Gençlerini sevmeyen bir ülkede müziğin yeri ve önemi

Bir kuşağın festivalsizlikle imtihanı.

Together with Citroën

Citroën C3 ELLE Türkiye’de Citroën C3 ELLE Türkiye'de 77 yıldır modaya ve kültüre yön veren ELLE ile iş birliğini sürdüren Citroën, sınırlı sayıda üretilen yeni Citroën C3 ELLE ile hayata modern ve konforlu bir dokunuşta bulunuyor. İkonik moda dergisi ELLE ’in 21 Kasım 1945 tarihli ilk sayısından ilhâmla yaratılan Citroën C3 ELLE , B Segmenti’nin en verimli ve konforlu seçenekleri arasında yer alıyor. Neler var? ELLE logosunun renklerine selam veren, beyaz veya siyah olmak üzere iki tavan rengi; kum, kutup beyazı, çelik gri, platin gri veya parlak siyah gövde renkleriyle kombinlenebiliyor. Airbump® ekleri, ızgaradaki far ekleri ve tavan etiketinin çevresini kaplayan renkli vurgular, Citroën C3 ELLE ’in yeni renkleriyle uyum sağlıyor. İki renkli Advanced Comfort koltuklarda ana döşeme olarak açık Prusya grisi kumaş kullanılırken sırtlıkların üst kısımlarında koyu mavi-gri tonlarında rüzgâr grisi Alcantara kullanılıyor. Marka logosu baskılı dekoratif şerit, mavimsi saten vurgularla sırtlığın üst kısmını koltuğun geri kalanından ayırıyor. Dahası: Citroën C3 ’teki benzersiz ELLE dokunuşu, aracın içinde ve dışında yer alan “1945’ten beri ve sonsuza dek” imzasıyla taçlanıyor. Yeni Citroën C3 ELLE ile tanışmak için bu bağlantıyı ziyaret edebilirsin.

Learn more

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

Z jenerasyonu mensubu müzik editörümüzün Türkiye’de katıldığı müzik festivali sayısı bir elin parmakları kadar. Bu yazı, bir kuşağın festivalsiz kalmasından yola çıkarak hazırlandı. “Bir varmış, bir yokmuş: Türkiye’de müzik festivalleri” başlığıyla açılışını yaptığımız yeni yazı serimizde müzik festivallerinin önemini ve geçmişten günümüze olan yolculuğunu anlattım. Sırada festivalsizlik ilkiminde yaşayan Z jenerasyonunun mahrumiyetlerine küresel ve lokal ölçeklerde bakarak toplumsal ve sınıfsal açılardan çıktılarını sorgulamak var. Bu sorgulamayı yapabilmek için de hem ülke çapında hem de dünyada en kapsamlı kuşak araştırmalarını yapan; Onlar Göçtü Buradan: Türkiye'nin Yeni Göç Nesli, Z: Bir Kuşağı Anlamak ve Telgraftan Tablete kitaplarının yazarı Evrim Kuran bir söyleşi gerçekleştirdim.

Evrim Kuran

Bugünü anlamak ve geleceğe daha aydınlık bakabilmek için geçmişe dair hafıza oluşturmak şart. Yoksunlukları ve hataları fark etmeden kazançlar elde etmek neredeyse imkânsız. Evrim’le konuşmaya yakın geçmişe odaklanarak başladım. Müzik festivallerini aklımın bir ucunda tutarak Türkiye’deki kültür-sanat etkinliklerinin sayısında ve niteliğinde gördüğü değişimlerin neler olduğunu ondan duymak istedim. Aklına 7-8 yıl önce yaşanan bir olay geldi: “İstanbul’a fena bir kar yağdı. Uzun zamandır böyle bir kar yağmıyordu. Kadıköy’de bir grup genç, Twitter üzerinden kar topu oynamak için birbirlerine mesajlar gönderdi. Olay o kadar büyüdü ki bir sürü genç Kadıköy’de kar topu oynamak için buluştu. Çok basit bir ihtiyaç, kar yağıyor ve kar topu oynayacak gençler. O zaman hatırlıyorum, öyle tedirgin oldu ki erk sahibi. Çevik kuvvet müdahale etti.” Bu spontane toplaşmanın ardından oluşan tedirginlik, bugünkü duruma dair çok önemli bir gösterge. Tedirginliğin kaynağını Evrim en baştan işaretledi: 

