Dünyaya bedel eşsiz bir ruh: Ryuichi Sakamoto


Filmleştirilen kitaplar İstanbul Kitapçısı ’nda Kitabı Filminden Daha İyiydi! Şehrin birçok ilçesinde kitap-kafe ve kitap-dergi konseptli şubeleriyle hizmet veren İstanbul Kitapçısı , şube sayısını artırarak ve çeşitli kampanyalar sunarak daha fazla İstanbulluya ulaşmak üzere yola çıkıyor. Nasıl? Kitapseverleri İstanbul Kitapçısı’nın Kadıköy , Karaköy , Eminönü , Müze Gazhane ve Mecidiyeköy şubelerinde bekleyen Kitabı Filminden Daha İyiydi! kampanyası, filme uyarlanmış ünlü kitaplardan oluşan bir seçkiyi %20 indirimli olarak İstanbullularla buluşturuyor. Neler var? Türkiye ve dünya edebiyatının birbirinden değerli eserlerin yer aldığı Kitabı Filminden Daha İyiydi! seçkisinde Tolstoy’dan Hüseyin Rahmi Gürpınar’a, Peyami Safa’dan Ernest Hemingway’e uzanan onlarca yazar ve eser okurları bekliyor.
Daha fazlasını öğren →

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
Geçtiğimiz ve bu yüzyılın müzik dünyasının sayısız bölgelerinde izini ve mirasını bulabileceğimiz müzisyen, besteci ve piyanist Ryuichi Sakamoto, 28 Mart’ta hayata gözlerini yumdu. Sakamoto’nun 2 Nisan’da tüm dünyayla paylaşılan vefatı; birçoklarının ihtimalinin farkında olduğu, ancak açıkça konuşmadığı ya da konuşamadığı muhtemel bir durumdu. “Artık kanser hep yanımda olacak sanırım” diyerek son yedi yılını hastalıkların gölgesinde geçiren müzisyen; yaşama, olağan sona dair derin ve soyut tefekkürleriyle kendini çepeçevre saran ölüm mefhumunun etrafında dolaştı durdu o son zamanlarında.
2017’nin Async’i, rüyalar, reenkarnasyon ve insanlığın mücadelesi temaları etrafında kurguladığı müzik tiyatrosu/ses yerleştirmesi Time, bitap düşmüş ruhu ve bedeni için şifa olabileceğine inanarak kendini seslerin arındırıcılığına teslim ettiği münzevi albüm 12, Sakamoto’nun hepimizi şahidi yaptığı faniliğe içkin yüzleşmeleriydi.
Ryuichi Sakamoto New York'taki stüdyosunda. | Fotoğraf: Erik Tanner
Ryuichi Sakamoto aramızdan ayrıldığında 71 yaşındaydı. Hayatının yarısından fazlasını adadığı müzik ve sese ilişkin sayısız deneyleri, sadece yedi on yıla sıkaşamayacak bir etki alanına ulaştı. İşbirlikleriyle ve solo yarattığı; onu film soundtrack’lerinden Nokia 8800 zil seslerine, teknodan ambient’a, Tokyo’dan New York City ve ötesine seyahat ettiren üretimlerinin yansımalarını ve esinlerini gezegenin nice beklenmedik köşesinde bulmak mümkün.
Öyle ki üstünde müzisyenin doğum ve ölüm tarihlerini yazan o sosyal medya gönderisi bizimle paylaşıldığında, onu ve mirasını yâd eden; yaş, yaşam ve yaratıcılık bağlamlarında birbirinden keskince ayrılan isimleri bir araya getirebilecek nadide insanlardan birinin Ryuichi Sakamoto olduğunu tüm açıklığıyla gördüm: Flying Lotus, Massive Attack, The Cure’dan Lol Tolhurst, William Basinski, Apichatpong W. ve dahası... Kimisinin sessizliği, kimisinin elektronik müziği, kimisinin de yalnız bir sahilde izlediği denizin dalgası, herkesin Sakamoto-san’ı. Ryuichi Sakamoto’nun ölümüyle son bulmayacak hikâyesine hoş geldin.
Ryuichi Sakamoto, Roma, İtalya, 1996. | Fotoğraf: Luciano Viti
Adı Ryuichi Sakamoto, doğum yeri dünya
Bu ara başlığı kullanmamın arkasında Ryuichi Sakamoto’nun bir demeci yer alıyor: Ryuichi, 1990’lı yılların başıyla daimî olarak New York City’de yaşamaya başlamadan önce verdiği bir röportajda “Ne olduğumu bilmiyorum. Japonya’da doğdum ancak Japon olduğumu sanmıyorum. Yabancı olma hâlini seviyorum, milletleri ve sınırları değil.” demişti.
Onun janrlar arası müzikal kariyerini düşününce Sakamoto’nun bu yabancı, arafta ve gezgin kişiselliğinin müziğine ne kadar da içkin olduğu ayyuka çıkıyor. Tüm bunları, yani müziğini ve benliğini, zihnini ve yaratıcılığını şekillendiren hayatının erken döneminde kazandığını görüyorum.
