Çay içmeyi biliyoruz, peki ya çay üretmeyi?

Türkiye, kişi başı 3,2 kg ile tüketiminin dünyada en yüksek olduğu ülke. Karadeniz’de yapılan çay tarımı da üretimde dünya beşincisi. Yani Türkiye'ye bir "çaykolikler ülkesi" diyebiliriz. Çaykolikler diyorum, çünkü çayın Çin’de keşfedilmesinin milattan önceye dayandığını, bizim ülkemizde ise çay üretiminin ve tüketiminin Cumhuriyet Dönemi’nden sonra yaygınlaştığını düşününce çayı dünyadaki diğer ülkelere kıyasla ne kadar hızlı benimsediğimizi ve gerçekten çaykolik bir toplum olduğumuzu anlayabiliriz. Hem de belki en yeni çay ülkelerinden biri olmamıza rağmen…
Her ne kadar 18. yüzyıldan kalma kaynaklar Osmanlı’da çay tüketimi olduğuna dikkat çekse de Rize’deki ilk çay bahçesinin kurulması cumhuriyetin kuruluşuyla paralel olmuştur. Dünden bugüne baktığımızda epey yeni olsa da bu tarihi süreçte bana sorarsanız Türk çay kültürünün yaygınlaşması başlı başına bir başarı öyküsü.
Çay yetiştirilmesinden tutun kuru çay üretimi için yapılan inisiyatifler yaygınlığın ana sebebi, diğer yandan millet olarak bakınca da sabah akşam her fırsatta çay içen bizler de ayrı bir sosyal vakayız bence. Çay içmemizin yanı sıra kendimize özgü demleme seremonilerimiz, ince belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi katkılarımızla çayın kültür tarihine eklediklerimiz göz ardı edilemez. Üretim tarafına bakacak olursak yine karla kaplanan çaylıklar olsun, makasla hasat olsun, kendimize ait birçok özelliğimiz de mevcut. Türkiye için çay bir gurur kaynağı. Peki ya iyi çay üretmek?
Türkiye'de çay üretimi
Türkiye, çay üretilen coğrafyalar içinde en kuzey enlemde bulunan ülkelerden biri. Aslında bu ilginç bir konu çünkü çay bitkisi, nemli ve serin iklimlerde yetişir ve yüksek rakımlar için daha elverişli. Bu sebeple üretim denize yakın yerlerde değil daha dağlık ve dik alanlarda yapılır. Bitki, normal şartlarda tropikal iklime uygun olduğundan epeyce zorlu şartlara elverme adına melezleşir ve bize ait tat profili (ve kalite) bu noktadan kaynaklanır. Bitkinin genotipi dışındaki dış etmenler de profilin değişikliğine sebebiyet verir.
Karadeniz çaylıkları, bunun dışında kalan nadir çaylıklardandır. Bu sayede pestisit kullanımı neredeyse yok denecek kadar az ve dünyadaki birçok ülkeden olumlu anlamda ayrışıyor. Ancak bana sorarsanız yine de bugün yanlış gübreleme alışkanlıkları yüzünden bu avantajımızı yeterince değerlendiremiyoruz.
Hasat sayısı iklimden de etkileniyor. Çay, tropikal iklimlerde yıl boyu hasat verirken Türkiye’de havaların ısındığı dönemden başlayarak sadece 3 (+1) dönem hasat veriyor. İlk hasat, nisan sonu ve mayıs başı gibi başlıyor.
Türkiye'de çay üretiminin dönüm noktaları
Türk çayı, genellikle Rize, Artvin, Trabzon gibi Karadeniz bölgesi illerinde yetiştiriliyor. 1920’de TBMM’nin ilk Ziraat Müdürü Zihni Derin, daha önce çayla ilgili denemeleri önemli olan Ali Rıza Erten’in çay tarımı raporunu okur, Rize ve çevresinin üretime elverişli olduğunu söyler ve Atatürk’ün dikkatini kazanır. Bunla beraber hükümet, Zihni Derin’i bölgede çalışmaları başlatması için görevlendirir. Uzun yıllar süren çalışmalar sonuncunda Zihni Derin sayesinde bölgede çay yetiştirilmesi bir başarı hikâyesi hâline gelir. Çay üretiminin yaygınlaşması için 1940 yılında çay kanunu yürürlüğe girer.