“Gençlerin bir araya gelişlerinden erk sahibi korkuyor. Kaldı ki erk sahibi gençlerin bir araya gelmesinden mutlu olmalı. Bunun için daha fazla alanlar oluşturmalı.”

Belirsizliğin arttığı dönemlerde tarihin döngüselliğine sığınmak kendi adıma hep kurtarıcı olmuştur. Pandemi döneminde çok sevdiğim Hermann Hesse’nin hayat hikâyesini okuduğumda iki dünya savaşına sıkışan en verimli döneminde üç yıl boyunca tutsak alınan askerlere eğitim vermek zorunda olduğunu öğrenmek, sıkışan nefesimi biraz olsun açmıştı. Evrim de yaptığı kuşak incelemelerinde tarihsel bağlamlar üzerinden bir anlatı sunmaktan yana. Z: Bir Kuşağı Anlamak kitabının sonunda Z jenerasyona yazdığı mektubuna Fernando Pessoa’ya ait “Yoluma çıkan taşlar mı? Her birini biriktiriyorum, bir gün onlardan bir kale inşa etmek için” alıntısıyla başlayan Evrim, unutmamak adına Duke Ellington’ın “Bir sorun, elinden gelenin en iyisini yapman için sana verilmiş bir şanstır” sözünü araya iliştirdi. Yıllarının birer özgürlük avcısı gibi temel hakları tek tek ortadan kaldırdığı 2000’ler Türkiye’si için Evrim’in Z jenerasyonuna söylemi de oldukça net: “Sanmayın ki bunları sadece siz yaşıyorsunuz.”

Fotoğraf: Laura Harvey

Hâl böyle olunca “Yaşanan bu krizli dönemin ve beraberinde oluşan pek çok alandaki çölleşmenin sence geçmişteki karşılığı nedir? diye sordum Evrim’e. Öncelikle çok genç bir cumhuriyete sahip olduğumuzun altını çizdikten sonra bugün geldiğimiz noktanın daha sıkıntılı olduğunu belirtti. Cumhuriyet tarihinin ilk kuşağı olan sessiz kuşağın siyaseten bedeller ödediğini, bir sonraki bebek bombardımanı kuşağına ait sanatçıların ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını hatırlattı: 

“1980’lerde Türkiye çok önemli sanatçılarını kaybetti. Daha önce de keza. Mezarı Türkiye’de olmayan edebiyatçılar, sanatçılar ve müzisyenler var. Kuşaklardır bu böyle. O yüzden toplumsal bellek çok önemli. Bunlar yapıldı ve bedelleri bir şekilde ödendi. Hâlâ daha ödeniyor. Tekrarına gerek yok. Öğrenmek ve ders almak daha önemli.”

Geçmişte yaşanan bu olayların dijitalleşmenin hüküm sürdüğü ve küresel vatandaşlığın önünün açıldığı bir dünyada karşılığı nedir peki? Daha fazla bilmenin, düşünmenin ve mücadele etmenin mümkün olduğunu hatırlatan Evrim’in cevabı net: “Bütün tarihimize baktığımızda kuşaklar sanat damarlarının kesilmesinin bedellerini her zaman olağanüstü bir vasatlıkla ödemişlerdir. Ve sonraki jenerasyonlar bir belleksizlikle cezalandırılmıştır diye düşünüyorum.” Çağ değiştikçe, teknoloji ilerledikçe ve kuşaklar değiştikçe kültür-sanat anlamında buradan çok daha ileri gitmedik. Maalesef ki geçmişten yeteri kadar ders çıkarmadık.

