
Yazı: Evren M. Dinçer, Biray Kolluoğlu
Görkemi yıpranmış, pırıltısı azalmış, eski günlerdeki heyecanından uzak olsa da Oscar törenleriyle, hangi filmlerin, yönetmenlerin, aktörlerin ödül aldığıyla hâlâ ilgileniyoruz, itiraf edelim. Everything Everywhere All at Once (bundan sonra kısaca EEAAO) bu senenin yıldızıydı. Tam 10 dalda ödül aldı. Bu epey yüksek bir sayı. Lord of the Rings, Titanic, Ben Hur, West Side Story seviyesi.
Görece küçük bütçeli EEAAO’nun bu kadar çok izlenen, ünlenen, büyük paralar getiren ve şimdi de ödülleri toplayan bir film olması birçoklarını şaşırttı. Bir başka deyişle Lord of the Rings, Avatar, Titanic gibi dev Hollywood yapımları ile aynı kategoriye girmesi beklenmeyen bir filmdi. Böyle durumlarda niye seyrettik bu filmi, herkes birbirine neden tavsiye etti diye sormadan edemiyoruz. Belli ki zamanın ruhuna dair bir şeyler söylemiş, zamanı yakalayarak seyirciyi yakalamış. Bizim ilgimizi çeken de bu.
Pandemiden yeni çıkmış, ekolojik krizin, siyasi bunalımların, ekonomik sorunların, kültür savaşlarının üst üste bindiği zamanları tarif edebilmek için çoklu kriz kavramını yaratmış günümüz dünyasında bir çıkış yolu öneriyor EEAAO. Hem de tanıdık, bildik, yumuşak bir yol. Dünyanın değil dünyaların sonu geliyor ve her şey çok ama çok karışık ve zor ve hızlı ve anlaşılmaz ve siz ne yaparsanız yapın dünya yanıyor ve yanacak: Bu durumda siz en iyisi ailenize sarılın.
En son söyleyeceğimizi baştan söyledik. Şimdi filme biraz daha yakından bakarak ve başka filmlerle ilişkilendirerek filmin bize önerdiği dünyalar (multiverse), hayaller ve aile meselelerini biraz daha açalım. Ama bir yandan da filmi izlememiş olanlar için hemen bir uyarı yapalım. Heyecanını da kaçırabilecek detaylar veriyoruz. İsterseniz önce filmi izleyin sonra bu yazıyı okuyun.
Filmin detayları itibarıyla büyüleyici görselliği Hollywood yapımlarının şimdiye kadar biriktirdiği yöntemlerle yaratmayı çok iyi bellediği ihtişamını taşıyor. Çoğu bir saniye bile sürmeyen onlarca kesitin hızla akışından oluşan sahnelerden birini durdurup incelemeye kalktığınızda her bir sahnenin ne kadar incelikli işlendiğini görüyorsunuz. Detaya gösterilen bu ilgi Hollywood sinemasının dünyanın geri kalanındaki sinemaya kıyasla mali gücünün hâlâ çok ileride olmasından kaynaklanıyor. Ama öte yandan da bu filme akıtılandan onlarca kat fazla paraya rağmen izleyiciye herhangi bir zenginlik sunmayan süper kahraman filmleriyle kıyasladığımızda karşımızda sıra dışı bir örnek var. İzleyici olarak bu ihtişamdan bencilce zevk alabiliriz.
Bu biçimsel zenginliğe ve son derece başarılı oyunculuğa rağmen EEAAO, Hollywood’un içine saplanıp bir türlü içinden çıkamadığı bir dizi krizi çıplak bir biçimde ele veriyor. Öyle ki NY Times’ın baş film eleştirmeni A. O. Scott bile pes etmiş, ben bu işi bırakıyorum demiş. Çoğu film eleştirmeni, sinema salonlarını yaşatan Marvel, DC dünyalarının aynı kalıptan çıkardığı gişe filmlerinin artık eleştiri yazılacak bir tarafı kalmamasından şikâyetçi. Bir yandan da Netflix, Disney Plus, Amazon Prime, Hulu gibi dev streaming uygulamaları sinema deneyimini değiştiriyor, bir anlamda yok ediyor. Bunlar EEAAO’nun bizlere hatırlattığı, güncel sinemayla ilgili önemli sorun alanları arasında ama bu yazının odağında değiller.
