Dünden bugüne Türkiye'de kadın hareketleri

Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
“Feminizm için hâlâ ve uzun süre, patriyarkayla mücadele birinci planda olacaktır. “Özel olan siyasidir” kavramı geçerliliğini bugün de otuz yıl önceki gibi korumaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de aile içi şiddet kadar, son on yılın gündeme getirdiği, kadın cinayetleri türü şiddet biçimlerine karşı mücadele sürecektir. Daha yapacak çok şey var. Yılmak yok. Top artık, beşinci ve altıncı kuşak feministlerde…” - Şirin Tekeli
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de başta siyasal durumlar olmak üzere değişen konjonktür hak savunuculuğunu etkilediği kadar kadın hareketlerini de etkiliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bugününe baktığımızda kadınların her alanda mücadelesinin sürdüğünü; ancak -ne yazık ki- temel mücadelesinin “yaşamak” olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi kadınları hak mücadelesinin en temel noktalarına taşıyor. Peki Türkiye’de kadınların mücadelesi nasıl başladı?
Birey olma mücadelesi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk dönemlerde kadınların mücadelesi Tekeli’nin anlatımına göre “söz söyleme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve aile içinde saygın bir yer edinme hakkı” için savaşmakla başladı. Derneklerle örgütlenen kadınlar, üniversite okuma, fabrikalarda çalışma ve boşanma hakkı gibi dönem için önemli kazanımlar elde etti. "Kadınlar Halk Fırkası” adıyla ilk kadın partisi kurulmak istense de o dönemde dernek kurma izni verildi. 1926'da kadınlara yıllarca uğruna mücadele verdikleri medeni haklar, 1930 ve 1934'te de siyasi haklar tanındı.
“İkinci dalga”: 1980’ler
1935 ve 1980 arasında Türkiye’de kadınların hak mücadelesi devam etse de kayda değer gelişmeler sağlanamadı ; ancak özellikle 1980 sonrasında ortaya çıkan “ikinci dalga” olarak da adlandırılan bağımsız feminist hareket, Sevgi Çubukçu’nun deyimiyle tam bir ‘isyan’ hareketine dönüştü.
1979’da Birleşmiş Milletler’de kabul edilen “Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi”ni Türkiye de imzaladı. Kadınlar, sözleşmenin iyi şekilde uygulanması için hükümetin acil önlem almasını isteyen "Kadınlar Dilekçesi” isimli bir dilekçe yazdı ve 6 bin imza topladı. Bu gelişmelerin ardından 82-90 yılları arasında özellikle İstanbul ve Ankara’daki kadınlar küçük gruplar hâlinde kadın hakları ve özgürlüklerine yönelik sempozyumlar, kampanyalar, yürüyüşler düzenledi.
- Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya: İzinli ilk kitlesel yürüyüş ise 1987 yılında yapıldı. Yürüyüşün nedeni 10 Eylül 1985’te hâkim Mustafa Durmuş’un bir kadının eşinden gördüğü şiddet karşısında açtığı davayı, ‘Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ atasözünü gerekçe göstererek reddetmesiydi. Protestolarda Kadıköy iskelesinden Yoğurtçu Parkı’na çıkan yaklaşık 2 bin 500 kadın “Dayağa hayır” dedi.
Bianet
Eyleme katılan Mor Çatı gönüllüsü Birgül Akay GazeteKadıköy’e o günü şöyle anlatıyor:
“Kadıköy iskelesine geldiğimizde umduğumuzun çok üzerinde bir kalabalıkla karşılaştım. Hatta Bu yürüyüşten haberdar olmayan kadınlar bile iskeleden Kadıköy Boğa’ya doğru bizlere eşlik ediyorlardı. Caddenin iki yanındaki binalardan kadınlar heyecanla alkışlıyor üzerimize çiçekler atıyorlardı. İskelede çiçek satan kadınlar ‘bu neyin yürüyüşü?’ diye sorup ‘koca dayağına karşı’ yanıtını aldıklarında, ‘bizler de dayak yiyoruz, bizler de yürüyeceğiz’ diyerek aramıza katılıyorlardı.”