Fotoğraf: Arda Aytan | İKSV Arşiv

Kuşkusuz müziğin öznellik yaratmada önemli bir karşılığı var. Bununla birlikte farklı kimlikleri bir araya getirmek için en ideal araç. Z jenerasyonun kişisellik arayışında ve duygularını ifade etmede müziğin nasıl bir yerde durduğunu bilmek faydalı olacaktır. Evrim; çalışmalarında evvelce araştırmacılar tarafından hiç girilmemiş mahallelerde bulunan ve toplumun, özellikle de gençlerin farklı sosyo-ekonomik kesimlerini kapsayan bir ekibe sahip. Onun ve ekibinin yaptıkları araştırmaların çıktılarına geçmeden önce Evrim, Roy Williams ve Michael Drew’un Pendulum kitabında yer alan ve kendisinin de çokça inandığı “Popüler müzik, kolektif olarak kim olduğumuzu bize gösteren bir aynadır” sözüne atıfta bulundu. Nitekim ona göre bir toplumun kavrayışlarını tartmak için popüler müziğini görmek şart. 

Ezhel, Red Bull Music Festival | Fotoğraf: Serkan Kızılkaya

Özellikle Türkiye’de tek tip bir Z kuşağının olmadığını söyleyen Evrim, yapılan araştırmalarda hem düşük sosyo-ekonomik seviye hem yüksek sosyo-ekonomik seviyeli Z kuşağı temsilcilerinde müziğin vazgeçilmez bir öğe olduğunu tespit etti. Ancak bu çıktıya bir not da düştü: “Aldıkları tatlar farklı. Çünkü müzik vermek istedikleri mesajlar için bir araç.” 2018 yılında yaptıkları bir araştırmada arka mahallelerde rap ve arabesk müziğe, üst segmentte rock ve pop müziğe eğilimin yüksek olduğunu tespit ettiler. Her iki grupta yapılan araştırmalarda ortak çıktı ise müziğin isyanın diline dönüşmüş olması. Sadece tonları ve ifade biçimleri birbirinden farklıydı. Bu araştırmanın bir ortak noktası var ki o da Ezhel’in her iki araştırma topluluğunda en beğenilen sanatçılar arasında yer alması: “Ezhel çok önemli bir temsilci. Çeşitliliği temsil ediyor. Çünkü bugün eline bağlamayı alıp Kırşehir dolaylarından bir türkü çalıyor, ertesi gün nefis rap parçalarıyla konserde sahneye çıkıyor. Ezhel bir göç temsilcisi aynı zamanda. Diğer yandan küresel bir vatandaş.” Ezhel; ülkesine gelemeyen, ülkesinde farklı kitleleri buluşturacak, birlikte müziğin birleştiriciliğini kutlayacak konserler veremeyen de bir sanatçı aynı zamanda. Bu açıdan bakınca muktedirin onu yoğun baskıyla göçe zorlamasının sebebini daha net anlamak mümkün.

Konu Ezhel gibi toplumun farklı kesimlerini birleştirebilen sanatçılara gelmişken bunun geçmişteki başka örneklerini merak ettim. Bu soruma Evrim önce başka bir soruyla cevap verdi: “Geçmişte bugünkü kadar toplumun farklı katmanlarını birleştirme ihtiyacı var mıydı acaba?” Ardından kendi sorusuna bugünkü kadar büyük bir ihtiyaç olmadığının altını çizerek cevap verdi ve tereddüt etmeden Ahmet Kaya’nın ismini söyledi. Yıllar önce Ahmet Kaya’nın bir röportajındaki “Beni İslamcılar sevmez, beni sosyalistler sevmez, beni sosyal demokratlar sevmez, beni Kürtler sevmez, beni komünistler sevmez. Ya kardeşim o zaman kim benim konserlerimi dolduran yüz binler, albümlerimi alan milyonlar?” sözlerini hatırlattı. Ardından günceli tanımladı: 

“Türkiye kuşaklardır sanat veya sanatçı üzerinden bile kutuplaşmaya hizmet edilen bir ülkeydi. Şimdi ilk kez bir şey oluyor ve bu bir fırsat. Artık daha kapsayıcı olabilir bir sanatçı. Bunun yolu apolitik olmaktan geçmiyor. Nitekim sanat politiktir. Bugünün gençleri kapsayıcılık istiyor. Bunu özlüyor.”

