aposto-logoÇarşamba, 7 Haziran 2023
aposto-logo
Çarşamba, Haziran 7, 2023
Aposto Üyelik

Geceye Övgü

Gececil deneyimler ve tanıklık üzerine keyifli bir sohbetten kalanlar

Öncelikle Ece ve Alâra'nın bu kadar ilginç bir kitabı keşfedip, bizimle tanıştırma yolculuğuyla başlamak istiyorum. Hepimizin hayatının merkezinde olup üzerine oldukça az düşünüp bazı sıfatların içine hapsettiğimiz bu kavramın derinine beraber iniyoruz:

Ece Durmuş: Çeviri aşamasını Alâra’ya bırakıyorum. Kitapla nasıl tanıştık, neden Türkçeye çevirdik ve Alâra ile yollarımız nasıl kesişti? Kısaca bunlardan bahsedeyim. Aslında felsefe dizimizi oluşturan ve geliştiren ana hattın postyapısalcı felsefe olmasının ötesinde Deleuze ve Guattari’nin çizmiş olduğu felsefi hat ve onun sağa sola sapan dallarından seçkiler yapıyoruz. Genellikle kendi okumalarımız ve felsefi politik sorularımız üzerinden kitapları takip eder ve Türkçe’ye kazandırmaya çalışırız. Ancak bu kitap bizim için de oldukça farklı. Çalışmalarımızın bir uğrağında gündelik yaşamımızdaki fenomenleri felsefe içerisinden nasıl düşünebileceğimizi sorguladık ve buna dair kitaplar bulabileceğimizi düşündük. Ve ilk olarak Gece, bizi, daha doğrusu beni çok etkiledi. Erken yatan ve erken kalkan biriyim genellikle, sabah insanıyım. Bu yüzden gecenin yaşam için kurucu ve yaratıcı bir güç olabileceğini hiç düşünmemiştim.

Bu kitabı okuyunca gecenin bambaşka bir tarafını gördüm ve etkilendim. Aslında gecenin yaratıcılığa gebe bir belirsizlik olduğunu fark ettim. Kitabın çevrilmesi aşamasına geldiğimizde ise Fransızca bilmenin ötesinde felsefe alanında yetkin birisiyle beraber işe koyulmak gerekliydi. Zira yazarı bir filozoftu ve dolayısıyla kitapta felsefi anlamlandırmalar çok yoğundu. Bazı üstü kapalı felsefi imaları gözden kaçırmayacak bir çevirmene ihtiyacımız vardı. Sağ olsun Alâra kitabı teklif ettiğimizde hemen kabul etti. Kısaca kitabın matbu hâline gelmesindeki ilk adım böyle gerçekleşti.

Alâra Kuset: Gece’yle tanışmam Ece sayesinde gerçekleşti. Ece’nin aksine bir gece insanı olduğum için kitabın konusu hemen dikkatimi çekti, ayrıca kitap çevirisi teklifi geldiğinde Platon’un Mağara Alegorisi üzerine bir ders alıyordum ve Foessel’in Platon başta olmak üzere çoğu felsefecinin güneşi, gün ışığını, aydınlığı geceye üstünlük kuracak bir şekilde ele aldığına dair tezini çok ilginç buldum–Mağara Alegorisi’nde güneş sahiden de tüm âleme hükümdârlık edecek şekilde kurgulanmıştır. Filozofların, en azından Batılı filozofların, gündüzü ve güneşi böylesi hiyerarşik bir şekilde kodladığını daha önce fark etmemiştim ve bu tespit beni gerçekten etkiledi. Bunun üzerine deneme çevirisi için çevirmem gereken kısımda en sevdiğim filmlerden biri olan La Maman et La Putain’den bahsedildiğini görünce çeviriyi kabul etmeye karar verdim. Çeviri süreciyse, kitabın adına yakışır bir şekilde, genelde sabahlayarak ve sabahlarken kendimi kitapta bahsedilen çeşitli gece karakterleriyle özdeşleştirerek geçti diyebilirim.