Filmde Kubrick'in 2001 Uzay Macerası'sına gönderme yapan sahnedeki gorillerden biri olarak yönetmenlerden Daniel Scheinert.
Fotoğraf: Larkin Seiple
Bilimkurgu ve Aile
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra temel bir alt tür hâline gelen bilim kurgu sinemasının dünyanın sonu temasına hep bir ilgisi vardı. 2001 Uzay Macerası, Blade Runner, Solaris, Maymunlar Gezegeni gibi filmler dünyanın sonunu getirirlerdi ve bizi bu son üzerine düşünmeye teşvik ederlerdi. Hem bizi sona taşıyan süreçler hem de sonun aldığı biçimler üzerine türün hakkını vererek spekülatif alternatifler sunarlardı. Bu filmler nadiren aile gibi bir tema üzerinde uzlaşır; nadiren sona giden yolda krizi ve karmaşayı tek bir anlatı içine hapsederdi.
Son yıllarda dünyanın -ya da dünyaların- sonu sinemanın daha da popüler bir teması hâline geldi. Dünyanın dört bir yanında yaşanan sorunları ve sıkıntıları düşündüğümüzde bu duruma herhâlde çok çok azımız şaşırıyordur. Bununla birlikte, bu filmlerde önde görkemli bir şekilde anlatılan kıyamet hikâyelerinin hemen arkasındaki asıl hikâyenin odağında aile olması özellikle dikkat çekici. Örneğin, temalı bilim kurgu serilerinin en popüler örneklerinden Star Wars’da hikâye akışının asli unsurlarının başında aile ve romantik aşk geliyordu. Keza 2000’lerin başında Matrix serisi romantik aşk/aile ile bilim kurgu arasındaki bağı ciddi yapımlara aktaran filmler arasında gösterilebilir.
Bilim kurgu bugün dünyanın sonuna nasıl gelindiği ya da nasıl kurtarılacağına odaklanmaktansa çoğu ikinci sınıf aile dramalarına feda edilmiş durumda. Blade Runner’ın devam filmi Blade Runner 2049’da orijinal filmin -ki aşk orada da önemli bir unsurdur- çekiciliği Ryan Gossling tarafından canlandırılan karakterin baba arayışına indirgendi.
Brad Pitt de Ad Astra’sında orijinallikten tamamen uzak bir babayla uzlaşma arayışını ekrana taşıdı. Bir başka görsel, hatta sessel şölen Interstellar baba kız ilişkisine, Arrival ise bir türlü aile olamayan bir anne, baba ve kızına odaklandı. Bu yönüyle bu "ciddi" filmlerin sabun köpüğü süper kahraman filmleriyle aralarındaki mesafe neredeyse kaybolmuş oldu. Bilim kurgu sinemasının hayal gücü çökerken bize yine tanıdık bir şey kaldı: aile.
EEAAO da bir ailenin etrafında dönüyor. Anne, baba, kız (onun kuir ilişkisi) ve dede. ABD’de bir yerde geçiyor ama nerede olduğu belli değil. Zamanı hiç sormayın. Film zamanı da mekânı da dağıtıyor. Hatta o kadar dağıtıyor ki tekil dünyadan (universe) ayrılıp dünyalara (multiverse) dağılıyor.
EEAAO, ABD toplumunda öne çıkan pek çok soruna derme çatma bir kolaj ile değiniyor. ABD’de göçmen olmaktan kuir ilişkilerin kabul edilemeyişine, Internal Revenue Service (IRS, ABD’nin vergi toplamaktan sorumlu federal ajansı) gibi çağ dışı kalmış kurumlardan orta sınıf hizmet sektörünün zorluklarına pek çok alt tema görmek mümkün. Yukarıda dedik ya, çöz çöz bitmez ipuçlarıyla dolu film diye. Bizim gözümüze çarpanlardan bir tanesi mesela IRS referansları. Tamamı bu kurumun çağ dışı olduğunu göstermek üzere tasarlanmış. Klavyeler, bilgisayar monitörleri, butt plug şeklindeki yılın çalışanı ödülleri, 1980’lerden kalma ofis tasarımları, fişler ve nihayet Jamie Lee Curtis’in canlandırdığı Deirdre karakterinin moda ve saç tasarımı tercihlerine kadar her şey kurumun eskiliğini, acımasızlığını ve çağ dışılığını gösteriyor.