Zihni Derin
Kuru çay üretimine gelince; ilk çay fabrikası, 1947 yılında Rize’de açılır ve çay tarımının yanında üretimi çok hızlı bir şekilde yaygınlaşır. 1983 yılında ise Çaykur kurulur ve çay devlet tekeline girer. Fakat ertesi yıl çıkan kanunla devlet tekelinden çıkarılan çay üretimi, özel sektöre de açılmış olur. Bununla birlikte, özel sektör çaya yenilikler getirmiş olsa da kapalı bir pazar olarak tutulması siyasi anlamda hâlâ çok önemlidir.
Bugün devlet tarafından çay ithalatına çok yüksek duvarlar çekiliyor. Dolayısıyla gerek yerli, gerek uluslararası özel firmalar yine ağırlıklı olarak Türk çayı üzerinden ticaretlerini gerçekleştiriyor.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 18 Temmuz 1947
Çay üretiminin karşısındaki tehditler
Tarım uygulamaları ve iklim
Çaykolikler ülkesi olmak harika ancak ne var ki az hasadın sonucu oluşan çok verim talebi, ülkemizi dünyadaki geleneksel ve ideal çay toplama yöntemi olan elle toplamadan farklı olarak makas kullanmaya itmiş. Bu yöntem, iki buçuk yaprağın ötesinde çay yapraklarının toplanmasından bitkinin yapraklarının zedelenmesine ve bu sebeple bitkinin odunsulaşmasına kadar birçok zararı olan bir süreç.
Kaynak: Al Jazeera
İdealden en uzak yöntem olan endüstriyel toplamada kullanılan makineler, Türkiye’ye pandemi sonrası komşu ülkelerden çay işçilerinin gelememesi sebebiyle girmeye başlayan, hızlı, kolay ve otomatik bir şekilde topladığından yaprakları verimli olan bir toplama yöntemi. Ancak bu yöntem Türk çayı için çay bitkisinin kalitesini düşüren ve bitkiye uygulanan mekanik kuvvetten ötürü verdiği zararla felâket niteliğinde. Şu anda kimse bunu yaygın şekilde konuşmasa da bana sorarsanız Türk çayının geleceği için ses çıkarmanın şu an tam zamanı.
Diğer bir tehditse çaylıkların ömürlerinin azalması. Ortalama bir çay bitkisinin ömrü yaklaşık yüz yıl. Bir ağaççık, dört yaşından itibaren ürün veriyor ve ondan altmış yıl boyunca ürün elde ediliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan çay tarımı, birçok bitkinin ömrünün sonuna yaklaşmasıyla gündeme taşınıyor.
Hem devletin hem de özel sektörün çaylıkların yenilenmesiyle ilgili ciddi projeleri olsa da henüz aktif olarak toplu bir yenilenme maalesef yapılmıyor. Her yıl gelişmeleri yakından takip eden “çay insanları” yeni çeliklemelerle gelecek daha yüksek kaliteli çay bitkilerini dört gözle bekliyor.
Ekonomik engeller
Karadeniz’de nitelikli çay üretimi yapan Yuchi Pirim’e çaylıkların yenilenmesiyle ilgili projelerdeki fikrini sorduğumdaki yorumlarını sorduğumda şu cevabı aldım:
"Güzel projelerin yapıldığını fakat devamının gelmediğini görüyorum. Burada tabii ki devlet desteğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü çay çiftçileri gerçekten buradan gelir elde ediyor ve çay ekildikten dört yıl sonra hasat almaya başlıyorsun. Artık altıncı yıldan sonra çay sana tam bir şekilde hasadını vermeye başlıyor. Bu, üretici için zor bir süreç, onu beklemek gerçekten uzun ve sabır isteyen bir süreç. Gerçekten maddi güç de istiyor. Bunu devletin desteklemesi gerekiyor.