Farklılar dönemi: 90’lar
1990 yılına gelindiğinde kadın hareketlerinde farklı bir yüz ortaya çıktı. 1995’te ilk bağımsız kadın sığınağını açan Mor Çatı’nın çağrısıyla 1998’de kadın sığınakları kurultayları toplanmaya başladı. 90’lı yıllarda kadınlar geleneksel tanımların dışında “radikal, sosyalist, eşitlikçi, müslüman, Kürt, liberal vb. feministler şeklinde farklılıkları temel alan ayrımlarla tanımlanmaya başladı.”
- Düdüklü protesto: 80’lerden 90’lara geçişte kadınlar, sokakta aktif olarak yer almaya başladı. 89’da çeşitli illerde "cinsel tacize hayır" eylemleri başlatılırken 1990 Kasım ayında dönemin Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek'in "flört fuhuştur" ve "feminizm sapıklıktır" beyanlarını protesto eden kadınlar düdükle sokaklara döküldü.
Çiçek’e yönelik protesto hafızalarda en çok yer eden protesto olsa da 25 Ekim 1997’de İstanbul’da Mor Çatı Feminist Kadın Çevresi, Jujin, Jiyan Kadın Kültürevi, Roza gibi kadın örgütleri Meclis'te bekleyen aile içi şiddetin önlenmesine dair kanunun çıkarılması için bir araya geldi. Beyoğlu’nda neredeyse her ay düzenlenen yürüyüşlerin ardından farklı illerden birçok kadın kanun için imza toplayıp, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın’a verdi, yasa 17 Ocak 1998'de kabul edildi.
8 Mart kutlamaları
Öte yandan kadınlar, 8 Mart 1992’de bir araya gelerek düzenledikleri gösteride polis müdahalesine maruz kaldı. 5 yıl sonra Mor Çatı, Barış için Kadın Girişimi, HADEP, KESK, ÖDP, Feminist Kadın Çevresi ve 8 Mart Kadın Platformu gibi gruplara üye kadınlar bir araya gelerek Şişli’de ‘Artık Örgütlü’ yürüyüşü yaptı.
Örgütlenen farklılıklar: 2000’ler
1990’lar döneminde kadınlar arasında farklı tanımlamalarla ortaya çıkan farklılıklar harekete renk ve çeşit getirirken kadınlar bir araya gelerek eylem platformları oluşturmaya devam etti. Bu platformlar aracılığıyla Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Anayasa’daki önemli değişiklikler gerçekleşti. Kadın hareketinin bu dönem kazanımları; cinsiyet ayrımcılığını yasalardan kaldırma, muhtemel ayrımcılıklara itiraz etme ve kadınların güçlenmesine dönük talepler çerçevesinde elde edildi.
- Hareketler: 2000’lerdeki önemli hareketlere baktığımızda; Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası’nın 20’nci yılı vesilesiyle düzenlenen şenliği, 2007 genel seçimlerinde milletvekili adayı olan vesikalı kadınlara destek kampanyasını, Novamed’de direnen kadın işçilerle dayanışma kampanyasını, 2009 yerel seçimlerinde feminist belediye başkan adayını destekleme kampanyasını saymak mümkün.
"Kadın değil aile"ye başkaldırı: 2010’lar
2010’lara gelindiğinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylem ve eylemlerinden yola çıkarak kadınları ve kadın hareketlerini en çok meşgul eden konuların: “kadının aile içinde tanımlanması, esnek çalışmanın ev-iş hayatı kıskacında kadınlar için kurtuluş olarak sunulması, kürtaj ve sezaryen yasaklarının ilan edilmesi ve 3 çocuk taleplerinin dayatılması olduğunu görüyoruz.”