Kitabı okuduğunuzda aydınlık-karanlık ikileminin ortasında kendinizi yapayalnız buluyorsunuz, bu yalnızlık hissi de beni okurken üzerine düşünmeye iten noktalardan biri oldu. Gecenin karanlığında saklandığımız her şeyden kaçabiliyor muyuz? Gece olgusunu tanıklık üzerinden ele almak bana oldukça ilginç geldi, hem bireyin içindeki o derin ve gizemli duygulara dokunan bir yanı var bu tanıklığın hem de biraz ahlaki, biraz politik tarafına da dokunuyor. Bu iki kavramın ilişkisi üzerine ne düşünüyorsunuz?

A.K.: Kitap üzerinden ele aldığımızda gecenin tam da tanıksız yaşama hâli için bir imkân olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Felsefe derslerinde öğrencilere tartışmaları için ortaya atılan bir düşünce deneyi vardır: Tüm etik ve politik yasaların ortadan kalktığı çeşitli senaryolar ele alınarak öğrencilere nasıl davranılacakları sorulur, bir diğer deyişle doğa durumunda “ahlaklı” davranmanın mümkün olup olmadığına dair bir tartışmadır bu. Böyle bir durumda görünmezlik veya gizli saklılık söz konusu olmasa dahi, ortada herhangi bir toplumsal yasa (etik veya politik) kalmadığı için tanıklığın gücü yok olur zira yargılama mercileri ortadan kalkmıştır. Kitabın kavramsallaştırdığı biçimiyle geceyi de bu tartışma bağlamında ele almanın mümkün olduğunu düşünüyorum.

E.D.: Ben kitap üzerinden ilerlersem eğer, zaten tam da gece tanıksız bir yaşam sunarak kişiyi ahlaki ve politik olarak daha serbest kılıyor. Mesela "gece hayatı" dediğimizde ahlakın dışında yaşananlara gönderme yapar. Gece hayatına düşkün biri ahlakı sorgulayan veya sorgulatan eylemler yapabilir gibi. Veya savaş gibi önemli siyasi kararlar, gizli toplantılar, örgütlenmeler için gece tercih edilir. Sanki görünmez gibiler ama yaşamı derinden etkileyen (iyi ve kötünün ötesinde) izler bırakırlar. Şöyle diyebilirim ki, gece aslında bir şekilde gündüzün bilinçdışı veya virtüelliği olarak ilerliyor. Kaçışların, isyanların veya “günahların” hareket alanı gece, gündüze göre yani gündüzün apaçık tanıklığına göre daha fazla.

Gececil deneyimlere yabancılığımızı düşünmeden geçemedim bazı bölümlerde. Sizce bu yabancılık doğuştan mı geliyor, yaşadığımız hayat akışında mı kazanıyoruz?

A.K.: Kitapta da işaret edildiği gibi gececil deneyimlere yabancılığımızın çeşitli iktidar araçları ile bu yabancılığın bize aşılanmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Elbette ki insanın evrimsel olarak geceleri uyuyup, gündüzleri uyanmaya dair bir eğilimi olabilir. Ancak günümüz koşullarında işin toplumsal boyutunun çok daha baskın olduğunu söylemek mümkün. Söz gelimi, henüz anaokulundan itibaren –hatta belki çok daha öncesinden başlayarak– bizlere “erken kalkanın yol alacağı” söylenerek gündüzleri verimli geçirmemiz gerektiği öğretiliyor. Gündüzü överek gececil deneyimlere yabancılaştırılma hâlimiz başka pek çok alanda karşımıza çıkıyor: Felsefe, edebiyat, sinema gibi çeşitli alanlarda veya aile, medya gibi kurumlarda benzer bir söylemle karşılaşıyoruz. Gündüzün egemenliğinin ve verimliliğin övgüsünü kapitalist sistemin dayattığı çalışma koşullarından bağımsız düşünmek pek de mümkün değil. Fœssel kitapta bu durumun analizini çok başarılı bir şekilde yapıyor. 