Zira Sakamoto; II. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, külliyen bir yeniden inşa ve sanayileşme sürecine girerken yüzünü yerel ve gelenekselden Batı’ya çevirip geleceğe dönen Japonya’da doğdu. Ülkenin bu yeni yol haritası; şahsi favorilerimden olan Yosijurō Ozu’nun kült filmi An Autumn Afternoon’da (1962) tüm şeffaflığıyla öyküleştirilen, savaş öncesi ve sonrası nesli birbirinden radikal bir şekilde ayıran sosyo-kültürel bir kırılımın sonucuydu. Sakamoto’yu Japonya’nın geçmişinden soyutlayan, belki de onu bir Japon gibi hissetmekten alıkoyarak bugünle güncel olduran ve geleceği hayal ettirebilen bir fenomendi bu.
Ryuichi Sakamoto’nun 1868’e kadar geri götürdüğü ve “…Japon hükûmeti yalnızca Batı kültürü ve müziğinin iyi olduğunu düşündü. Bir dolu geleneksel müziğimizi yitirdik, o zamandan beri de müzikal anlamda kökleri olmayan çiçekler gibiyiz.” diyerek kabaca tarif ettiği şartlar, onun bir müzisyen ve dünya vatandaşı olarak serpilişinde de karşılıklar buldu.
Sakamoto Roma'da bir sahnede, 2009. | Fotoğraf: Domenico Stinellis
Ryuichi Sakamoto, henüz 6 yaşındayken piyanoya başladı. J.S. Bach ve “20. yüzyılın tüm müziğine bir kapı” diye tanımladığı empresyonist piyanist Claude Debussy, Japonya’nın ötesinden zihnine ve ruhuna kazınan ilk isimler oldu. 1940’lı yıllar esnasında bebop’la başlayan ve caz müziğini swing’le big band’in tekdüzeliğinden free, avant-garde ve third stream gibi janrları metod benimseyerek bağımsızlaştıran caz devrimin en parıltı dönemi olan ‘60’larda caz müziğiyle tanıştı. İlhan Mimaroğlu’yla işbirlikleri de olan, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren enstrümantal ve elektronik müziğin çağdaş formlarına yeni perspektifler kazandıran John Cage’in işlerine aşina oldu.
Ryuichi Sakamoto, 1970 yılında Tokyo Üniversitesi’nde kompozisyon ve etnomüzikoloji okumaya başladığında 18 yıllık hayatına sığdırdığı devasa bir müzik birikimi ve ilham kaynağı vardı. Bir ayağı klasikte, diğeri çağdaş ve fütüristikte çıktığı üniversite hayatında Buchla ve Moog gibi synthesizer’ların baş döndürücü imkânlarını keşfetti. Henüz yeni yeni filizlenmekte olan ve ABD’de Silver Apples’ın, Almanya’da Kraftwerk’ün, Birleşik Krallık’ta ise kosmische şemsiyesi altında Brian Eno’un ilk popüler örneklerini verdiği elektronik müzik; Sakamoto’nun yeni odağı oldu. Ve bu odak, Yellow Magic Orchestra’nın kapılarını onun için sonuna kadar açtı.
Yellow Magic Orchestra Londra'nın Hammersmith Odeon sahnesinde, Ekim 1980. | Fotoğraf: Fin Costello/Redferns
Yellow Magic Orchestra’lı yıllar
Ryuichi Sakamoto’yu Japonya’nın ötesine taşıyan, adını uluslararası müzik sahnesinde zikredilen biri olmaya götüren grubu Yellow Magic Orchestra; Ryuichi’nin köklü müzik geçmişinin derinlerinde kalan bir proje. Ancak en çok bir klasik müzisyen, film bestecisi ya da piyanist olarak şöhret kazanmış Sakamoto’nun geleceği aydınlatan, müzik yaratımında ve prodüksiyonunda ileriyi gören yenilikçi müzikal karakteri; en safi hâliyle YMO’da kristalize oldu.
Geçtiğimiz ocak ayında hayatını kaybeden Haruomi Hosono’nun kuruluşuna öncülük ettiği grubun yolu, Sakamoto’nun elektronik müziğin popüler formlarını kuluçkaya yatırdığı solo kariyeriyle kesişti. Thousand Knives of Ryuichi Sakamoto (1978) albümü, bir ikili olarak yola çıkan YMO’yu adları birbirine bitişik bir üçlüye dönüştürdü.
Her ne kadar Sakamoto; YMO için “Bir Japon Kraftwerk yapmak istedik” dese de grubun kozmopolit bir dekora konumlanan, teknolojiyle iç içe olan ve hâlihazırda elektronik müzikle deneyler yapan hiçbir müzisyen ve grupla birebir eşleşmeyen özgün üretimleri bunun aksini işaret etti.