Erdoğan’ın 3 çocuk talebi, “kürtajın cinayet” olduğuna yönelik söylemler ve devamında sezaryen doğuma da komplo yakıştırması yapılması bu dönemde “direkt olarak kadınların yaşam tarzlarına ve bedenlerine dair müdahaleler içeren, kadının değil ailenin güçlendirildiği ve kadın hareketinin verdiği mücadeleler sonucu elde ettikleri kazanımları geri almaya çalışan politika ve uygulamalar” olarak değerlendirildi.
- Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın adının “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” olarak değiştirilmesi de bu değerlendirmeyi doğrulayan bir yaptırım olarak karşımıza çıktı.
Kadınların da isyanı: Gezi
Kadınların hayatları ve bedenleri üzerindeki baskı ve otoriteye karşı öfkesi Gezi ayaklanmasının da önemli bir bileşeni oldu. Kadınlar; Gezi’de bir kere daha bedenleri, kimlikleri, emekleri ve hayatlarının özgürleşmesi için sokaklardalardı. Gezinin ardından kadınların sokağa döküldüğü olay Özgecan Aslan’ın ölümü oldu.
Yaşam mücadelesi: günümüz
Günümüzde kolektif bilince sahip olan kadın örgütleri özellikle kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri konusunda tepkilerini ve cinayetleri durdurmak için çalışmalarını devam ettiriyor. Kadın hareketleri İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine yönelik tepkilerini de sürdürüyor.
2000’lerde farklılıklarla doğan örgütlerin; bu uzantısının devam ettiğini görmek ve söylemek de mümkün; ancak en başta da söylediğimiz gibi geçmiş dönemlerde kadının birey olma mücadelesi bugün bambaşka bir hak mücadelesiyle karşımıza çıkıyor “yaşamak”. Bu tüm kadınların hiçbir farklılığı gözetmeksizin sahip olduğu temel insan hakkı. Örgütlerin de hiçbir farklılık gözetmeksizin “bir arada” savunması gereken bir hak.
Uluslararası Üniversiteli Kadınlar Federasyonu’nun (GWI) 100'üncü yılına özel hazırladığı dünyanın “100 öncü Kadın” listesine giren İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü ve hukukçu Nazan Moroğlu, kadınların mücadelesini nasıl kazanacağına dair şunları söylüyor:
“Yaşam yürür, koşullar gelişir, laik devlette hukuk kuralları da buna uygun değiştirilir. Şimdi kadın hareketi olarak el ele kanunlardaki eşit hakların hayata geçirilme mücadelesini veriyoruz. Bu tek imzayla uluslararası sözleşmeleri fesheden yönetim sisteminde yolda zihniyet değişikliğinin kolay olmayacağını biliyoruz. Ama kadınların kararlı mücadelesi ile bunun da başarılacağına inanıyorum.”
Şu çok değerli sözle yazıyı sonlandırmak isterim;
"İnsan hakları kadın haklarıdır; kadın hakları da insan haklarıdır"
Aposto!, Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddete Karşı 16 Günlük Aktivizm kapsamında 16 Kasım’dan 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne dek ANGST, Aposto! Gündem, Punto, Quando, Spektrum, Pareto, apéro, Duende, Soli yayınlarında Türkiye’de kadın haklarına, kadın hareketine, insan haklarına, LGBTİ+ haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair makalelere, röportajlara yer veriyor. Koleksiyonun tamamına ulaşmak için bu bağlantıyı kullanabilirsiniz.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
İLGİLİ BAŞLIKLAR
aile içi şiddet
Feminizm
Türkiye
Şirin Tekeli
İstanbul Sözleşmesi
Kadınlar
Sevgi Çubukçu
Birleşmiş Milletler
NEREDE YAYIMLANDI?
Bugün HDP, TİP ve SOL Parti'nin kuracağı yeni bir ittifakın siyasetin seyrini nasıl değiştireceğini ve Türkiye'deki kadın hareketini ele alıyoruz.
23 Kas 2021

YAZARLAR

Spektrum
Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!
İLGİLİ OKUMALAR