E.D. : Alâra güzel bahsetti. Evrimsel anlamda geceleri uyumaya yatkınız fakat bunun toplumsal ve kültürel boyutu es geçilmemeli. İktidarın işlediği söylemsel bir alan. Bu söylemin kurulmasında felsefenin önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Örneğin felsefede sürekli aydınlık, aydınlanma iyi, yüce olarak tasvir edilir, düşüncenin gelişimini gösterir. "Aydınlanma çağı", "bilginin ışığı" gibi, "apaçık görmek," "ışık" vb. hep bilince, akla, doğruya işaret eder. Ama kitap, tersten gecenin belirsizliğinde, karanlığında, muğlaklığında felsefenin etkin kılınabileceğini gösteriyor. Bence bahsettiğiniz yabancılaşma felsefede kurulmuş olan söylemin bir ifadesi, bir sonucu olabilir. Tabii felsefe sadece bunlardan biri. Alâra'nın bahsettiği edebiyat, sinema, aile, medya bu imgeyi pekiştirir. Gece ürkütücü olduğu kadar yaratıcı ve gündüze gebe, sadece uykudan ibaret değil. Bu ilginç bir fikir. Ayrıca kitap geceyi gececil olarak yaşayan ve bu yabancılaşmaya direnenlerden de bahsediyor. Bu anlamda bu direnenler belli bir düzene, yapıya çomak sokanlar aynı zamanda.

Geceyi reddetmek bilinmezlikten korkmamızdan mı acaba? Yolun sonunu önceden görme isteğimiz bir noktada bilinmeyene önyargılı yapmaz mı bizi?

A.K.: Evet, geceyi reddetmekle bilinmezlikten korkmak arasında bir ilişki kurulabilir bence. Öte yandan Fœssel’in de ele aldığı gibi gece, görme duyumuzu körelttiği için başka bir deneyim alanı açıyor, bu da bize başka bir bilme, anlama hâlinin kapısını açabilir.

E.D.: Yazarın genel olarak çalışma alanlarından biri Kant. Bu alanda çalışıp gecenin olanakları üzerine düşünmesi bana oldukça ilginç gelmişti kitapla ilk tanıştığımda. Çünkü gece bilginin mümkün koşullarını bulanıklaştırır. Fœssel gecenin görme ve hesaplama arasındaki bağı bozduğunu söyler. Ne olacağını bilememe duygusu kaygı yaratabilir. Ama bence öte yandan yaşamda ne olduğunu bilmediğimizde ya da hesaplayamadığımızda neden bu kadar korkuyoruz? Bu da düşünülesi ayrı bir konu. Gece üzerinden yazar sanki bambaşka bir bilme, tanıma hâlini bize sunuyor.

Kafamda en çok dönüp dolaşan sorulardan biri şu oldu: Tanıklığın görünür olduğu tek alan “gece” midir? Bunun üzerine de biraz konuşalım mı?

A.K.: Aslında Fœssel tam da gecenin –ve karanlığın– tanıklığı görünmez kıldığını söyleyerek, geceyi gündüzün karşıtı olacak şekilde tanıksız bir yaşama, dolayısıyla bir tür özgürleşme alanı olarak tanımlıyor. Dolayısıyla burada tanıklığın görünür olmasından ziyade tanıklığı gündüzle ilişkilendirerek ele almak gibi bir durum söz konusu.

E.D.: Tanıklığın az olduğu bir zaman dilimi olduğu için evet tanıklıkla kurduğumuz ilişkiyi açığa çıkartır. Fœssel tanıklığı iz, şüphe, yargı olmak üzere üç terim üzerinden anlatır. Tanıklık gececil olana gündüzün sorumluluklarını yükler. Tanığın olabileceğini hatırlatır. Gece ise sizi yargılayacak bir tanık, sizi belirsizlik içerisinde görür. Ya yeterince ışık yoktur, ya uykusuzluktan ya da alkolün etkisiyle mesela bilinci tam olarak yerinde değildir. Filmlerde, hatta gerçek hayatta da gece yapılan tanıklıkların güvenilirliği hep sorgulanır. Gece, tanıklığı problemleştirir bu anlamda.