Şu anda destek var fakat insanlar buna sıcak bakmıyor çünkü çay ekiminde tohumdan tarlaya geçen süreç, gerçekten zorlu bir süreç. Düz bir tarlanız varsa ve hasat yapılacak herhangi bir bitki ekimi yapmıyorsanız o tarla direkt ağaçlanır ve ağaçları kesmek -ve dik yamaçlı olduğunu düşünün- orayı tekrardan revize etmek ve çay tarlasına dönüştürmek çok zor bir süreç. Olan çaylıkların da değişimi için çay çiftçisini ikna etmek gerekiyor. İlerleyen dönemlerde sürdürülebilirliği olur mu, emin değilim. Umarım olur."
Pirim, yeni çay tarlalarındaki kalite sıkıntılarına da değiniyor:
"Bu konuda şu anda asıl ormanların muzdarip olduğunu düşünüyorum. Gerçekten balta girmemiş ormanlara sahip şehirlerimiz var Karadeniz’de. İnsanlar ormanları talan ederek yeni çay ekimi yapıyor. Küçük alanlardan bahsetmiyorum. Gerçekten ciddi anlamda hektarı geniş dağları yok edip çay ekimi gerçekleşiyorlar ve bunlar göz önünde yapılıyor.
Çay çiftçileri gerçekten kâr elde ediyorlar, ilerleyen dönemlerle ilgilenmedikleri için ekim sonrasında çay verimi alamıyorlar. Bu çay talanının ardından da çaydan çok fazla getiri elde etmediğini düşünüp o talan edilmiş ormanlarda, çay tarlalarını tekrar talan edip bungalov yapıyorlar. Rize’ye gittiğimiz zaman ekolojik bir yıkım görüyoruz. Orada yabani yaşam hayatını mahvediyorlar. Artık yabani hayat, eskiden gördüğümüz yabani hayvanlar, bunlar sadece ayı, çakal, tikli değil, onun dışında ceylanları, geyikleri de artık görmemeye başladık. Daha yüksek kesimlere kaçıyorlar ve yüksek kesimlerin zorlu kış şartlarına dayanamadıkları için geri dönemiyorlar. Bu da ekolojik bir faciaya neden oluyor."
Çayın oldukça narin ve özel bir bitki olduğunu; insanların ustalığıyla birleştiğinde muhteşem bir içecek hâline geldiğini benimseyip her çayın ihtiyacını anlamak önemli, çünkü aslında her çayın ayrı karakteristiği, farklı yetiştirilme, işleme ve hatta demleme yöntemleri var.
Uzakdoğu’daki disiplin anlayışı, demlemede mükemmellik arayışı, teknik ve zaman ilişkisi bu kadar hassasken Türkiye'de çay üreticileri ve tüketicileri bu detayları kendi içgüdülerimizle, birilerinden öğrendiğimiz yöntemlerle ya da günlük ihtiyaçlarla şekillendiriyoruz. Bildiğimiz üretimi yapıp damak tadımızın alıştığı şekilde içmeye devam ediyor, doğru tekniği sorgulamayı ihmal edebiliyoruz.
Tüm dünyadaki çay gündemini takip eden biri olarak çayı bu denli benimsemiş bir kültürün içinde olmaktan keyif alsam da sektörün her seferinde sadece çaydan kazanmayı hedeflemesini değil, çay bitkisinin kalitesine ve sağlığına daha çok özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda gerek özel sektörün gerek devletin akademiyle el ele ilerlettiği doğru tarım ve çaylıkların yenilenmesi gibi projelerle toplu bir reformun ayak seslerini duysak da üreticinin ve hatta tüketicinin bilinçlenmesi en önemli ve belki de en geride kalınmış nokta.
İlgili Başlıklar
genotip
pestisit
Türkiye
Karadeniz
çay
Çay
Rize
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

Çay içmeyi biliyoruz, peki ya çay üretmeyi?
Yayın & Yazar

TEAPOTEA
Çayın bardaktaki içecekten çok daha fazlası olduğunu keşfetmek isteyenler için onun farklı coğrafyalardaki kültürel, felsefi, teknik, ekonomik yönlerini ele alan çay yayını. Her ayın ilk pazarı bardağınızda.