürekliliği konusundaki arayışın çaresizce yapıldığının sinyalleri teknolojinin ve etkilerinin yardımcı rolde dahi olmadığı bu iki bölümde veriliyor. Mazey Day’in paparazi kültürünün eleştirileceğine dair yapılan girizgâh (böyle olsaydı da tarihi geçmiş bir eleştiri izlemek durumunda kalırdık) gençlik romanlarını aratmayan bir fantastik düzleme doğru kayınca ucuz hamlelerle bir vakit kaybına dönüşüyor. Demon 79 ise iyi ya da kötü bir hikâye ya da film olmasından bağımsız olarak Black Mirror’ın yıllar içerisinde inşa ettiği değerlerle uzaktan yakından ilgili olmayan bir olay örgüsüne ve anlatım diline sahip. Black Mirror, bu son iki bölümünde temelini üzerine oturttuğu teknoloji sözcüğünden uzaklaşıyor ve “bilimin açıklamakta yetersiz kaldığı, tüyler ürpertici, esrarengiz olaylar” anlatmayı seçiyor. Black Mirror belli ki yaşadığı tıkanıklığın çözümünü “Black Mirror bölümü gibi” değil, “The Twilight Zone bölümü gibi” hikâyeler anlatmakta, yani ilham kaynağına dönüşmekte buluyor.
Not: Demon 79 bölümünün açılış jeneriğindeki “Black Mirror sunar: Bir Red Mirror hikâyesi” ifadesi, Charlie Brooker’ın tekno-kabusları bir kenara bırakıp korku hikâyelerine geçiş yapabileceği ve Black Mirror’ı kalıcı olarak The Twilight Zone’laştırabileceği yönünde yorumlanabilir.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
yapay zekâ
Twilight Zone
Türkiye
Alacakaranlık Kuşağı
ilight Zone
Black Mirror
Netflix
Charlie Brooker
Channel 4
The Twilight Zone
Britanya
The Waldo Moment
NEREDE YAYIMLANDI?
Beş yeni bölümün ardından bir Black Mirror değerlendirmesi, Başka Sinema salonlarında haftanın filmi How to Blow Up a Pipeline.
26 Haz 2023

YAZARLAR

Emre Eminoğlu
1987’de İstanbul’da doğdu. Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği lisans ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi yüksek lisans programlarından mezun oldu. Sinema, kültür ve sanat yazarı ve editör olarak çalışıyor.

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ OKUMALAR