Tarihsel döngüleri görmek, her zaman rahatlatıcı değil. Nâzım Hikmet’i düşündüğümüzde, Cem Karaca’nın Mavi Liman şiirden bestelediği Çok Yorgunum şarkısını dinlediğimizde, Ahmet Kaya’nın yaşadıklarını hatırladığımızda, Ezhel’in ötekileştirilmesine baktığımızda ve daha nicelerinde yapılan hataların çok benzer olduğunu görmek mümkün. Bu yaşananları unutmanın ve azımsamanın ardında derin bir hissiyatsızlık var. Daha da öte derin bir tepkisizlik mevcut. Bu yüzden de toplumsal hafızayı canlı tutmanın çok büyük bir önemi var. Z jenerasyonunun önüne geçmişin hata zincirine yeni bir halka olarak ekleyebileceği isimler konulmamalı. Bunun yerine hatalarını kabul eden erk sahiplerinin, müzik ve diğer sanat dallarının etrafında bulaşabileceği topluluklara alan açmasına ihtiyacımız var.

İKSV'nin 50. yıl kutlamaları kapsamında, Nick Cave & The Bad Seeds | Fotoğraf: Cem Gültepe | İKSV Arşiv

Şunu kabul edelim: Türkiye, gençlerini sevmeyen ve bu yüzden de onların taleplerini görmezden gelen bir ülke. Üstelik nüfusun büyük bir bölümü gençlerden oluşmasına rağmen bu böyle. Evrim’e, “Yaptığınız araştırmada Z jenerasyonu mensuplarının konsere gitme, birlikte dans etme, kamusal alanda eğlenme talepleri var mı? Birlikte kutlama yapmanın karşılığını nerede arıyorlar? diye sordum. Cevabı çok netti: “Hiçbir yerde. Sokakta buluşamadıkça sosyal medyaya penetre oluyorlar. O yüzden Türkiye sosyal medya kullanımı en yüksek ülkelerden biri dünyada. Hatta Avrupa’da bazı platformlarda birinciyiz. Ve bu gurur duyulacak bir şey değil. Demokrasisi gelişmiş ülkelere baktığınız zaman, gençlerin sosyal medyaya bu kadar penetre olduğunu yani toplam internet kullanıcısının bu kadar yoğun sosyal medya kullandığını görmezsiniz.” Gençliğinin büyük bölümünü farklı amaçlarda sokakta bulunarak geçiren Evrim, gerçek yaşam deneyimlerinden ve bir araya gelebilecekleri alanlardan uzaklaştırılan gençlerin propagandist yaklaşımların kurbanı olduğunun belirtmeden geçmek istemedi.

Gençlerin eylemsizlikle yargılandığını, neredeyse her eylemlerinin cezalandırıldığı bir geçmişle yaşadığımızı bilmek fazlasıyla rahatsız edici. Evrim’in kayıtlara geçmesini özellikle vurguladığı kısa ama bir o kadar dev acılar taşıyan hafıza taraması da tam olarak öyle:

“Türkiye gençlerini sevmeyen bir genç ülkedir. Örnek vereyim. 6 Mayıs 1972. Birçok genç bilmez bu tarihi. Yoklardı zaten. Deniz, Yusuf, Hüseyin. Deniz ve Yusuf, 25 yaşında, Hüseyin 23 yaşındaydı idam edildiklerinde. Erdal Eren, 17’sindeyken yaşı büyütülerek idam edildi. Sezen Aksu’nun Son Bakış diye bir şarkısı vardır. O şarkı, işte Erdal Eren’in son fotoğrafındaki bakışlarına yazılmış bir şarkıdır. Bu yüzden sanat politik olmalı. Hasret Gültekin. Yine belki gençlerde pek bir şey ifade etmeyebilir. Madımak’ta, Sivas katliamında çok önemli bir sanatçımızdı. Maalesef can verdiğinde 22 yaşındaydı. Haziran 2013. Y kuşağı, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sancak, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan… Bunların hepsini sayabiliriz. Suruç’a geliyorum. 33 genç. Kobani’nin yeniden inşası için neşeyle çocuklara oyuncak ve kitap götürüyorlardı. Böyle baktığımızda tarihimiz zaten gençleri sevmemekle örülmüş örneklerle dolu. Ve bunların içerisinde sanatsal üretim yapmak isteyen bir sürü genç olduğunu da görebilirsiniz. Tüm bunları yaşama hakkı tanınmayan gençlere örnek olarak verdim. Ancak yaşarken öldürdüklerimizi de ihmal etmemek lazım.”

Konuyu müzik festivallerine, bu tarz organizasyonların globalde gençler tarafından gördüğü ilgiye getirdim. Türkiye’de katlanarak artan festivalsizlik ikliminin ülke sınırlarını aştığında gençlerin hayatında nasıl bir yerde durduğunu merak ettim. Müzik festivallerine özellikle Batı ülkelerinde gösterilen ilgi her geçen gün artarken bunun ciddi bir ekonomi yarattığını da göz ardı etmemek önemli. Evrim de festivallerin istihdam ve ekonomi boyutuna değinmek istedi: 

“Festivaller, gençlik istihdamı için çok önemli fırsatlar yaratır. Çok önemli staj deneyimidir. Gençler orada sadece eğlenmiyor, aynı zamanda çalışıp o sürecin bir parçası olabiliyor. Her şeyden önce festival ortamı yaşayan her genç, özdeğer algısını da yükseltir. Ona cesaret verir. Geleceğiyle ilgili planlar yapmasını kolaylaştırır.” 

Alfa Mist | Fotoğraf: Cem Gültepe | İKSV Arşiv

Kuşkusuz müzik festivallerinin pek çok açıdan hayatımızda önemli bir yeri var. Müzik festivalleri; umudun tazelendiği, birlikteliğin kutlandığı ve özgürlüğün topluluk olarak hissedildiği zaman dilimleridir. Son dönemde sayısı iyice azalan müzik festivallerindeki marka dâhiliyetinin giderek arttığını gözlemlemek mümkün. Toplumsal yaşamda, özellikle gençlerin yaşantısında festivaller; gitgide bedelini ödeyerek günü, tarihi ve yeri belli özgürlüklerin satın alındığı organizasyonlara dönüştü. Festival sponsorlarının da organizasyona destek olmak, kültürü korumak ve birlikteliği taçlandırmak yerine onları kendine muhtaç bırakan, kampanyalarını fiziksele taşıma fırsatı sunan hamleleri zamanla arttı. Bu da asıl özne olan müziği iyice arka plana atarken vakit geçirmeyi amaçlayan ve festival kültüründen azade bırakılan bir topluluğun, markaların sözde eğlenceli aktivasyonlarına maruz kalmasına neden oldu.

Hâl böyle olunca uzun yıllardır global markalara danışmanlık yapan Evrim’i bir elçi gibi gördüm ve ona markaların aslında ne yapmak istediğini ve neden etkili olamadıklarını sordum. Evrim’in tespiti oldukça netti: 

“Taktiksel hareketler yapmaya çalışıyorlar. En başta propagandistler. Kampanyalara karşıyım. Kampanya yaparak gençlik iletişimi olmaz. Gençlik iletişimi hiçbir zaman kampanya unsuru değildir. Bence markaların en başta anlaması gereken bu. Markaların gençlikle ilgili bir kampanyasını sloganlarla ya da propagandalarla değil, anlamlı ve onlara fayda sağlayacak hareketlerle bütünlememiz gerekiyor.”