IRS memuru Deirdre
Bu ve benzeri temaların asıl sebebi hikmeti ailenin önemini daha güçlü bir şekilde vurgulamak. Çünkü bu sorunların çoğu aile saadeti sayesinde çözülüyor. Filmin sonunda kuşaklar arası çatışma önce anne Evelyn’in kızı Joy’un kız arkadaşına saçını uzatmasını tavsiye etmesi (anne sadece sevdiklerine böyle özel şeyler söyleyen birisi olduğu için, önerisi kızının kuir ilişkisini kabullendiğini gösteriyor) sonra da dedenin ağzından Çince girlfriend sözcüğünün çıkması ile çözülüyor. IRS’in canavar vergi memuresi Deirdre, Evelyn’in boşanmanın eşiğinde bir kadın olduğunu öğrenince meleğe dönüşüyor, çamaşırhanenin her biri ayrı arıza müşterileri aile krizi çözülünce bir anda normalleşiyor. Filmin başında krizin göstergesi olan muhasebe masasının etrafında aile bu sefer üç kuşak bir arada dertsiz tasasız toplanıyor. Dünyanın ve hatta olası tüm dünyaların sonu gelse de aile en önemli şeydir, vergiden bile! Dünya yanıyor, ailenize sarılın. Sözün özü, EEAAO ne buralara bizi getiren süreçlere ne de gelecek alternatiflerine dair düşündürmeyi başarabiliyor; bir aile güzellemesinden öteye gidemiyor.
IRS'te Evelyn ve ailesi
Başkalarının Hayatı ya da Bizim Başka Hayatlarımız: Yaşasın Sosyal Medya ve Kahrolsun Sosyal Medya
EEAAO’nun aşırı aile duygusallığı etrafına örülmüş muhafazakâr ana aksının yanında hemen göze çarpmayan daha ince bir ikinci özelliği daha var: sürekli başka ve daha doyumlu yaşamları kaçırıyor olduğumuz hissinin hayatımızı esir alması. Baba Waymond, eşinin seçilmiş kişi olmasının nedenini hiçbir şeyde iyi olmamasına bağlıyor: Kendini gerçekleştirebileceğin o kadar potansiyelin var ki diyor! İlk bakışta erken dönem Marx metinlerinden çıkma gibi görünen bu sözler filmi kapsamlı bir eleştiriye götürmüyor oysa. Aksine içinde bulunduğumuz hayatta başaramadıklarımız hayatımızdan zevk alamamamızın temel nedeni oluyor.
Burada derinlikli bir eleştiri yerine sosyal medyanın bir aksini görüyoruz. TikTok’un sürekli akan videoları, Instagram’ın sonsuza kadar sürekli değişen akışı, YouTube’un bitmeyen video arşivi bize sürekli başkalarının görmeye değer vücutlarını, evlerini, eşyalarını, sevgililerini, arkadaşlarını, tatillerini, nasıl da güzel yaşadıklarını dayatıyor. Viral olduktan ya da birilerinin ilgisini çektikten sonra içeriklerin ahmakça olmasının bir önemi yok. İnsanlar başkalarının dikkatini çekerken anne Evelyn kendi kızının, kocasının ve babasının bile ilgisini çekemiyor. Üstelik kızı ve kocası ilgi için yalvarırken. Kızı bu ilgisizlikten kaçıp bizzat cehennemi inşa ediyor, kocası ise karakterin barışçılığına uygun bir tavırla boşanmak ve uzaklaşmak istiyor. Evelyn bu durumun farkına ancak sonsuz evrenler/multiverse ile ilişki kurarak varıyor.
Annenin yaşamı bu açıdan kendi içine kapanmış bir hayat. Tek teması çok da hazzetmediği müşteriler (kendisine asılan adam, makineye ayakkabı atan genç, köpekli kadın) ve vergi memuresi Deirdre dolayımı ile iş. Anne kendi potansiyelinin farkına ancak sosyal ağlara benzeyen ağın parçası olunca varıyor. Yönetmenler bunu da oldukça klişe bir şekilde hem karakterlerin elindeki dijital konsolları hem de sistemin arkasında ağlar arası geçişi mümkün kılan geek karakterleri kullanarak yapıyorlar.