Teknonun, elektro-diskonun ve chiptune gibi janrların tarihinde gezintiye çıkmak; envaiçeşit synthesizer’ların ve drum machine’lerin yaygın kullanımın ilk örneklerini aramak demek Yellow Magic Orchestra’yla, YMO içinde profesör alan çağırılan Sakamoto’yla karşılaşmak demek. YMO, synth britannia’dan Daft Punk’a, Afrika Bambaataa’dan LCD Soundsystem’e uzanan eşsiz bir ilham mirası; Ryuichi’nin müzik kariyeri için de istisnai bir sıçrama tahtası.
Tokyo, New York ve sonsuzluk
Ryuichi Sakamoto; Yellow Magic Orchestra sıçrama tahtası üzerinden onu sayısız isimle ve projeyle buluşturan, Tokyo’dan New York City’e uzanan bir yolculuğa çıktı. 1980’li yıllarda, YMO’un de facto dağılmasından sonra devam ettirdiği ve janrlar arasında salındığı solo kariyerinin yanına yeni formatlarda üretimler ekledi. Sakamoto’nun belki de en ünlü parçası olan ve kariyeri boyunca farklı yorumlarla hayat verdiği Merry Christmas, Mr. Lawrence, ilk film müziği denemesi olan aynı adlı albümde ortaya çıktı.
Soldan sağa aktör Jack Thompson, Ryuichi Sakamoto, David Bowie ve yönetmen Nagisa Oshima. | Fotoğraf: Jacques Langevin/Associated Press
1983 yılında onu David Bowie’yle bir film setinde buluşturan ve Ryuichi için bir dizi başka film müziği albümlerinin kapısı aralayan Merry Christmas, Mr. Lawrence (1983); Sakamoto’nun bir elektronik müzik dâhisi, sıra dışı bir klavyeci ve perküsyonist personasını maestro bir besteci kimliğiyle genişlettiği yılların başlangıcı oldu. The Last Emperor (1987) filmi için David Byrne ve Cong Su ortaklığında bestelediği soundtrack albümü, YMO’dan grup arkadaşlarının deyimiyle profesör Ryuichi’nin konservatuvar birikimiyle görkemli yapıtlar yaratma maharetini taçlandırdı; ona hayatının ilk ve tek Oscar ödülünü getirdi.
Ryuichi Sakamoto, artık uluslararası sahnede de parıldayan isminin rüzgârını arkasına aldı. Hayatı boyunca kendisini herhangi bir ülke ya da milliyetle özdeşleştiremeyen; doğduğu, büyüdüğü ve yetiştiği her an sınırların ötesine taşan Ryuichi, 1990’lı yılların başıyla dünyanın bir buluşma noktası olan New York City’ye yerleşti. Onu kategorilerden, etiketlemelerden ve sınıflandırmalardan azade kılan ve dünyanın her köşesinden ilham devşiren zihni; aidiyetsiz Sakamoto’yu sığınabileceği, kısa süreli de olsa barınabileceği müzikten ve müzikle yaptığı evlere taşıdı.
Ryuichi Sakamoto. | Fotoğraf: Nathan Bajar
Popülaritesi yeni yeni pişen trip-hop’u benimseyen ilklerden oldu, Alva Noto’yla inşa ettiği dingin ses motiflerinde elektronik müziğin çağdaş malzemesi glitch’i kullandı, Fennesz’le müziği en salt hâline, sese indirgeyerek dinleyicisini çepeçevre kuşatan ve zaman-mekânın konvansiyonel yapısından soyutlayan ambient manzaraları yarattı.
Ryuichi Sakamoto; hayatının son demlerinde ensesinden hiç ayrılmayan ölüme, onun gittikçe artan amansız ağırlığına inat çalışmaya devam etti. Hayatın geçiciliğinin farkındalığı, minimal sesli yaslara dönüştü. İnsan olmaya ve öyle yaşamaya dair felsefi sorgulamaları son iki albümü boyunca sessiz sessiz yankılandı.
Ryuichi Sakamoto, profesör, maestro ve her şeyden öte bir dünya vatandaşı; “...bedenim başka canlılar için bir besin kaynağına dönüşebilsin diye her daim toprak altına gömülmek istedim” dedi ve hayatının sonuna kadar müzikle yaşadı. Geriye sayısız zihnin ve ruhun sonsuzluğa değin beslenebileceği tüketilemez bir müzik mirası, dipsiz bir ses kaynağı bıraktı.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
müzisyen
reenkarnasyon
Async
New York
Erik Tanner
Nokia 8800
amb
Tokyo
NEREDE YAYIMLANDI?
Dünyaya bedel eşsiz ruh Ryuichi Sakamoto, arı kovanına çomak sokan Swarm dizisi, Altın Gün'ün formüllere sığınan son albümü.
07 Nis 2023

YAZARLAR

Koray Soylu
Editor @ Aposto

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ OKUMALAR