Gececil algıların gündüze ait bakma biçimlerini değiştirme meselesi de üzerine konuşulması gerekenlerden bence. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

A.K.: Kitapta en çok hoşuma giden meselelerden birisi duyularımızı kullanma biçimimizin gece ve gündüze göre nasıl değiştiğiydi. Görme duyumuza güvenmeye o kadar alışmışız ki, bu duyu azaldığı zaman panikliyor, hatta kaybolmuş hissediyoruz. Ancak bu panik ve kaybolmuşluk hissinin ötesine geçebilirsek diğer duyularımız sayesinde başka bir deneyime kendimizi açabiliriz. Bunu başarabildiğimiz zaman da gececil deneyimden korkmak yerine, ondan keyif almaya başlayabiliriz. 

E.D.: Görme başta olmak üzere bilincin güvenilirliğini veya ne kadar bilince ihtiyacımızın olduğunu sorgulatır. Çünkü bilincin bulanık olduğu uykulu hâl veya görmenin net olmadığı durum aslında başka yetileri harekete geçirir. Bu kitabın beni düşündürten en önemli tarafı, gündüz apaçıklıkla çalıştığını düşündüğümüz duyular ile bilincin hükmü azaldığında yaşamın nasıl devam ettiğini göstermesi. Gece biz başkası olmuyoruz ama gündüzdeki dış dünya ile ilişkimizde kullandığımız yetilerimiz ve güçlerimiz değişiyor, farklanıyor. Bazen bu farklanmayı ve değişimi gündüze taşıyoruz, bazen tekrar bir dönüşüm yaşıyoruz.

Siyaset ve hafıza ilişkisi hayatın her noktasında olduğu gibi edebiyatta da oldukça sık gösteriyor kendini. Her ne kadar hafızanın bireye özgü olduğunu düşünüyor olsak da kolektif yanını göz ardı edemeyiz. Birçok devletin farklı dönemlerde uyguladığı unutturma politikaları da buna örnek aslında. Sizce de gece ve unutma arasında sıkı bir bağ var mı?

E.D.: Bir bağdan söz edilebilir. Ancak gecenin bir unutturma aracı olduğunu düşünmüyorum. Aksine gündüz unutturur. Gece duyguların daha yoğun olduğu bir zaman dilimi. Dikkatimizin dağılması daha zordur. Gündüz olaylar silsilesi ile başımız döner, neye odaklanacağımızı bilemeyiz. Bence bu hepimizin aşina olduğu bir şey. Aslında sosyal medya ve internetin varlığı ile bu, gece de devam eder. Devlet unuttururken hepimizin bildiği gibi mekânla oynar, bambaşka bir gündem yaratır, unutturmak istediği duygudan derecesi daha yüksek bir duygu uyandırır vs. Hatta hakikatle bile oynar, hakikate karşılık hakikat yaratır.

A.K: Ben de gecenin doğrudan bir unutturma aracı olarak ele alınabileceğini düşünmesem de, devletin unutturmak istediği suçları, örneğin faili meçhuller gibi, işlerken gecenin örtbas etmeye elverişli yapısından faydalandığını söyleyebiliriz. Ancak bu bağlamda geceyi daha çok unutturulmak istenen suçların işlendiği bir mekân olarak ele alabiliriz, unutmamıza imkân veren araç gündüz ve gündüzün dinamikleridir.