Ancak annenin uyanışı ağın yıkıcılığından kaçarak gerçekleşmiyor. Bilakis anne Evelyn bu ağın içinde başkalarının hayatı yardımıyla kendini fark ediyor. Kendini bu ağa girip çıkarak, tüm olasılıkları görüp özümseyerek tanıyor. Başka bir deyişle, birçok insanın beyninin çatlamasına yol açacak bu yükleme (siz de sosyal medyada böyle hissetmiyor musunuz?) Evelyn’e sahip olduklarının değerini hatırlatıyor.
Aslında karşımızdaki, Evelyn’in kendini gerçekleştirmesinden ziyade kendi sıkıcılığını ve hayatının tekdüzeliğini kabul etmesi. Asyalı baba klişelerinden çok uzak bir karakter olarak çizilen Waymond’un sevgi ısrarıyla Evelyn "gerçekten önemli olan şeyi" fark ediyor. Kocanın bu çağrısına Evelyn ancak tüm dünyaları gördükten sonra kulak verebiliyor, yani sosyal medya sayesinde. Belki bu süreçte diğer Evelyn’lerin deneyimlerinden yeteri kadar zevk alıyor ve doyuyor. Yaşasın sosyal medya!
Süper kahramana dönüştükten sonra Evelyn
Kendisi gibi tüm dünyaları ve “her şeyi hep bir arada” deneyimleyen ama ailenin değerini henüz tam bilmediği için (Joy film boyunca sevgilisi Becky ile ilişkisinin meşruiyeti peşinde koşuyor) her şeyden vazgeçen kızının yitikliğine karşın eşinin sevgi çağrısını dinleyen Evelyn ailesini kurtarıyor. Film sosyal medyaya karşı eleştiri ile (çocuklarınızı sosyal medyanın etkilerinden koruyun!) güzelleme arasında (başka hayatlar var, görelim, kabul edelim, kabullenelim!) sürekli gidip gelirken en sonunda Evelyn’e bir başka şey daha dayatıyor: sen annesin, aileni koru! Evelyn’in Joy’a “bana Evelyn deme” diye bağırması, Joy’un ise bu çağrıya kulak verip “anne” demesiyle film zirveye ulaşıyor.
Bize Yeni Bir Bilim Kurgu Sineması Gerek
Bilim dünyasından popüler mecralara dünyanın sonunun giderek daha gerçek, yakın ve kaçınılmazlığının gündemde olduğu bir dönemde bilim kurgu sineması muhafazakâr bir pozisyona çekiliyor: "Felaketler kaçınılmaz, biz iyisi mi geleneksel değerlerimize sahip çıkalım." Ana akım sinema bu değerin aile olduğunu düşünüyor. Aile dışındaki değerler Hollywood için zamanın gerisinde ya da yeteri kadar güçlü değil. Ya da satmıyor.
Büyük ölçekli yok oluş tehdidinin yanında bir de teknoloji meselesi var. Sosyal medyadan yapay zekaya her şey artık korkutucu ölçeklere vardı. İklim krizine kalmadan kendi elimizle yarattığımız teknolojilerle sonumuzu hazırladığımızı düşünüyoruz. ChatGPT gibi popüler uygulamalarla bu konular neredeyse gündelik hayatımızın temel birer unsuru hâline geldi. Görünen o ki Hollywood buna çözüm olarak aileyi sunuyor.
Tarihin en çok eleştirilmiş sosyal kurumlarından ailenin bu yükü kaldırıp kaldıramayacağı kocaman bir soru işareti. Şimdiye kadarki görünüm ümit verici değil. Ancak bizim başka bir ihtiyacımız var: sinemanın tarihi boyunca yaptığı gibi bu muhafazakâr ve bir anlamda aile fetişizminin ötesinde çok çeşitli deneyimler olduğunu bize göstermesi. Bu deneyim zenginliği içinden daha öteye bakıp alternatifler tahayyül etmek ise bizim sorumluluğumuz.
İlgili Başlıklar
Biray Kolluoğlu
Lord of the Rings
Titanic
Ben Hur
West Side Story
Avatar
Hollywood
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

"Dünya Yanıyor, Ailenize Sarılın!"
Yayın & Yazar

Zappa Zamanlar
“So many books so little time...” Frank Zappa’dan ilhamla: Zappa Zamanlar: Kitaplar ve podcastler üzerine uzunlu kısalı… Doğadan yemeğe, edebiyattan ekonomiye okuma ve dinleme notları…