Peki anlamlı hareketler ne demek? Evrim bunun da cevabını verdi: “Anlam demek şu demek: Bu yaptığımız şeyin sonraki adımında ne gelecek? Bu yaptığımız iş hangi ulvi amaca bağlanabilir? Kısaca bu işin karlılıktan öte amacı nedir? Gençlerle ilgili sürdürülebilir işler yapmak isteyen markaların mutlaka kendilerine sorması gereken soru bu.” Evrim, geçtiğimiz yıl yaptıkları ve 100 bine yakın üniversite öğrencisinin katıldığı araştırmalarından çok kıymetli bir çıktıyı paylaştı. Yıl boyunca kampüslerine gelen markaların etkinliklerine katılım durumlarını sorduklarında Z jenerasyonu mensubu üniversite öğrencilerinin %31’nin tek bir organizasyonda bile yer almadıklarını öğrendi. Sonuç çok net. Gençler, anlam katabileceği buluşmaların peşinde. Başka bir alana taşıyabileceği, bir sorunu ya da bir çözümü işaret eden birlikteliklerin izinde. Evrim’in markalara açık çağrısı da bu yönde: 

"Türkiye’nin gençlerinin problemleri var. Bu problemleri adres etmeyen herhangi bir buluşmayı yapmaya gerek yok. Paranız cebinizde kalsın. Gidin sosyal sorumluluk projesi yapın.”

Gezgin Salon Festivali | Fotoğraf: Arda Aytan | İKSV Arşiv

Tüm bu yazıyı son bir tespit ve beraberinde bir temenni ile kapatmak isterim. Bugüne kadar kültür alanında tepeden alınan kararlar ve uygulanan yasaklar, sanata karşı derin bir eylemsizlik yarattı. Bu tepkisizlik, yaratıcı ortamlarda en çok ihtiyaç duyulan geri bildirim mekanizmasını parçalamış durumda. Maalesef verimsiz topraklarda sanatsal besin zinciri, yerini çoktan kanıksanan bir aynılığa bıraktı. Türkiye’de müzik festivallerini odağımıza almamızın en önemli nedeni, toplumsal açıdan pek çok soruna bizzat yerinde işaret etmeye olanak sağlaması. Duende, bizzat adından aldığı sorumlulukla sanata karşı verilen tepkiyi artırma amacına sahip. Şu da bilinmelidir ki kültür politikaları çok çabuk değiştirilebilen, yapılan uygulamaların hızlaca karşılık bulduğu bir alandır. Yeter ki kapsayıcılık esas alınsın, bizzat muhatapların ihtiyaçları gözetilsin.

Yazıyı Evrim’in erk sahiplerine olan sözleriyle bitirelim: 

"Siz gençler için bir şey yapamazsınız. Gençler artık sizin ürününüz olmayı reddediyor. Çünkü gençler artık aktif olarak katılımcısı olmadıkları, birlikte karar vermedikleri bir süreç varsa onun paydaşı değil; ürünü olduğunu biliyor. Ve bunu reddediyor. Gençleri ürün hâline getiren tüm sponsorluklar, tüm siyasi kampanyalar bir can değerindedir. Bir ikinci baharı görmeyebilir. Oysa ki sürdürülebilir hareketler mümkündür.”

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

İLGİLİ BAŞLIKLAR

kar topu

Türkiye

İstanbul

Pandemi

Hermann Hesse

NEREDE YAYIMLANDI?

DuendeDuende

HİKAYE

🔞 Gençlerini sevmeyen bir ülkede müziğin yeri ve önemi

Z jenerasyonunun festivalsizlik ikliminde müzikle kurduğu bağlar, bir araya gelme arzuları ve markalardan talepleri neler?

24 Nis 2023

Citroën ile birlikte
Arda Aytan

YAZARLAR

Taner Turna

grandkid of david bowie, son of nick cave, brother of thom yorke & damon albarn

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

İLGİLİ OKUMALAR

;