İlk kez üzerine düşünmek istediğim bir konu: insan müdahalesiyle gündüzün yapaylığı. Gündelik yaşamda maruz kaldığımız abartılı beyaz ışıklar altında kendimiz olma savaşımız. Bu açıdan bakınca gecenin gerçekliği hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

E.D.: Aslında gündüzün yapaylaşması yok bence. Gündüze olan hayranlığımızı maddi ve manevi açıdan yapay şekilde geceye taşımak istememiz, gündüzü yapay kılıyor. Yazar beyaz ışık mevzusunu çok iyi bir şekilde ele alıyor. Beyaz ışık kapitalizmin ışığı olarak düşünülüyor. Gerçekten de büyük fabrikaların, AVM’lerin, hava alanlarının, 7/24 kapitalizminin yarattığı bir ışık. Gündüz gibi gece aydınlığı. Çünkü beyaz ışık yazara göre bir gözetleme ışığı. Sizin sorunuzdan şunu anlıyorum: ışık hakikati gösterdiği kadar hakikati saklamada da veya hakikatin ortaya çıkmamasında da büyük rol oynar.

A.K: Fœssel gündüzün yapaylığından ziyade, gecenin gündüze benzetilmeye çalışılmasındaki yapaylıktan bahsediyor. Bu bağlamda da Ece’nin bahsettiği gibi beyaz ışığın geceye müdahalesi ve bunun kapitalizmle ilişkisini ele alıyor. Yani gece veya gündüz kendi başlarına gerçek veya yapay değiller, onları gerçek veya yapay kılan şey insan müdahalesi.

Ve sona yaklaşırken biraz gecenin harekete geçirdiği duyulardan da bahsetmek istedim. Bu kitabı bitirdikten sonra, gündüz olgusunun daha çok tek bir duyu üzerinden yaşandığını ve bunun tam tersi gece olduğunda beş duyumuzu da kullanmaya gereksinim duyduğumuzu düşündüm. Bu açıdan bakınca gerçekten deneyimlediğimiz zaman dilimi aslında gece değil mi?

A.K: Ben Fœssel’in gece ve gündüz arasında gerçeklik/yapaylık gibi bir ikilik kurduğunu düşünmüyorum, ancak gündüze hâkim olan duyu görme duyusuyken, karanlıkta görme duyumuz köreldiği için, aydınlıkta belki çok da dikkate almadığımız diğer duyularımıza başvurduğumuzu ve dolayısıyla gecenin diğer duyularımızla ilişkimizi kuvvetlendirmeye dair bir imkân sunduğunu söyleyebiliriz.

E.D.: Böyle açıdan bakmamıştım ama evet. Aslında gündüz de tek bir duyu çalışmıyor elbette ama diğer duyulara baskın geliyor diyebiliriz. Bilirken, tanırken, kanıtlarken görme duyumuz bizi daha çok tatmin ediyor. Gece mecburen diğer duyularımıza ihtiyacımız oluyor. Duyuları ve duyuların olanaklarını demokratikleştiriyor belki de. Hele ki yapay ışıkla aydınlatılmış bir yerde değilsek. Ses ve koku mesela, çok daha tetikte oluyor.



Kitabın son bölümde "gece"nin dilsel boyutuna değinildiği kısımda, gecenin feminen bir kelime olarak ele alınması (Fransızcasından yola çıkarak: la nuit) şairler tarafından bu kavramın her şeyi dünyaya getiren bir anne figürüne benzetilmesi de kitabın en çok ilgimi çeken paragraflarından biriydi.

"Alexandre haklı: İnsan geceleri güzeldir. Tuhaflıkları, çoğunluğun zevkiyle bir kez olsun uyum içindedir."

2022 listeme böylece, yıl bitmeden çok güzel bir kitap daha eklemiş oldum. Çizdiğim onlarca cümleden, kitabın içindeki birçok isim ve kavram yola çıkarak araştıracağım yeni bir alan da yarattım.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

İlgili Başlıklar

felsefe

filozof

Ece Durmuş

Deleuze

Guattari

Gece

Alâra Kuset

Platon

Mağara Alegorisi

Hikâyeyi beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Nerede Yayımlandı?

Gecenin Tanıklığı

Yayın & Yazar

1Kitap1Mekan

Gerek klasik, gerek modern edebiyattan kitap önerilerimi ve birçok yeni mekan tavsiyemi 1Kitap1Mekan bültenimde bulabilirsiniz!

;